ADD ve Tansel Çölaşan Nereye Gidiyor? / Figen ÖZEN

ADD ve Tansel Çölaşan Nereye Gidiyor? / Figen ÖZEN

İletigönderen Güncel Meydan » Cum Mar 02, 2012 0:26

Türk devrim süreci Jön Türk hareketiyle başlamış, I. ve II. Meşrutiyet ile devam etmiştir. Bu sürecin Mustafa Kemal önderliğindeki aşaması dünyada, emperyalizme karşı verilen Bağımsızlık Savaşı ile taçlanmış bir zaferdir.

Her şeyden önce Türk Devrimi, bir başka tanımlamayla Kemalist Devrim Mustafa Kemal’in önderliğinde, emperyalist devletlerin, Türk ulusuna ve Türk vatanına karşı giriştiği paylaşma hareketine tepki olarak, milletin coşkulu katılımı ile desteklenen, akla ve bilime dayanan bir devrimdir.

Kemalist Devrim’in temelinde, Türk milleti, bağımsızlık anlayışı, altı ilke ve en önemlisi akıl, mantık ve bilim vardır. Mustafa Kemal’in “Muasır medeniyetler“le işaret ettiği gerçek ise bilim, fen ve gelişen teknolojidir.

Kemalist devrim ve Türk ulusu hiç bir zaman ve hiç bir şekilde birbirinden ayrıştırılamaz. Çünkü ulusundan kopuk bir devrim, belirli bir sınıfın gücü ile gerçekleştirilmiş, diğer sınıfların üzerinde egemenlik kurmuş, halkı ezen ve yoksullaştıran, bir oluşumdur. Halkın katılımı ile gerçekleşmeyen bu oluşum faşist ve diktacı bir rejimdir.

Atatürkçü Düşünce ise Türkiye’nin gerçeklerinden doğmuş, milletin iradesi ile oluşmuş bir tarihi gelişmenin ve 10 Kasım 1938′de Mustafa Kemal Atatürk’ün Hak’a yürümesi ile demokratikleşme süreci tamamlanamayan Milli Devrim’in ürünüdür.

Atatürk ve Atatürkçü Düşünce ne elit sınıfa, ne bir siyasi partiye ne de bir demokratik kitle örgütüne aitmiş gibi düşünülemez. Böyle bir düşünce tarzı Kemalist Devrimi ve Atatürkçü düşünceyi, dar bir alana kapatarak, zaafa uğratır ve yoksullaştırır.

Atatürk ve Atatürkçü düşünce cumhurla özdeşleşmiştir.

Mustafa Kemal; “Millet ve biz yok, birlik halinde millet var. Biz ve millet ayrı, ayrı şeyler değiliz.” demektedir.

Atatürk hiç bir zaman bir ferdi olmakla övünç duyduğu Türk milletini küçümsememiş, hatta tüm çalışmalarında milletinden ilham aldığını söylemiştir. Serbest Fırka’da yer kapmaya çalışan Cumhuriyet karşıtlarını bile “hıyanet”le suçlamamıştır.

Milletten kopuk ve milleti aşağılayan, küçümseyen, suçlayan ve ulusla bütünleşmesini bilemeyen, beceremeyen hiç bir lider, hiç bir düşünce asla başarılı ve kalıcı olamamaktadır.

12 Eylül 2010 halk oylamasının sonuçlarının ardından, son derece zararlı, bölücü ve emperyalizmin ayrıştırma politikasına örnek teşkil edecek ve güç kazandıracak bir söylem başlatılmıştır.

Evet diyenler, eğitimsiz ve cahildir.” Bu son derece yanlış bir söylemdir. Eğer halkı aydınlanma süreci içinde öteler, bilinçlendirmek için çaba göstermezseniz, kendinizi salonlardaki etkinliklere hapseder, tüm çalışmalarınızı bu çerçeve içinde sınırlandırırsanız, halka tepeden bakar onları küçümserseniz, sizinle birlikte hareket etmeyenleri ve düşünmeyenleri suçlama hakkına sahip olamazsınız.


% 58′lik sonuç, 1945 yılından beri süregelen emperyal işgalin eseridir. Bizim çalmadığımız, girmediğimiz kapılardan onlar girmişler, özellikle ellerine geçirdikleri yazılı ve görsel basınla milletin yatak odalarında bile var olmuşlar, insanların beyinlerini çakma kültürleri ile kefenlemişlerdir.

Herhangi bir kişinin “Bu millet cahil ve eğitimsiz” demesi bile hatalı ve ayrılıkçı bir söylemdir. Ancak, tanınmış , eski bir yargıç ve ADD Genel Başkanı Sn. Tansel Çölaşan’ın 18 Eylül Cumartesi, ADD Hatay Şubesi’nin düzenlediği “Türkiye Nereye Gidiyor?” konulu panelde yaptığı konuşmada, “evet” diyen % 58 gibi büyük bir çoğunluğu, “ihanet”le suçlaması, hatanın da, yanlışın da çok ötesindedir.


Referandumda oy kullanan vatandaşları bilinçli oy kullanan ve kullanmayanlar olarak ikiye ayıran Çölaşan, “O oylar bilinçli ise ne ala. Bilinçli olmayan yani yüzde 42′lik dilimin dışında olan oylar bana göre, gaflet, delalet ve ihanet içindedirler.” demiştir.

Sn. Tansel Çölaşan’ın içinde yer aldığı bu fotoğraf, ne yazık ki ülkemizdeki bazı aydınların(!), halka tepeden bakan, elist ve trajikomik duruşlarının ifadesidir. Bu fotoğrafın, Atatürkçü düşünce ve Kemalist ideoloji ile yakından veya uzaktan ilgisi yoktur. Belki Tansel Çölaşan’ın Atatürkçü düşünce ile asla bağdaşmayan söylem ve davranışları ADD’nin düşünsel yapısına yabancı olmasından ileri gelmektedir.

12 Haziran 2010 tarihinde yapılan ADD Kurultayı’nın ardından Genel Başkan seçilen, Sn. Çölaşan 15 Mayıs 2010 tarihinde derneğe üye olmuştur. Sn. Çölaşan’ın ADD’ye üye olma öyküsü son derece ilginç ve dikkat çekicidir.

Bakanlar Kurulu kararı ile “Kamu Yararına” çalışan bir dernek olarak ilan edilmiş ADD’ye kamuda çalışan kişilerin, örneğin öğretim üyelerinin, yargıçların hatta askerlerin bile üye olmasında hiç bir sakınca ve yasal engel yoktur.


Ama Sn. Çölaşan, kendisine Genel Başkanlık teklifi gelinceye kadar, ne çalışırken ne de emekli olduktan sonra ADD’ye üye olmayı aklının köşesinden bile geçirmemiştir.

Çölaşan’ın aynaya akseden görüntüsü savaşmadan, olayları uzaktan seyrederek kendisine altın bir tepsi içersinde sunulan fırsatları değerlendiren bir yansımanın fotoğrafıdır.

Örneğin 17 Mayıs 2009 tarihinde Sn. Suay Karaman, Sn. Çölaşan’ı aramış ve yapılacak mitingde bir hukukçu olarak konuşma yapmasını istemiştir. Tansel Hanım’ın cevabı ise aynen şöyledir:

Ben şu anda, annemle tavla oynuyorum. Annem 86 yaşında.. Benim mitingde konuşma yapmamı istemez. Ama mitinge gelirim.

Tansel Çölaşan’ın annesi Hanımefendi’ye uzun ve sağlıklı ömürler dilerim. Hanımefendi’nin kızını tehlikeden korumak istercesine koyduğu engel bana 74 yaşında vefat eden anacığımın, vasiyeti andırır şu sözlerini hatırlatmıştır:

Vatan savunmasının zamanı, mevkii, yaşı olmaz.

10 Mayıs 2010′da ADD Genel Merkezi’nden Sn. Çölaşan’ın Genel Başkanlığı konusunda bir haberin sızması üzerine Sn. Ömer Faruk Eminağaoğlu, Tansel Hanım’ı telefonla aramıştır. Oldukça uzun süren bu telefon konuşmasında Sn Çölaşan “Kendisine Saim Sezen grubu tarafından, başkanlık teklif edildiğini ancak hiç bir şekilde kabul etmeyeceğini” söylemiştir.

Eminağaoğlu’nun, Alpaslan Işıklı’nın listesinden seçime gireceğini belirtmesi üzerine, Tansel Çölaşan da Işıklı Hoca’nın ekibi ile birlikte hareket edebileceğini söylemiş, Ayvalık’tan döner, dönmez de görüşmek istediğini ifade etmiştir.

25 Mayıs 2010′da Alpaslan Işıklı, Ömer Faruk Eminağaoğlu, Suay Karaman ve Tansel Çölaşan tekrar bir araya gelerek, bir ikinci görüşme gerçekleştirmişlerdir.

Bu arada Sn. Çölaşan YARSAV’ın kuruluş aşamasında, görünmemeyi tercih etmiş, 2007 yılında emekli olmadan çok kısa bir süre önce, YARSAV’a üye olmuştur. Bu davranış ise kendisine Genel Başkanlık teklif edilene kadar, ADD’ye üye olmayı aklından bile geçirmeyen Sn. Çölaşan’ın ihtiyatı (!) elden bırakmadığının açık bir göstergesidir.


25 Mayıs’ta yapılan ve yaklaşık iki saat süren bu görüşmede Tansel Çölaşan, kendisinin haberi olmadan genel başkan adayı ilan edildiğini, bu teklifi asla kabul etmeyeceğini, liste başı olarak da seçime gireceğini söylemiştir. Alpaslan Işıklı’nın ”Sizin bu davranışınız delegeleri aldatmak olmuyor mu?” sorusunu ise cevapsız bırakmıştır.

Tansel Çölaşan’ın isteği üzerine 2 Haziran Çarşamba günü aynı ekip tekrar bir araya gelerek bir durum değerlendirmesi yapmıştır. Belki ileride bir gün tarihe not düşmek adına bu toplantıda konuşulanları yazarım. Ama bu toplantıdan sadece Çölaşan’ın Suay Karaman’a söylediklerini, sizinle paylaşmak zorundayım.

Siz beni hiç düşünmediniz, aklınıza gelmedim. Aday olacağımı duyunca benimle görüşmeye karar verdiniz.

Bu cümle “ne pahasına olursa olsun, hangi ekiple olursa olsun, ben bir şey olmalıyım.” diye düşünebilen bir kişinin, karşı ekibe yöneltilmiş sitem dolu bir sorgulamanın ifadesidir.

Kısacası Sn. Çölaşan ve benzerleri için doğru ekip, doğru söylem, antiemperyalist duruş hiç önemli değildir. Önemli olan sadece kazanmaktır.

Sn. Genel Başkan’ın “evet” diyenleri, “hıyanetle” suçlaması ise büyük düşman ABD emperyalizminin Türk milletini ayrıştırma politikasına ve karşı devrimin görüşüne hizmetten başka bir şey değildir. Bu nedenle Melih Gökçek’in, Tansel Çölaşan hakkında açtığı beş bin liralık tazminat davasının ardından “kahraman” ilan edilmesi ve Çölaşan’ın yanında saf tutulması son derece yanlış ve Kemalist düşünceye asla yakışmayan bir davranış olacaktır.

Tansel Çölaşan bu söylemiyle bir sınır çizmiş ve Türk milletini ikiye bölmüştür. Ayrıca Haber Türk’te katıldığı programda, Mustafa Kemal’in Gençliğe Hitabesi’nde “Gaflet, delalet ve hatta hıyanet” sözlerini kullandığını işaret etmesi ise bana kalırsa tam bir bilgi kirliliği ve gaflet örneğidir.

Çünkü Mustafa Kemal’in, “Gençliğe Hitabesi”nde yaptığı örnekleme. 1. Paylaşım ve Bağımsızlık Savaşı’nda gerçekten hıyanet içinde bulunan İstanbul Hükümeti ile ilgilidir. Çölaşan bu sözleri mevcut iktidar için kulanmış olsaydı, inanın onu yürekten alkışlardım.

Ancak hiç kimse iradesini ne şekilde yönlendirirse yönlendirsin, Türk milletini ihanetle suçlamak hakkına sahip değildir.

Genel Kurul’dan sonra, Tansel Çölaşan’ın başkanlığındaki ADD’nin yaptığı ikinci büyük ve vahim hatadır.

Yayımladığı ilk genelge ile Referandum sürecinde “tarafsızlığını” ilan eden ADD, Genel Başkanı’nın ağzıyla Türk milletini bölmekte ve hainlikle suçlamaktadır.

Şimdi şu soruyu sormanın tam zamanıdır…

ADD ve Tansel Çölaşan nereye doğru gitmekte ve hangi görüşe hizmet etmektedir?

Kemalizme hizmet etmediği gerçeği ortadadır.

Figen ÖZEN, 23 Ekim 2010
Kullanıcı küçük betizi
Güncel Meydan
Üye
Üye
 
İletiler: 584
Kayıt: Pzr Eki 12, 2008 23:12

Şu dizine dön: Figen ÖZEN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x