AYNA

AYNA

İletigönderen Seçkin ERGÜN » Cmt Kas 19, 2011 0:04

Hayata Sevgili’nin gözleriyle baktığımızda, aynı mahrumiyeti paylaşmak adına ayna yüzümüze değil, bahçedeki çınara çeviririz. Ve her çınar ömrünü bir direniş gibi yaşar. . .

Birer birer terk ettik . . . Oysa birazcık savunulmayı, sahiplenmeyi hak ediyorlardı. Tüm sözcükleri, kelimeleri, ve onlara anlam katan değerlerimizi birer birer terk ettik.

İlk “milli iradeyi” terk ettik. Onlar, insan olma vasıflarını törpüleyecek kadar içlerindeki kinin esiri olup Cumhuriyete saldırırken bahane olarak her “milli irade” dediklerinde biz biraz daha terk ettik. Şimdilerde pişmanlık gözyaşları döken Can Dündar gibilerin gazete ve televizyondan “değiştiler, artık Milli Görüşçü değiller” yaygarasının estirdiği rüzgarın sandığa yansımasına “milli irade” denmediğini bile bile vazgeçtik. Her detay düşünülerek, bizzat ABD topraklarına kurulup satılmış medya ve ulusal çıkar gözetmekten son derece yoksun sermaye sınıfımızın açıkça taraf olduğu AKP ile diğerlerinin rekabet etme gücü olmadığını bildiğimiz halde terk ettik. Şimdi kim “milli irade” dese anında karşı taraf durumuna düşüyor.

Neyle karşı karşıya olduğumuzu çoğumuzun bildiğine emin değilim. Geçmiş dönemde karşılaştığımız İran’ın rejim ithal etme oyunları, Rumların şımarık ve küstahça saldırganlıkları, Suriye’nin el altından teröristlere verdiği desteğin çok ötesinde bir güçle karşı karşıyayız. Bu öyle bir güç ki hem çok sabırsız, hem sınır tanımıyor. Libya’da olanlar ve Kaddafi’nin linç görüntüleri ortada. Arap Baharı denen şeyin sınırların yeniden dizaynı ve sömürüden sıkılan emperyalistlerin artık sömürmek değil, sahiplenmek, el koymak olduğu artık çok açık.

Yaşanılan olayların ardından yaşanılan süreç bu gücün eni-boyu hakkında fikir veriyor. Mesela, 40 yıllık siyasetçi Deniz Baykal sesini dahi çıkaramadan, mücadele edemeden çekilmek zorunda kaldı. O video kaydı montaj değil gerçek dahi olsa bunu avantaja çevirecek siyasi beceri Baykal’da yeterince vardı. Ama yapamadı, yapmadı, teşebbüs dahi etmedi. Boyun eğip kenara çekildi. Maskenin ardındaki gerçek yüz O’nu çok korkutmuş olmalı.

Sadece Baykal’ı suçlamak yanlış olur. Anayasa mahkemesi üyeleri de aynı güce teslim oldu. AKP’nin rejim alehtarı bir parti olduğunu ilan etmelerine rağmen kapatma kararı alamaması bunun en somut göstergesi. Ankara sokaklarında MİT ve polis tarafından alenen taciz edilen Osman Paksüt’ün eşine yapılanlar Sicilya usulü mafya yönteminden daha beterdi. Bu olay fidye için sıkıştırılan aileye durumun ciddiyetini göstermek için rehinenin parmağını kesip göndermekten farksızdı. İşe de yaradı. AKP kapatılamadı. . .

Siyasi partiler ve yargıdan sonra Genel Kurmay Başkanları da aynı itaati fazlasıyla gösterdi. Silivri’de yaşanan hukuksuzluk istense en baştan engellenebilirdi. Genel Kurmay başkanı Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ “özelikle bu iş için atandığı belli olan ve böylesine saçma, maksatlı kurgudan ibaret bir iddianame yazabilen bir savcıya silah arkadaşlarımı teslim etmem” deseydi hiçbir polis ve savcı gidip lojmanlarda o subayları tutuklayamazdı. Büyükanıt ve Başbuğ Komutanı oldukları orduya karşı açıkça ve ısrarla “orduya karşı savaş var, saldırı altındayız” deyip de hiçbir savunma, karşı hamle düzeni almayan komutanlar olarak tarihe geçecekler.

Milli irade falan hikaye. Hangi ülke olursa olsun, ordunun komuta kademesi ne öngörüyorsa ülkenin gidişatı o yönde oluyor.
Mısır da, Tahir meydanındaki kalabalık beklenen etkiyi yapmayınca demokrasi ! adına ABD’nin açıkça görevlendirdiği Mısır Ordusunun alanen darbe yapması bunun birinci örneği.

Mısır’da durum böyle. Ya Libya’da? Ordunun yüksek rütbeli subayları ABD ve NATO’nun paralı askerleri durumundaki isyancıların! tarafına geçmeseydi, direniş, isyan başlamadan biterdi. Şimdi de Suriye ordusu çatırdamaya, yönünü emperyalistlere dönmeye başladı. Ordu ne taraftaysa, galip de, haklı da o taraftır. Son dönem Genel Kurmay Başkanlarımızın demokratikleşiyoruz yalanıyla AKP’nin değirmenine nasıl su taşıdıkları daha yeni yeni anlaşılıyor. 2007 seçimlerinde ufukta CHP-MHP koalisyonu görülüyorken Yaşar Büyükanıt’ın gece yarısı muhtırası AKP nin oylarını tavan yaptırdı. Bu açıkça ülkenin gidişatına emperyalistlerin lehine müdaheleydi. AKP’nin saldırıları karşısında tek güvence olarak gördüğümüz ordu yıpranmasın diye bunları görmezden gelip sineye çektik.

Bizim gibi ülkelerde tüm ordu değil ama komuta kademesi ABD’nin görevlendirdiği, atadığı hükümetleri ABD adına denetleyip hizaya çeken bir birim konumunda. Çok mu ağır oldu? Bakalım olmuş mu. Varlık amacı ve başlıca görevi Türkiye Cumhuriyetinin toprak bütünlüğünü koruyup Atatürk İlkeleriyle donatılmış Cumhuriyete sahip çıkmak olan Türk Ordusu AKP hükümetinin devamına üç günden fazla müsamaha gösteriyorsa, ya görevini savsaklıyordur, ya da aynı noktanın emrindedir. “Bölücü terör örgütü” tanımıyla PKK’ya karşı silahlı mücadele veren ordunun paşaları, PKK ile işbirliği içinde olduğu artık ayyuka çıkan ve aynı amaca hizmet ettiği kesinleşen AKP’den emir alıyor oluşunu nasıl açıklayacağız? Bölücü ve yıkıcı faaliyetler sadece PKK adı altında yapılınca mı terör ve düşman sınıfına giriyor? Geçmişte parti birleşmeleri olmuştu. 1995 ‘de CHP ile SHP birleşmesi gibi yarın Abdullah Öcalan ve Tayyip Erdoğan AKP çatısı altında birleşme kararı alsalar (fiilen zaten birleştiler) PKK legalleşip terör örgütü olmaktan çıkacak mı?

Galiba konuyu dağıttık. Kelimeleri terk etmemizden bahsediyorduk. Diğerleri için detaylı yazmaya gerek yok. PKK ile işbirliğine “demokratik açılım” dendiğinden beri demokrasiden de vazgeçtik. Oysa biz bunun için ne kurbanlar verip ne acılar yaşamıştık. Çağdaş her ülkenin demokrasi dendi mi kıstas alacağı sendikal haklar, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü gibi değerler hiç ağza alınmazken tarikatçıların ve ayrılıkçı Kürtlerin her talebi bu kılıfı sokulunca “demokrasi”yi de kurban vermek zorunda kaldık.

Bu aşamadan sonra her şey daha kolay. Artık BDP’liler açıkça PKK’dan taraf olduklarını eylem ve söylemleriyle gösteriyor. AKP Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığını saklama gereği duymayıp, zaferden emin komutan rehavetinde. CHP’de “Ulusalcılar” kurtulup arınması gereken hastalıklı kişiler olarak görünmeye başlandı. Sayıları 20 yi bulan milletvekili CHP’li. Sadece onlar Atatürk ve değerlerine sımsıkı bağlı. Diğerleri Yeni-CHP milletvekili. Tunceli’ye Dersim deyip Atatürk’ü faşistlikle suçlayanlardan.
Bulanık sular durulmaya, çamurla su ayrışmaya başlıyor. Yarı aydınlıktan kör karanlığa giriyoruz. Kör karanlıkta insan ne göremediğini de bilmez. Bu durumda yapılacak tek şey, aynayı çınara çevirmek.
Kullanıcı küçük betizi
Seçkin ERGÜN
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 58
Kayıt: Pzt Tem 04, 2011 22:01

Şu dizine dön: Seçkin ERGÜN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x