“AYIPTIR!”

“AYIPTIR!”

İletigönderen Feza Tiryaki » Prş Şub 15, 2018 19:05

“AYIPTIR!”


“Bugün 14 Şubat Sevgililer Günü...” diye yazısına başlamış Yılmaz Özdil, dört yıl önce.

Yazı bilgiağında “İnternet haber”de böyle tanıtılmış:

“Günün anlam ve önemine uygun bir yazı kaleme alan Hürriyet Gazetesi yazarı, Mustafa Kemal'in Sofya'da sevdiği kızla ilgili hikayesini yazdı.”

Tanıtıma yazmışlar:

“Özdil, Mustafa Kemal'in Sofya'daki aşkına ilişkin yıllar sonra söylediği sözü de satırlarına not düştü:

"...Ankara’da Bulgar Kooperatif Tiyatrosu’nun oyuncularıyla sohbet ederken, “gençliğimi bıraktım Sofya’da” dedi... “Bir kız sevdim ama, bana vermediler...”

Yıllar sonra Ankara’da demişmiş bunları Atatürk. Kim duymuş? Kimden alıntı bu söz?

“Bir kız sevdim ama, bana vermediler...” Bu tarz, bu kadar sıradan bir sözü var mı Atamızın? Gençliğe, Gençliğe Hitabe’yi okuyan, her sözü özlü söz değerindeki yüce Önder bu kadar basit konuşacak ha? Biz de inanacağız. Acıların çocuğu Emrah’la bir karıştırma var sanki. Cumhuriyet kurucumuz, başkomutanımız, devrimlerin yapıcısı, bir ulusun tarihten yeniden doğmasını sağlayan kişi, mahallemizdeki oğlanlar gibi, “bir kız sevdim vermediler” diyecek, yüksek rütbeli bir Türk subayı olarak Bulgar generalinden kız almayı düşünecek, onunla aile kuracak, en büyük devrimini yapacağı, zamanı geldiğinde yabancı diller boyunduruğundan kurtaracağı Türkçesini bırakıp, evinde anlaşma dili olarak başka dil, yani ortak bildikleri Fransızcayı konuşacak. Cumhurbaşkanlığında kendisiyle röportaj yapmak isteyen Fransız gazeteciyle bile, onurundan, çok iyi bildiği Fransızcayla konuşmayan, çevirmen kullanan, diline, ulusuna sevdalı Atatürk... Bunları tasarladığını varsayacağız biz de, yazılanlara bakarak. Kendini askeri okula gittiğinden beri vatanına adayan Atatürk 1914’te daha yolun başında, 32 yaşın, olgun yaşın doruğundayken, Çanakkale Savaşı’ndan önce, yolundan sapmayı düşünebilecek ve buna da yıllar sonra hayıflanacak... Pişmanlık duyacak. Hem de kim için? Bir Bulgar (Slav) kızı için. Bu senaryonun akla uyan bir yanı var mı?

Bu evlilik niye olmamış, bu da açıklaması yazarın:

“Çünkü, Miti’nin babası Bulgar Çarı’nın has adamlarındandı, savaş kahramanı generaldi, savunma bakanlığı da yapmıştı. Böyle bir adamın kızıyla, bir Türk, olacak iş değildi. Bizimkinin ise, umurunda bile değildi.”

“Bizimki ?” Atatürk. Bu durum umurunda değil. Generalinse umurunda. Neden ki? Neden umurunda olmasın? Bir genç Türk askeri (binbaşı) askeri ataşe olarak görev yaptığı ülkede eğlenceye dalacak (?), üstelik Balkan Savaşı’nın düşman komutanının kızıyla evlenmek isteyecek, hem de büyük hayalleri olan, çocukluğundan beri gerçeklerle boğuşan, çok okuyan, çok bilen, çok deneyimli, sorumluluk sahibi bir genç asker bunun olası sonuçlarına aldırmayacak.

Yazının tanıtımı bile taraflı. “Büyük Aşk” adını koyvermişler uydurulan saçma öyküye. “İşte o öykü” bile denmiyor, ne deniyor?

“İşte Yılmaz Özdil'in kaleminden o büyük aşkın hikayesi...” “Acaba?” demek, baştan yasaklanmış.

Yakıştırma, benzetme, laf olsun torba dolsun bir takım dedikodulardan öykü çıkarmak. Gerçekmiş gibi de anlatmak. Hem de en gerekmez günlerde, en gereksiz öykü, en gereksiz sözlerle...

Yazı; “Zımba gibi delikanlı.” diye başlıyor. Kim? Atatürk. Zımba delik açan alet, delici demek. Yazının başlığı, “Sevgili”.

Dün yine gündemdeydi, dostun düşmanın dilindeydi bu yazı:

*
“Zımba gibi delikanlı.
Sofya’da o sırada.
Görev icabı.
Henüz yeni taşınmış, pek arkadaşı yok, Bulgaria pastanesine tek başına oturuyor, etrafı tanımaya çalışıyor, akşamları operaya filan gidiyordu.
Gene böyle bir şubat günü...
Şehir Kulübü’ne davet edildi. İşte orada tanıştılar. Adı, Dimitrina’ydı. Kısaca, Miti diyorlardı. Çok güzeldi. İsviçre’de müzik eğitimi görmüştü, üç lisan biliyordu. Sosyetenin en gözde bekârıydı. E fonda da Mavi Tuna valsi çalıyordu.
Bizimki hiç tereddüt etmedi, salonu ortadan kılıçla ikiye böler gibi yürüdü, yanına gitti, 'bu dansı bana lütfeder misiniz?' dedi. Şimşekler çakan kıskanç bakışlar eşliğinde, piste çıktılar. Herkes mırıl mırıl onlar hakkında konuşuyor, onlar ise hiç konuşmuyor, birbirlerine gülümseyen gözlerle bakarak, dans ediyorlardı. İlk görüşte aşk derler ya, öyle olmuştu.”


(Kim görmüş? Filmini mi çekmişler fotoğrafı mı var bunun? Diyelim bazı kişiler, genç Askeri Ataşe’nin çok büyük bir devlet adamı olacağını, çağın gidişini değiştireceğini sezinlediler, bu durumu hafızalarına resmettiler, olmaz ya, oldu diyelim. Dans edenler birbirlerine bakmazlar da nereye bakarlar? Her dans eden dans ettiğine aşık mı olur? İlk görüşte aşk derken? Bu bir köşe yazısı mı, yoksa bir romandan alıntı mı? Yine Atatürk’ün adı burada da, “bizimki.”)

“Ertesi gün... Bizzat Miti’nin annesi tarafından, evlerine, çaya davet edildi bizimki...”

(Yine “bizimki. Kaçıncı kez. TDK’de bizimki sözünün buradaki anlamı da şu: “Zamir, alay. Yakın çevremizde olan bir kimseden söz ederken kullanılan bir söz.”)

“Bu davet, gençlerin görüşmesine resmi izin manasına geliyordu. Buluşmaya başladılar. Borisova parkında dolaşıyorlar, buz pateni yapıyorlar, tiyatroya gidiyorlardı.

Önce dedikodular başladı, sonra tatsızlıklar... Çünkü, Miti’nin babası Bulgar Çarı’nın has adamlarındandı, savaş kahramanı generaldi, savunma bakanlığı da yapmıştı. Böyle bir adamın kızıyla, bir Türk, olacak iş değildi. Bizimkinin ise, umurunda bile değildi. Askeri Kulüp’te tertiplenen baloda denk getirdi, inadına, Çar’ın önünde dans etti Miti’yle...”


(Burada “inadına Çar’ın önünde dans etti Miti’yle “sözü ipe sapa gelmiyor. İnadına dans olur mu? Dans ediyorsa ediyordur. Türk askeri dünyaya böyle mi meydan okur? Atatürk böyle mi meydan okudu yedi düvele? Dans ederek mi?)

“Ele güne meydan okudu.
Hemen ardından da, evlenelim dedi. Miti düşünmedi bile, evet dedi. Gel gör ki, iki gönül bir olmuştu ama, general seyran olmamıştı. Mahalle baskısı, dayanılacak gibi değildi.”

(İki dünya bir araya gelse bizi burada yazanlara inandıramaz. Aynı yazısını Halk Arenası’nda TV’de - yanında Uğur Dündar - okurken, yazının burasında bazı iddialara göre evlilik aşamasına geldikleri... diyor yazar. İddia, gerçekmiş gibi anlatılır mı? Vatansever, dâhi bir asker, işin başında, ulusunun ona ihtiyacı varken; basit dürtülere yenilecek, tüm geçmişini, geleceğini silerek sıradan erkeğin, iradesi zayıf erkeğin davranışıyla, yabancı kadına tutulan, dilini dinini ailesini yurdunu, töresini bir yabancı için gözden çıkaranlarla aynı yoldan gidecek... Yakıştırma öykü, tıpkı Can Dündar’ın filmleri tadında. Buğulu ses de katmışlar bu yazının bir yayınına. Atatürk dans ederken bir resmini koymuşlar. Fransızca bir şiir, neymiş sözlerini Atatürk Türkçeye çevirmişmiş, fonda Fransızca şarkı, Fikret Kızılok aralarda Atatürk’ün yerine konuşuyor, Atatürk’ün sesiyle hiçbir ilgisi olmayan bu ses, sosyetik bir şaşkının sesiyle bir şeyler diyor: “Sofya’da hayat güzel geçiyordu. Zaman bizim zamanımızı bekliyordu... Bir gün... “ Burada bir köylünün (Bulgar) pastaneye gelişi, devrimci sözleri Atatürkün bundan etkilenmesi, falan... Sonra yine kız masalı, aman kanmayan kalmasın: “Dimitrina, onunla sık sık dans ederdik. Ondan çok hoşlanırdım...”

(Romantiklik tavan yapıyor, ne meraklıymış bazıları “Türk ulusunun dokunulmazlarını” böyle meze yapmaya... Orada diyorlar ki, bu videoyu dinlerken bu yazıyı okuyun, çok daha etkili oluyor.)

“Aldı bizimkini karşısına, 'bu evlilik mümkün değil, bundan sonra kızımla görüşmezseniz iyi olur' dedi. Dünya, bizimkinin başına yıkıldı. Haftası geçmeden, Miti’yi apar topar bir başkasıyla, bir mühendisle nişanladılar. Bizimki nişanı duydu, daha fena yıkıldı. Zaten görev süresi de bitmişti, o öfkeyle topladı bavulları, İstanbul’a döndü. Halbuki, nişan mişan yoktu. Miti bir başkasıyla evlenmeyi reddetmiş, parmağına zorla takılan yüzüğü fırlatıp atmıştı.”

(Yine iki kez daha, Atatürk’ün adı, “bizimki.” “Aldı bizimkini karşısına, 'bu evlilik mümkün değil, bundan sonra kızımla görüşmezseniz iyi olur' dedi.” Kim dedi? General. General gururlu, aklı başında. Aldı karşısına demek, birine kızmak, haddini bildirmek. Haddi bildirilen yüce önderimiz. Üstelik dünya başına yıkılıyormuş. Neden ki? Azarlanmaktan mı? Bulgar kızının aşkından mı? Bu benzetmeler yakışıyor mu? Ettiyse dans etmiştir gençken Atamız, tabii edecek, ilgi gösterdiyse kızlara, tabii gösterecek, kime ne? Neden bunu sevgiymiş gibi anlatıp algıları bulandırıyorlar. Yayında Uğur Dündar soruyor:

“Atatürk’ün sevmeye vakti olabilmiş mi? Yedi yaşında evinden çıkan, bir daha da evine dönmeyen biri...” Tam burada yazı okunmaya başlanıyor. Soru sevgi üzerine. Sevgi, özveriyle bağlılık. Yanıtı, gelmiş geçmiş bir iki görüşmeye, gelip gitmeye, dansa, belki de beğeniye sevgi adını verme. Sevgi bu mudur?
Bundan sonraki yorum en yakışmayanı.)

“Maalesef, bizimkinin bundan haberi yoktu.
Ömrü boyunca yaptığı...
Tek hataydı.”


( Yine bizimki. Ömrü boyunca yaptığı tek hataydı sözü ise bu yazının en hatalı yeri. Diyelim ki, bir şeyler gerçekten oldu bitti. Bu kimseyi ilgilendirmez, bize Atatürk’ü anlatmaz. O’nun ülkemiz için yaptıkları bizi ilgilendirir, bıraktığı eserleri, ulusumuza kazandırdıkları... Demek bir yabancı kızla, hele hele bir Slav’la evlenmemesi tek hatasıymış Atatürk’ün. Bu nasıl bir benzetmedir, yargıdır, nedir, bilen söylesin? Böyle bir şey olsaydı, Kurtuluş Savaşımızın başkomutanı, yöneteni, başlatanı olur muydu yüce Atatürk, yoksa pek çok örneği gibi, destanlarımızın anlattığı gibi, yabancı kadın tarihimizin tüm yönünü değiştirtir, ulusumuzu tutsak mı ettirirdi yabancılara.)

“Kızı alıp, gitmeliydi.
Yapamadı.”

(İşte bunu kimse diyemez. Atatürk için “yapamadı” diyemez. Uyduruk bir öykü için, Atatürk’ün bu üstün özelliği, her istediğini başarması küçümsetilemez.)

“Miti’den sonra, hayatına 19 kadın daha girdi. Nafile.
Asla mutlu olamadı. Asla.”


(Burada ben utandım bu sözlerden. Yüce Önderimizden böyle söz edilmesinden. Sayılar falan ne oluyor? Ne anlatıyorsunuz? Kime neden anlatıyorsunuz? Kim oturdu saydı? Halk Arenası’nda, “Benim tesbitlerime göre 19 kişi...” diyor yazar. Hem bu çok özel durumlar kimi neden ilgilendirsin. Bir ulusun en kutlu kişisi hakkında böyle söylenirse adı ayağa düşmez mi?)

“Unutamadı. Hatta, seneler sonra, Ankara’da Bulgar Kooperatif Tiyatrosu’nun oyuncularıyla sohbet ederken, “gençliğimi bıraktım Sofya’da” dedi...
“Bir kız sevdim ama, bana vermediler...”

(Yazının bundan sonrası eski Yeşilçam filmlerinin kötü bir kopyası. Hani kız verem olur, ölürken gerçeği söyler, bütün sinema, ellerde mendil gözyaşına boğulur ya, masal öyle kurgulanmış.)

“Miti desen...
18 yaşındaydı, 30 yaşına kadar bekledi. Ha bugün bir mektup gelir, ha yarın kendisi çıkagelir, bekledi, evlenmedi. Maalesef gelmedi. Ailesinin artık yeter baskısıyla, bir avukatla evlenmeyi kabul etti. Saygılı ama, sevgisiz bir evlilikti. İki kızı oldu. Kalbindeki boşluğu evlatlarıyla doldurmaya gayret etti. Taa ki, 1966’nın 7 Ağustos gecesine kadar... Ağır hastaydı, zor konuşuyordu, başında bekleyen kız kardeşi Olga’ya mırıldandı.
“Biliyor musun” dedi, “rüyamda onu gördüm, galiba nihayet Mustafa Kemal’e kavuşuyorum...”


*
Aile, sonradan bu söylentilerden yararlanmak için olmalı, kitap bile yazmış. Görüşülüyordu, dost olmuştuk ailece demişler. Yazar, “Miti’nin ailesinin yazdığı kitap bunlara somut delil, diyebiliyor Halk Arenası’nda. Tek taraflı bir anlatı delil sayılır mı? Neden Atatürk, eğer böyle bir şey varsa, ulusuna anlatmamış... Sofya’da geçen ataşelik günleri, ömrünü vatanına bağışlamış, hiç yaşamamış Atamızın tek eğlenceli günleriymiş demek. Hiç mi yüreğiniz sızlamaz. O günler böyle mi anılmalı: “Askeri ataşe bunlarla uğraşıyor: Davetler, ziyafetler, akşam yemekleri...” böyle deniyor Halk Arenası’nda.

Yine yazar, Arena’da, “ Kızı alıp gitmesi belki daha iyi olabilirdi.” diyor. Yazının sonu da böyle: “... galiba nihayet Mustafa Kemal’e kavuşuyorum...”

Sözün burasında, TV yayınının yapıldığı salondan alkış kopuyor. Ne acı...

Diyelim ki 74 yaşındaki kadıncağızın ölüm döşeğinde, gözü önünden tüm ömrü geçerken, kardeşine Mustafa Kemal’i rüyamda gördüm demişmiş, ne var bunda? Hemen bir öykü daha düzmek: “Mustafa Kemal’e kavuşacağım.” dedi.

Bu yazıyı “Atatürk’ün Bulgar Aşkı” diye tanıtan tanıtana, videosuna da “Atatürk’ün kalbindeki ukte aşkı “yazmışlar. “Ukde” insanın içine dert olan şey, demek.

Hem yalanın kuyruklusuna bakın. Kadın evlenmiş, çocukları olmuş, bir iyice yaşlanmış, ölürken, hem de Olga’ya - adlar da iyi seçilmiş, özellikle belirtiliyor olmalı- zor konuşarak bunları diyor. Yüce Önderimize kavuşacak. Bin yılın en büyük devlet adamına, Türk kadınlarını yücelten yükselten büyük adama, çoluklu çocuklu, torunlu bir Bulgar kadını kavuşacak. Neden diye sormalı? Neden? Yine sormalı, buna aklınız yattı mı? Bu kadıncağız tımarhanelik bir deli değilse, böyle diyerek ölmez. Deliyse dediklerine değer verilmez. Anlatanların uydurmasıysa, ispatı yoksa zaten inanılmaz. Şarkıdaki gibi, “Daha önceleri neredeydiniz?” diye sormazlar mı adama? Şahitler yaşarken neden konuşmadınız?

Türk Ulusu’nun yüce Atatürk’ü böyle uydurulmuş bir öykünün içine sokulmaz, sokulsa da böyle herkese ulaşacak şekilde gazete köşelerinde, TV’lerde, salonlarda “Atatürk’ü tanıtma, öğretme adına” böyle sözlerle, tanımlamalarla anlatılmaz. Hem de Cumhuriyetimiz çatırdarken, din devletine doğru savrulurken, Atatürk’ü sevmeyenler korunur kollanır, her gün Atatürk devrimlerine, Atatürk’ün eserlerine saldırılırken, gün onların günüyken, okullarda Atatürk devrimleri artık öğretilmezken, Atatürkçüyüm diyen bir gazeteci böyle bir düşüncesizlik edemez.

Düşmanlara koz verilmez!

İşin gerçek boyutu, bizlerin anlatması gereken gerçekler ise şöyle:

Balkan Savaşlarından sonra Mustafa Kemal, Ekim 1913’te Sofya’ya askeri ateşe göreviyle gitmiş. Bir yıl sonra (1914) rütbesi yarbaylığa yükseltilmiş. Oradan, 1915 yılı Ocak ayında, Birinci Dünya Savaşı başlayınca, cepheye gidebilmek için aktif görev isteyerek ayrılmıştır. İlk ataması Tekirdag’daki 19'uncu Tümen Komutanlığı’nadır. Sofya’da da, ateşelik görevini yaparken boş durmamış, Türklerle toplantılarda buluşmuş, Bulgaristan’ın o günkü durumunu, kültürel, ekonomik, sosyal yaşamını, Bulgar halkının, nasıl ulusal bilinç kazandığını gözlemlemiş, araştırmış, bu arada Fransızcasını ilerletmiştir.

“ Sevgili”, “Atatürk’ün Bulgar Aşkı”, “Sofya’da Aşk Başkadır!” sloganlarıyla Atatürk’ün o günleri anlatılamaz.
Ayıptır!

Feza Tiryaki, 15 Şubat 2018
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 986
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

cron

x