Burda Dur! Hedefteki Dilimiz!

Burda Dur! Hedefteki Dilimiz!

İletigönderen Feza Tiryaki » Cum Haz 10, 2011 14:17

Burda Dur!
“Hedefteki Dilimiz!”


“Yok olan insanlık ( diller)”adıyla yazı yazmış bir gencimiz. Yazıyı yöresel bir gazetede gördüm, okudum. Bu yazının diğer adı da “Yok olan diller” oluyor yani, bu ikinci kelimeyi parantez içine yazdığına göre."İnsanlık" ve "dil" sözcüğünü, aynı anlamda almış gencimiz.

Tıpkı Van’daki Ermenistan’a boyun eğme, Ermeni yalanlarına boyun eğme ve o yalanları kabul etme anlamına dikilen beton yığını pis yığıntıyı, heykel kabul edip, insanlık anıtı deyip ah vah etmemiz, kendimizi inkâr etmemiz gibi...

O beton yığınını oraya, şehitliğe dikmeyi, hem de Ermenistan’dan görünsün diye dikmeyi iktidar partisi istemişti. O boyda(32 metre) bir “Atatürk heykeli,” bir “şehitler abidesi” bile olmayan ülkemizde, o beton yığınını Ermenilere yaranmak için dikmeyi AKP marifet saymıştı. Sonra da seçimler gelirken milliyetçi görünmek, oy toplamak adına “ucube” deyip yıktırmaya kalkmıştı.

Böylece bir taşla iki kuş vuruluyordu.

Hem otoritesi, tek adamlığı, o ne derse o görüntüsü içe ve dışa gösteriliyor, hem de bizim saftorik bazı aydınlarımız tuzağa düşürülüyordu!

“Sözde Ermeni soykırımını” kabul edip özür dileme anlamında buraya dikilen bu dev boyutlu beton yığıntısı, iktidar partisinin o zamanki siyasi ihtiyaçları içindi.

İhtiyaç değişince , başka bir görüntüye ihtiyaç duyulunca da biliyorsunuz yıktırıldı. Beton yığınına dökülen onca para boşa gitti. Milletimizin cebinden harcandı bu paralar. Hem yapılırken, hem de yıkılırken bu çirkin yığıntı, havaya uçup giden paralar, bizim cebimizdeki paralardı…

Aydınlarımız(!) işin bu tarafına dikkat çekeceklerine, düşünmeden hemen kıyameti kopardılar.

Hiç kullanılmayan, dilimizdeki unutulmuş bu “ucube “ sözcüğünü meşhur ettiler. Bol bol da iktidarın ve iktidarın başının övgüsünü, sözcülüğünü yapmış oldular.

İşimiz gücümüz yokmuş gibi saatlerce televizyorlarda tartıştılar bu konuyu, bu konuda yazılar yazdılar…Bununla da kalmayıp gidip oralara boy gösterdiler. Bir gün olsun Silivri Zulümhanesi’ne gitmeyen, bir duruşmasını bile izlemeyen, Beşiktaş Adliyesi’nde komutanlarımız esir alınırken, bir tertiple sorgulanırken ağızlarını dillerini yutanlar orada bülbül kesildiler.

Şimdi aynı aymazlığı bir gencimiz yapıyor.

Resmine bakıyorum gencecik. Yirmili yaşlarında görünüyor. Yazısına bakıyorum, bu işin uzmanı vatan milllet düşmanlarının o kaşarlanmış ağzıyla yazıyor. Tam gaz bölücülüğe hizmet ediyor, sömürgeci ülkelerin, küresel çetenin ekmeğine yağ sürüyor.

İşte yazının ilk iki paragrafı (kendi imlâsıyla olduğu gibi kopyaladım):

“İnsanların birbirleriyle iletişimdeki en büyük aracı dilleridir. Ki önüme çıkan bilançoya üzülmemek hatta öfkelenmemek elde değil. Geçenlerde gördüğüm bir gazete küpüründe aynen şöyle yazıyordu:Türkiye?de 1950?den bu yana ölmüş diller : ??Hassas?? olanlar Abhazca, Adigece , Kabartayça ve Zazaca ; ??Tehlike?? de olanlar Abazaca , Batı Ebakrmenicesi , Hemşince , Lazca , Pontus Yunancası ,Romanca , Suretçe; ??Ciddi Tehlikede? olanlar Güney Balkanlar Gagavuzcası , Ladino/Judeo ? İspanyolca ve Turoyoca şeklinde sıralanmıştır.Hiç kimsenin konuşmadığı Ertevin dilini de UNESCO ??Vahim Derece ??kategorisine koymuştur.
Aslına bakarsanız sadece diller yok olmuyor, kültürler yok oluyor; insanlık ölüyor. Sizce insanlar neden dillerini kaybeder, kültürlerinden uzaklaşır? Ne yazık ki baskıcı bir toplum içerisinde yer almaktayız. İnsanların dillerini rahatça konuşamadığı, ANADİLDE EĞİTİM göremediğİ, özgürce kültürlerini yaşatamadığı bir ülkede yaşamaktayız. İnsanların kendi yörelerine has dillerini, kültürlerini ; aslına bakarsanız kendi insanlıklarını,yaşamalarına , yaşatmalarına izin vermeliyiz. Herkese özgür -gayet de hakkı olan -Anadilde eğitim hakkı tanınmalıdır. Aksi takdirde o dillerin çeşitliliğindeki farklılığın zenginliklerinden, kültürlerin insanlığa kattıklarından; genel olarak hayatımızın güzelliklerini oluşturan temel şeylerden mahrum kalırız.”


Yazıyı buraya kadar okuyunca tıkanıp kalıyorum. Sonra kuvvetlice bir sesle haykırıyorum, ”Tüh, Allah seni kahretmesin e mi! Bunu dedikten sonra, şöyle bir nefes alabiliyorum.

"Tut kelin perçeminden!"

Şimdi kafası karışmış veya kafası karıştırılmış bu gencimize mi kızalım, yoksa ülkemizi ve gençlerimizi bu duruma düşürenlere mi?

Ey vatan evlâdı, ey yüce Atatürk’ün bu yurdu, bu Cumhuriyeti emanet ettiği genç, sen bu boyundan büyük, bu “böl ve yutçu zihniyetin” söylemlerini ezberleyeceğine, önce bir kendi dilini, Türk Milleti’nin dilini, Türk Milleti’ni Türk Milleti yapan yani bizi millet yapan dilini, binlerce yıla dayanan dilini bir güzel öğrenseydin ya!

Yazım yanlışları, noktalama işareti yanlışları, anlatım bozuklukları ile dolu, okurken insanın boğazına tıkanan bir dille yazmışsın yazını. Sular gibi çeğlayan, akan su gibi akıcı, gönül telimizi titreten, duru, temiz, dünyalar güzeli Türkçemizden bir eser yok satırlarında. Bir kırıntı bile yok!

Sen önce kendi dilini öğren ki, başka dilleri öğrenmeye heves etmeye hakkın olsun!..

Hem madem bu konulara takmışsın kafayı, biraz tarihimizi öğren. Tarihimizi anlatan kitaplar oku!..

En önemlisi Atatürk’ü öğren. Atatürk’ün eserlerini tanı. Türkçemiz için neler düşündüğünü, neler yaptığını, bu eşsiz insanın bizi yok olmaktan nasıl kurtardığını, bizi ümmetten nasıl millet haline getirdiğini oku!

Sonra, bak bakalım o dediklerin dil mi? Ne onlar? Pontus Yunancasıymış… Hemşinceymiş...Bilmem neymiş…

Vah yavrum vah…Olmayan, hiç var olmayan, kurulmayan devletlerin olmayan dillerinin peşindesin! Sana verilen yalan lokmalarını, ülkene ihanetin yemlerini tek tek yutuyorsun!

Diyelim ki vardı o diller. Ne yapacaksın?

Cevabını veriyorsun:“Herkese özgür -gayet de hakkı olan -Anadilde eğitim hakkı tanınmalıdır.“

Bu cevaba ne denebilir?

Ben önce derin bir nefes alıyor ve sana şöyle diyorum:

Bu dediklerin dünyanın hangi bağımsız devletinde, bir ulus devletinde var?

Anadili çocuğun anasından öğrendiği dildir. Buna kimse karışamaz. İsteyen ana çocuğuyla istediği dille konuşsun, istediği dille onu sevsin, okşasın…Kime ne?

Ama eğitime gelince iş değişir.

Eğitim dili her ülkede o ülkenin diliyledir!

Başka dile izin verilmez!


Bütün bağımsız ülkelerde bu böyledir! Hele hele gelişmiş ülkelerde, devletin yalnızca tek dili vardır. Buna çok önem verirler. İkiliğe, çatlak seslere yer yoktur oralarda!

Dil ülkenin yapışkanıdır, tutkalıdır, fertlerini birbirine bağlayandır. Anlaşma, yönetim aracıdır! Birlik ve bütünlüğü sağlayandır!

Bizim gibi hedef alınan, bölünmek, parçalanmak ve zayıflatılmak istenen ülkelerde, senin gibi genç beyinlere el atılır.

Çocukluktan başlanarak gençlerin algıları esir alınır. Beyinleri uyuşturulur. Bu yalan söylemler dayatılır ve zorla ezberletilir…
Masum bir şekilde konuştuğunu sanır halk bu konuşanların. “Ha, öyle miymiş? Ya, vah vah…”der…
Dedirtilir…Arkasından gelecek hamleyle de toplumun işi bitirilir.

Kimse daha ne olduğunu, ne olacağını anlayamadan, milletler kazılan çukurun içine yuvarlanır, pislik çukuruna nasıl düştügünü bile bilmeden, pislikte debelenir…Debelendikçe de batar…

Boğazına kadar, daha doğru bir deyişle, “bok “ çukuruna düşer…

Ülkemizin önüne kazılan bu tür çukurların en çok bilineni ve üzerinde konuşulanı PKK terörünün ülkemizi bölebilmek, küresel çeteye teslim edebilmek adına dayattığı “Kürtçe yerel ağızlardır.” Daha doğrusu bu tezgâhı başlatabilmek için şimdilik ağız birliği ettikleri dil, Kuzey Irak’ta konuşulan bir çeşit Kürtçedir.

Gerisi de (tam otuz altı tane olduğu söyleniyor, ülkemizde konuşulduğu iddia edilen bu yerel dillerin) sıradadır! Ülkemizi şehir devletlerine dönüştürene, Atatürk Cumhuriyeti’ni, Atatürk ilke ve devrimlerini yıkana kadar sırada bekleyeceklerdir bunlar…

Biz böyle durursak, bütün bu dayatmalara karşı koymazsak, bu küresel çetecilerin yaptıklarına aymazlıkla , saf saf (bön bön) bakarsak, gençlerimizi kurban verirsek, onların beyinlerinin ve gönüllerinin esir edilmesine göz yumarsak…sonumuz yakındır!

O çukura yuvarlanmamız an meselesidir!

Gelin önce dünyanın en güzel dili olan Türkçemizi doğru dürüst öğrenelim!

Sular seller gibi konuşalım. Atalarımızdan devraldığımız ses bayrağımız Türkçemizi yükseltelim, göklerimizde sonsuza kadar dalgalandıralım!
Bayrağımızın korumasında, dilimizin gölgesinde, bu eşsiz vatanda, bu güzel insanların ülkesinde, birlikte huzur içinde yaşayalım!

Dilimizin büyük yazarlarından Hasan Lâtif Sarıyüce’nin yazdığı “Anadolu Efsaneleri” adlı kitaptan kısacık bir bölümü yazarak yazıma son veriyorum.

Bakın bakalım usta bir kalem elinde dilimiz nasıl güzel!
Nasıl ahenkli! Nasıl akıcı!


“Burda Dur!"

“1071 yılında kazandığımız Malazgirt savaşından sonra Anadolu hızla Türkleşmeye başladı. Orta Asya’dan akın eden Türk boyları, bir süre başlarında beyleri, önlerinde sürüleri Anadolu içinde gezdiler. Otu suyu bol serin yaylalarda yazları geçirdiler, kuytu ovalarda kışları geçirdiler. Önlerine toprağı bereketli, otlakları ve ekenekleri geniş, ormanları gürleyip duran iller çıktığında oraları yurt edinip yerleştiler.

Tabii ki, iş bu kadar kolay olmadı. Anadolu boş değildi. Bir çok köyler şehirler vardı. Bir yeri yurt tutabilmek için önce oranın halkı ile savaşmak gerekiyordu. Atalarımız da savaşarak kısa zamanda Marmara ve Ege denizine dayandılar.

Derler ki, iki gözü de görmeyen yaşlı bir Türk beyi, halkına Anadolu’da yerleşmek için güzel bir yer ararken yolları Burdur taraflarına düştü. Toprak çok bereketli, çevre eşsiz güzellikteydi. Ot, çiçek, çimen kokusu, su, kuş, arı sesleri havayı doldurmuştu.

Gözleri görmeyen yaşlı adam atını durdurdu. Tertemiz havayı ciğerlerine çekti. Yanında duran oğluna:

“Burda dur!” dedi…….”


Sen de burda dur delikanlı! Dur ve bir nefes al!..

Feza Tiryaki, 10 Haziran 2011
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 987
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x