ATATÜRK'ün Askerleri

ATATÜRK'ün Askerleri

İletigönderen Feza Tiryaki » Cum May 27, 2011 11:03

ATATÜRK’ÜN ASKERLERİ

Biz, 27 Mayıs’ı „27 Mayıs Devrimi“ adıyla bayram olarak kutlayan bir kuşağız…
27 Mayıs 1960 sabahını çocukluğumda yaşadım.

Soyadı Bayar olan bir sınıf arkadaşımız vardı. Uzaktan da akrabamız olurdu. Hacer Hala’nın yeğeni: Hasan Bayar.
Sanki Celâl Bayar’la arasında ad benzerliğinden başka bir yakınlık varmış gibi o yaşta keskin bir Demokrat Parti taraftarıydı. Ailece bu yanlarıyla övünürlerdi. Kimseleri beğenmez, yukardan bakardı bizlere. Alay ederdi. Dalga geçerdi…
İlk okul yaşında çocuk dünyamızı bırakır büyüklerin kavgasına biz de girişirdik…

Cumhuriyet Halk Partili aileler mağdur edilmişlerdi o yıllar…
Evde, komşu gezmelerinde hatırlarım hep bu konu konuşulurdu. Ülkenin gidişinden, partizanlıktan, ayrımcılıktan şikâyet edilirdi.

Babalarımız da ikiye ayrılmışlardı. Partisine göre bölünmüştü insanlar.

Babam eskiden gittiği kahveye gidemiyordu artık. Şehir Kulübü de yasaktı onlara…Kasabanın eşrafının, memurlarının gittiği yerler Demokrat Partililer içindi…Öncelik, kayırma hep onlar için…

Demokrat Partiyi destekleyenlerin birden bire gelen zenginleşmeleri konuşulurdu. Kayrılmaları…Halk Partililere yukardan bakmaları…

O “demirkırat” demeleri yok muydu, uzata uzata, içimiz kabarırdı…İsyan ederdik…At şekliydi simgeleri…Çok basit, kaba bulurduk bu şekli…Demokrat sözünü de kırata çevirmişlerdi, simge resimleri yüzündendi bu söyleyiş...

Yıllar önce (1956 yılında) kasabamız bir felâket geçirmiş, bütün kasaba yanmış belediye ve hükümete muhtaç hale gelmiştik. Hükümet hak sahiplerine yeni evleri dağıtıyor, dağıtımında haksızlıklar yapıldığı söyleniyordu.. Halk partiliysen hükümetle ilgili hiç bir işin yürümüyordu…
Açıkça adam kayırılıyordu. Bizden, bizden değil! diye.

Evde konuşulan buydu...Okul bahçesinde kavgalarımız bunun içindi...
Transistörlü radyo daha çok yeni bir buluştu. Lâmbalı radyolar vardı evlerimizde. Dünya ile iletişimimizi sağlayan yeğâne araç.

Bir de dergiler girerdi evimize. Hayat mecmuası, Akbaba Dergisi, Akis, Bütün Dünya...Küçüktük, dergilerden bir şey anlamazdık ama radyoların haberlerini bu günmüş gibi hatırlıyorum...

Vatan Cephesine kaydolanlar diye uzun uzun isim listelerinin okunduğu yayınlar...

Ülkemizin doğallığını kaybettiği yıllar...

Naylonun hayatımıza girdiği, beyaz ekmeğin bir matahmış gibi önemsendiği, kara ev ekmeklerinin gözden düştüğü, naylon kap kaçağın çıkmaya başladığı, bakırların, bakır kap kaçağın önemini yitirdiği, betonlaşmanın ülkemizi sardığı yıllar...

Tekerlemelerimizde bile "Amerika dostumuz, Ruslar domuz!" diye bağırtıldığımız yıllar...

Düğünlerde söylenmesi moda olan şu türkü hep dilime gelir o günleri hatırlayınca:

„Oy bıçak kara bıçak
Sapından tutulacak
Evlenmeyin bekârlar,
Naylon kızlar çıkacak!“

Annemi yeni kaybetmiştim. Çocukluğumun en büyük acısını yaşadığım o günlerde 27 Mayıs sabahı uyandığımızda kasabada bir bayram sevinci yaşandığını ve bu sevince katıldığımı hatırlıyorum.
O sabah bazı yüzler düşmüş, bazılarımız ise sevince boğulmuştu…Halkın arasındaki bu ayırımı iyice hatırlıyorum...

27 Mayıs bizim okul kitaplarımızda hemen yer almıştı. Bayramlarımızdan biri sayılmıştı.

Tarihimizdeki bu önemli günü ders kitapları o zamanlar nasıl anlattı, bunu göstermek için 1982 yılı basımı bir ilkokul kitabından (Kurtuluş Yayınları) bu bölümü yazıyorum :

27 Mayıs ve Yeni Anayasamız

Demokrat Parti 1950- 1960 yılları arasında Türkiye’yi yöneten siyasal parti oldu. Fakat 1960 yılında, ülkemizde bir kardeş kavgası çıkmasına neden olacak tutumu nedeniyle 27 Mayıs 1960 günü, Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koydu. Demokrat Parti iktidardan düşürüldü. Türkiye Büyük Millet Meclisi dağıtıldı. Devlet ve hükümet yönetimi Millî Birlik Komitesi’ne geçti.
Yeni bir kurucu meclis yasası hazırlandı. Temsilciler Meclisi kuruldu.
Kurucu meclis tarafından hazırlanmış olan Anayasa, 9 Temmuz 1961 günü halkoyuna sunuldu. Kabul edildi.
13 Ekim 1961 günü de yeni seçim kanuna göre genel seçimler yapıldı. Millî Birlik komitesi ve Temsilciler Birliği’nin görevleri son buldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı.

Bu yazı da 1973 yılından sonraki bir tarihte yazılmış beşinci sınıf ders kitabı.(Ay Yayınları) Kitabın basım tarihini bulamadım ilk sayfaları kopmuş ama içinde Fahri Korutürk adı cumhurbaşkanı olarak geçtiğine göre 1973 yılından sonra yazılmış olmalı...
Başlığı ve yazılanlar şöyle:

Hürriyet ve Anayasa Bayramı

1960 yılının Mayıs ayındayız. O günlerde hükümetin başında bulunanlar doğru yoldan ayrılmış, Anayasamıza uymayan bir yönetim uygulamaya başlamıştı.
Beceriksiz idare yüzünden toplum arasında ayrılıklar başlamıştı.
Bizi yönetenler, Anayasaya aykırı davranışlarıyla baskılarını gittikçe artırıyorlardı. Neredeyse bir kardeş kavgası çıkacaktı.
Gazeteler kapatılıyor, vatandaşlar sorgusuz tutuklanıyordu. Hükümetin tutumunu beğenmeyenler cezaevine gönderiliyordu. Ülkemizi korku ve kötümserlik bulutları sarmıştı.
Vatanseverler bu baskılar ve kanunsuzlukların sonu nereye varacak diye acı acı düşünüyorlardı.
İşte bu kara günlerin 27 Mayıs sabahında şanlı ordumuz harekete geçti. Anayasamızı çiğneyen, kanunsuzluklardan çekinmeyen yöneticilerin hepsini yakalayarak hükümetin başından uzaklaştırdı.
Ulusumuz yeniden özgürlüğüne kavuştu.
Bu olayı bütün dünya hayranlık ve takdirle karşıladı. Çünkü bir devrim yapılmıştı. Ordumuzun yaptığı devrimde kimsenin burnu kanamadı. Bunun için 27 Mayıs’ın diğer bir adına da „Ak Devrim“ denildi.“
Yeni bir Anayasa yapılarak halk oyuna sunuldu. Sonra seçim yapıldı. Yeni yöneticiler bu seçimle iş başına geldi.“

Bu başlık ve yazılar da zamanın Cumhuriyet Gazetesinden:

„Kahraman Türk Ordusu Bütün Memlekette
Dün Gece Sabaha Karşı İdareyi Ele Aldı“

Haberin altında da aşağıdaki cümle yer alıyordu:

"Maksat tarafsız bir idarenin nezaret ve murakabesi altında sür’atle yeni seçimlere gitmek ve âdil bu seçimler neticesinde hangi taraf kazanırsa idareyi onun ellerine devretmektir.“

Bizler çok çok sonraları neyin ne olduğunu tam anlamıyla öğrenecek, Amerika’nın yaptırdığı darbelerle, 27 mayıs 1960 ihtilâli arasındaki farkı iyice anlayacaktık...

O dönemde yaşanan idamların acısını da yüreğimizde duyacaktık...Hiç olmamış olmasını dileyecektik...


Bu gün de, Ufuk Söylemez, Yaşar Okuyan... gibi sağ siyasetin önde gelen isimlerinin önce vatan söyleminde birleşmelerinden, vatanseverliklerinden onur duyacaktık...

Yaşar Okuyan’ın 10 Nisan tarihli bir söyleşindeki şu sözlerine bakar mısınız?

„Bir üniversitede „Sosyal Güvenlik Dersi“ veriyorum. Siyasetçi denince aklınıza gelen üç kelime yazın diyorum. Utanç verici kelimeler yazıyorlar…

Bu güne birdenbire gelmedik
Atatürk’ten sonra gelen sürecin içinde, bu sürece İsmet Paşa’yı da dahil ediyorum, hepimizin suçu var.


Köy Enstitülerine ben de küfretmiş adamım.
Ama bu gün elime yetki verseler hemen devreye sokarım! Köy Enstitüsü’nün yüksek kısmını İsmet Paşa(CHP) kapattı. 1954 yılında DP gerisini halletti. Bitti…

Mübarek liderler? Yapılacak şey ittifak değil midir? „


İm (Kod): Tümünü seç
http://www.ilk-kursun.com/2011/04/turkiye-olaganustu-bir-donemde/


Ayrıca Demokrat Parti anlayışının günümüzdeki son temsilcilerinden Hüsamettin Cindoruk’un „Evimiz Türkiye“ projesini, sağ, sol diye ayırmadan bütün kesimleri birleştirme gayretini, Cumhuriyet için güçbirliği yapmalıyız, Cumhuriyet tehlikede demesini de takdirle, saygıyla karşılayacaktık....

Yazımı, Hüsamettin Cindoruk’un televizyonlarda yaptığı ve yazıya geçirdiğim bu son konuşmasının bir bölümünü vererek bitiriyorum.

En sona da Atatürk’ün „Orduya Son Seslenişi'ni yazacak, arkasına Atatürk’ün askerleri adlı „Türk Askeri’ne“ yazdığım bir şiirimi ekleyeceğim:

„Cindoruk, halkımızı „Güçbirliğine“ çağırdı: Türk halkının AKP terörünü durdurması lâzım! Karşımızda bir büyük „Ejder“ var!

Deneyimli devlet adamı Hüsamettin Cindoruk, bu sabah Ulusal Kanal’da “Ekopolitik“ adlı programda soruları yanıtladı. Tarihî uyarılar yaptı. Konuşmasından bazı sözler:

„O kendini bir Peygamber, ulaşılmaz lider olarak düşünüyor! Bu söylemlerini hayata geçirebilmek için fırsat arıyor.“
„Cumhuriyete ortak bir Muaviye rejimi kurmak istiyor!“

„Evvelâ Başbakan’ın rejime müdahalesini durduralım!“
„Vatandaş sanki her şey değişmeden gidecekmiş gibi oy verecek!“
„Türkiye halkı korumasızdır! Türkiye rejimi korumasızdır!“


„Türk halkının AKP terörünü durdurması lâzım!“
„Gelin tehlikeleri görün! Henüz vakit var!“

Cindoruk, konuşmasını“ Başka bir Türkiye getirmek isteyen Ejderha’yı durduralım!” diye bitirdi.


(gelin-tehlikeleri-gorun-henuz-vakit-var-cindoruk-halkimizi-gucbirligine-cagirdi-t27968.html)

Orduya Son Sesleniş

„Zaferi ve geçmişi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber uygarlık nurlarını taşıyan kahraman Türk Ordusu, memleketini en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felâket ve musibetlerden ve düşman saldırılarından nasıl korumuş ve kurtarmış isen, Cumhuriyetin bugünkü feyizli devrinde de, askerlik tekniğinin bütün çağdaş silah ve araçlarıyla donanmış olduğun halde, görevini aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphem yoktur."(Atatürk 15. Yıl Söylevi)

ATATÜRK’ÜN ASKERLERİ

Dünyanın saygı duyduğu,
Atatürk’ün askerleri!
Yobazın ödü koptuğu,
Atatürk’ün Askerleri!

*****
Sinsi sinsi hep vardılar,
Uygun zaman kolladılar,
Dinciler ondan korkarlar,
Atatürk’ün Askerleri!

*****

Vatanı kurtaran onlar,
Yunan’ı kovaladılar,
İngiliz’i kaçırttılar,
Atatürk’ün Askerleri!

*****

Bir dümenin hedefinde,
Gücünden ürken ürkene,
Fethullah’ın ensesinde,
Atatürk’ün Askerleri!

*****
Düşmanları caydıracak,
Bölücüyü yıldıracak,
Dünya durdukça duracak,
Atatürk’ün Askerleri!

Feza Tiryaki, 27 Mayıs 2011
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 987
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Re: ATATÜRK'ün Askerleri

İletigönderen yaşar ali avcu » Cum May 27, 2011 15:55

27 Mayıs Devriminin ulusumuza kazandırdığı 1961 Anayasası’nın başlangıç bölümünde şu yazılıdır:
“Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 Devrimini yapan Türk Milleti…” diye devam eder.
Yurdumuzda insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı devlet ve toplum düzenini engellemek isteyen, özgürlük düşmanı gerici ve baskıcılar, gözleri kestiğinde “ulusal egemenlik” ilkesini küfür ve/ya da aldatmaca olarak niteleyip açıkça demokrasi düşmanlığı yapmışlar, gözleri kesmediğinde ise ulusal egemenliği basit bir “oy çokluğu” anlayışına indirgeyerek, ‘seçimlerde çoğunluk oyunu alan bir siyasal kadronun istediği her şeyi yapabilmesi’ diye tanımlayıp içini boşaltmaya kalkışmışlardır. Bunun için de, demokrasi düşmanı tutumlarını açığa çıkaracak olan “baskıcı, meşruluğunu yitiren bir yönetime karşı her yurttaşın direnme hakkı”nın ulusal egemenlik düzeninin ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeğine gözlerini, beyinlerini, kalemlerini, mikrofon ve ekranlarını sıkı sıkıya kapata gelmişlerdir. Bu nedenle 27 Mayıs 1960 askeri devrimini eleştirirlerken, ne “baskıcı yönetime karşı yurttaşın başkaldırma” hakkına, ne de 27 Mayıs’ın demokrasi devrimi niteliğinin göstergesi olan 1961 anayasasının başlangıç bölümündeki “Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkının kullanıldığını” belirten cümleye tek sözcükle bile değinmeğe yürekleri yetmemektedir.
AKP’nin de yaptığı budur. Yıllar yılı “Demokrasi hristiyan düzenidir; küfür düzenidir; yıkılmalıdır” dedikten sonra, Atlantik ötesi ve AB’den aldıkları işaret üzerine bir sabah birden bire “Biz değiştik; demokrasi karşıtı gömleğimizi çıkardık” demeğe koyuldular. Ama ulusal egemenliği basit bir oyçokluğu uygulamasına indirgemek üzere bunu yaptılar.
Tıpkı 1924’te, ulusa demokrasiyi layık görmeyip Saltanat ve Hilafetin sürmesini isteyen ağababalarının (antika tefeci bezirgan sınıfı) bu çağdışı baskıcı kurumların kadırılmasına engel olamayınca Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurarken yaptıkları gibi.Yani ulusal egemenlik ve Cumhuriyet karşıtlarının yaptığı gibi, bugün de yandaş basın ve yayın araçları, kiralık kalemler, bilim ahlakından yoksun bazı akademisyenler 27 Mayıs’ın yıldönümlerinde, bu devrimsel askeri müdaheleyi “darbe” diye göstermeye çabalar ve ordu düşmanlığı, Mustafa Kemal düşmanlığı yaparlarken, demokrasi kültürünün, hukuka bağlı yönetim düzeninin, insan hak ve özgürlüklerinin güvencesinin temel bir gereği olan ve 1961 Anayasasının başlangıç bölümünde yer alan “Baskıcı yönetime karşı direnme ve başkaldırma” hakkından hiç söz etmezler.
27 Mayıs’ın 51. yıldönümünde de yine böyle davranacakları bellidir. Demokrat Parti yönetiminin ne basın özgürlüğü, ne üniversite özerkliği, ne yargıç güvencesi, ne grev hakkı, ne gezi özgürlüğü tanımadığına, “Muhalefeti karınca gibi ezmek” ten, “İstenirse halifelik ve saltanatın bile geri getirilebileceğinden” söz ettiğini, örgütlü muhalefeti ortadan kaldırmak üzere hem polis, hem savcı, hem de yargıç yetkileriyle donatılmış 14 DP’li milletvekilinden kurulu bir “Tahkikat Komisyonu” kurdurduğunu, basına sansür uygulamaya başladığını … hiç dile getirmeyeceklerini biliyoruz.
Onlara meydanı boş bırakmamak, 27 Mayıs’ın 51. yıldönümünde de çığırtkanca laf kalabalığı ile yurttaşların “ulusal egemenlik” kavramını doğru anlamasını engellemelerine fırsat vermemek gerekir. “Baskıcı Yönetime Karşı Direnme” hakkının, ulusal egemenlik ilkesinin özünde bulunduğunu. Batılı ülkelerin faşist ve emperyalist diktaları ve onların yol açtığı dünya savaşları yıkımını yaşadıktan sonra, 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde bu hakka yer verdiklerini her yurttaşın bilgisine ulaştırmak gerekir.
Bu yıldönümünde Mustafa Kemal’in de, demokrasiye olan dürüst bağlılığı ile bu hakkı daha 1919’dan başlayarak görüp gösterdiğini, Amasya Genelgesi’ndeki “Ulusun geleceğini yine ulusun azim ve kararının kurtaracağı” ilkesinin bunu anlattığını, bu ilkenin gereği olarak Saltanat-Hilafet baskıcılığına ve keyfiliğine karşı tüm ulusu ayaklandırdığını anlatmak gerekir.
27 Mayısın bu 51. yıldönümünde,
Birinci Demokratik Milli Devrim Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini ortadan kaldırmaya yönelik bir Anayasa değişikliğinin de halkoyuna sunulmak istendiği bu ortamda, Cumhuriyet Anayasası’nın değiştirilmesinin önerilmesi bile yasak olan ve “Kuvay-i Milliye Devrimi İlkeleri” olarak bilinen maddelerinin de, doğrudan doğruya ulusal egemenlik ilkesinin basit bir ‘oyçokluğu’ demagojisine indirgenmesini engellemek ve temel insan hak ve özgürlüklerini (laiklik bu hakların kısa adıdır!) güvence altında bulundurmak için zorunlu olduğunu her yurttaşın anlamasını sağlamaya çalışmak gerekir.
Bu amaçla her ortamdan yararlanarak yüksek sesle anlatmak gerekir ki, “ulusal egemenlik ilkesi, her bireyin doğuştan, vazgeçilmez ve devredilmez olarak, inanç, soy, cinsiyet, toplumsal konum, sınıf, meslek ayrımı gözetilmeksizin eşit olarak sahip olduğu insan hak ve özgürlükleri çiğnememek koşuluyla, bir halkın yönetimi özgür oyçokluğu yoluyla yürütmesi” demektir.
27 Mayıs’ın yıldönümünde, bu hakların herhangi birinin özünü çiğneyici bir yasal düzenlemenin önerilmesinin bile ulusal egemenlik ilkesine aykırı olduğunu ve buna kalkışan her siyasal örgütün meşruluğunu yitireceğini anlatmak gerekir.
Örneğin
“Yargı bağımsız olsun mu olmasın mı?”
“Kadınlarla erkekler, şu ya da bu din ve mezhepten olanlar, şu ya da bu etnik kökenden olanlar toplum yaşamında eşit hak ve özgürlüklere sahip olsunlar mı, olmasınlar mı?”
“Okullarda öğrencilere özgürlük ve bilimsellik düşüncesi mi, bir inanç ya da doktrinin eğitimi mi yapılsın?”
“Kamu yöneticileri her yurttaşa eşit hizmet verecek biçimde mi yetiştirilip atansın, yoksa bir siyasal ya da dinsel ideolojinin buyruğuna bağımlı mı kılınsın?”, … diye halk oylamaları yapmayı önermek bile aynı nedenlerle demokraside meşruluk dışı bir girişimdir.
Mustafa Kemal’in 1924’te Konya’da gençlere ulusal egemenlik konusunda yaptığı çağrıyı bütün yurttaşların bilgisine ulaştırmak da çok yerinde olur:

" … bayağı ve alçakça aldatmalarla hükümdarlık yapan halifeler ve onlara dini araç yapacak ölçüde alçalan yalandan ve inançsız bilginler, tarihte her zaman rezil olmuşlar, rezil edilmişler ve hep cezalarını görmüşlerdir. Dini kendi tutkularına araç yapan hükümdarlar ve onlara yol gösteren hoca sanlı hainler hep bu sona düşmüşlerdir. .. Artık bu ulusun ne öyle hükümdarlar, ne öyle bilginler görmeğe katlanma gücü ve olanağı yoktur... Eğer onlara karşı benim kişisel tutumumu öğrenmek isterseniz, derim ki, ben bir kişi olarak onların düşmanıyım; onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız benim kişisel inancıma değil, o adım benim ulusumun yaşamıyla ilgili, o adım ulusumun yaşamına karşı bir kasıt, o adım ulusumun yüreğine gönderilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve benimle aynı düşüncedeki arkadaşlarımın yapacağı şey, kesinlikle ve kesinlikle o adımı atanı tepelemektir.
Kuşku yok ki arkadaşlar, ulus birçok özveri, birçok kan karşılığında en sonunda elde ettiği yaşam ilkesine kimseyi saldırtmayacaktır. Bugünkü hükümetin, Meclisin, yasaların, Anayasanın niteliği ve varlık nedenleri hep bundan ibarettir…
… Sizlere bunun da üstünde bir söz söyleyeyim: bir varsayım olarak, bunu sağlayacak Meclis olmasa, öyle olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma yalnız kalsam, yine tepeler, yine öldürürüm!"
Görüldüğü gibi Mustafa Kemal, ulusal egemenliğe yönelecek saldırıları önlemeyi öncelikle Hükümet, Meclis, bağımsız yargı, … gibi. Anayasa’yı ve yasaları uygulayacak kurum ve organlardan beklemektedir. Bunlar arasında ulusun bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de son kertede Cumhuriyeti koruma ve kollama ödevi olması doğaldır.
Bundan yalnız, ‘Benim partime oy vermeyenler patates dinindendir’,
‘Milli Görüş iktidarına geçiş bakalım kanlı mı, yoksa kansız mı olacak!’,
‘Millet istemiyorsa laiklik elbette yıkılacak’ … diyen.
Cumhuriyet, yani demokrasi düşmanları gocunur. Ama bu kurum ve organlar bu en temel ödevlerini yerine getirmez, dahası onların kimileri ulusal egemenlik ilkesini çiğnemeye kalkışacak olurlarsa, Cumhuriyet yine sahipsiz kalmayacaktır. Cumhuriyet’in Türk Geçliğine emanet edilmesi, baskı yönetimlerine karşı direnme hakkını kullanarak ulusal egemenlik düzenini koruması ve işletmesi içindir !!! Türkiye’de demokrasinin sağlıklı doğduğunu söylemesi için insanın ülke gerçeklerinden tümden habersiz olmaları gerekir. Türkiye’de parlamenter demokrasi, insanların ortak istemleri, dolayısıyla bu istemlerden kaynaklanan toplumsal mücadeleler sonucu değil, II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan ‘Soğuk Savaş’ koşullarında ABD’nin de dayatmasıyla, tek parti rejiminin merkez gücü olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin ‘icazeti’ ile parti örgütünde ve devlet katında üst düzey görevlerde bulunmuş CHP milletvekilleri Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan’ın girişimleriyle kurulan Demokrat Parti ile 1946 yılında hayata geçmiştir. Liderlerinin, partinin kuruluş döneminde ve iktidarının ilk aylarındaki söylemlerinin, CHP’nin tek parti rejiminin baskıcı yöntem ve uygulamalarından bunalan ve demokratik bir çıkış yolu arayan sol çevrelere de çekici geldiği bir gerçektir.
Bu dönemde, örneğin, sosyalist Zekeriya ve Sabiha Sertel’ler DP’yi desteklemişler, 1946 seçimlerinde sosyalist Mehmet Ali Aybar Bursa’da DP listesinin üçüncü sırasında bağımsız milletvekili adayı olmuş, Türkiye Sosyalist Partisi kurucusu Esat Adil Müstecaplıoğlu’ya da milletvekili adaylığı önerilmişti.
Fakat; TBMM’de Başbakan Adnan Menderes, kendisine bir soru yönelten CHP milletvekili Sadri Maksudi Arsel’e şu yanıtı verecektir: “Sayın hocam, müsterih olmanızı rica ederim. Irkçılığı biz solculuk gibi mutlaka mücadele edilip kökünden sökülüp atılması lazım gelen bir mesele, bir cereyan olarak kabul ediyor değiliz. Nihayet ırkçılık, bir fikrin, hissin dalaleti olabilir. Fakat solculuk böyle değildir. Biz solculuğu bugün memleketin aleyhine ve zararına çalışan kuvvetlerin ajanı olma manasına alıyoruz. Bunu bir fikir ve his kabul etmekten uzağız.”
Türkiye’de, “Demokrasiyi kuracağız” diye yola çıkanların sınıfsal kökenlerinin kafa yapısı budur. Bu kafada, ‘1952 Komünist Tevkifatı’na da, devlet eliyle düzenlenen ‘6-7 Eylül 1955 ırkçı yağma harekâtı’na da yer varken, demokratikleşme açılımlarına zerre kadar yer yoktur. 1940’ların, 1950’lerin ‘devlet eliyle bürokratik faşizm’i açısından Cumhuriyet Halk Partisi ne ise Demokrat Parti de odur. DP kazandığı 1957 seçimleriyle birlikte hızlı düşüşe geçmiştir. Düşüşünün başlıca nedeni, ilk iktidara geçtiği 1950 yılından itibaren topluma verdiği hiçbir sözü yerine getirmemiş olmasıdır. TBMM’deki ilk icraatı Çiftçiyi Topraklandırma Yasası’nı kaldırmak olmuştur. Buna rağmen kırsal kesim, siyasal hayattan silinene kadar DP’nin oy deposu olarak kalmıştır. Bunda, -ezanı yeniden Arapçalaştırmak, yasaklanan tarikatlara yol açmak gibi- din’i siyasete bir araç olarak kullanmasının önemli payı vardır.
27 Ekim 1957 günü yapılan genel seçimlerde Gaziantep’te oy sandıklarının DP’liler tarafından yakılması,
1959 Mayıs’ında CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün Uşak’ta başının bir DP’li tarafından atılan taşla yaralanması, aynı yılın 5 Mayıs’ında Yeşilköy Havaalanı’ndan İstanbul’a gitmekte olan İsmet İnönü’nün DP’li kalabalıklar tarafından yolunun kesilerek ölüm tehlikesi geçirmesi, 5 Nisan 1960 günü Kayseri’ye gitmekte olan İsmet İnönü’nün treninin durdurulmasını ve benzer birçok olay gibi.
1950'de Meclis kararı bile almadan Kore'ye ABD'li generaller komutasına asker gönderme kararı aldı ve gönderdi. 1350 civarında vatan evladı o antikomünist savaşta ABD'nin çıkarları için hayatını kaybetti.
1952'de Türkiye'yi NATO'ya sokarak Türk Ordusu'nu yine bu antikomünist savaş için kurulmuş bulunan askeri örgüte ve yine ABD'li generallerin komutasına verdi...
Yine ABD'nin emirleri doğrultusunda ve onun emperyalist çıkarları için, Sovyetler Birliği'ni güneyden kuşatma projesinin bir parçası olan ''Bağdat Paktı''nın (1955) ve Irak’ın çekilmesinden sonra “CENTO”nun kuruluşunda etkin rol oynadı.
Bağımsızlık savaşı veren Cezayir'e karşı sömürgeci Fransa'nın yanında yer aldı,
Birleşmiş Milletler'de.Yine AB-ABD'nin emirleri doğrultusunda ''Bağlantısızlar Hareketi''ni sabote etmeye çalıştı, Asya ve Afrika ülkelerinin örgütlediği Bandung Konferansı'nda, 1955'te. Süveyş Kanalı'nı millileştirmek isteyen Mısır'a karşı Batılı AB-ABD emperyalistlerinin yanında yer aldı.
Ekonomiyi çukura sokunca, Türk parasını yüzde 320 oranında devalüe etti. Kitlelerin hoşnutsuzluğunun giderek artması üzerine faşist saldırılarını, baskılarını iyice şiddetlendirdi.
Hikmet Kıvılcımlı önderliğindeki Vatan Partisi'nin -Gerçek TKP'nin son legal çıkışıydı- yöneticilerini bir gece ansızın derdest ederek Harbiye Zindanı'na tıktı. Bu zindan hücrelerinde, gün ışığı göstermeden iki yıl tuttu.Zaten 1951'de TKP'nin bir diğer kadrosunu zindanlara doldurmuştu.
Parababalarının sömürüsü ve talanları akıl almaz boyutlara ulaştı.
Vatan Cephesi komedyası da etkili olmuştur…
''Vatan Cephesi'' adlı uyduruk bir sözde ''cephe'' kurarak yandaşlarını oraya geçmeye, orada örgütlenmeye çağırdı. O yıllarda, devlet radyosu, haber bültenleri sonrasında ya da bültenlerin ardından, ''Bugün Vatan Cephesi'ne geçenler'' başlığı altında yüzlerce isim sayardı. O günün namuslu aydınlarının yaptığı araştırmaya göre, o sayılan isimlerin bir bölümünün hayali olduğu, bir bölümünün de mezar taşlarının üzerinde, ruhuna fatiha okunması istenen isimlerden oluştuğunu ortaya koymuştu...(Bakınız Axis 200 Büyük ansiklopedi, Cilt 12, Doğan Kitap)
Fakat açık bir diktatörlük kurumu olan Tahkikat Encümeni’nin kurulmasıyla birlikte İsmet İnönü’ye verilen ‘TBMM’nin 12 oturumuna katılmama cezası’, Ankara’da Ulus gazetesi ve Akis dergisinin, İstanbul’da Vatan, Akşam, Yeni Sabah ve Dünya gazeteleriyle Kim dergisinin, İzmir’de Demokrat İzmir ve Sabah Postası gazetelerinin kapatılarak sorumlu yazı işleri müdürleriyle gazetecilerin tutuklanmaları bardağı taşıran son damlalar olmuştu. Artık ne parlamenter demokrasiden ne de basın özgürlüğünden söz etmek olasıydı. Toplumun sabrı sonunda taşmış, 28/29 Nisan 1960 günlerinde Ankara ve İstanbul’da sokağa çıkan on binlerce öğrenciye geniş halk yığınları da katılmış, Türkiye kanlı bir çatışmasının eşiğine getirilmişti. 27 Mayıs 1960 müdahalesi kâğıt üzerinde de olsa parlamenter demokrasinin ortadan kaldırıldığı koşullarda gerçekleşmiştir. Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışları ile meşruluğunu yitirmiş bir iktidara karşı direnme hakkı kullanılarak 27 Mayıs 1960 Devrimi gerçekleştirilmişti. 27 Mayıs 1960 sabahı ve sonrasında sevinç gözyaşları içinde, coşkuyla sokağa dökülen halkımızın, baskıcı yönetimden kurtulmanın mutluluğu içinde günlerce gösterilerde bulunması, 27 Mayıs’ın halk tabanındaki desteğinin en belirgin kanıtıdır. 27 Mayıs sabahı radyoyu dinleyen halkımız, kısa bir süre sonra, sokaktaki askerlerle sarmaş dolaş olmuşlardı. Askeri araçların üzerine ellerinde bayraklarla gençler doluşmuştu. İnsanlar sokaklarda birbirileriyle kucaklaşıyordu. Bu görüntüler acı ve sıkıntılarının sona ereceğine inanan insanların kendiliğinden gelişen sevinç gösterileriydi. Ülkemize yeni bir aydınlanma dönemi açan 27 Mayıs 1960 Politik Devrimi.
Devrim; Toplum yapısında biriken çelişkilerin bir gün patlayışı sonucunda ortaya çıkan bir grubun yönetime el koymasıyla, devletin siyasal ve sosyal yapısında oluşan ani ve şiddetli değişiklikdir. Koşullar tamam olduğu zaman devrim kaçınılmaz olur. Her devrim, onu yapanlar kadar onun koşullarını hazırlayanların da eseridir. Odunun aşağıdan yukarıya doğru ve Mustafa Kemal devrimleriyle demokrasiye sahip çıkmak için giriştiği bu hareketi, tartışmasız bir “devrim” olarak tanımlamak gerekir. Bu işe soyunanlar eğer başarısız olsalardı, bunu hayatlarıyla öderlerdi. Ancak özellikle 1961 Anayasası başta olmak üzere getirdiği yeni ve çağdaş kurumlarla, özgür seçimlere gidilmesiyle ve bunların on yedi ay gibi çok kısa bir zaman içinde başarılmasıyla, 27 Mayıs tartışmasız bir “devrim” niteliğini kazanmıştır. Özünde toplumsal gelişmenin önünü açan bir güç taşıyan “devrim”, bir toplumdaki siyasal ve ekonomik kazanımın toplumun geniş kesimleri yararına hızla değişmesidir. Mustafa Kemal’in önderliğinde başarılan Ulusal Kurtuluş Savaşı ve bunu izleyen devrimler ile 27 Mayıs 1960 Devrimi, aynı doğrultuda birer siyasal dönüm noktasıdırlar. 1961 Anayasası’nın temelini oluşturan 27 Mayıs Devrimi gücünü, işcisiyle, köylüsüyle, gençliğiyle, tüm çalışanlarıyla, aydınıyla, ordusuyla tüm ulusundan almıştı. 16 Eylül 1960 tarihli ve 10605 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Milli Birlik Komitesi Direktifi” ve “Milli Birlik Komitesi’nin Memleket Meseleleri Hakkında Temel Görüşleri”, Milli Birlik Komitesi’nin programı gibidir ve hükümetin neler yapması gerektiğini anlatır. Bu belgelerde, Milli Birlik Komitesi her konuda bir politika saptanmasını öngörmüş ve bunları genel çizgileriyle açıklamıştır. Bu “Direktif” ve “Temel Görüşler” incelendiğinde, Milli Birlik Komitesi’nin toplumcu, sosyal adaletçi, eşitlikçi, devrimci, devletçi yanı ağır basan, destekleyen bir karma ekonomi modelini benimsediği görülür. Bunların hayata geçirilmesi, çıkarılan yeni yasalarla ivedilikle gerçekleştirilmiş, bir kısmı da yeni anayasaya konularak, uygulaması gelecek iktidarlara bırakılmıştır. Bu belgeler, 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin ve bu devrimi gerçekleştirenlerin tarihimizdeki saygın ve onurlu yerini saptayan, gurur verici kanıtıdır.
Yeni anayasa çalışmalarına katkı vermek üzere İstanbul’dan gelen yedi profesörün hazırladığı bildiride, siyasal yaşamda hep anımsanması gereken şu tümce yer almıştır: “Bir devlette, hükümet ve onu oluşturan siyasi iktidar, hukuka, adalete, ahlaka ve bütün halkın menfaatine dayanmalıdır.” 27 Mayıs’ın amacı şöyledir; “insan hak ve özgürlüklerini, ulusal dayanışmayı, toplumsal adaleti, bireyin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve güvence altına almayı olanaklı kılacak demokratik hukuk devletini bütün hukuksal ve sosyal temelleriyle kurmak.” 27 Mayıs Politik Devriminde, Devrimci, özgürlükçü, aydınlanmacı, ilerici ve çağdaş atılımlar yapılmış ve kurumlar oluşturulmuştur. 27 Mayıs 1960 Politik Devrimi’nin topluma kazandırdığı en büyük yapıt olan 1961 Anayasası ile laik devlet yapısına sosyal devlet ve hukuk devleti kavramları girmiştir. Dünyanın en ileri ve çağdaş anayasalarından olan 1961 Anayasası, insan hakları ve temel hak ve özgürlüklere üstün değer vererek, sosyal hukuk devleti ilkesini benimsemiştir. Bu çağdaş anayasanın, sosyal hukuk devleti içeriği, kişi hak ve özgürlüklerine ve toplumsal adalete dayalı niteliği daha sonraki yıllarda toplumsal, siyasal ve ekonomik yapıda geliştirilen köklü oluşumların dayanağı olmuştur. Demokratik yaşam yeni boyutlara ulaşmıştır. Basın ve düşünce özgürlüğü, toplumsal uyanışı hızlandırmıştır. Ülke sorunlarının açığa çıkarılıp eleştirilmesi, çözüm yollarının araştırılması yeni kuşakları bilinçlendirmiştir. Topluma dinamizm gelmiş ve böylece toplumun siyasal ve kültürel açıdan önünün açılmasını sağlanmıştır. Sosyalizm serbest bırakıldı. Suç olmaktan çıkartıldı. Hatta 27 Mayıs’ın lideri sevimli, babacan, asker babası Cemal Ağa yani Cemal Gürsel, 27 Mayıs’tan 32 gün sonra (29 Haziran 1960’ta)gazetecilere şöyle bir açıklama yapar: “Bir Sosyalist Parti’nin lüzumuna inanıyorum. Memlekette meselelerin halline yardımcı olacağını tahmin ediyorum.” 27 Mayıs, Sosyalizmi özgür kıldı… Sosyalist düşünce ve örgütlenmeyi… 1963’te Türkiye İşçi Partisi (TİP) kuruldu. Marksist klasikler Türkçeye çevrildi, geniş kitlelerce okundu, benimsendi… Sosyalist Gençlik, sosyalist aydınlar, işçiler yetişti. Sosyalist Güçler hızla gelişmeye başladı… 1963’te yeni demokrat bir İş Kanunu, buna uygun Grev ve Toplu Sözleşme Kanunları kabul edildi. Gerçek Sınıf Sendikacılığının yolu açıldı. İşçi Sınıfımız örgütlenme ve hak arama özgürlüğüne kavuştu. Bu çağdaş anayasa ile ülkemizde ilk kez Anayasa Mahkemesi kuruldu. Devlet Planlama Teşkilatı kuruldu. Yüksek Öğrenim ve Kredi Yurtlar Kurumu kuruldu. Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kuruldu. Devlet Personel Dairesi, Türk Standartları Enstitüsü, Basın İlan Kurumu, Ordu Yardımlaşma Kurumları kuruldu. Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Yasası’yla demokratik ve adil bir seçim sistemi uygulamaya konulmuştur. Yüksek Hakimler Kurulu kurulmuş, bağımsız yargı ve hakim güvencesini sağlayacak kurumlar oluşturulmuş, idare işlemlerine yargı yolu açılmış, emeğin kutsal değeri öne çıkarılarak, grev ve toplusözleşme hakkı kurumlaştırılmıştır. Basın-Fikir İşçileri Yasası’yla özgür basına ve özgür düşünceye güvence sağlanmış, TRT’ye özerklik sağlanmıştır. Üniversite 115 sayılı yasayla tam anlamıyla özerk yapılmış ve üniversite özerkliği 1961 Anayasası’na güvence olarak konulmuştur. İlköğretim ve Eğitim Yasası’yla yirmi yıl içinde binlerce ilkokul yapılmış, öğretmen yetiştirilmiştir. Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası’yla yirmi yılda az gelişmiş yörelerden başlanarak binlerce sağlık ocağı kurulmuştur. Gelir Vergisi Yasası’yla yeni düzenlemeler yapılarak, devlet gelirini arttırıcı önlemler alınmıştır. 17 aylık Milli Birlik Komitesi döneminde oluşturulan kurum ve kuruluşların, sağlanan etkinliklerin ve 1961 Anayasası’nın topluma, demokratik rejime ve ülke yönetimine sağladığı olumlu kazanımların, aradan geçen elli yıla karşın hala sürmesi ve yaşaması, 27 Mayıs Devrimi’nin tarihimizdeki onurlu yerini almasının kanıtıdır. 27 Mayıs’ın aydınlığını anlamak için, Anadolu’da başarılan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, Mustafa Kemal ve devrimlerini, tam bağımsızlığı, antiemperyalizmi ve ulusallığı özümsemek gerekir. Bunları özümsemeden, 27 Mayıs’ın aydınlığını anlamak olanaksızdır. Türkiye siyasi tarihinde 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin değerini bilmemek, havadaki oksijenin değerini bilmemeye benzer. Seçimle gelen siyasi iktidarın demokrasi dışı tutum ve davranışlarıyla diktatörlüğe giden yönetimine karşı bir tepki sonucu gerçekleşen 27 Mayıs 1960 ihtilali, ortaçağ karanlığına doğru yol aldığımız bu günlerde, oluşumu ile siyasilerin belleklerinde bulunmalı ve gereken derslerin çıkartılmasına katkı sağlamalıdır. Yoksa 27 Mayıs Devrimi’ni karalayarak, hem kendileri için, hem de ülkemiz için karanlık sonuçlara ulaşılabileceği göz önünde tutulmalıdır. Tarihte ışıltılı yerini alan 27 Mayıs Devrimi’ni karalamaya, emperyalist uşakların ve işbirlikçilerinin güçleri yetmeyecektir. 51. yılında hala 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin değerini anlayamayanlar ya da hiçbir şeyin farkında olmayan yüzeyseller, gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içine düşmeden uyanmalıdırlar, uyanmak zorundadırlar. Geçmişten alınacak derslerle, güzel ve aydınlık günlere doğru bilinçlenerek, Halk Kurtuluş Cephesinde örgütlenmeliyiz.
27 Mayıs, Birinci Kuvay-i milliye'nin, 12 Mart ve 12 Eylül Mandacılığın devamıdır!..
27 Mayıs Politik Devrimi,12 Mart ve 12 Eylül Faşist Darbeleriyle, akla kara, gündüzle gece, yerle gök, iyiyle kötü ve hayatla ölüm gibi zıttır-karşıttır. 27 Mayıs Politik Devrimi'yle bu CIA yapımı faşist darbeleri aynı kefeye koyanlar, ya gafildir ya hain!
27 mayıs politik devrimini 12 mart ve 12 eylül ile birlikte aynı katagoriye getirip darbe benzetmesi yapmak bu nedenle oldukça traji komik bir benzetmedir ama ille de bir benzerlik aranıyorsa, bu benzerlik 25 Nisan 1974 günü Portekiz’de, genç subaylar tarafından gerçekleştirilen ve ülkede demokrasinin yollarını açan ‘Karanfil Devrimi’ ile kurulabilir.
Kullanıcı küçük betizi
yaşar ali avcu
Üye
Üye
 
İletiler: 3
Kayıt: Cum May 27, 2011 15:45


Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x