Akdeniz'de Birlik Olur Mu?
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, seçim kampanyasında dile getirmeye başladığı Akdeniz Birliği projesine destek arayışını hızlandırdı. Bu örgütlenme, Fransa tarafından Türkiyenin Avrupa Birliği (AB) üyeliğinin yerine bir alternatif olarak sunulması ve Avrupanın bu düzenin farkında olması nedeniyle, Türkiye tarafından yakından takip edilmesi gereken bir konudur.
Akdenize kıyısı olan 20 ülkeyi kapsayacak Birliğin Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğuna benzer bir örgütlenme yapısının olacağı ileri sürülüyor. Avrupa Yatırım Bankasını örnek alan bir Akdeniz Yatırım Bankası, Nükleer Enerji Ajansı, özellikle su kaynakları ve kalitesi üzerinde duracak bir Çevre Ajansı, ABnin Erasmus programına benzer şekilde kültürel alışverişe olanak tanıyan bir Akdeniz Üniversitesinin kurulması bekleniyor. Ticaret, enerji, güvenlik, terörle mücadele, göç, su, sürdürülebilir kalkınma, sağlık, eğitim, kültür gibi alanlarda işbirliği ile eşitsizlikle mücadele başlıca amaçlar arasında sayılıyor.
Akdeniz Grubu anlamına gelecek şekilde G-Med ismini de alabileceği belirtilen Birliğin gerçekleşmesi durumunda, çekirdeğinde Fransa ile Cezayirin yer alması bekleniyor. Sarkozy, kurumsal yapısı ve nasıl işleyeceği hala belirsiz olan örgütün bir yandan AB ile aynı amaç ve yönteme sahip olacağını, diğer taraftan AB modelinden farklı olacağını söyleyerek kavram kargaşasını sürdürüyor. Belirsizlikler konusunda ise Fransız lider, ülkesinin Birliğin yapısıyla ilgili konuları dikte etmek istemediğini, bu ortaklığın birlikte alınan kararlarla kurulması gerektiğini söylemekle yetiniyor. Her fırsatta bu konuyu dile getiren Sarkozy, ekonomik, siyasi ve kültürel bir birlik olarak tanımladığı projesini işgal değil, barış ve adalet rüyası ve büyük medenileşme rüyası gibi ifadelerle tanımlıyor. Akdenizdeki birliğin, medeniyetler veya dinler çatışmasının ya da kuzey-güney çatışmasının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini belirleyeceğini söyleyen Sarkozy, bu girişimi sürekli Avrupa Birliği (AB) entegrasyon süreci ile kıyaslıyor. Avrupa ülkeleri nasıl kendi içindeki nefreti yenerek bir araya gelmeyi başardıysa ve AB, düşmanları müttefiklere dönüştürüp refah alanı haline geldiyse aynı sürecin Akdeniz ülkeleri için de gerçekleşebileceğini ileri sürüyor.
Avrupa, Barselona Süreci adı altında AB ile Akdeniz ülkeleri arasında işbirliğini artırmayı ve hatta 2010 yılında bir serbest ticaret bölgesi oluşturmayı hedefliyordu. Türkiye, Cezayir, Fas, Tunus, Mısır, Ürdün, Filistin, Lübnan, İsrail ve Suriyenin yer aldığı, Libyanın ise 1999 yılından beri gözlemci statüsü ile içinde bulunduğu Barselona Süreci sonuç getirmedi. 2005 yılında Barselona Zirvesi düzenleme girişimlerinden Arap ülkelerinin katılmayacakları anlaşılınca vazgeçilmişti.
ABnin, Akdeniz konusunda başarılı bir strateji geliştiremediğini, en azından uygulamaya koyamadığını ileri sürebiliriz. AB çatısı altındaki Barselona süreci ile Akdeniz Birliğinin çatışması, ABnin Akdeniz politikalarının bu örgütlenme ile örtüşmemesi söz konusu olduğunda nasıl bir çözüm yoluna gidileceği açık değil. Diğer taraftan, Akdeniz Birliğinin başarılı olması durumunda ABnin Akdenizdeki gücünü kaybetmesi, Akdeniz ile ilgili konularda Brükselin, yerini Parise bırakması mümkün. Aslında Fransanın hedeflerinden biri olan bu durumun AB tarafından tepkiyle karşılanacağını ve gerilimlerin ortaya çıkacağını söyleyebiliriz.
ABnin komşuluk politikası ile de ikilik yaratabilecek bu yapının, ekonomik açıdan iki örgüt arasında oluşturacağı yeni rekabet alanlarını nasıl düzenleyeceği açık değil. Fransa, Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz, Malta ve Kıbrısın güneyi Akdeniz Birliğinde yer alması beklenen AB üyeleri. Akdeniz politikalarında diğer AB üyelerinin ne kadar etkili olacağı belli değil. Dolayısıyla AB içinde çatışma çıkma ihtimali uzak görünmüyor. Sarkozynin, bu durumu göz önünde bulundurduğu, Avrupa Komisyonunu iki örgütün birbirini tamamlaması için devreye sokmak istemesinden anlaşılıyor. Ancak Fransız liderin, aynı zamanda ABnin diğer üyeleri ile Komisyonun itirazlarını yumuşatmak için almayı düşündüğü bu tedbirin başarılı olması şüpheli. Çünkü iki ayrı örgütün ortak kurumlarla idare edilmesi mümkün görünmediği gibi, AB üyesi olmayan Akdeniz Birliği üyeleri tarafından da kabul edilmesi zor bir durum.
Her ne kadar bugün için belirsizliğini koruyan ve havada kalmış bir öneri gibi görünse de, Akdeniz ülkelerinin liderleri örgütlenmenin ayrıntılarının tartışılması amacıyla düzenlenecek olan zirveye davet edildiler. 14 Temmuz 2008de yapılacak toplantının tarihinin Fransız ulusal bayramına denk getirilmesinin anlamlı olduğunu söyleyelim. Çünkü bunu Fransız dış politikası açısından çok önemli ve bir girişim olarak değerlendirebiliriz. Önceki cumhurbaşkanı Jacques Chirac da Akdenize büyük önem vermiş, hatta Fransanın Akdenizdeki donanmanın komutasını almak için NATOnun askeri kanadına yeniden dahil olması gerektiğini ifade etmişti. Bugün Fransanın nükleer enerji projeleri ile Körfez ülkelerine ve Afrika, Orta Doğu ile Akdenize dönmeye çalıştığı görülüyor. Milyonlarca Kuzey Afrika kökenlinin yaşadığı Fransa, AB içindeki liderliği sona erince kendisine liderlik yapıp kontrol alanı haline getirebileceği bir başka bölgesel entegrasyon arayışı içine girdi. Sarkozy her ne kadar bölgedeki sorunların çözümü üzerinde duruyor gibi görünse de, amacın Fransanın bölgeyi kontrol altına alması olduğu açık. Hala bir grandeur gibi hareket eden Fransanın yaptığını, aslında sömürgeciliğin daha ahlaki gözüken ve şiddet içermeyen bir şekli olarak adlandırabiliriz. Üstelik bu sefer karşı tarafın rızası da olduğundan herhangi bir gayrimeşru durum da söz konusu değil.
Uluslararası düzlemde baktığımızda, Akdeniz Birliğinin gerçekleşmesi durumunda ABDnin Irakta bulunması nedeniyle pekiştirdiği bölgedeki kontrolü ile Arap-İsrail çatışmasına söz konusu örgüt vasıtasıyla çözüm arayışı, bölgede var olan güçleri etkileyecektir. Akdeniz Birliği içinde Afrika ayağının olmasından yola çıkarsak Afrikadaki Çin varlığının Avrupa üzerindeki baskısını da göz önünde bulundurduğumuzda, projenin ciddi bir çatışma alanı oluşturmasını beklemek mümkün.
Sarkozynin projesi, Yunanistan, İspanya, İtalya, Portekiz, Malta ve Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından destek görüyor. Ancak, bu ülkelerin çoğu Akdenizin barış, refah ve hoşgörü alanına dönüştürülmesi amacını sürdürmesi ve bu örgütün Türkiyenin üyeliğine alternatif olarak gösterilmemesi gerektiğini ileri sürüyorlar.
İngiltere ile İskandinav ülkelerinin de şüpheyle yaklaştıkları yeni entegrasyon girişimine en büyük eleştirileri, bu konunun Türkiyenin üyeliğinin düşürülmeye çalışılması için bir araç olarak kullanılması1. ABnin ortak bir Akdeniz politikasının olmasını imkansızlaştıracağını düşünen Avrupa Komisyonu da, projeden tedirgin. Başlıca tepki ise Almanyadan. Alman Şansölyesi Angela Merkel, projenin ABnin çekirdeğini tehlikeye sokarak Birliğin dağılmasına bile neden olabileceğini savunuyor. Merkele göre en büyük sorun, AB üyelerinin bir kısmının işbirliğini içermesine rağmen diğer ülkelerin dışarıda bırakılması. Merkel, girişimin tüm AB üyelerinin katılımına ve onayına açık olması gerektiğini düşündüğünü söylerken, ABnin ortak parasıyla sadece bazı üyelerin bir grup kurarak çıkar elde etmeye çalışmasına karşı olduğunu dile getiriyor.
Güney Avrupa, Kuzey Afrika, Arap ülkeleri ve İsraili bir araya getirerek 20den fazla ülke ile bir başlangıç yapmanın sorunlu olacağı da bir diğer eleştiri konusu. Çünkü, yönetim biçimleri birbirinden farklı olan ülkeler arasında birbiriyle çatışma ve gerginlik içinde olanların aynı anda sürece başlaması riskli görülüyor. Bu bağlamda, öncelikle Avrupalı olan Akdeniz ülkeleri ile bir başlangıç yapılmasının ve sorunlu ülkelerin daha sonra yavaş yavaş katılmasının daha uygun olacağı belirtiliyor. Farklı bir düşünceye göre Birlik, Akdenize kıyısı olmayan bazı Körfez ve Afrika ülkelerine de açık olmalı; en azından bu ülkeler ortak politika alanları ile projelere dahil olmalı.
Bir diğer sorun, Akdeniz Birliğinin finansmanı konusunda. Üye ülkelerin turizm vergilerinin aktarılması ortaya atılan fikirlerden biri. Ancak, potansiyel üyelerin büyük kısmında böyle bir vergi bulunmadığı gibi, ekonomik güçleri de buna elverişli değil. Bir başka düşünce, ABnin komşuluk politikası için ayırdığı fonların Akdeniz Birliği için kullanılması. Bu, Fransanın geleneksel politikasına uygun görünen yöntemlerden biri. Fransa, AByi kendi ulusal çıkarları doğrultusunda en fazla kullanan ülkelerin başında yer alıyor. Ortak dış politika girişimleri ile AB fonlarını Afrikadaki kendi eski sömürgeleri ile ikili ilişkilerini geliştirmek ve Francophone dünyasında daha fazla etkinlik sağlamak için harcayan Fransa, Ortak Tarım Politikası ile yine ortak parayı kendi tarımını modernleştirmek için kullanmıştı. Her ne kadar, Akdeniz Birliği dışında kalan AB ülkelerinin buna izin vermesi bugünkü şartlar altında mümkün görünmese de, yasa dışı göç ve terörle mücadele amacının öne sürülmesi; daha da önemlisi bir enerji sıkıntısının varlığı bu konuda ikna sürecini kolaylaştırabilir.
Öte yandan radikalizm başta olmak üzere pek çok açıdan sorunlu olmakla suçlanan Müslüman nüfuslu ülkelerin de Akdeniz Birliği içinde yer almaları için ikna edilmeleri gerekiyor. Avrupa tarafı hem serbest pazarın, hem enerji tedarikinin hem de güvenlik sorunlarının kontrol altına alınmasının avantajını yaşayabilecekken sorunlu olduğu iddia edilen tarafın çıkarları havada kalıyor. Bir çoğu Fransa ile nükleer enerji ve silah alımı anlaşmaları yapan ülkelerin bu alışveriş nedeniyle dışa daha fazla bağımlı hale gelme ve ekonomileri hazır olmamasına rağmen pazarı açarak risk alma ihtimalleri bulunuyor.
Sarkozynin ikna etmekle uğraşacağı üçüncü nokta ise Fransanın sadece kendi ulusal çıkarları doğrultusunda hareket etmediğini göstermek olacak. Ancak bu durumu kamufle etmek için Akdeniz Birliğinin ayrıntılarını Akdeniz ülkeleriyle birlikte kararlaştırmak, Avrupa Komisyonunu da sürece dahil etmek, Akdeniz Birliği benim değildir, ortak bir projedir sözlerini sarf etmek yeterli olacak gibi görünmüyor. Ya hepimiz kazanırız ya hepimiz kaybederiz, Avrupanın geleceği güneyde diyen Sarkozy, bu sözleriyle ABnin Akdeniz Birliği dışında kalan ülkelerine, projeye muhalif olmamaları için enerji kartını göstermeye çalışıyor olabilir. Ayrıca Fransız lider, projesine destek arama çabasıyla sorunlu bölgenin sorunlarının çözüleceğinden bahsediyor. Fransanın girişiminin gerçek amacının sorun çözmek değil Fransız çıkarlarına hizmet etmek ve bölgede kontrolü ele geçirmek olması, sorun çözmenin imkansız olduğunu bugünden gösteriyor.
Sarkozynin, Akdenizdeki oluşumun katı eşitlik ilkeleri üzerine kurulu olacağını, ziyareti sırasında Fasta dile getirmesi dikkat çekici. Akdenizin Avrupa tarafındaki gelişmiş-sorunsuz-Hristiyan ülkelerle diğer tarafındaki sorunlu, geri kalmış Müslüman ülkelerin bir arada yer alacağı bir örgütte eşitlik olmasını beklemek mümkün değil. AB içinde, tamamı aynı yönetim biçimine sahip olan, aynı tarihten ve kültürden olduklarına inanan üyeler arasında dahi eşitliğin lafı edilemezken, bu durumda yöneten ve yönetilen veya bir başka ifadeyle sömüren ve sömürülen ilişkisinin çok daha belirgin olacağını söylemek mümkün.
1 Türkiye, Sarkozy'nin bu konuda teminat vermesi üzerine Akdeniz Birliği sürecine katılma kararı aldı.
Dr. Deniz ALTINBAŞ - AVRASYA STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ