ABD ve Türkiye: Bir Ortaklık Modeli

Center for Strategic and International Studies / Uluslararası ve Stratejik Araştırmalar Merkezi

ABD ve Türkiye: Bir Ortaklık Modeli

İletigönderen Ram » Sal May 26, 2009 15:37

ABD ve Türkiye: Bir Ortaklık Modeli

Bugünkü sunumum, ABD-Türkiye Stratejik Girişimi üzerine Stratejik Uluslararası Araştırmalar Merkezi ile Türkiye, Avrupa, Rusya/Avrasya, Orta Doğu, enerji ve uluslararası güvenlik konularında uzmanlaşmış iki enstitünün uzmanlarının katıldığı disiplinler arası bir araştırma projesinin nihai raporunun bulgularıyla ilgili olacak. Meslektaşlarım ve ben Türkiye'nin iç dinamikleri, komşularıyla ve ABD'yle değişen ilişkileri üzerine kapsamlı bir değerlendirme yaptık ve ABD-Türkiye ilişkilerinin değişimi ve uzun vadedeki idaresi üzerine, Obama yönetimine sunmaktan mutluluk duyacağım tavsiyeler üzerinde çalıştık.


Model Ortaklığın Unsurları

Varmış olduğumuz en önemli sonuç ABD ile Türk stratejik çıkarlarının büyük ölçüde birbiriyle uyumlu olmaya devam ettiğidir. Her iki ülkenin Orta Doğu'da istikrar, terörle ve aşırılıkla mücadele, açık bir küresel ekonominin sürdürülmesi, enerji akışının güvenliği, Kafkasya ve Orta Asya'daki devletlerin egemenliğinin ve istikrarının artırılması ve Avrupa'yla verimli ilişkilerin sürdürülmesi konularında daimi çıkarları vardır. Ancak son yıllarda büyük ölçüde Irak savaşı ve sonrasından kaynaklanan güvensizlik ve kuşku söz konusu uyumu gölgelemiş ve işbirliğini zorlaştırmıştır.

Başkan Obama'nın geçen ay oldukça başarılı geçen Türkiye ziyareti bu ilişkinin önemini ortaya koymuştur ve karşılıklı küresel ve bölgesel çıkarlar üzerinde etkili bir iş birliğinin planlanması için gerekli olan güvenin inşasına zemini hazırlamıştır. Bununla beraber, değişiklik gösteren siyasi ve jeostratejik durumlar zaman zaman Türkiye'yi ve ABD'yi, her ikisini ilgilendiren çıkarların takibini zora düşürebilecek birbirinden ayrı ve bazen de çeşitli politikalar benimsemeye sevk edebilir. Başkan Obama'nın ortaklık modeliyle ilgili vizyonunun gerçekleşmesi, her iki ülkenin üst düzey yetkililerinin sürekli bağlantı halinde olmasını ve dikkatli çalışmalarını gerektirir. Kongre, bu hususta çok önemli destekleyici bir rol oynayabilir.

Başkan Obama, Ankara'daki Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı konuşmada önümüzdeki yıllarda Türkiye ile stratejik bir işbirliği için olumlu ve gerçekçi bir gündem sundu. Obama ayrıca Türkiye'nin, ikili ortaklığımıza ile Ankara'nın AB'ye üyelik girişimine katkıda bulunabilecek reformlarını ve dış politikadaki açılımlarını sürdürmesini teşvik etti. Bu gündem 2006'da her iki hükûmet tarafından geliştirilen ve Dışişleri Bakanı Clinton'ın Mart 2009'da Ankara ziyaretiyle tekrar teyit edilen "Ortak Vizyon ve Yapılandırılmış Diyalog"a dayanmaktadır. Bu çabalar siyasi uyumun sağlanması ve gitgide gelişen ortak çıkarlar üzerinde karşılıklı anlayışı kuvvetlendirmiştir. Obama yönetimi, Bush yönetiminin bu girişimi üzerinden devam etmesi akıllıca olmuştur.

Bana göre önümüzdeki yıllarda ABD-Türkiye gündemi üç kategoriye bölünecek:

  • Bu olumlu gündemin öncelikli unsurları, iki ülkenin uyumlu çıkarlarının ve zaruri siyasi yaklaşımlarda genel uzlaşmanın hakim olduğu meselelerdir.
  • İkinci sırada, her iki ülkenin çıkarlarının büyük ölçüde benzer olduğu ancak bazen iç siyasi etkenlerin alevlendirdiği önemli siyasi farklılıkların öne çıktığı bir dizi meseleler var. Bu meseleler arasında şunlar vardır: Rusya, Ermenistan ve Yunanistan'la ilişkiler; Hazar enerji kaynakları için Güney Koridoru güzergâhlarının geliştirilmesi; İsrail-Filistin sorununun çözümü ile Kafkasya ve Kıbrıs'taki anlaşmazlıkların giderilmesi.
  • Üçüncü kategoride dikkatlice ele alınması gereken temel veya potansiyel olarak önem teşkil eden siyasi farklılıkların mevcut olduğu bir dizi mesele var. Bunlar: Rusya'nın Karadeniz ve Kafkasya'daki hak iddialarıyla baş edilmesi; İran'la enerji ve ticaret ilişkileri ve İran'ın nükleer programına son verilmesi.
  • Bu kapsamlı ve karışık gündemde ilerleme kaydedilmesi ve siyasi farklılıkların üstesinden gelinmesi için ben, Obama yönetimine Türk hükûmetiyle üst düzey siyasi bir diyalog kurmalarını ve ayrıca, uygulamaları gözlemlemekle yükümlü ikili çalışma gruplarının desteğinde, belirli bir program çerçevesinde belli başlı girişimlerde gelişme kaydedilmesine yönelik ortak eylemler için bir gündem oluşturmalarını öneririm. Bu, ABD'nin birçok yeni ve uzun süreli müttefiklerle ilişkilerini geliştirmek için takip edilen bir plandır.



Avrupa Birliği ülkeleri, Rusya ve diğer komşular Türkiye'nin doğal ve önde gelen ticaret ve yatırım ortakları olmaya devam edecekler. Ancak 2008'de Türkiye'nin ABD'yle ticareti, toplam ticaret hacminin yüzde beşinden azını teşkil ediyor ve birçok uzman iki yönlü ticaret ve ABD'nin Türkiye'de yatırım yapması için hâlâ faaliyete dökülmemiş bir potansiyel olduğunda hemfikirler. Türkiye ayrıca ABD firmalarının Avrasya ve Orta Doğu'nun büyüyen pazarlarına açılmaları için -Türk ortaklarla işbirliği de yapabilecekleri- istikrarlı bir konaklama üssü olabilir. Transatlantik İş Diyaloguna benzer bir Türk-Amerikan İş Diyalogunun kurulması, ikili ticaret ve yatırımın artırılmasına ilgi duyan özel şirketlerin ve iş ortaklıklarının bir araya getirilmesine yardımcı olabilir. Bu, Ekonomik İşbirliği ve Ortaklık Komisyonu (ECPC), Ticaret ve Yatırım Çerçeve Anlaşması (TIFA) ve ABD-Türkiye Ekonomik İşbirliği Komisyonu (EPC) gibi hâlihazırdaki resmi girişimler üzerinden devam edebilir.

Yıllık Üst Düzey Savunma Grubu (HLDG) aracılığıyla ele alınan ikili savunma ilişkileri genellikle kısa vadede tedarik ve savunma işbirliği meselelerine odaklanmıştır. HLDG'ye, daha stratejik bir gündem verilebilir; ayrıca Irak'ın geleceğiyle ve ABD askerlerinin geri çekilmesi planlarıyla ilgili bir tartışma, bu ilişkinin seviyesini artırmak için iyi bir yol olabilir. İki ülkenin orduları arasındaki ilişkinin niteliği birimlere göre çeşitlilik göstermektedir. Türk Hava Kuvvetleriyle işbirliği en yüksek notu almıştır. İki ülkenin donanmaları arasındaki önemli ilişkiler NATO'nun operasyonları ve tatbikatları kapsamında gerçekleşmiştir. Ancak ABD Ordusu ile Türk Kara Kuvvetleri arasında, Kara Kuvvetlerinin Türk ordusunun en önemli birimi olmasına ve Genelkurmay üzerindeki hâkimiyetine rağmen çok az etkileşim olmuştur. Her iki ordu arasındaki işbirliğinde bir ölçüde gelişme kaydedildi. Şimdiye dek ABD ile Türkiye Genelkurmay Başkanlıkları arasındaki ilk görüşmeler 2009'un Ocak ayında yapıldı ve gelecekteki komuta yeri tatbikatlarına ilişkin bir plan yapıldı. Özel operasyon güçleri alanındaki işbirliği de ilerlemektedir ve altı yıllık aranın ardından özel operasyon güçlerinin tatbikatları 2008'de yeniden başladı. Yine de askerler arası ilişkilerin daha da gelişmesi kesinlikle imkân dahilindedir.

Kongre Amerikan-Türk ortaklığını ilerletmede değerli bir rol oynayabilir.

  • Türkiye ile birebir, kültürel ve eğitimsel değişimleri artırmak amacıyla daha sağlam ABD "akıllı gücü" inisiyatifleri için fırsat var. Mart ayında Dışişleri Bakanı Clinton ve sonra da Dışişleri Bakanı Babacan Türk ve Amerikan gençleri arasında yeni bir değişim programı başlattı. Kongre bu programlar için -son yıllarda düşen geleneksel Amerikan yanlısı duygulara sahip bir nüfusu olan- Türkiye'ye öncelik vermelidir.
  • İttifak için karşılıklı anlayış ve güçlenen iç destek de Türkiye Büyük Millet Meclisi ile ABD Kongresi arasında daha düzenli değişimlerle desteklenebilir.
  • 252 sayılı yasa tasarısını destekleyenlere saygısızlık etmek istemem ama tarihi yasalaştırmak yerine Kongre ve yönetim, Türkiye ile Ermenistan hükûmetlerinin İsviçre'nin himayesinde ilişkilerini normalleştirmek için geçen karara varılan çerçeveyi ve yol haritasını hayata geçirme çabalarının yanı sıra Kafkaslar'da bölgesel işbirliğini artırma çabalarını da teşvik etmeli ve desteklemelidir. Tarihin bu acılı bölümünü ve devam eden mirasını araştırmak için ortak bir Türk-Ermeni komisyonunun kurulması da bu sürece yardımcı olabilir. Başkan Obama'nın 24 Nisan'da bu meseleler üzerine yayımladığı bildiri bizim ilkelerimizi ve stratejik çıkarlarımızı destekleme açısından tam da doğru dengeyi kurdu.



Gelecekteki İşbirliği için Zorluklar ve Fırsatlar

Görece uzun bir istikrar döneminden sonra Türk siyaseti, -Ankara'nın politikalarını tahmin edilmez hale getirecek- belirsizlik geçiş aşamalarından birine giriyor olabilir. İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), ekonomik yavaşlama ve gündeminin kilit unsurlarında ilerleme sağlayamamasından dolayı 29 Mart'taki yerel seçimlerde belirgin bir gerileme yaşadı. AK Parti hâlâ Türkiye'deki en popüler parti; ama muhaliflerinin baskısı altında, özellikle de Kürt sorunuyla ilgili olarak giderek daha milliyetçi ve daha az hoşgörülü duruşlar benimsemeye başladı. Başbakan Erdoğan'ın 1 Mayısta bakanlar kurulunda değişikliğe gitmesi AK Parti ve toplumun genelindeki farklı seçmenler arasında denge kurmaya devam edeceğini gösterdi ki bu da, çekişmeli iç reformlarda ve Ermenistan ile Kıbrıs dahil dış politika inisiyatiflerinde ilerlenmesini daha da zorlaştıracaktır. Ordu politikada yeniden direkt bir rol almasının, halen nüfusun çoğunluğunun desteğine sahip bir iktidar partisi karşısında riskli bir durum yaratacağı sonucuna varmış gibi görünüyor. Genelkurmay, AK Parti'nin gündeminde gördüğü en sorunlu unsurlar için yumuşatma stratejini tercih ediyor.

Altı yıl süren istisnai performansının ve büyümesinin ardından Türkiye'nin ekonomisi çok zor bir dönemin içinde. Bazıları bu yıl GSMH'nin yüzde 4,5 oranında düşeceğini tahmin ediyor. Resmi işsizlik oranı kentsel alanlarda yüzde 12'ye ulaştı, borsa değerinin yarısını kaybetti ve kısa vadeli fonlar açığı kapatmayı zorlaştıracak düzeylere düştü. Türkiye için hayati bir adım, yatırımcıların güvenini artırmak amacıyla IMF ile yeni bir stand-by anlaşmasını tamamlamak olacaktır.

AB ve Türkiye şu anda kritik bir kavşakta duruyor. İki taraf katılım sürecine olan bağlılıklarını teyit etmiş olsa da ilerleme kesintili olarak devam ediyor. Genişleme yorgunluğu ve Türkiye'nin siyasi ve toplumsal yönelimine dair endişeler önemli Avrupalı liderler ve kamuoyları arasındaki müzakereleri ilerletme konusundaki değişmez suskunluğu artırdı. Görüşmelerin hızıyla ilgili artan hayal kırıklığı ve Avrupa'nın nihayetinde AB üyeliği önermeye istekli olup olmadığı konusundaki şüpheler Türk liderlerin ve kamuoyunun gerekli reformları üstlenmeye olan bağlılıklarını azalttı. Türkiye 2005 Ankara Protokolü gereğince hava alanlarını ve limanlarını 2009 sonuna kadar Kıbrıs Cumhuriyeti'ne açmak için AB'nin koyduğu son tarihle karşı karşıya. Ankara henüz Kıbrıs'a yeni bir yaklaşım göstermediği için bazı AB hükûmetlerinin katılım müzakerelerini durdurmak için uğraşması mümkün. Bu gelişme Türkiye'nin demokrasisini artırma ve Avro-Atlantik topluluğa kurumsal entegrasyon sürecini tamamlama taahhüdünü aşındıracaktır.

İki Kıbrıs toplumunun mevcut liderleri Annan Planı'nın 2004'te başarısızlığa uğramasından beri bir çözüm için en iyi ihtimali sunuyorlar. Yine de birkaç ay süren görüşmelerden sonra güç-paylaşımı, mülkiyet hakları ve diğer meseleler üzerine önemli görüş farklılıkları bulunuyor. Mevcut elverişli ortamın sonsuza kadar sürmesi imkânsız ve perspektifin yeniden ulusun eline verilme potansiyelinin olduğu Kuzey Kıbrıs'ta 19 Nisan parlamento seçimlerinde katı Ulusal Birlik Partisi için desteğin artmasından da görülüyor. Yunanistan ile hâkim olan uzlaşma zarar görürse -ve hâlâ toprak ve denizle ilgili anlaşmazlıklar ve Türklerin uçuş ihlalleri devam ederse ki bunlar normalleşme sürecinde gerilemeye yol açabilir- bu, Kıbrıs'ın Atina ile bir bölgesel askeri dengede bir unsur olarak ortaya çıkmasına yol açabilir. Bu da Türkiye'nin Ege'deki güç gösterisi için bir unsur olarak ya da gelecekte yaşanacak bir ihtilafta bir sorun olarak öne çıkma ihtimalini barındırıyor.

  • Avrupa hükûmetleriyle sessiz ama ısrarlı bir ABD diplomasisi Washington'un Türkiye'nin AB üyeliği konusundaki katılım görüşmelerini desteklemesinin en etkin yoludur.
  • Washington'un Ege'de istikrarı desteklemek, Türkiye'nin AB ihtimalini artırmak ve NATO-AB işbirliğinin yöntemi üzerine anlaşmazlıkların üstesinden gelmek için kısa vadede atabileceği en faydalı adım, Kıbrıs meselesinde bir anlaşmaya ulaşılmasına yardımcı olmak için diplomatik kaynaklarını ve nüfuzunu kullanmaktır. BM Genel Sekreteri'nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer ile birlikte çalışacak üst düzey bir yetkili belirlemek de buna dahildir.



ABD'nin Orta Doğu'ya dair kendi yaklaşımını yeniden düşünürken bölgede gittikçe aktif olan Türk diplomasisine de yer açması gerekmektedir. ABD Türkiye'nin yumuşak nüfuzundan ve Orta Doğu'yu istikrara kavuşturma çabalarından yararlanabilir. Ankara ve Washington'un Türkiye'nin bölgedeki yükselişini nasıl şekillendireceği muhtemelen Irak'ın istikrarı, İran'ın nükleer teknoloji peşinde olması ve Arap-İsrail barış çabaları da dahil olmak üzere bir dizi ortak çıkarın gelişimini etkileyecektir. Türkiye etkili bir diplomatik oyuncu olabileceğini ve dahasını yapma potansiyeli olduğunu gösterdi. Dolaylı İsrail-Suriye görüşmelerinde arabuluculuk yapması ve Irak ile ABD'nin Güvenlik Anlaşmasını desteklemesi başarılı Türk arabuluculuğunun emsalleri. Ne var ki, Türkiye bölgesel olaylarda öncü rolü oynayabileceğini henüz kanıtlamadı ve bölgedeki aktörler üzerinde gerçekte ne kadar büyük bir etkiye sahip olduğu da belirsiz. Geçen birkaç yılda Ankara, Iraklı Kürtlerle bağlılığı artırma yönünde deneme niteliğindeki adımlar dahil, bir siyasi anlaşmalar ağının yanı sıra ticareti ve yatırım fırsatlarını artırarak Irak'ta çok daha aktif, olumlu bir rol oynadı. Türkiye ve İran son yıllarda siyasi, ekonomik ve terörle mücadelede işbirliğini artırdı. Bu eğilimin devam etmesi muhtemel. Ankara, İran ile iyi ilişkileri ve artan ticareti, Avrupa'ya bir enerji köprüsü olma ve İran'ın nükleer silah geliştirmesini engellemeyi de içeren daha geniş bölgesel stratejisini ilerletmek için gerekli görüyor.

Türkiye ile İsrail'in stratejik olarak askeri, ekonomik ve savunma sanayinde işbirliği yapma zorunlulukları devam ediyor, ama Ankara İsrail'in düşmanları İran, Suriye ve Hamas ile bağlılığını derinleştirdikçe ve Türk halkının duyguları Filistin meselesi yüzünden İsrail'in aleyhine dönerken ilişkiler gittikçe geriliyor. İlişki muhtemelen devam edecek ama mevcut ve gelecekteki Türk hükûmetleri sert bir şekilde İsrail politikalarını eleştirmeye devam ederse, İslamcı dayanışmaya vurgu yaparsa ve İsrail'in düşmanlarıyla daha yakın bağlar kurarsa karmaşıklaşacak.

Rusya ile Türkiye arasında geçen on yılda artan ticaret, yatırım ve enerji bağları Ankara'nın Rusya ile NATO müttefikleri arasındaki ilişkileri açıkça dengelemesine neden oldu. Türk yetkililer Rusya ile iş birliğinin ihtiyatla izlendiğinde ve Türkiye'nin Avro-Atlantik bağlarına sıkı bir şekilde bağlı olduğunda ısrar ediyorlar. Yine de oldukça dengesiz bir ticaret ilişkisi. Türkiye'nin enerji konusundaki bağımlılığı Rusya'ya artan avantaj sağlıyor. Ankara, Karadeniz'de ekonomik işbirliğini ve güvenliği desteklemek için Rusya ve diğer kıyı devletleriyle etkin bir şekilde çalışabileceğinden emin. Ankara, gereksiz olacağını ve sadece Rusya'nın kuşatılma korkusunu artırmaya yarayacağını ve bunun da Kafkaslar'da istikrarsızlık başta olmak üzere bölgesel çıkarlarına zarar verecek sonuçlar doğuracağını savunarak Karadeniz'de NATO operasyonlarının genişletilmesine direndi.

Ankara'nın Kafkas/Hazar bölgesindeki temel çıkarı bölgesel ticaretin ve altyapının genişlemesine ve Türkiye'nin önemli bir enerji merkezi olarak ortaya çıkmasına olanak verecek şekilde istikrarı korumaktır. Rusya'nın çevresinde özel bir nüfuz alanı oluşturma ve Hazar'dan enerji akışını kontrol etme çabaları bunu, Rus-Türk ilişkilerinde bu yakınlaşmayı tehlikeye atacak bir sürtüşme noktası yapıyor.

Artan Rus baskısı, Gürcistan'ın bağımsızlığını ve güvenliğini tehlikeye atabilir ve Azerbaycan ve ötesinden petrol ve doğalgaz sevkiyatı için tehlike yaratabilirdi. Türkiye, yenilenen ikili ilişkileri ve Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu önerisi ile Kafkaslar ve Hazar bölgesinin istikrarı ve kalkınmasında kilit rol oynama potansiyeline sahip.

Türkiye Afganistan'a değerli yumuşak güç kaynakları ve istikrarı ve kalkınması için verdiği desteğin yanı sıra NATO'nun Afganistan'daki ISAF misyonu için önemli bir askeri destek sağlamıştır. Pakistan'daki elitler ve genel kamuoyunun Türkiye'ye saygısı büyüktür. Türkiye ayrıca daha işbirlikçi ve yapıcı ilişkiler oluşturulması için Afganistan ile Pakistan hükûmetlerini biraraya getirmek ve Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Afganistan ve Pakistan Parlamentoları arasında diyalog geliştirilmesi amacıyla bazı girişimlerde bulunmuştur.

Türkiye, enerji rotalarında önemli bir rol oynayabilecek kritik bir coğrafyada bulunmaktadır. Ne var ki Türkiye, geçmişte enerji ulaşımında istikrarlı bir başarı ve deneyim elde edememiştir ki bu, sadece Türkiye'nin üzerinde çok da kontrole sahip olamadığı uluslararası faktörlerden değil, kısmen kendi iç enerji ve politik dinamiklerinden kaynaklanmaktadır. İstikrarsız ancak önemli sicili gözönünde bulundurulduğunda Türkiye'nin önemli petrol ve doğalgaz üreticilerinin gözünde itibarı ve yatırım koşullarının daha sağlamlaştırılması gereği ortaya çıkmaktadır ki, bu durumda tüketiciler Türkiye'yi takviye ulaşım için kullanmayı tercih edeceklerdir.

Türkiye'nin ham petrol için ulaşım yolu olarak kullanmasındaki artan rolü, Kerkük-Ceyhan boru hattının eski kapasitesine yeniden ulaşması ve Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattının Kazakistan'dan takviye Hazar petrolünün akışı ile genişleyen kapasitesinin tamamlanmasına bağlıdır. Bunların ikisi de Türkiye'nin kontrolü ve nüfuz alanı içerisinde değildir fakat uzun vadeli eğilimler umut verici görünmektedir. Konu doğalgaza geldiğinde dış koşullar çok daha zorludur. Güney Kafkas Doğalgaz Boru Hattının hâlihazırdaki kapasitesinin kullanılması dışında yeni büyük Güney Koridoru boru hattı için yakın vadede üretim kapasitesinin artırılması mümkün görünmüyor. Uzun vadede Azerbaycan'da doğalgaz gelişiminin geleceği de belirli değil. Orta Asya'dan özellikle de Özbekistan'dan gelen doğalgaz, en umut verici takviye kaynaktır. Türkmen doğalgaz kaynaklarının ticari doğalgaz rezervlerine dönüştürülmesi için beş yıl veya daha uzun bir süre yıllık milyarlarca dolarlık yatırımlarda bulunulması talep edilecektir.

BTC boru hattında da olduğu gibi diplomasi bölgedeki hükümetlerin çıkarlarının paralel hale getirilmesinde ve yatırım koşullarının boru hattı projesinin devamına olanak verecek şekle getirilmesinde hayati bir rol oynayabilir. Bir projenin ticari destekçisi, projenin başarısının en önemli göstergesidir ve transit ülkelerin tek başına olması çok nadir görülen bir durumdur. BTC örneğinde projenin en büyük destekçileri Batılı petrol üreticisi şirketleri, projenin sahipleri ve uygulayıcılarıydı ve projenin fonu destekçilerin kredi kapasiteleriyle karşılandı.

Türkiye'nin doğalgaza artan talebi ve Türkiye'nin transit ülke olarak itibar kazanması, hem Hazar bölgesinde doğalgaz gelişimini hızlandırabilir hem de Batıya ilave kaynak akışının artmasını sağlayabilir. Kısa, ekonomik olarak sürdürülebilir boru hattı bağlantılarının gelişmesi Güney Koridoru hattının sürdürülebilirliğinin göstergesi olabilir ve daha cazip projelerin gerçekleşmesine öncülük yapabilir.

  • İlk öncelik, özellikle de Orta Asya'dan doğalgaz olmak üzere üretim kapasitesinin artırılması olmalıdır. Potansiyel rakiplerin ters yönde erken hamlede bulunmaya teşvik edilmemesi ve çeşitli ülkeleri ve ticari çıkarlarını biraraya getirilmesi için Orta Asya'da ve Hazar bölgesinde sessiz diplomasiye ihtiyaç duyulmaktadır.
  • Obama Yönetimi Avrasya Enerjisi için atadığı Özel Elçi, kuruluşlar arasında politik koordinasyonu sağlayabilir ve ABD'nin yabancı hükümetlerle ve enerji sanayii ile ilişkisini düzenleyebilir.
  • Sürdürülebilir ve etkili bir ABD stratejisi, örneğin Türkiye, Yunanistan ve İtalya arasındaki doğalgaz boru hattı gibi zaman içerisinde birbirine bağlanabilecek, kısa, ekonomik olarak ayakta kalabilecek boru hattı projelerinin sürekli gelişimini destekleyecektir. Bu bağlantıların ticari başarısı, Güney Koridoru'nun sürdürülebilirliği için işaret olabilir.

İm (Kod): Tümünü seç
http://209.85.129.132/custom?q=cache:sMycBc7LGmAJ:www.csis.org/media/csis/congress/ts090514_flanagan.pdf+HLDG&cd=1&hl=en&ct=clnk&client=google-coop-np


Mevzuubahs olan; millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız¿? meselesi değildir. Mesele, zaten emrivâki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, behemehâl, olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usûlü dairesinde ifade olunacaktır.

Fakat ihtimâl, bazı kafalar kesilecektir!
Kullanıcı küçük betizi
Ram
Zûlme Karşı İsyan!
 
İletiler: 8167
Kayıt: Sal Şub 20, 2007 1:06
Konum: Aç haritaya bak!

Şu dizine dön: CSIS

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x