Basını hiç sevmediler -13- / Macit SOYDAN

Basını hiç sevmediler -13- / Macit SOYDAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Prş Şub 11, 2010 6:30

Basını hiç sevmediler -13-

Menderes’in çabalarına muhalif basın itibar etmedi

DP, her ne kadar ‘yanlı basın’ oluşturmaya çalışsa da Menderes’in, zaman zaman basın patronlarıyla sürdürdüğü iyi ilişkiler, iktidarda kalmasına yetmedi.

İktidardan Yassıada’ya uzanan DP’nin iktidar sürecine bakıldığında basının bu süreçteki konumu bir hayli farklı olarak karşımıza çıkmaktadır. DP’nin basına yaklaşımındaki inişli çıkışlı ve çelişkili dönem basın organlarının siyasal hayat içerisindeki dengelere yaklaşımını da farklı hale getirmiştir. Bu yaklaşımların en basit örneği, DP’nin iktidara gelmesi sürecinde basının desteği bir hayli fazlayken, 27 Mayıs sürecine gelindiğinde durum tam tersi bir havaya dönmüştür. Bu nedenle dönemin Türk Basını bugün bile hala basın kuruluşlarının arasında tartışma yaratan darbe basını suçlamalarıyla karşı karşıya kalmıştır. İşte o günkü bu dengesiz ve çelişkili tutumlar günümüze kadar uzanacak tutarsız yaklaşımların da bir anlamda önünü açmıştır.


Basın, verilen vaatleri bekledi

DP’nin 14 Mayıs 1950 tarihinde iktidara gelmesinde basının büyük desteği oldu. Bunun nedenleri arasında toplumsal muhalefet zemininin yanında bir faktör olarak basının tek parti yönetimi içerisindeki durumu da olmuştur. Türkiye’de 27 yıl devam eden tek parti iktidarı zamanında da basın üzerindeki baskı günün şartları içerisinde varlığını sürdürmüştür. Dünya konjonktürünün değişmesiyle birlikte Türkiye’ye de tek partili parlamenter demokrasi dar gelmeye başladı. Bu dönemde CHP yanlısı olmayan basın tek parti yönetiminin değişmesinde etkili bir rol oynadı. Basın o dönemde demokratik hayata geçiş sürecinde atılan adımları destekledi. Hatta DP programının hazırlanmasında basın mensuplarının da önemli bir katkısı oldu. DP iktidarının ardından basın kendisine verilen vaatleri bekledi. Menderes iktidarının ilk yıllarında Basın Kanunu, basın mensuplarının da katkılarıyla çıkarıldı. Bundan sonraki dönemde CHP’nin siyasal muhalefetine, basın da destek vermeye başlayınca basın özgürlüklerinin sınırlandırılmasına yönelik politikaların devreye sokulması, hükümeti eleştiren gazetecilerin basın mahkemelerinde yargılanmaları, DP-basın ilişkilerini temelinden sarstı.


Gazete patronlarıyla toplantılar

DP iktidarı bu süreçte her ne kadar kendi yanlısı basın oluşturmaya çalışsa da muhalif basın daha da güçlendi.. Başbakan Adnan Menderes’in zaman zaman basın patronlarıyla sürdürdüğü toplantılar ve iyi ilişkiler yeterli olmadı. O dönemde iktidar-muhalefet ilişkileri öylesine gerilmişti ki, Tahkikat Komisyonu’nun araştıracağı konuların başında CHP ile basın geliyordu. Buradan da anlaşılacağı üzere DP iktidarı döneminin algılama biçimleri günümüzde etkisini gösterecekti. ANAP’lı yıllarda TRT eleştirileri nasıl ki iktidar partilerinin eleştirileri noktasında odaklanıyorsa, ANAP buna karşı çıkış yapıyorsa, bugün de basın üzerinden yapılan polemikler ve basının toplumsal gerilimlerin bir parçası haline getirilmek istenmesi tarihimizin o günkü mirası gibi durmaktadır.


Demokrasi sarhoşu

DP döneminde özgürlüklerin önü göreceli olarak açılsa da bunun bedeli çok geçmeden anlaşıldı. Bu bedel ABD’ye daha çok yaklaşmaktı. Bugün geriye dönüp bakıldığında anlaşılmakta ki DP, yazı dizisinin başından beri altını çizdiğimiz seçilmişlik meşruiyetini tek parti olarak algıladı. Tek parti döneminden yeni çıkan genç Türkiye Cumhuriyeti’nin özlediği çok partili hayat, demokrasi adına tek partili hayata dönüşmeye başlamıştı. Yani DP iktidarları tam anlamıyla demokrasi sarhoşu olmuştu. Bunun da ötesinde DP iktidarları sözünü ettiğimiz kırılmalara hazır değildi. Tercih NATO ve ABD’den yana olabilirdi, ancak DP bunun yanında iç politikaya dönük olarak ne yapacaktı ? Kendi parti programı ve politikaları neydi ? Her şeyden önce kutuplaşmaya başlayan dünyada tercih kullanırken, ideolojik olarak buna hazır bir parti miydi?


Aba altından sopa gösterildi

DP iktidarı nasıl kendi eline sunulduğunun farkına varamadıysa, bunun da farkına varamadı. Bunun yerine kendi iktidarını güçlendirecek önlemler alarak Türkiye’yi idare etme yolunu seçti. Bunun böyle olamayacağını söyleyenlere ise, her olanağı kullanarak aba altından sopa gösterdi. Bir müddet sonra sopa da yetmeyince, gerçek anlamda demokratik şiddet uygulamaya başladı. Saldırılar, baskılar, yayın yasakları havada uçuşmaya başladı. Bu uygulamalar, her ne kadar DP iktidarlarının iktidar olmaya hazır olduğunu gösterir uygulamalar olarak karşımıza çıksa da ileriki yıllarda Türkiye’ye devredilecek ağır bir mirastı. Kutuplaşma hastalığı maalesef yine o yıllarda başlamıştı. Türk toplumunun iki kutba ayrılması demokrasinin gereği olarak algılanıyordu.


DP’nin sonu farklı olur muydu?

Türkiye’nin en önemli siyasi dönemeçlerinden biri olarak kabul edilen DP iktidarları döneminin bir ihtilalle sona ermesinde yasakların etkisinin olduğunu söyleyen uzmanların sayısı bir hayli fazla. Eğer yasaklar olmasaydı DP iktidarının seyri daha değişik olabilir miydi? Elbette bu soru tartışmaya açık. Tek parti döneminden bu yana yaşanan basın üzerinde yasaklar DP döneminde de sürdü. DP basın politikalarını dış politikaya ve muhalefete göre ayarlayınca ipler gerildi. Basın bir anlamda susturulmak istendi. Demokrasilerde dördüncü kuvvet olarak kabul edilen basın yürütmenin bir kolu olarak düşünülmek istendi. Aslında yaşanan sorun Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş şartları ile çok partili hayata geçiş sürecinde yaşanan farklılıktı.


Kırılma noktası oluşturdu

Bu farklılığın anlamı devrimleri toplumsal katmana yaymak amacıyla ortaya çıkan tek parti dönemiyle, farklı seslerin siyasal hayata yansımaya başladığı dönem arasındaki farkın tam olarak içselleştirilememesinden kaynaklanıyordu. Bu nokta bir anlamda Cumhuriyet tarihi açısından da bir kırılma noktası oluşturdu. Bugün de içinden geçtiğimiz süreçte basın dördüncü kuvvet olarak bir mesafe olarak algılanmamaya başlandı. Eleştiren basın, yandaş basın tartışmalarını beraberinde getirdi. DP’nin kendi basını kurma çabaları aynı zamanda bugüne yansıyan bir gelenek oldu. Aradaki fark sansür uygulamalarının ekonomik boyuta taşınması olarak özetlenebilir. Yani artık devlet eliyle uygulanan bir sansür olmasa da, ekonomik yardımlar konusunda sansür boyutuna varan yaptırımların oluşmasından kaynaklanıyor. Bu noktada tartışılması gereken konuların başında da bu kırılma noktası geliyor. Türk basını içerisinde sansür bir anlamda liberal kapitalist sistemin Türkiye’ye yansıdığı ölçüde evrim geçirdi.


Türkiye’nin temel paradigmaları

Liberal parlamenter demokrasi, liberal serbest piyasa koşulları gibi kavramlar Türkiye’nin temel paradigmaları yapılmak istenirken, basın da bunlardan nasibini aldı. Basın kuruluşlarının yapısal değişiklikleri gazeteler üzerindeki baskıların da farklı boyutlara taşınmasını beraberinde getirdi. DP iktidarlarının başbakanı Menderes gibi, Cumhuriyet tarihimizin iktidarlarının başbakanları bazen siyaset ve yönetim işlerini bir kenara bırakıp basına eleştiriler üzerinden karşıt fikirleri hizaya sokmaya çalıştı. Bu maalesef Demokrat Parti dönemlerinin tarihsel süreç içerisinde siyasete kazandırdıkları bir yöntem olarak tarihimize geçti. Burada “Daha farklı olabilir miydi?” sorusu elbette sorulacaktır.


Muhalefet-iktidar savaşı giderek hızlandı

İstiklal Savaşı’nın Galip Hoca’sı ve Atatürk’ün yakın arkadaşı Celal Bayar, Yassıada duruşmalarından sonra idamdan yaşı sebebiyle kurtulmuştu.

Demokrat Parti iktidarının, özellikle son yıllarına doğru toplumun iki kutba ayrılması muhalefet-iktidar savaşına hız verdi. Türkiye’nin, Türk toplumunun farklı sesleri olabileceğini bir müddet sonra kimse kabul etmemeye başladı. Muhalefet yapmak deyimi de daha önce belirttiğimiz gibi o dönemin mirası olarak kalacaktı. İşin kolayı çabuk bulundu. Basın her şeyin çıban başıydı. Yazmak en büyük suç olarak sunulmaya başladı. Yazılmasaydı sorunlar büyümezdi mantığı kurtuluş yolu olarak görüldü. Siz istediniz, biz de yaparız, mantığı tek parti diktatörlüğü olarak uygulanmaya başlandı, ancak kimse bugünlerde onu fark etmedi. Demokrasilerin tek sesinin genel başkanlar olduğu yanılgısı bugüne kadar gelen bir hastalık oldu. Genel Başkanlara yaranmak adına basına bile saldırılar oluyordu. Millet demokrasiyi böyle algılamaya başlamıştı. Sözlü şiddet arttıkça, parlamenter demokrasi rayından çıkmaya başlasa da bu kimsenin umurunda değildi. Bir kere seçildim, diyen DP iktidarının sonsuzluğunu yaşamak istedi. Olmadı. İşte bu Türkiye’de farklı siyasal görüşlerin iktidara gelmesiyle birlikte uygulanan ilk politika oldu. Yöntemler değişti, zihniyet değişmedi. Bugün de demokrasimizin en büyük hastalığı olan bu yaklaşım, bir dönem tartışılamaz oldu. DP iktidarları dönemindeyse neredeyse vatan hainliği noktasına geliyordu.


Toprak ağası Başbakan

Bu anlayış basına yasakları körüklemesinin yanında toplumun değişiminin de belirleyicisi olmak istedi. Türkiye’de yavaş yavaş sermaye birikimi oluşmaya başlamıştı. Kentsel dönüşüm gerçekleşiyordu. Toprak ağaları yerini aslında burjuvalara bırakacaktı. Ancak hem Türkiye’nin iç dinamikleri, hem de dış gelişmeler açısından bu dönüşüm sancılı bir süreci beraberinde getirdi. Toprak ağası fikrini bir türlü DP iktidarları döneminde teknolojik üretime geçiremedi. Böyle olunca da toprak ağalarının yeni değerleri üretim araçlarının mülkiyetini belirledi. Kentlerde sadece bir ara sınıf olarak işçiler ve çalışanlar var oldu. İşte bu tablo içerisinde demokrasinin yönünü seçmek istenildiği gibi olmayacaktı. Sonuçta bir toprak ağası Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanıydı. Üretim ilişkileri içerisinde oluşan sınıf anlayışından çok, benim toprağımdan beslenen insanlar algılaması ekonomik gelişmelerin temeline oturdu. Böylelikle bir türlü beklenen çalışma hayatı, fikir özgürlükleri gelişemedi. DP iktidarlarının basın algılamasına bu temelden baktığımız zaman elbette uygulamaların temelinde yatan anlayışı anlamak mümkün. Kent ve kırsal kesim arayışına sıkışmış bu iktidarlar dönemi bu kadar sosyal eksiklik içerisinde Türkiye’yi liberal demokrasiye taşıyamadı. Taşıyamadığı gibi, demokrasiyi seçilmişliğin meşruiyetine dayalı kendi uygulamalarının dayatılması olarak algıladı. Sonuçta demokrasi adına yapılan sadece iktidar uygulamalarının meşrulaştırılması, bunlara karşı çıkanların ise yine bu noktada yasaklanması oldu.

YARIN: ANAVATAN PARTİSİ


Macit SOYDAN, YENİÇAĞ, 11 Şubat 2010
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Basını Hiç Sevmediler - Macit SOYDAN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x