Atatürk'ün Çocukları / Prof. Dr. Çetin YETKİN

Atatürk'ün Çocukları / Prof. Dr. Çetin YETKİN

İletigönderen Oğuz Kağan » Cmt Eki 06, 2012 15:03

Atatürk'ün Çocukları

Mutsuz bir evlilik... Bu da yetmezmiş gibi çocuk sahibi olamamak... Oysa o çocukları o kadar çok seviyordu ki!...

"-Bir çocuğum olsa idi, büyük sevinç duyacaktım. Milletime, benden sonra benim soyumdan, bana benzer bir çocuk bırakmayı çok isterdim. Profesör, bunun çıkar yolu yok mudur?"

Prof. Dr. Neşet Ömer'in (İrdelp) Atatürk'ün bu sorusuna verecek bir yanıtı yoktu. 1 

Bir çocuk sahibi olamamak hep bir sızıydı yüreğinde. Bu acısını hiç gizlenmeyecekti de. Bir baloda Asaf İlbay, on altı yaşındaki kızını Atatürk'le tanıştırdığında yine nasıl da açığa vurmuştu bu acısını:

"-Asaf ile bir mahallenin çocuğuyuz. Belki aynı yaştayız da. Demek ben de vaktiyle evlenmiş olsaydım, on altı yaşında bir çocuğum olacaktı!..."

Gözleri yaşarmıştı.

Ama Asaf İlbay'in eşi atılacaktı hemen:

"-Paşam, bütün millet sizin çocuklarınızdır."

"-Doğru, işte ben de bununla avunuyorum..."


Yaşamının bir gerçeği de bu olacaktı hep: Başkalarının çocuklarını sevmek, okşamak, kendi çocuğuymuşçasına bağrına basmak... Böylece avutacaktı kendini.

"-Belki benim çocuğum olmadığında bir gizli neden vardır. Çok sevdiğim bir tayımın ölümünden o kadar duygulanmıştım ki, günlerce acısını unutamadım, yemek yiyemedim. Ya çocuğumu kaybetmiş olsaydım, ne olurdum bilemem..." 2 

Kendi çocuğu olmaması karşısında, olsaydı ama onu kaybetseydim bu acıya dayanamazdım, iyi ki olmadı, diyecek kadar çocuk sevgisi ile dopdoluydu.

Bu duygular içinde, gittiği her yerde gördüğü, karşılaştığı çocukları sevecek, kollayıp gözetecek, olanakları bulunmayanları alıp okutacak, çevresinden, evinden çocukları hiç eksik etmeyecekti.

"-Öpeyim mi?"

Atatürk, bu soruyu bir düğünden ayrılırken gördüğü yedi sekiz yaşındaki bir kız çocuğunun anne ve babasına soruyor, kızı öpebilmek için onlardan izin istiyordu.

Çocuğu iki eliyle kaldıracak, öpecek ve usulca yere bırakacaktı. Ama çocuk karşılıksız bırakmak istemeyecekti bu sevgiyi:

"-Ben de öpeyim, ne olursunuz Atatürk, ben de sizi öpeyim!"

Çocuğu yeniden kucaklayan Atatürk'ün gözleri nemli... 3 

Bir akşam da İstanbul'da Park Otel'de müşteriler arasında bulunan bir subayın dokuz on yaşlarında oğlu gözlerini dikmiş hep Atatürk'e bakıyor. Atatürk'ün dikkatini çekecek bu dirençli bakışlar. Çağıracak çocuğu yanına:

"-Büyüyünce ne olacaksın?"

"-Atatürk olacağım!"


Bu sözün ödülü, Atatürk'ün yelek cebinden çıkarıp verdiği platin saat...

"-Büyüyünce kullanırsın." 4 

Bu, 15 Mayıs 1922'de, düşmanın yaptığı zulmü dile getiren şiiri okuyan altı yaşındaki Gültekin'e cebinden çıkarıp verdiği altın saatten 5  bu yana çocuklara armağan ettiği kaçıncı saat acaba?

Ama onun çocuklara asıl armağanı, onları alıp okutmak olacak. Bursa'nın Demirtaş köyünden İbrahim bunlardan biri. Atatürk, 4 Ocak 1931'de Bursa'ya geldiğinde İbrahim kalabalığı yarmaya çalışarak bağıracak:

"-Gazi Baba, dur!..."

Seslenen, üstü başı nerdeyse çullar içinde, yoksul bir köylü çocuğu...

"-... dur, sana diyeceğim var!..."

Atatürk bu. Bir çocuk ona seslenir de dinlemez olur mu?

"-Beni burada bırakma. Memlekette mektep yok. Nereye başvurdumsa almadılar. Sen benim babamsın. Sana evlât olayım."

İbrahim artık Gazi Babası'nın korumasında ve okullu... 6 

Mustafa ise Yalova'nın bir köyünden. Atatürk, Baltacı Çiftliği'nin oralarda atla gezintiye çıktığı bir gün rastlayacaktı ona. Sığırtmaçlık yapıyordu. Beti benzi sapsarı, sıska ve sıtmadan karnı şiş.

Atatürk, duracak ve Mustafa'ya yol soracak, bu arada biraz da konuşacak, durumunu soruşturacak. 10 lira verecek Mustafa'ya, ama o almayacak. Büyük para. Ama bu parayı hak edecek bir şey yapmış değildi ki... Atatürk üsteleyince parayı bu kere alacak ama karşılığında kuşağının içinden çıkardığı birkaç cevizi verecek.

Mustafa da artık Atatürk'ün koruması altında. Ama önce hastahaneye yatırılması gerekiyor. Çünkü adamakıllı hasta.

Mustafa hastahanede yattığı sırada Atatürk ziyaret edecek onu.

Mustafa, Kuleli Askerî Lisesi öğrencisi, arkasından Harp Okulu, Türk ordusunda subay. 7 

Mustafa, 1938 yılının Kasım'ında Dolmabahçe Sarayı'nda Atatürk'ün katafalka konulmuş naşı önünde sırtında üniforması ile selâm duracak.

Sabiha da Atatürk'ün alıp okutacağı, büyüteceği çocuklardan biriydi. Soyadı yasası çıktığında ona "Gökçen" soyadını veren de o olacaktı.

Sabiha Gökçen: Türkiye'nin ilk kadın pilotu, ilk kadın askeri!...

Sabiha'nın annesi de, babası da ölmüştü. Kimi zaman ağabeyisinin, kimi zaman ablasının yanında kalıyor, ama onlara yük olduğu düşüncesiyle kıvranıyordu. Ah bir yatılı okula kapağı atabilse! Ama nasıl? Ablasına, ağabeyisine, onları kırarım korkusuyla bu isteğini açamıyordu. Kendisi de yol yordam bilmiyordu ki? Olsa olsa onu Gazi Paşa kurtarabilirdi!... Ve 10 yıllık yaşamında ilk kez talih kendisine gülecekti: 1925 yılının o ilkbahannda Gazi Mustafa Kemal Paşa, Bursa'daydı ve şu işe bakın ki kaldıkları evin hemen yanıbaşındaki köşkte konaklayacaktı!...

Ah ona bir ulaşabilse, derdini anlatabilse!...

Kendisi anlatsın bize Gazi Paşa'yı ilk kez nasıl gördüğünü, onun "manevî evlâdı" olmak yolunda ilk adımını nasıl attığını:

"İşte yine bahçede dolaşıyor, çiçekleri seviyor, onları kokluyor, onlarla konuşuyor... Çiçek seven, doğayı seven insanlar çok ince ruhlu olurlarmış... Kuşku yok ki Gazi Paşa da ince ruhlu, soylu bir insan. O halde niçin ağabeyimin beni köşke götürmesini bekleyelim? Bundan daha iyi fırsat olur mu? Bizim evle Gazi Paşa'nın konakladığı köşk arasında küçücük bir tabii çitten başka bir şey yoktu.. Bütün mesele cesaretimi toplayarak o çiti aşabilmekti. Bunu yapmalıydım... Çocukken de cesur bir kızdım. Öyle olur olmaz şeylerden korkmaz, öyle olur olmaz şeylerden kaçmazdım.

Göz açıp kapayıncaya kadar merdivenlerden inip dışarıya çıkarak çiti aşıverdim. Bunu yaparken yüreğimin yerinden fırlayacakmışçasına çarptığını hissediyorum... Ama artık olan olmuş, ok yaydan fırlamıştı. Dönüşü yoktu bu yolun. Birden etrafımı üç muhafız çeviriverdi. Daha fazla ileri gitmeme engel oldular...."


Ne ki Sabiha vaz geçecek bir çocuk değildi. Muhafızlara direnecek, Gazi Paşa'yı görmek için ısrar edecekti:

"-İki yıldır yolunu gözlüyorum Gazi Paşa'nın... Şimdi elini öpeceğim, başka zaman istemem... Geri dönmeyeceğim..."

Muhafızlarla aralarındaki bu konuşma sürerken Sabiha'nın sesi de perde perde yükseliyordu.

"-...Geri dönmeyeceğim!"

"Bunu söylerken gözlerim Gazi Paşa'yı aramıştı. Dediğim gibi o da bize bakıyordu. Savaş kartalının yüzü bir peygamber yüzü kadar yumuşak ve cana yakındı. Eliyle muhafızlarına beni bırakmalarını işaret etti. İşte önümdeki setler, engeller yıkılmıştı nihayet... Şimdi ne yapacaktım? Dizlerimin bağı çözülüyordu... Heyecandan bütün vücudumun titrediğini hissediyordum. Gazi Paşa beni bekliyordu çiçeklerin arasında.

Durumu hissetmiş olacak ki, yumuşacık, kadife gibi, son derece içtenlikli bir sesle:

'Gel bakalım çocuğum! Diye seslendi. 'Madem beni görmek istiyordun, niçin orada duruyorsun?"
 8 

Dünyanın ilk kadın savaş pilotunun öyküsü o gün işte böyle başlayacaktı.

Gazi, tüm yaşamı boyunca kimsesiz, çaresiz çocuklara kol kanat germiş bir insan:

"Yolda 12 yaşında Ömer adlı bir öksüz çocuk gördüm. Bunu yanıma aldım. Bu görülünce daha 3 tane daha böyle anası babası ölmüş yetimler getirdiler; onlara da para vermekte iktifa ettim."

Bu satırlar onun hatıra defterinden. Daha 16 Kasım 1916'da Bitlis'e giderken yazmış. 2 Aralık 1916'da yine defterine düştüğü nottan bu kere İhsan adında bir çocuğu da koruması altına aldığını anlıyoruz. 9 

Atatürk, Cumhurbaşkanı olduktan sonra daha birçok çocuğu okutacak, bunlardan kimileri Çankaya Köşkü'nün konukları da olacak.

Çocukları korumasına almak, manevî evlâdları olarak görmek, yetiştirmek bir "tutku"ydu onda. 10 

Ama bu çocuklar arasında biri vardı ki, Atatürk'ün Öz çocuğundan farksızdı. Atatürk, onunla çocuk özlemini giderecek, çocuk sahibi olma duygusunu tadacaktı. Onu kendi yanında tutacaktı hep, gezilerinde birlikte olacaklardı. Hastalandığında,

"-Ne yaparsanız yapın kurtarın bu çocuğu, eğer ölecek olursa yaşayamam ben!..." 11  diyecek kadar sevecek, bağlanacaktı ona.

"Ülkü" idi çocuğun adı.

O, Atatürk'ün ülküsüydü.

ATATÜRK'ÜN ÜLKÜSÜ

O, bütün çocukları severdi ama, bir kız çocuğunun, Ülkü'sünün onun kalbinde yeri bambaşka olacaktı. Onu o denli sevecek, öylesine bağlanacaktı ki ona, bir keresinde Ülkü hastalandığında, biraz önce tanık olduğumuz üzere, yüreği acıyla titreyerek doktorlara şöyle diyecekti:

"-Bu çocuğa bir şey olursa ben yaşayamam, ne yaparsanız yapın kurtarın onu!"

Ülkü'nün hastalığı tifo idi ve doktorlar onun yanına girip çıkmasını istemiyorlardı ama Atatürk'e söz dinletmek ne mümkün! Ülkü, Dolmabahçe Sarayı'nda tedavi görüyordu, Atatürk ise o sıralar Florya'da kalmaktaydı. Fakat Ülkü'nün hastalığı boyunca "gece gündüz" otomobiline atlayacak ve onu görmeye gidecekti.

Kendi sağlığını, yaşamını tehlikeye atacak kadar sevmişti bu küçük kız çocuğunu.

Yıllar sonra, 2004 yılının Nisan ayında Ülkü, Atatürk'ün kendisini nasıl bağrına bastığını şöyle anlatacaktır:

"Annemi Atatürk'ün annesi büyütmüş ve Atatürk de annemi evlendirmiş. Sonra benim ismimi doğmadan Ülkü olarak koymuş ve dokuz aylıkken ilk defa Atatürk'le karşılaşmışım. Bakın, Atatürk'ün çocuk sevgisi burada çok mühim. Dokuz aylık ben onun kucağına annem elini öperken atlıyorum, onu öpmeğe başlıyorum. O kadar içinde çocuk sevgisi var ki, o kadar hassaslaşıyor ki, hemen saatini çıkarıp kulağıma koyuyor. Ben onun daha çok hoşuna gidiyorum. Sonra annem beni çekiyor. Eee tabi Atatürk gidecek. Bu kez ben Atatürk'ün boynuna sarılıp ağlamaya başlıyorum. Ondan ayrılmak istemiyorum. Şimdi bu, Atatürk'e korkunç bir çocuk sevgisi hissettiriyor. Çankaya Köşkü'ne gidiyor işi bitince, gece bir türlü uyuyamıyor. Kalkıyor gece 12'de araba yollatıyor ve beni annemle beraber Çankaya Köşkü'ne aldırıyor. Benimle oynuyor. O günden sonra işte benden bir daha ayrılmadı. Atatürk bütün çocukları çok seviyordu ama bütün bu sevgiyi bende giderdi.'" 12 

Atatürk, Ülkü biraz daha büyüyünce onu bütünüyle yanına alacak ve ölünceye değin ondan ayrılmayacaktı. Oydu Atatürk'ün yalnızlığını bir parça olsun azaltan. Neşe kaynağı idi onun için.

Ülkü, Atatürk'ün saçlarını çekiyor, burnuna yapışıyor, yüzüne o minik elleriyle vuruyor. Atatürk kahkahalar atıyor ve sanki kendini korumaya çalışıyor. Atatürk'ün gözleri sevinçten, mutluluktan ışıl ışıl. O sıra Hasan Rıza Soyak odaya girecek onları bu halde görecek.

"-Çocukluk ne güzel şey... Çocuklar ne sevimli, ne tatlı yaratıklar değil mi? En çok hoşuma giden halleri nedir bilir misin? Riyakârlık bilmemeleri, bütün istek ve duygularını içlerinden geldiği gibi açıklamaları..." 13 

Ülkü'yü şımartacaktı da. O,

"-Atatürk'üm seni özledim, gel yanıma!" der demez, işini gücünü bırakıp onun yanına koşacaktı. Hatta bir keresinde Dolmabahçe Sarayı'nın yemek salonunda konuklan varken, Ülkü, koridorun başından:

"Atatürk'üm, gel çabuk gel. Gelmezsen tepinirim, yerlere yatarım!" diye bağırıp çağırmaya başlayınca, Atatürk, sofradan kalkacak, onun yanı giderek kucağma alıp sofraya getirecek ve yanına oturtacaktı. 14 

Ülkü'nün tüm istekleri yerine getirilmeliydi. Bunlar çocukça da, saçma sapan da olsa! Olanaksız olduğunda ise Atatürk, derinden üzülecekti. 15 

Atatürk'ün anlayışlılığı, inceliği, duygusallığı, Ülkü söz konusu olunca daha bir somut ve yalın olarak saydamlaşıyordu. Önce Ülküsü'nden dinleyelim:

"Bir gün Atatürk'ün uyanmasını bekliyordum. Atatürk, biliyorsunuz, çok şık bir insandı. Tabi şıklığın baş unsurlarından biri de temizlik. Orada, kapının önünde papuçları duruyordu, hepsi gıcır gıcır boyanmış, yanında da boyalar. Ben çok aceleci, çok yaramaz bir çocuktum. Bu ara siyah bir pabucu aldım bir de aceleden kahverengi boyayı almışım ve bir güzel boyamaya başladım... Atatürk uyanmış arkamdan bana bakıyor... Atatürkçüğüm, dedim, ben yanlışlıkla siyah pabucu kahverengiye boyadım. Atatürk şöyle bir durdu ve sonra dedi ki,

-Ülkü, evet sen yanlış bir şey yapmışsın ama demek ki sen boyayı çok seviyorsun, o zaman ben sana boya kitapları alacağım içi boş olanlardan. Hemen o kalemlerden aldırdı bana renkli renkli.

-Her gün bana bir sayfa boyayacaksın ve ben dikkat edeceğim, ama katiyen dışarı kaçırmayacaksın, dedi."


Ülkü Adatepe, bu anısını anlattıktan sonra ekliyor:

"Geçen gün Dolmabahçe Sarayı'nı gezdiğimiz zaman o kalemleri buldum." 16 

Sabahları Atatürk'ün uyanma vakti gelip de kalkmazsa onun odasına girerek uyandırabilecek tek kişi Ülkü'ydü. O yüzden de zaman zaman o koca devlet adamlarının, bu gibi durumlarda Ülkü'yü öne sürdükleri, onun arkasına gizlendikleri olurdu:

"-Çok uyudun Atatürkçüğüm, haydi kalk!..." 17 

Ülkü'nün Atatürk'e olan sevgisi ve bağlılığı da hiç de yapmacık değildi. Çocuk kalbinin tüm içtenliğiyle sevmişti onu. Bir gerçeği de kavramış olmalıydı küçük Ülkü: Atatürk'tü en büyük, en yüce olan. Bir gün Atatürk'ün uşağı Cemal Efendi, Ülkü ile şakalaşırken,

"-Ben büyük adamım." dediğinde hemen şu soruyla karşılaşacaktı:

"-Atatürk'ten de mi?"

Cemal Efendi, Ülkü'ye takılmak isteyecekti:

"-Tabii, o benden sonra gelir."

Ülkü, Cemal Efendi'nin şaka yaptığını anlayamayacak kadar küçüktü. Ayaklarını yere vurup ter ter tepinerek,

"-Söyliiicem, işte söyliiicem!" diye bağıra bağıra Atatürk'ün yanına koşacaktı. 18 

Atatürk, yataktan kalkamayacak kadar hastalığı ağırlaştığında da, artık beş buçuk yaşına gelmiş olan Ülkü'yü hemen her gün yanına çağırtacak, hiç olmazsa beş on dakika onunla birlikte olacaktı.

Atatürk, girdiği ilk komadan çıkınca Ülkü'nün yine yanına gelmesini isteyecek ve ona son kez seslenecekti:

"-Ülkü, Ankara'ya babanın yanına gideceksin, beni orada bekleyeceksin ve 29 Ekim'den evvel ben geleceğim." 19 

Atatürk, öldüğünde, Ülkü'nün yanında olmasını istemiyordu... 20 


 1  ASAF İBAY'dan K.ARIBURNU: ...Anılar; s.85.
 2  A.y.,s.86.
 3  M.A.AĞAKAY: s.38-39.
 4  N.KAL:s.l08.
 5  İ.H.SEVÜK: s.90.
 6  M.ÖNDER: Atatürk'üm Yurt Gezileri; s.109-110.
 7  KILIÇ ALİ: s.91-92; C.GRANDA: s.98-100.
 8  S.GÖKÇEN: s.16-17,20-21.
 9  Ş.TURAN: s.625-626.
 10  A.y.,s.626.
 11  CEVAT ABBAS GÜRER'den N.A.BANOĞLU: s. 142: C.GRANDA: s.321
 12  BARIŞ YETKİN: "Kızı Ülkü Anlatıyor. Atatürk, Çocuk Ve 23 Nisan": Yeniden Anadolu Ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk, Mayıs 2004, sayı 68, s.16.
 13  H.R.SOYAK: CII, s.60.
 14  C.GRANDA: s.319.
 15  N.A.BANOĞLU: Nükte Ve....; s.140.
 16  B.YETKİN:s.l8.
 17  C.GRANDA: s.320; Cevat Abbas Gürer'den N.A.BANOĞLU: Nükte Ve...; s.141.
 18  C.GRANDA: s.322.
 19  B.YETKİN: s.18-19.
 20  Kılıç Ali'nin şu sözlerini burada anmadan geçmek istemiyorum: "Atatürk'ün ölümünden sonra, Atatürk'ün candan sevdiği bu çocuğa da az mı eziyetler çektirmek istediler! Adeta çocuktan bir hınç çıkarıyorlarmış gibi sağlıklarında kendi elleriyle döşediği ve Ülkü'ye tahsis ettiği evin eşyalarını birtakım bahanelerle geriye almak, vaktiyle adeta lalalık ettikleri yavrucağı eşyasız, kuru tahta üzerinde bırakmak için az mı gayret harcamışlardı? Arkadaşım zavallı Hasan Rıza neler çekmiş, ne kadar uğraşmıştı?" KILIÇ ALİ: s.90-91.


Kaynak: Prof. Dr. Çetin YETKİN - ATATÜRK: BEN DE BİR İNSANIM
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Çetin YETKİN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x