15 - 16 TEMMUZ : ASKERİ DARBE DEĞİL, ASKERE DARBE GİRİŞİMİ / MİTHAT AKAR

Üniversiteli Gençler Burada Yazıyor

15 - 16 TEMMUZ : ASKERİ DARBE DEĞİL, ASKERE DARBE GİRİŞİMİ / MİTHAT AKAR

İletigönderen mithat akar 1923 » Cmt Tem 16, 2016 22:46

"ASKERİ DARBE" DEĞİL ASKERE DARBENİN YARATACAĞI ETKİ VE SONUÇLAR


Öncelikle dün gece başlayan sözde askeri harekatın Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkmak isteyen Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ana gövdesi tarafından değil, ABD merkezli planlanan, özellikle stratejik hata ve açık veren, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin etkinliğini zayıflatmak isteyen kuvvetler tarafından gerçekleştirildiğini bilmemiz gerekiyor.

Ortaya çıkan ve başarısız olacağı baştan belirlenmiş harekatın, en çok Başkanlık sistemini Ulus Devletin yerine ikame etmek isteyen iktidar odağı lehine sonuçlandığını da not düşelim.
Resim


Dün geceki hareketlenme başladığında öncelikle üç temel algı oluştu:


1 - Politik iktidarın Cumhuriyet ve ulus devlet karşıtı yapısından rahatsız olan ve bir an önce iktidarın devrilmesini destekleyen düşünce biçimi.


2 - Darbeye karşı olan ve son 14 yıldır Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı üzerine bir düşünce bina eden sözde "darbe karşıtları."


3 – Tamamen haklı gerekçelerle Fethullah Gülen örgütlenmesine karşı olan ve genelde laik / milli eksende düşünce geliştiren çevrelerin oluşan tepkisi.


Böylece toplum ilk elden kutuplaştırılarak, kendisinden yalnızca sunulan seçeneklerden ( tertiplerden ) birini tercih etmesi istendi. Dünkü hareketlenme esnasında geliştirilen ve tamamen algı yönetimi üzerine bina edilen tepkilerin hepsi, mevcut organizasyonun bizlere sunduğu seçeneklerdir. Bu seçenekler dışında düşünce geliştirmemizin önüne böylece bir set çekilmiş oldu.

Bir eylem, olay, savaş, askeri harekat ya da örtülü operasyon gerçekleştiğinde öncelikle kendimize sormamız gereken birkaç soru olmalı:

- Bu olay ya da eylemden önce mevcut durum kimin lehine ve aleyhine işliyordu?
- Gerçekleşen eylem / harekattan en çok kim çıkar sağladı veya sağlamış olabilir?
- Durum sonlandıktan sonra ortaya çıkan tabloda kim, nasıl üstünlük sağlamıştır?


Durum Analizi ve Ortaya Çıkan Stratejik Gedikler

Türkiye Temmuz ayından bu yana bölücü terör örgütüne yönelik düşük yoğunluklu çatışma ekseninde büyük başarılar sağlamış, ABD’nin kara gücü olarak nitelendirilen örgüt bölgede büyük oranda etkisini yitirmiştir. Dışarıdan bakıldığında Cumhurbaşkanı ve politik iktidarın ( ben bu bütünlüğe iktidar odağı diyorum ) Türk Silahlı Kuvvetleri ile uyum içerisinde olduğu ve iktidar odağının, Türk Ordusu’na göre konum almak zorunda olduğu bir süreç yaşanıyor.
Resim


Bu durumda sözde “askeri darbe girişimi” öncesinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin lehine olan, daha önce gerçekleşen Ergenekon, Balyoz operasyonlarındaki mağduriyetlerin kısmen giderildiği bir ortamda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, herhangi bir kuvvet komutanlığı bünyesinde dahi olsa, “Darbe”, “Müdahale” gibi bir düşünce içerisinde olmayacağı apaçık ortadadır.

Hiçbir ordu, gereksiz bir hamle ile lehte olan durumu aleyhte olan duruma çevirmez. Böylece darbe girişiminin Türk Silahlı Kuvvetleri merkezinden kaynaklanmadığını kesinlikle anlamamız gerekiyor.

Hareketlenmeden sonra Cumhurbaşkanı’nın yaptığı “Başkomutan benim.” Açıklaması ile birlikte “askeri darbe girişimine karşı, sivil halkın desteğini arkasına alan, seçilmiş, meşru lider” görüntüsünü daha da ön plana çıkarması, iktidar odağının kendisini daha meşru zemine oturtma çabasının bir sonucudur. Özellikle başkanlık sistemi, , dış politikada stratejik olarak bir çıkmazın yaşanmasına bağlı olarak; Suriyelilerin vatandaşlığa alınması, bölge ülkeleri ile yaşanan sorunlar, Suriye’ye yönelik terör ihracının yarattığı etkinin sonuçları itibariyle, denetimi yitirmeye başlayan iktidar odağı, bu “darbe girişiminin” durdurulması ile öne çıkan temel sorunlar karşısında kendisine bir alan açmış oldu.

ABD’nin ihtiyaçlarına tamamen yanıt veremeyen politik iktidar için, bu girişime karşı meşru gerekçelerle direnmek, son şanstı.

Bu yönüyle düşünecek olursak eğer; bu askeri hareketlenme, öncelikle sonuç almaya dönük olmayan; stratejik anlamda gediklerle dolu, iktidar odağının elini güçlendiren bir durum yaratmıştır.

Durum tamamen sonlanmadı ancak, sonlandıktan sonra TSK’da yeni bir tasfiye hareketi başlatılacağı artık kesinleşti.

Tabi ki TSK içinde ve diğer kurumlarda, illegal hiçbir yapı veya örgütün ,ordunun komuta kademesini bozacak örgütlenmesi asla kabul edilemez. Bu odaklar dağıtılmalı ve kurumsal işleyiş sağlanmalıdır. Ama…

Resim

İşte orada kocaman bir “AMA” var. Daha önce ABD ve NATO’ya mesafeli duran ordu komutanlıklarına ve subaylara yönelik gerçekleştirilen operasyonlar düşünüldüğünde, bundan sonra tasfiye edilecek subayların ne kadarının Fethullah Örgütüne dahil olduğu, ne kadarının gerçekten milliyetçi subaylardan olduğunu ayırt etmek zorlaşacaktır. Bu durum özellikle 15 Temmuz – 16 Temmuz hareketinden sonra, sorgulanamaz bir hal yaratmıştır. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi : “Artık askeri darbeye karşı sivil halkın desteğini arkasına alan, meşru bir lider” bulunmaktadır.

Bu durumda, TSK’nın iktidar odağı tarafından tamamen denetim altına alınmasının, TSK’da bundan sonra gerçekleşecek meşru ya da gayrı meşru tasfiyelerin önündeki engel de kalkmış oldu.

Kırk Katır mı Kırk Satır mı? Hipotezlerle Neden – Sonuç

Haziran seçimlerinden sonra başlayan terör eylemlerinde, iktidar odağı tarafından medya üzerinden başlatılan propagandada şu düşünce yaratılmak istendi : “Biz olmazsak terör eylemleri artarak devam eder.” O dönem bölücü terör örgütü ile mevcut iktidar yapısı arasında tercih yapmamız istendi.
Resim


15 – 16 Temmuz sürecinden sonra da şu algı yaratılacaktır : “Başkanlık sistemi mi, Amerika destekli Fethullahçı bir darbe mi?”

Bu daha önce Türk milletinin defalarca karşılaştığı dayatmanın bir benzeridir. 1974 – 1980 arasındaki dönemde “Darbe mi, iç savaş mı?” , yakın tarihte “Darbe mi, şeriat mı?” ikilemi alan değiştirmiş, şimdi de “Darbe mi, başkanlık mı?” dayatması iki zorunlu seçenek olarak bize sunulmaktadır.

Ortaya çıkan son durumdan rahatlıkla, Amerikancı bir darbe senaryosuna karşı, iktidar odağının daha sağlam bir zeminde, sorunsuz bir şekilde denetimi elinde bulunduracağına kanaat getirebiliriz. En azından kendileri bu düşüncededirler.

Stratejik Gediklerle, Planlamadan Yoksun “Güya Darbe” Girişiminin Analizi

1 - İhtilal ya da darbelerde, öncelikli planlamalardan biri darbe / muhtıra veya yönetime el koyma durumunun basın- yayın yoluyla en geniş kitlelere, tek elden duyurulmaya çalışılmasıdır. Bu yüzden medya ağı ve diğer iletişim kanallarının öncelikli olarak ele geçirilmesi, başlı başına bir öneme sahiptir. 15 Temmuzda sadece 10 askerle TRT binasının işgal edilmesi ve yapay olduğu metnin niteliğinden anlaşılan bildirinin sunucu tarafından okunması bu açıdan düşündürücüdür. Süreç “çatışmalı” olarak devam ederken, daha sonra da CNN Türk binası, sayısı bir timin sayısına ancak ulaşan asker tarafından basıldı. Ancak kanal binası işgal edildiğinde “Yurtta Sulh Konseyi” adı verilen paravan oluşumun bildirisi okunamadı.


Öncelikle TRT kanalından acemice hazırlandığı besbelli olan bildiri okunurken TSK’nın yönetime el koyduğu iddia edildi. Ancak aynı anda Başbakan ve diğer bakanlar özel televizyonlardan konuşmaya başladığında, işin TSK ana gövdesi ya da kuvvet komutanlıklarından birinin belirleyici etkisi ile yapılmadığı anlaşıldı.
Resim


2 – Askeri müdahale ya da operasyonlar, genelde yaşamsal anlamda yoğunluğun en sakin olduğu saatlerde yapılır. İlk elden politik iktidar sahipleri ele geçirilmeye ya da gözetim altında tutularak etkisizleştirilmeye çalışılır. Bu harekete yönelik personelin sayısı, rütbesi, imkan ve kabiliyeti mutlaka göz önünde bulundurulur. Tutulacak yol, güzergah, geçiş noktalarında bu olanaklara göre konuşlanılır.

Buna göre saat 22.30 civarında, Boğaz Köprüsü’nün tutulması, Ankara’da birkaç bölgeye tankların lojistik destek imkanları göz ardı edilerek konuşlanması ilk düşündürücü olaydır.

Üzerinde durulması gereken diğer bir nokta, az sayıda askeri personelle İstanbul’da kentin en işlek olduğu Taksim’e inilmesi ve halka “evinize dönün, ordu yönetime el koydu.” açıklamasının yapılması. Az sayıda askeri personelle Taksim’e inip böyle bir duyuruyu yaparsanız, halk size güler. Bunlara ek olarak, rütbeli personel sayısının az; er ve erbaşların sayıca fazla ve aktif olarak harekatın bütün seyri esnasında kullanılmasının yarattığı soru işareti. Kriz yönetimi, kitle psikolojisi, toplumsal olaylara müdahale gibi temel konulara hakim olmayan personeli sahaya sürmek, en başta o er / erbaşa sonra orduya sonra da harekatın amacına ulaşmasına zarar verir. Bu gerçekleri, harp okullarından mezun olan ortalama bir subay benden daha iyi bilecektir eminim. Ancak burada dikkat çeken nokta, askeri personeli saldırıya açık halde alana sürmek, planlamadan yoksun ya da kasıtlı biçimde geniş boşluklar bırakarak, etkisiz, sonuç almaktan uzak bir tablonun ortaya çıkmasıdır.


Halka Yapılan Çağrıda Yaratılmak İstenen Algı : “Turuncu Devrim “

Resim


3 – Hemen arkasından halka “sokağa inin” çağrısının yapılması. Havada jetler alçak uçuş yaparken, helikopter üzerinden ateş açılırken, birkaç tank sokaktayken halka bu çağrının yapılmasının iki açıklaması olabilir.

Ya halkın bir kısmı gözden çıkarılmış ve ağır silahlar bulunduran askeri personel tarafından kitlesel olarak öldürülmesine göz yumulmuştur. Kİ bu durum, birçok açıdan bir dış müdahaleye zemin hazırlayacaktır.

Ya da bu talimatı veren kişi askerin halka ateş açmayacağından adı gibi emindir.

Ancak bu iki varsayımından önemli olan daha önce Batı’nın müdahale ettiği birçok ülkede örneği görülen “Turuncu Devrim” algısı yaratmaktır.

Zayıf birliklerle İstanbul ve Ankara’ya inen bir kısım askerlerin, kitlesel bir kalabalık tarafından “teslim alınacağını” bilmek için uzman olmaya gerek yok.

Ayrıca önemli bir noktanın daha altınız çizelim. Kendisine yönelik olası bir sivil ya da askeri bir müdahale durumunda, iktidarı odağı, kendi “hazır kıtası” nı test etmiş oldu. Bundan sonraki süreçte Ulus Devleti ve Anayasanın kurucu ilkelerini ortadan kaldırmaya dönük bir saldırıya karşı dahi olsa, ortaya koyulacak muhalefet veya karşı çıkışa yönelik milli kuvvetlere kendilerince bir mesaj vermiş oldular.

Aynı zamanda TSK içerisindeki temel kaygıların, en yumuşak bir biçimde dahi olsa dile getirilmesinin önüne de geçildi. Bu organizasyon, Cumhuriyet’in kurucu ilkelerine sahip çıkan subaylar sınıfını etkisizleştirmeye dönük amacıyla da not edilmeli.

Türk Ordusu’nun Kendi İçinde, Ordu – Millet Arasında, Ordu ve Diğer Asli Güvenlik Unsurları Arasında Nifak Yaratma Amacı

Öncelikle ortaya koyulan tertipte er ve erbaşların aktif olarak kullanılmasına değinelim. Televizyonlardan izlediğimiz kadarıyla askerlerin hepsi ( hatta kimi astsubay ve uzm. Çavuşların ifadesine göre ) kendilerine tatbikat olarak bilgi verildiğini, askeri müdahaleden haberdar olmadıklarını belirttiler. Hatta kimi askerler ceplerindeki emir / görev kâğıdını sivillere göstererek durumu izah etmeye çalıştı. Bu yaklaşım, kendi askerini psikolojik, maddi ve manevi açıdan hazır olmadığı bir operasyona göndermekten farksızdır. Daha farklı bir ifadeyle, askeri bile isteye ölüme göndermektir.

Resim


Bu anlayış ordu tabanında yer alan er, erbaş hatta uzman erbaş sınıfındaki askerlerin kendi komutanlarına ve özellikle subay sınıfına karşı güvensizlik duyacağı, birlik ruhuna darbe vuracak sonuçlar yaratacaktır. Daha tehlikeli olan ise emir komuta zincirini bozacak, hayati bir durumda gerçek emrin yerine getirilmesi hususunda emrin sorgulanmasına neden olacak bedeller ödenmesine aracı olacaktır.

Ekranlara yansıyan görüntülerde, halkın linç ettiği, polisin gözaltına aldığı askerlerin çoğunun er / erbaş olması ve onlara uzatılan mikrofonlara “ O baştakiler yok mu o baştakiler, hep onların yüzünden bu. Bizim hiçbir şeyden haberimiz yoktu” diyen askerin ekranlarda sürekli yer alması “Komutan – asker birliğini “ zedeleyen en önemli göstergelerden biridir.

Ordu komuta kademesi ile kimi ordu komutanlıkları arasında, emir komuta zincirinin dışında bir işleyişin ortaya çıkması, TSK içerisindeki ayrı bir güven bunalımına yol açacaktır.

TSK’nın İtibarsızlaştırılması

Yukarıdaki anlatıma ek olarak, sözde halk tarafından “ele geçirilen” ve genelde rütbesiz askerlerin linç edilerek, hatta kimi iddialara göre kafası kesilerek canice öldürülmesi asla kabul edilemez. Dışarıdan bakıldığında tankların üzerine çıkmış güruhun, askeri tanktan çıkararak veya tankın içinde kıstırarak darbelerle öldürmesi, kiminin üzeri soyularak kemerlerle dövülmesi; ancak devlet geleneği olmayan ülkelerde yaşanacak görüntülerdir.

Resim


Bu görüntüler ancak düşmanın moralini yükseltecek, dost kuvvetlerin ve neresinden bakarsak bakalım Türk milletinin moral / motivasyonunu ( isteklendirmesini ) bozacak, orduya duyulan güveni sarsacak olaylardır.

Silahsız halka ya da herhangi bir gruba ağır makinalı silahlarla saldırmak ne kadar kabul edilemezse, elinde tank topu, G – 3 Piyade tüfeği bulunduğu halde bu imkanı halka karşı kullanmayan askeri linç ederek öldürmek de, o kadar aşağılık ve kabul edilemez bir durumdur.


Halka Sokağa Çıkma Çağrısı Milli Kuvvetlere Yönelik Bir Oltaydı

Olaylar başladıktan birkaç saat sonra halka sokağa çıkma, polise tam yetki verme çağrısının ardından ortaya şöyle bir tablo çıktı: Bir tarafta “darbe yapmak üzere” sahaya inen asker, diğer tarafta bu kalkışmayı durdurmak için silah kullanma yetkisi olan polis ve arkasındaki halk karşı karşıya geldi.

Eğer askere destek olma adına, gereksiz ve akılsızca bir düşünceyle askerin de arkasına sivil bir kitle yığılsaydı, Türkiye’de ölü sayısı yüzlerin üstünde olacak, toplum arasında kapatılması zor yaralar açılacaktı. Ancak bundan sonraki süreçte, Türk askerinin kafasını kesen canilerin, aldıkları güçle aynı katliamlara tek yanlı devam etmeyeceğinin garantisini kim verecek, o da ayrı bir merak konusu!

Asli Güvenlik Unsurları Arasındaki Güven Bunalımı

Sözde askeri operasyon başladıktan sonra, ilk hedeflerden biri Ankara Gölbaşı Özel Harekat Daire Başkanlığı idi. Güneydoğu’da Temmuz ayından bugüne Jandarma Özel Harekat ile omuz omuza terörle mücadele eden Polis Özel Harekat birliklerinin hedef alınmasını hiçbir akıl ve izanla açıklayamayız. Açıklanabilecek en uygun düşünce ABD’nin ve birçok yabancı devletin desteklediği bölücü terör örgütüne karşı mücadele eden iki aktif kuvvet ( JÖH ve PÖH ) arasına nifak sokmak girişimi bulunmaktadır.

TSK’nın Yeniden Dizayn Edilmesi

Cumhurbaşkanı, bugün ( 16 Temmuz 2016, saat 20.35’te ) yaptığı açıklamada, “Orduyu, temiz bir ordu haline getireceğiz. Hangi rütbeden olursa olsun, Emniyet kuvvetleri ile gerekeni yapacağız. Bu gördüğünüz kardeşiniz de ordunun başkomutanıdır.” açıklamasını yaptı. ( Kaynak: Bütün ulusal ve yerel televizyonlar )

Bu açıklama yapılırken kritik bölgede görev yapan ordu komutanlıklarındaki orgeneral seviyesinde ve AMFİBİ, Komando birliklerindeki subay ve generaller gözaltına alınmaya başlıyor.

Yukarıdaki açıklamalardan şu sonuçları çıkarabiliriz:

Ordunun başkomutanı, savaş durumunda cumhurbaşkanıdır. Ancak ortada bir savaş hali yokken, üstüne basa basa “Başkomutan benim” demek, ordunun ana gövdesi ile etkinliğini boşaltmak ve orduyu tamamen kendi denetimi altına almak çabasının dışa vurumudur.

“Orduyu temiz bir ordu haline getireceğiz” demek; orduya dair “Kirli ordu” algısı yaratmanın bir sonucudur.

“Rütbesine bakmadan, emniyet güçleriyle gerekeni yapacağız”, demek ise bize bir yerlerden tanıdık geliyor. Ergenekon ve Balyoz’da da aynı söylemi dillendirenler, herhangi bir sorgulama gereği duymadan, bundan sonra kendi etkinlik alanının dışında kalan subay ve generalleri de hali hazırda olan suçlama ile alabilecekler. Çünkü artık hazır bir gerekçe yaratıldı : “F – Tipi Örgüt’e üyeydi.”





15 – 16 Temmuz’dan sonra ortaya çıkan durumu analiz ederken, iktidar odağının sunduğu seçenekler dışında düşünce üretmem, birçoklarında tepki ile karşılanabilir. Sistemin dayattığı iki seçenek var içinde bulunduğumuz dönemde : “Ya darbeci Fetullahçı örgütten yanasın, ya da iktidar odağından.” Ben kendi adıma ikisinden yana da değilim. Dün kurgulanan ve stratejik planlama, personel yeterliliği, lojistik ve personel yeterliliği gibi temel konularda tamamen orta oyununa benzeyen darbe girişimini desteklemediğimi, dahası bu kadar mesnetsiz, temelsiz düşünmeyeceğimi belirtmek isterim. Ancak 15 – 16 Temmuz’da gerçekleşen, kimilerine göre “Kalkışma”, kimilerine göre “Askeri darbe girişimi”ni gerekçe haline getirip, bundan sonra Cumhuriyet’i, Ulus Devletin son kazanımlarını tamamen ortadan kaldıracak, TSK’yı kendisine göre dizayn edecek olan uygulamaları da göz önünde bulundurup bir düşünce sistemi oluşturmak istemiyorum.

Bu sözde askeri harekata girişenler de, halkı sokağa çağıranlar da dışarıdan bakıldığında ordusu teslim alınmış, emir komuta zincirini sağlayamayan, altında tankları, üstünde jetleri olduğu halde MP-5’li polislerin etkisiz hale getirdiği bir TSK profili ortaya koymuşlardır.

Ana akım medya, uzun zamandır bu fırsatı kolluyormuş gibi ekranlarda “Asker halka ateş açtı.” , “Asker 17 Polisi şehit etti.” , “Asker meclisi bombalıyor” propagandasını bolca yaptı.

Yinelememde fayda var: Sivil, masum, elinde Türk bayrağı taşıyan halka ağır silahlarla donanımlı askeri bir gücün ateş açması kabul edilemez. Ancak bu kadar kabul edilemeyecek bir başka gerçek ise altında tank, elinde G – 3 tüfeği bulunduğu halde, bu imkanı sivillere karşı kullanmayan askerin hunharca katledilmesi gerçeğidir. Belli bir kitlenin, 6 adet zırhlı tankı personeli ile birlikte etkisiz hale getirdiğini göz önünde bulunduracak çok odak var. Bunların başında, Temmuz 2015’ten bu yana TSK’nın ve Emniyet Teşkilatının kan pahasına mücadele ettiği terör örgütü ve destekçileridir. Olayların gelişmesi ile birlikte Şırnak, Diyarbakır gibi illerde yaşanan olaylar bunun örneklerindendir.

Yine milli güçlerin topyekun desteğinden yoksun bir askeri harekatın kabul edilemeyeceği gibi, dışarıdan kumanda edildiği ve denetim altında olduğuna dair şüphelerin güçlü olduğu bu askeri girişimi gerekçe olarak gösterip, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni kendi iktidarı merkezinde denetim altına almak, Ulus Devleti, başkanlık sistemine feda etmek, Anayasanın kurucu ilkelerini kaldırmak fikri de kabul edilemez.

Birkaç Soru ve Son Söz

Halka sokağa çıkma çağrısı yapıldıktan sonra, camiilerden sabaha kadar sela verilip ( kimilerine göre Cihad-ı Ekber okunması, yani cihat çağrısı yapılması ) halkın sokağa çağrılması durumu, hangi algıyı yaratmak üzere yapıldı?

Sokağa çıkan “halk” ın, daha önce hazırlık yaptığı besbelli olacak şekilde ellerine orak, sallama diye tabir edilen döner bıçakları, küçük çaplı tabancalarla alana inmesi; belli bir kitle örgütleyicisinin etkisi olmadan mümkün müdür?

2013 Gezi Eylemlerinde, haftalarca alana hakim olmakta zorlanan polisin, 10 saat gibi bir sürede ordunun içindeki belli bir hizbin eylemini bastırması ne kadar mantık sınırları içerisinde düşünülebilir?

Cumhurbaşkanı 16 Temmuz 2016 akşamı açık alanda konuşma yaparken “İdam isteriz” şeklinde slogan atan kitleye “Bunu da değerlendiririz, değerlendirirken de kimseye sormayız.” Şeklinde bir açıklama yapması ne anlama geliyor? 1984’ten bu yana terörle mücadelede bedel ödeyen Türk milleti, uzun yıllar bölücü örgüt elebaşı için aynı talepte bulunduğunda bize “AB Uyum Yasaları”nı gerekçe gösterenlerin duyarlılığı birden neden arttı?

Daha önce terörle mücadelede şehit verilirken, halka aynı duyarlılık çağrısında bulunulmaması hangi anlama geliyor?

Tabi bu soruların cevabını, soruların muhatabı olan odaklar eminim ki bizden iyi biliyordur.

Asker de Bizim Polis de Bizim

Türk milleti, yaralı özel harekatçının üzerine kapanarak, kendi bedenini siper eden genç astsubayı unutmadı. 2015 Temmuz’dan itibaren terörle mücadele eden Jandarma da, asker de bizim; aynı bedeli ödeyen Türk Polis teşkilatı da bizim.
Resim


Türk Ordusu, yapısı itibariyle İstiklal Mücadelesi içerisinde yeniden doğmuş, milli bağımsızlığı ve milli egemenliği tesis etmek için, dayanağı Türk topluluğu olan bir Cumhuriyet kuran ordunun ta kendisidir. M.Ö 209 yılından bu yana, Türk milleti yürüyen bir ordu olarak, Türk Ordusu da milletin içerisinde var olarak bugünlere kadar temel varlığını korumuştur, koruyacaktır.

Hiçbir odak, ne ordu içerisinden ne de ordu dışından TSK’yı kendi politik ve askeri çıkarına göre şekillendiremeyecektir. Evet, geçici yenilgiler yaşayabiliriz. Geçici geri çekilmeler de olabilir. Ancak nihai olarak Türk milleti, genetik hafızasının yarattığı sonuçla, kendi bağrından çıkardığı bu orduya gerektiği gibi sahip çıkacaktır.

Türk milleti, meşru temellerde yeniden istiklalini ve egemenliğini kazanacak. Tarihin emrini kimse yadsıyamaz.

https://www.facebook.com/profile.php?id=100006232153226

Mithat Akar
Kullanıcı küçük betizi
mithat akar 1923
Üye
Üye
 
İletiler: 298
Kayıt: Çrş Ağu 28, 2013 16:18

Şu dizine dön: Gençlik Diyor ki

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x