AKP, ABD'nin Yanında Yer Alarak İslam Ülkelerini Düşman İlan Etti...

AKP, ABD'nin Yanında Yer Alarak İslam Ülkelerini Düşman İlan Etti...

İletigönderen İrfan Tuna » Çrş Haz 29, 2011 14:46

AKP, ABD’NİN YANINDA YER ALARAK, İSLAM ÜLKELERİNİ DÜŞMAN İLAN ETTİ…

ABD’nin desteğini arkasına alan AKP, 2002 yılında hükümet oldu.

Beklenmeyen bir sonuçtu bu.

Çünkü çoğunluk, İslamcı bir partinin seçimlerden başarı ile çıkıp, iktidarı ele geçireceğine inanmıyordu.
Kemalist Cumhuriyet rejimi ile yönetilen, laik bir ülkede kimse şeriatçı bir yapılanmaya şans tanımıyordu. “Burası ne İran, ne Arabistan… Böyle bir değişime ordu, yargı, Cumhuriyet kurumları izin vermez” diyorlardı.

Ama göz ardı edilen iki önemli gerçek vardı; birisi, Amerikancı 12 Eylül darbesinden sonra neoliberal politikalarla Türkiye’nin adım adım emperyalizme daha bağımlı bir sürece sokulması; ikincisi, Refah Partisi içerisinde “yenilikçi” adı verilen bir grubun 1990’lı yıllarda, kapalı kapılar arkasında ABD ile gizli görüşmeler yaparak, anlaşma yoluna gitmesiydi…

CIA’nin yan kuruluşu Rand Corporation ANAP, DYP, MHP gibi düzen partilerinden umudunu kesmiş, yönünü siyasal İslamcı partilere çevirmişti. Çünkü o, Türkiye’deki dinci örgütlerin Osmanlıdan bu yana emperyalizmle işbirliği yapıp, kendi öz yurduna ve vatandaşlarına karşı nasıl savaşım verdiğini çok iyi biliyordu.

Rand Corporation, Ocak 1997’de bu konuda bir rapor hazırlamıştı. “Yenilikçi” grupla işbirliği yapılmasını öneriyor, ABD’nin Ortadoğu’daki geleceğinin buna bağlı olduğunu vurguluyordu.

Graham FULLER
, Türkiye’nin rotasını, gideceği yönü çok önceden belirlemişti zaten.

“Türkler Kemalizm’i terk edip ılımlı İslam’ı benimsemelidir. Ilımlı İslam, Kemalizm’i silmeye yönelik bir karşı devrimdir ve bu devrimin karşısındaki tek güç Türk Ordusu ile ulusalcı aydınlardır ve TASFİYE EDİLMELERİ gerekir…”

Bu nedenle, henüz milletvekili bile değilken Recep Tayyip Erdoğan, Amerika’ya çağrılmış, bir takım ön görüşmeler ve hazırlıklardan sonra taahhütlerde bulunulmuş; sözler alınıp, sözler verilmişti.

“Hükümlü” olması nedeniyle 3 Kasım 2002 seçimlerinde milletvekili seçilemeyen Recep Tayyip, ABD ile yapılan görüşmelerin ardından, sanki başbakanmış gibi birçok devlet yetkilileriyle bir araya gelerek, bir takım gizli anlaşmalara imzalar atmıştı.

Türkiye’nin resmi dış politikasında “gizli olan bir sürü gelişme” yaşanırken asla tutanak yapılmıyor, yetkili Türk diplomatları kapı dışında bekletiliyordu. Uluslar arası İlkelerimiz ayaklar altına alınıyor; Türkiye’nin Kıbrıs, Kuzey Irak, PKK, azınlıklar alanlarındaki kırmızı çizgileri görmezden geliniyordu.

Bunlar siyasal İslam’ın Türk toplumunu deneme girişimleriydi. Devrimcilerin, demokratların, Kemalist kurumların tepkisini, sabrını, direnme gücünü ölçüyordu.

Ne var ki, Kemalizm duvarında açılan bu gedikler karşısında devrimci ve demokrat kesim suskunluk içerisindeydi. Bazı yurtseverlerin karşı devrimci gidişe karşı çıkmaları ise “komploculuk” olarak değerlendiriliyordu.

AKP, toplumu alıştıra alıştıra dinci faşizme doğru ilerletiyordu. Alıştıra alıştıra siyasallaştırıyordu PKK’yı. Tepki alınca duraklıyor, geriliyor, ortamı elverişli bulunca başını yeniden kaldırıp, yoluna devam ediyordu. Mehter takımı gibi, bir adım ileri, iki adım geri…

İktidarın bu dinci yürüyüşüne tepkiler cılız kalınca bu kez subaylar, sendikacılar, aydınlar, politikacılar, yazarlar çizerler tutuklanmaya başlandı. Bu tertip, bu komplo çok önceden, AKP iktidarından da önce ABD tarafından düzenlenmişti.

Eski istihbarat başkanı Sabri Uzun’un ifadesine göre 2001’de daha ortada fol yok, yumurta yokken Ergenekon tutuklama listesi getirilip önüne konmuştu. 2007’de Bush-Erdoğan görüşmesinden sonra bu planın uygulamasına geçildi.

Emekli kuvvet komutanları, ordu komutanları savcıların huzuruna çıkartıldı. Ordunun can evine baskınlar düzenlendi. Tarikat soruşturması yapan görevli savcılar, askerler ve mitçiler hakkında soruşturmalar açıldı.

Amerika, Fethullah Gülen ve Recep Tayyip üçlüsünün planı yürürlüğe girmişti. Recep Tayyip BOP Eşbaşkanı olarak atanmıştı.


Böylece Büyük Ortadoğu Projesinin gerçekleştirilmesi için kollar sıvandı. Sevr haritaları sandıklardan çıkarıldı. AKP sayesinde, Batı’nın Kürdistan, Ermenistan hayalleri yeniden gerçeklik kazanmaya başladı. Batı, Atatürk’ten, Lozan’dan öcünü alıyordu şimdi.

AKP, Atatürk’lerin, İnönü’lerin, Ecevit’lerin “mazlum milletlerle dostluk ve dayanışma temeline dayanan, “bölge merkezli” dış politikasını bugün tümüyle terk etmiştir. Emperyalizmle bütünleşmiş, kaynaşmış, İslam ülkelerinin parçalanıp bölünmesi ve haçlı ordularının ayakları altında ezilmesi için elinden geleni ardına koymamaktadır. AKP, Amerika ile birlikte İslam ülkelerini düşman ilan etmiştir.

Irak’ta, Afganistan’da 2 milyon insanı katleden, kadınların, kızların ırzına geçen, Libya’yı bomba sağanağına tutan Amerika’nın yanında yer almıştır.

Özgürlük, demokrasi, insan hakları getireceğiz bahanesi ile Irak’a saldırıp 1,5 milyon insanın ölümüne neden olan ABD’nin şimdi hedefinde Suriye vardır. Amerika, Suriye ile Türkiye’yi karşı karşıya getirmeye çalışmaktadır.

AKP’li milletvekili ve parlamentonun Dışişleri Komisyonu sözcüsü Metin Yılmaz bu çatışmanın sinyallerini şu sözlerle vermişti:

“Biz en önemli komşumuz Suriye’deki gelişmelere sessiz kalamayız. Şuanda burada her kes seçimlerle uğraşmakta ama seçimden sonra Suriye konusunda daha etkili, daha kesin ve net oluruz. Türkiye olarak, Suriye’nin iyi geleceğe, demokrasi ve insan hakları özgürlüklerine ulaşmasını isteriz.”

Sözün burasında sorulması gereken soru şudur: Suriye’de gerçekleşecek ya da gerçekleştirilmeyecek bir reform Türkiye’yi neden bu kadar çok ilgilendirmektedir? Türkiye’nin başka sorunu kalmamış mıdır? Adama demezler mi, “Önce sen kendi ülkene bak. PKK saldırısında her gün bir vatandaşın can veriyor. Hapishanelerin esir subaylarla, politikacılarla, yazarlarla çizerlerle, bilim adamları ile dolu. Millet iradesi ile seçilen milletvekillerini hâlâ dört duvar arasında tutuyorsun. Önce sen kendi ülkene demokrasiyi, insan haklarını getir…”

Şunu bir kez daha vurgulayalım: ABD, Türkiye’nin komşusu değildir. ABD bir gün bu bölgeden defolup gidecektir ve biz yine bin yıllık komşularımızla baş başa kalacağız. Onun için Türkiye, Kemalist dış politika geleneğini sürdürerek, çevresindeki uluslarla “Yurtta barış, Dünyada barış” ilkesi temelinde iyi ilişkiler kurmak zorundadır. Aklımız, vicdanımız, yüreğimiz bunu emrediyor.

Aklımız, vicdanımız, yüreğimiz bunu emrediyor ama AKP hükümeti ile bu mümkün değil. Olamaz da. Çünkü Suriye’nin iç işlerine karışma emri, yüksek yerden, yani Amerika Birleşik Devletlerinden verilmiştir…

Emir demiri keser. Siz bunu bilmiyor musunuz?

Ali Eralp - 29 Haziran 2011 - Güncel Meydan

Uyanacağız, uyandıracağız... Bilinçleneceğiz, bilinçlendireceğiz... Ne ülkemizin , ne de bölgemizin zenginliklerini küresel haramilere ve onların uşaklarına yağmalatmayacağız, soydurtmayacağız... ENİNDE SONUNDA ALİ KEMALLER DEĞİL, MUSTAFA KEMALLER KAZANACAK...
Kullanıcı küçük betizi
İrfan Tuna
Üye
Üye
 
İletiler: 1059
Kayıt: Pzt Nis 06, 2009 12:23

Şu dizine dön: Ali ERALP

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x