Allah onlara Türk adını verdi

Allah onlara Türk adını verdi

İletigönderen Başkomutan » Pzr Ağu 29, 2010 3:25


ALLAH ONLARA TÜRK ADINI VERDİ

Kaynaklarda Türklerin atası olarak Hz.Nuh'un oğlu Yafes aleyhisselam gösterilir. Yafes aleyhisselam'ın sekiz oğlundan birisinin adı Türk'tür ve Türk soyu ve Türk adı buradan gelmektedir.

Türklerin beyaz ırktan oldukları ve brakisefal-geniş kafa yapısına sahip bir ırk oldukları ve mongoloid bir iz taşımadıkları yapılan araştırmalar sonucunda anlaşılmıştır. Konu ile ilgili olarak İbrahim KAFESOĞLU: "Aslında son yarım asır içinde yapılan ilmi araştırmalar Türklerin beyaz ırka mensup bulunduklarını ortaya koymuş ve yeryüzünde mevcut üç büyük ırk grubundan "EUROPİD" adı verilen grubun "TURANAİD" tipine bağlı olan Türklerin kendilerini başta "Mongoloid" Moğollar olmak üzere diğer topluluklardan ayıran antropolojik çizgilere sahip oldukları anlaşılmıştır. (Hâkim vasfı beyaz renk, düz burun, değirmi çehre (yuvarlak), hafif dalgalı saç, orta gürlükte sakal ve bıyık) Ayrıca, bilindiği gibi Tevrat'da nakledilen eski ananelerde Türk soyu Ham ve Sam'dan değil Yafes'ten türemiş olarak beyaz ırktan gösterilmiştir. (İ.Kafesoğlu/107)

Divan-ü lügat-it Türk adlı Türkçe-Arapça lügatin yazarı Kaşgarlı Mahmut'a göre Türk adını veren Yüce Tanrı'dır. O eserinde: "Tanrı onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzünde ilbay (idareci) kıldı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı, dünya milletlerinin idare yularını onların eline verdi; onları herkese üstün eyledi, kendilerini hak üzere kuvvetlendirdi" der. (Divan-ü lügat-it Türk Tercümesi cilt: 1, sayfa:3)

Kaşgarlı Mahmut adı geçen eserde, "Bu Allah'ın Türk milletine bütün insanlara karşı lutfettiği bir fazilettir. Çünkü Allah onlara ad vermeyi, kendi üzerine almıştır. Onları; yeryüzünün en yüksek yarinde, havası en temiz, suyu en güzel ülkelerinde yerleştirmiştir. Onlara "kendi ordum" demiştir. Bundan başka Türklerde beden güzelliği, edâ, büyüklere saygı, sözünde durma, sadelik, kahramanlık, mertlik gibi övülmeye değer sayısız faziletler vardır" der. (a.g.e. 292)

Kaşgarlı Mahmud'un bu görüşleri İ. Hakkı Bursevi Hazretlerinin Bakara suresi 31. Ayetin tefsirini yaparken ilk Türkçe konuşan insan olarak Hz.Adem'i gösterdiği ve : "Âdem cennetten Türkçe konuşarak çıkmıştır, bu nedenle Ahir zamanda tasarruf (dünya nizamı- dünyanın idaresi) Türk'ün olacaktır" (Hadis-i Erbain İst. Küt. 1317 nolu kitap S: 26) sözleriyle paralellik gösterir.


Bazı bilim adamları ise Uygurca "kuvvetli" manasında ve sıfat olarak kullanılan "Türk" veya "Türük" kelimesinin sonraları isim haline gelip Türk milletini ifade ettiğini belirtmişlerdir." (Prof. Dr. E.Güngör, Tarihte Türkler sayfa:12)

Munkasci ve Vambery gibi ilim adamları ise, Türk adının türemek kökünden geldiği düşüncesindedirler. (O.Turan, T.C.H.M.1,: 23)

Türk sözünün cins isim olarak "güç-kuvvet" (sıfat hali ile güçlü-kuvvetli) manasında olduğu bir Türkçe vesikadan anlaşılmıştır. Buradaki Türk kelimesinin millet adı olan "Türk" sözü ile aynı olduğu A.V.Le Coq tarafından ileri sürülmüş ve bu, Göktürk kitabelerinin çözücüsü V. Thomsen tarafından da kabul edilmiş (1922) daha sonra aynı husus Nemeth'in incelemeleri ile tamamen ispat edilmiştir. Cins ismi olarak çok eskiden beri Türkçe'de mevcut olması gereken "Türk" kelimesinin "Altaylı" (Ceyhun ötesi Turanlı) kavimleri ifade etmek üzere 420 tarihli bir Pers metninde daha sonra yine cins ismi olarak 515 yılı hadiseleri dolayısıyla "Türk-Hun" (Kudretli Hun) tâbirinde zikredildiği bildirilmektedir. (İ. Kafesoğlu, s: 106) İran kaynaklarında Türk kelimesinin "güzel insan" karşılığında kullanıldığı belirtilmektedir.

Çin İmparatoru MS 585 yılında, Gök-Türk Kağanı İşbara'ya gönderdiği mektupta "Büyük Türk Kağanı" diye hitap etmiştir. Göktürk yazıtlarında Türk sözü daha çok "Türk Budun" seklinde geçmektedir. Türk Budun, Türk Milleti anlamındadır. Dolayısıyla Türk adı bu dönemlerde bir topluluğun veya kavmin isminden ziyade siyasi ve kültürel bir mensubiyeti belirleyen bir kelime olarak görülmektedir. Yani Türk soyuna mensup olan bütün boyları ve toplulukları ifade etmek üzere milli bir isim haline gelmiştir.

Ayrıca Türk adı, Göktürk kitabelerinde kutsal ve mübarek sayılan değerlerle birlikte çok sık olarak kullanılmıştır. Türk Töresi, Türk Kağan, Türk Bilge Kağan, Türk ili, Türk beyleri, Türk budunu, Türk Tanrısı, Türk İduk Yeri Subı (Türk'ün mukaddes yer ve suları) gibi. Türk adı Uygur çağında " Olgunluk ve olgunluk çağı " anlamlarında da kullanılmıştır. Türk adının kutsal ve mübarek sayılan değerlerle birlikte anılması aynı zamanda Türk adının da kutsal ve mübarek bir ad olduğunu ve bu şekilde kabul edildiğini gösterir ve "Tanrı onlara Türk adını verdi" diyen Kaşgarlı Mahmud'un görüşlerini kuvvetlendirir.

Ziya GÖKALP ise, Türk adını "Türeli-Töreli" (kanun-yasa-nizam sahibi) diye açıklamıştır. W. Bartold'un düşüncesi de buna yakındır. (İ. Kafesoğlu T.D.E.K. s:106)

Töre-Türe, Türk milletinin yüz yıllar boyunca sosyal hayatını düzenleyen herkesçe uyulması mecbur olan kurallardı. Gök Tanrı dini diye bildiğimiz ve Hanif-Muvahhid karekterli -Tek Tanrılı- eski Türk dininin adının "Töre" olduğuna dair iddialar da mevcuttur. Söz gelişi Said Başer:

"Töre büyük bir ihtimalle eski Türk dininin adıdır." (S.Başer, S: 38) Yusuf Has Hacip' de "Kutadgu Bilig" (Kut kazanma bilgisi) adlı eserinde bu görüşü kuvvetlendirmektedir. O'na göre: "Tanrı kadirdir, adildir, gerçek töreyi koyan O'dur." (Beyit: 3192) Bir başka bir beyitte ise: " Eğer (törenin uygulanmasında kusur edersen ) Tanrı'dan affını dile! " denilmektedir. Eski Türk dininin adını "Töre" olarak kabul eder ve Ziya Gökalp'ın belirttiği gibi, Türk adını "Töreli, nizamlı şeklinde kabul edip bu görüşlerin hepsini birleştirirsek o zaman Türk adının manası: "Güçlü, kuvvetli, kudretli, Töreli, dinli, imanlı, Allah'ın gönderdiği dine ve kurallara uyan millet" manalarına gelir. Bu görüş aynı zamanda "Tanrı onlara Türk adını verdi " diyen Kaşgarlı Mahmud'un görüşüyle de örtüşür.


M. Günay SIDDIKOĞLU
Ortadoğu Gzt.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Allah onlara Türk adını verdi

İletigönderen Başkomutan » Pzr Ağu 14, 2011 5:44

Ne zamandan beri Türküz?

Son zamanlarda kara propaganda aldı yürüdü. Atatürk’ten önce Türk adı yokmuş gibi bir izlenim doğdu. Bu sebeple bu yazıyı yazmak da vacip oldu.

Hiç şüphe yok ki Türkler milattan önceki üçüncü, ikinci binlerden beri mevcuttur. Çivi yazılı Sümer metinlerinde bulunan di (demek), dingir (tanrı), dug (dökmek), uş (iş), zag (sağ taraf), şurim (yarım), kabkagak (kap kacak) vb.

330’den fazla Sümerce-Türkçe ortak kelime ile bu durum apaçık ortadadır. Ancak o zamanlar Türk adı yoktu. Büyük bir ihtimalle elimizdeki kaynaklarda bulunmuyor. Göktürklere gelinceye kadar Hun, Kırgız, Usun, Toba, Tabgaç, Ogur, Sabir, Töles gibi adlar taşımışız. Altıncı yüzyılda ortaya çıkan Göktürklerden beri de Türk adını kesintisiz olarak bugüne dek getirdik.

Çinliler, r sesini söyleyemedikleri ve hece sonunu da kapatamadıkları için Türk diyememişler; Tu-kyu demişlerdir.

Türk kelimesi, Köktürkler çağına ait Soğdak (bir Doğu İran kavmi), Orta Fars ve Arap kaynaklarında Turk, Süryani kaynaklarında Turkaye, Yunan kaynaklarında Turkos, Sanskrit kaynaklarında Turuşka, Tibet kaynaklarında Drug olarak geçer (bk. Peter Golden, Türk Halkları Tarihine Giriş, s. 94). O dönemlerde biz de artık kendimize Türk diyoruz.

“Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağan” diyor ki:

“Üstte mavi gök, altta kara yer yaratıldığı zaman ikisi arasında kişi oğlu yaratılmış. Kişi oğlunun üzerine de atalarım Bumın Kağan, İstemi Kağan hükümdar olarak oturmuş. Oturup Türk milletinin ilini töresini tutmuş, düzenlemiş.”

Bu sözler taşa yazılıdır ve tarihi de günü gününe bellidir: 21 Ağustos 732. Göktürklerin “bengü taş” dediği anıt bugün de Moğolistan’ın ortasında, Orhun ırmağı kıyısında durmaktadır. Türkçe bilmeyenler, Türkçeye güvenmeyenler bu taşlarda neler yazdığını dünyanın çeşitli dillerinden okuyabilirler: Almanca, Fransızca, İngilizce, Rusça, Macarca...

10. yüzyılda Uygur Türkçesine çevrilmiş bir kitap var: Maytrisimit. Hangi dilden hangi dile çevrildiği bakın kitabın kendisinde nasıl ifade edilmiş: “İl-Balık şehrinde doğmuş olan üstat Prajnâraksita’nın Tohar dilinden Türk diline çevirdiği Maytrisimit adlı kitap...” Demek o zaman da Türk imişiz ki dilimizin adı da Türk dili diye geçiyor.

Gelelim Kâşgarlı Mahmud’a. 1072 yılının 25 Ocağında bir kitap yazmaya başlıyor; 09 Ocak 1077’de bitiriyor ve Bağdat’ta halife el-Muktedî bi-Emrillah’a sunuyor: Dîvânü Lugâti’t-Türk. Bakın, bu kitabın 177. sayfasında, İbni Ebiddünya’nın kitabından nakledilen kudsi hadiste ne deniyor: “Benim bir ordum vardır; onları Türk diye adlandırdım ve doğuya yerleştirdim...”

Anlamayanlar için Arapçasını yazıyorum: “Liye cunden semmeytuhum et-turk ve eskentuhum el-maşrık...” Hadisi aktardıktan sonra Kâşgarlı Mahmud şöyle diyor: “Bu, diğer bütün insanlara karşı, onlar için bir üstünlüktür; çünkü onların adını bizzat O (celle ve azze) vermiştir.” Başka hiçbir kavme Allah tarafından isim verilmediğini söyledikten ve Türklerin birçok meziyetini saydıktan sonra Kâşgarlı şöyle devam eder: “Onlardan biri için de Türk denir; hepsi için de. ‘Kimsin’ anlamında kim sen denir; ‘Türküm’ anlamında Türk men diye cevap verilir.”

Anlamayanlara bu kısmın da Arapçasını verelim: “el-vâhidu minhum turk ve’l-cem’u kezâlik. Yukâlu kim sen, ma’nâhu ‘men ente’; fe-yekûlu türk men, ey ‘innî turk”. Demek ki “kimsin” diye sorulduğu zaman ne derlermiş: Türk men, yani Türküm. Mehmet Emin Yurdakul’un “Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur” şiirini yazmasından tam 820 yıl önce. Üstelik Kâşgarlı kitabını yazarken, yani hemen o yıllarda da böyle demeye başlamamışlar. Yüzlerce yıl öncesi de var. Bunu nereden anlıyoruz? İsterseniz Dîvân’ın bir de 20. sayfasına bakalım:

“Türkler aslında 20 boydur (Arapçası kabîle). Bunların hepsi Nuh peygamberin (s.a.) oğlu Yâfes oğlu Türk’e dayanır... (Bunları) Rum (Bizans) yakınlarından doğuya doğru sırasıyla beyan ettim. Rum’a yakın boyların birincisi Beçenek’tir. Sonra sırasıyla Kıfçak, Oğuz, Yemek, Başgırt, Basmıl, Kay, Yabaku, Tatar, Kırkız... Daha sonra Çigil, Tohsı, Yağma, Uğrak, Çaruk, Çomul, Uygur, Tangut, Hıtay -bu Çindir-, sonra Tavgaç -bu da Mâçindir-. Bunların hepsini bu harita içinde gösterdim.” Kâşgarlı’nın kitabını yazdığı tarihlerde bile yirmi boy hâlinde yaşayan Türklerin daha önce nerelere kadar gittiklerini siz düşünün.

Haftaya Selçuklulardan devam ederiz.

Ahmet B. ERCİLASUN
29 Haziran 2011 YENİÇAĞ


Türk adı

Türk adı

Kâşgarlı Mahmud yirmi Türk boyu arasında Oğuz boyunu en önemli boy kabul ettiği için sadece onun alt boylarını ve damgalarını verir. Bu boyların başında Kınık boyu vardır ve Selçuklular, Türklerin Oğuz boyunun Kınık alt boyundandır. Selçuklular yerli ve yabancı tarihlerde bazen Türk bazen Oğuz bazen de Türkmen olarak anılırlar. Gürcü tarihlerinde Türk olarak anıldığını Golden’in kitabından izleyebiliriz:

“Melikşah’ın yönetiminde (1072-1092) Büyük Selçuklu İmparatorluğu gücünün zirvesine ulaştı... Gürcü tarihçilerinde did t’urk’oba (Büyük Türk Çağı)” (Peter Golden, Türk Halkları Tarihine Giriş, Ankara, 2002, s. 184). Görüldüğü gibi Gürcü tarihleri Selçuklu Melikşah’ın çağını Büyük Türk Çağı olarak adlandırmaktadır.
Bir başka kaynağı Osman Turan’ın eserinden alıntılayalım:

“Sultanın (Sançar’ın) hususi tabibi Ali bin Mehmed Kayinî tarafından onun adına yazılan Mefâhiru’l-Etrâk...” (O. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul 1969, s. 2).

Görüldüğü gibi burada Selçuklu Sultanı Sançar için yazılan kitabın adı Mefâhiru’l-Etrâk yani “Türklerin Övülecek Özellikleri” dir.
Selçukluların Türkmen ve Oğuz olarak anıldıklarına dair kaydı da Faruk Sümer’den nakledelim:

“Gazneli müverrihler Beyhakî ve Gerdizî, Selçuklu Oğuzlarını Türkmen diye zikrederler. Buna karşılık Yakın Doğu müellifleri el-Guzz (Oğuz) şeklinde anarlar.” (F. Sümer, Oğuzlar, İst., 1992, s. 95).

Selçukluların Türk olarak anılmaları Anadolu’nun da Türkiye olarak adlandırılmasına yol açmıştır: “Nitekim Batı dünyasının tarihçileri, II. Haçlı seferi sırasında Türklerle dolu olarak gördükleri ve onların büyük bir gayretle savundukları Anadolu’yu, bundan böyle Türkiye (Turkhia, Turquia) adıyla anmaya başlamışlardır (1148)” (Salim Koca, Selçuklu Devri Türk Tarihinin Temel Meseleleri, Ankara, 2011, s. 226).

Bu durumu Jean-Paul Roux da şöyle ifade eder:

“Asya’nın ortasından gelen boyların birbirleri üstüne yığıldıkları çıkmaz sokak Küçük Asya, Türkiye olmak hakkını kazanmış bulunuyordu.” (Jean - Paul Roux, Türklerin Tarihi, 1998, s. 131).

Beylikler ve Osmanlı döneminde de Azerbaycan ve Anadolu’daki Türkler, Türkmen veya Türk olarak anılır. İşte Âşık Paşa’nın 1330 tarihinde Kırşehir’de yazdığı Garibname’den birkaç mısra:

Türk diline kimse bakmazıdı / Türklere hergiz gönül akmazıdı / Türk dahı bilmezidi bu dilleri / İnce yolı ol ulu menzilleri.

Âşıkpaşaoğlu Ahmed Âşikî de Tevârîh-i Âl-i Osman’da Osman Gazi’nin dedesi Süleyman Şah’ın Anadolu’ya gelişini anlatırken “Bu göçer evli halkdan Acem padişahları ihtirâz etdiler (çekindiler). Hem tedbir etdiler. İttifak etdiler kim bu göçer evlü Türki kendülerün üzerinden irağ edeler. Süleymanşah Gazi’yi ilerü çekdiler kim ol göçer evlerün ulularından idi.” demektedir (Osmanlı Tarihleri I, İst, 1949, s. 92).

Görüldüğü üzere Âşık Paşa, Anadolu’daki insanlardan “Türkler”, Âşıkpaşaoğlu da Osman Gazi’nin dedesinden “göçer evli Türk” diye bahsetmektedir.
II. Murad devrinde yazılan birçok tarih Osmanlı hanedanını Oğuz Han’a bağlar. Oğuzlar da Türklerin en büyük boylarından biridir. Fatih Sultan Mehmed’den itibaren kanunnamelerin dili de hep Türkçedir.

Ahterî Mustafa Efendi, Ahtarî-i Kebir (yazılış tarihi: 1545) adlı sözlüğünde Arapça cîl kelimesini açıklarken Türk ve Rum milletlerini örnek verir: “cîl. Cemaat ve nâstan bir sınıf adamlar... cîl Türkler bir nesildir, bir millettir. Rumlar bir nesildir, bir millettir, denir” (Ankara 2009, 134).

Selçukluarın, beyliklerin ve Osmanlıların Türklüğüne dair daha yüzlerce örnek verebiliriz. Fakat zannederim anlamak isteyenler için bu kadarı kâfidir.

Bazılarının zannettiği gibi bu millet, Türk adını cumhuriyet döneminde kullanmaya başlamış değildir; yüzlerce yıldan beri kullanmaktadır.


Ahmet B. ERCİLASUN
06 Temmuz 2011 YENİÇAĞ

Altan Deliorman’ın kitabını bütün Yeniçağ okurlarına tavsiye ediyor ve konuyu Ziya Gökalp’ın şu güzel dörtlüğüyle bağlıyorum:

Börteçene kurdun adı,
Ergenekon yurdun adı,
Dört yüz sene durdun hadi,
Çık ey yüz bin mızrağımız!


Hiç kimse “olmaz” demesin ve ümitsizliğe kapılmasın! Düşmanlar ve iş birlikçileri de boşuna umutlanmasın!
Tarih bir ibret vesikasıdır. Bu millet aynı millettir.

Türk milleti ve devlet


Türk milleti devlete bağlıdır. Milletin can güvenliğini ve bütünlüğünü sağlayabildiği müddetçe millet devlete bağlıdır. Ülkenin bağımsızlığını koruyabildiği müddetçe millet devlete bağlıdır. Önemli makamları işgal eden kimseler düşmanla iş birliği etmediği müddetçe millet devlete bağlıdır. Makam sahipleri devletin kuruluş ilkelerine sadık kaldığı müddetçe millet devlete bağlıdır. Yukarıdaki ölçülere sahip bir devlete bağlılık Türk milletinin karakteridir ve gerektiği takdirde böyle bir devlet için malını da canını da feda edebilir. Etmiştir de.

Ancak... Türk’ün, bugüne dek çok fazla dile getirilmeyen bir özelliği daha var. Devlet, yukarıda sayılan niteliklerini kaybettiği zaman millet, mutlaka yeni bir oluşumla yeni devletini yaratır. Tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur.

840 yılında, Türk’ün ilk başkenti Ötüken’den büyük bir göç yaşandı. Millet perişan bir vaziyette dört bir yana dağıldı. Tarım havzasında kurulan hanlıklar bütün milleti toparlayamadılar ve Ötüken’deki şevketli günleri geri getiremediler. Bunun üzerine millet Kâşgar’da yeni bir oluşumun temelini attı; Karahanlı hanedanıyla eski günler geri geldi.

11. yüzyılın ortalarında Karahanlılar da güçsüz düştüler ve devlet olmanın gereğini yerine getiremediler. 1037-1040 yıllarında Selçuklu ailesi önderliğinde Horasan’da yeni bir devletin temeli atıldı.

13. yüzyılın ortalarında Anadolu Selçukluları İlhanlılara yenildi ve onlara tâbi olmak zorunda kaldı. Beylikler dönemi bu ortamda doğdu ve Anadolu’nun her tarafında yeni bir oluşum için adımlar atıldı. Sonunda millet Osmanlı Beğliği’nin etrafında toplandı.

Osmanlı, Oğuz Türklerini dünyanın hâkimi hâline getirdi ve 600 yıl Türk’ün varlığını korudu. Ancak Birinci Dünya Harbi’nin sonunda o da devlet olmanın gereklerini yerine getiremedi. Millet, Anadolu’nun her tarafında teşkilatlandı; Atatürk’ün önderliğinde efsanevi bir mücadele verdi ve Cumhuriyet’i kurdu.

Tarih bir ibret vesikasıdır. Bu millet aynı millettir. Bağımsızlığın korunamadığını görürse... Can güvenliğinin ve ülke bütünlüğünün sağlanamadığını anlarsa... Devletin kuruluş ilkelerinden sapıldığını tespit ederse...

Makam sahiplerinin iç ve dış düşmanla iş birliği yaptığını fark ederse... Yine, mutlaka yeni bir oluşum içine girer; basiretsizleri, beceriksizleri, sapkınları ve iş birlikçileri def ederek devlet olmanın gereklerini yerine getiren yeni bir yönetime vücut verir.

Hiç kimse “olmaz” demesin ve ümitsizliğe kapılmasın! Düşmanlar ve iş birlikçileri de boşuna umutlanmasın! Meydanlarda, cadde ve sokaklarda, ekranlarda her gün oynanan orta oyunu elbette fark edilecektir. Milletin büyük çoğunluğu yerine silahlı eşkıyanın görüşlerini temsil edenleri ekranlara taşıyanlar elbette bu vebalin altında kalacaklardır. Aslında onların vebal ve günahı, eşkıya ve yandaşlarının millet tarafından daha iyi tespit edilmesine de yaramaktadır. Ancak eşkıyaya yataklık etmenin bağışlanacağını da sanmasınlar! Ben burada meselelere beş on ayın, üç beş yılın penceresinden bakmıyorum.

Bütün bir tarihin penceresinden bakıyorum. Bu sebeple güncel ve moda terimleri kullanmamı kimse beklemesin! Siz güncelle uğraşadururken millet, tarihin derinliklerinden süzülüp gelen karakterinin gereğini yapar; yeniden doğar.

Ahmet B. ERCİLASUN 25 Mayıs 2011
http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/ya ... aber=18413
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Allah onlara Türk adını verdi

İletigönderen Başkomutan » Pzr Ağu 14, 2011 5:48


Namık Kemal’in “fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır” dediği de Mustafa Kemal’in “muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” dediği de aynı şeydir...

Türklüğü ortadan kaldırma gerişimleri

Türk Milleti, Anadolu’yu fethedip vatan yaptığı günden itibaren içten, dıştan büyük tepkilerle karşılaşmıştır. Önceleri mesele din bazında değerlendirilmiş, daha sonraları mesele milliyet meselesine dönüşmüştür. Özellikle de son zamanlarda Türklük üzerinde düşmanlıklar başlamıştır. Acı olanı da Türklüğe savaşı devleti idare edenler açmaktadırlar.

Başarılı olurlar mı? Orasını Allah bilir. Bu sözümün kadercilikle hiçbir ilgisi yoktur. İlmi ve Kur’an’i gerçeğe göre böyle bir fikri ileri sürüyorum. Kim ne düşünürse düşünsün Allah ayetinde? “Ey iman edenler! Sizlerden kim dininden dönerse, Allah, öyle bir kavim getirecektir ki, Allah onları, onlar da Allah’ı severler. O kavim müminlere karşı şefkatle kanat gerici, kâfirlere karşı şiddetlidirler. Allah yolunda cihad ederler. Hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu Allah’ın bir fazlıdır. Onu dilediği kuluna verir…” (Maide süresi 54. ayet)

Bu ayetin tefsiri 1400 sene önce yapılmış olsaydı, -nitekim olmuştur- Arap kavimlerinden söz edilebilirdi. Şimdiki manası Türk Milletinden bir başkasını işaret etmemektedir. Öyleyse meseleye at gözlüğü ile bakmamak gerekir diye düşünüyorum. İlmi, tarihi gerçekler, Türklükle İslamiyet’i bir birlerinden farklı değil, birbirlerini bütünleyici olarak göstermektedir. Buradan hareketle ve ilmi gerçekler ışığında Türklük meselesini değerlendirmek gerekir.

Türklük, sadece bir kavmin veya bir ırkın ihtiva ettiği sosyolojik bir terim olarak düşünülmemelidir. Bununla beraber milli bir kültüre dayalı bir milletin kimliği olarak değerlendirilmelidir. Bu kimliği meydana getiren iki ana unsur vardır. Bunlar: Türk töresi ve İslamiyet’tir. Bu iki temel unsur, bir araya gelerek var olan bir milleti, yepyeni bir kimlikle yeniden doğurmuştur.

İçten ve dıştan şer güçler, Türk milletini yıkabilmek için bu iki değeri birbirinden ayırmaya çalışmaktadırlar. Bin yıla yaklaşan bir süredir düşmanlıklarını çeşitli yollardan deneyerek netice almak isteyen ve alamayan batı ve kuzey emperyalist güçler, emellerine ulaşamamışlardır. İslamiyet’le Türklüğü ayrı kefelere koyarak sinsi emellerini bu kez de bu yoldan gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Bunlar, hem İslamcı, hem de milliyetçi kesim üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırmışlar; özellikle İslamcı zihniyet üzerinde başarılı olmuşlardır.

Türklüğe cephe alan bir zihniyetin yetişmesi çalışmaları meyvesini vermiş, maalesef Türklükle İslamiyet’in karşı karşıya gelmesi içi zemin oluşturulmuştur. Bu durum, çok daha tehlikeli olmaktadır. Nitekim bu zihniyetin kafasında Türklükle İslamiyet aynı kategoride değerlendirilerek, “Türk müsün, Müslüman mısın” sorusu türetilmiştir.

Türk töresi ve İslamiyet ile mücehhez Türk kültürü ülküsüyle var olan Türk kimliği üzerinde şu son dönemlerde fazla oynanılmaktadır. Bu kez de etnik kimlikler üzerinden hareket edilmektedir. Nitekim Sayın Başbakan, değişik zamanlarda yapmış olduğu konuşmalarında “Sen ne Mutlu Türküm dersen diğeri de ne mutlu Kürdüm der” demiştir. Yine müteaddit defalar yapmış olduğu konuşmalarda etnik kimlikler üzerinde fazlaca durmuş, Türkiyelilik kimliğini ön plana çıkarmaya çalışmıştır.

Sayın Başbakan ve partisinin milli görüş zihniyetinden geldiği herkesin malumudur. Bu zihniyetin temel felsefesinin de, Türklüğe karşı; Emevi İslam anlayışıyla bir İslamcı duruşta olduğu da yine herkesin malumudur. Bu bakımdan yukarda belirtmiş olduğumuz gibi Batı ile bu meselede aynı çizgide olması düşünülebilir.

Etnik açıdan ise Gürcistan gezisinde söylemiş olduğu şu söz her şeyi açıkça ortaya koymaktadır. “Ben de Gürcü’yüm. Ailemiz Batum’dan Rize’ye göç etmiş bir Gürcü Ailesidir.”

Salim ÖZYÖN
14 Ağustos 2011 Anayurt


Kâşgarlı Mahmud da Türk

Bugünlerde dostum Ziyat Akkoyunlu ile birlikte yaptığımız Dîvânü Lugati’t-Türk tercümesi üzerinde uğraşıyorum. Türk maddesine gelince heyecanlandım. Bu maddeyi yüzlerce defa okuduğum hâlde yine gönlüm bir hoş oldu. Kâşgarlı şöyle diyor:

“Türk: Nuh’un (s.a.) oğlunun adı. Nuh’un oğlu Türk’ün oğullarına yüce Allah tarafından verilmiş bir isimdir... Bunun gibi ‘Rûm’ da, İshak’ın (s.a.) oğlu İsu’nun oğlu Rûm’un adıdır. Oğulları da o isimle adlandırılmıştır. Ne var ki biz daha önce Türk’ün Allah tarafından verilmiş bir isim olduğunu söylemiştik. Bize şeyh, imam ve zahid Hüseyn bin Xalef el-Kâşgarî haber verdi ve kendisine de İbnu’l-Garqî’nin haber verdiğini söyledi. Ona da, âhir zaman hakkında yazdığı kitabında İbni Ebi’d-Dünyâ diye tanınan şeyh Ebû Bekr el-Mugîd el-Cercerânî, Allah’ın elçisine (s.a.) isnat ederek anlatmış.

(Peygamber) dedi ki: Allah (c.a.) diyor ki ’benim bir ordum vardır; onları Türk diye adlandırdım ve doğuya yerleştirdim. Bir kavme kızdığım zaman onları (Türkleri) onlara musallat ederim.’Bu, diğer bütün insanlara karşı, onlar için bir üstünlüktür. Çünkü onların adını bizzat O (c.a.) vermiş; onları en yüce ve yeryüzünde havası en güzel yere yerleştirmiş; onları kendi ordusu olarak adlandırmıştır. Bunun yanında onlar; güzellik, tatlılık, aydın yüzlülük, edep, yaşlılara hürmet ve riayet, ahde vefa, alçak gönüllülük, yiğitlik ve daha sayılamayacak birçok meziyeti hak etmişlerdir.”

Bunları okudum ve ben de ulu Tanrı’ya şükürler olsun dedim. Sonra, yine yüzlerce defa okuduğum kitabın giriş kısmına döndüm. Allah’ı övdükten, Kur’anı yücelttikten, peygamber ve soyuna esenlikler diledikten sonra Kâşgarlı şöyle diyor:

“Şimdi, Muhammed oğlu Hüseyin oğlu Mahmud kulunuz dedi ki: Yüce Allah devlet güneşini Türk burçlarında doğdurdu; felekleri onların ülkeleri etrafında döndürdü; bundan dolayı onları Türk diye adlandırdı; ülkelerin idaresini onlara verdi; onları zamanın hakanları yaptı; zamanımızdaki insanların işlerini onların eline verdi; onları herkese üstün kıldı ve hak üzre destekledi; onlara sığınanları, idareleri altında çalışanları aziz kıldı; böylece onları muratlarına eriştirerek ayak takımının şerrinden uzaklaştırdı.

Aklı olan herkes Türklerin istediği yolu tutmalı, böylece onların oklarından korunmalıdır. Dertlerini onlara duyurabilmek, onları kendilerine meylettirebilmek için Türklerin dilleriyle konuşmaktan başka çare de yoktur. Onların düşmanlarından biri kendi takımından ayrılıp onlara (Türklere) sığınırsa, bunlar (Türkler) da onun korkusunu giderirse sığınan düşmana başka düşmanlar da sığınmaya başlar. Böylece üzerlerinden zarar da kalkmış olur.

Açıkça ve kesin olarak, Buhara imamlarından ve Nişaburlu bir başka imamdan duydum. Onlar peygamber efendimize dayandırarak şöyle rivayet ettiler. Peygamberimiz (s.a.) kıyamet gününün şartlarını, âhir zamanın fitnelerini, Oğuz Türklerinin çıkışını anlatırken dedi ki:

‘Türk dilini öğreniniz, çünkü onların çok uzun sürecek saltanatları vardır.’ Bu hadis doğru ise -sorumluluğu râvilere aittir- Türk dilini öğrenmek vaciptir; eğer doğru değilse, aklın gereği budur.”

Bugünlerde birileri Türk sözünü ortadan kaldırmak için uğraşıp duruyor ya... Türk ulusu daha önce yokmuş da Cumhuriyet döneminde tepeden inme bir Türk ulusu meydana getirilmiş gibi safsataları birileri geveleyip duruyor ya... Onlara bir defa daha som gerçeği anlatmak istedim. Kulakları olup da işitmeyenlere, gözleri olup da görmeyenlere bir kere daha anlatmak istedim.

Dîvânü Lugati’t-Türk adlı kitap İstanbul Millet Kütüphanesi’nde durmaktadır. Dileyen gidip gözleri ile görebilir. Dileyen, Kültür Bakanlığının yayımladığı tıpkıbasımı edinip elleri ile dokunabilir. Yazmanın 176-177. sayfalarındaki Türk maddesiyle giriş kısmını bizzat okuyabilir.

Ahmet B. ERCİLASUN 17 Kasım 2010
http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/ya ... aber=15735
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x