Ben İlan Ediyorum: Bu Yıl, ATTİLÂ İLHAN Yılı! / Banu AVAR

Banu AVAR haftalık yazıları ile yaşanan gelişmelere, gündeme ışık tutuyor.

Ben İlan Ediyorum: Bu Yıl, ATTİLÂ İLHAN Yılı! / Banu AVAR

İletigönderen Türk-Kan » Cum Eki 01, 2010 18:53

Ben İlan Ediyorum: Bu Yıl, ATTİLÂ İLHAN Yılı!

Onunla yüzyüze konuşamayalı 5 yıl oldu! Bu 5 yılda en çok düşündüğüm, en çok okuduğum yazar oydu.

Ben tek değilim, biliyorum. Madem kimse yeltenmeyecek, bu yılı Attilâ İlhan Yılı ilan ediyorum.

Ne üniversiteler, ne yayınevleri, ne gazeteci, ne yazar örgütleri bir hazırlık yapmadı. Yapıldıysa da duyurulmadı. 10 ekim Pazar günü Attilâ İlhan’ı ebediyete uğurlayışımızın 5. yılı!

* * *
Ne zaman durumu yorumlamakta zorlansam kitaplarına başvurdum. Yeni baskılarını aldığım halde, çizilmekten sayfaları örselenmiş, kıvrık kenarlı, aralarında notlu ilk baskıyı elime alır, bir dostla buluşmanın heyecanıyla okurum. Faşizmin Ayak Sesleri, Batının Deli Gömleği, Hangi Küreselleşme, Sosyalizm, Asıl Şimdi, ve hiç yanımdan ayırmadığım HANGİ ATATÜRK.

Ya Batının Deli Gömleği... Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu, ‘aynen deli gömleği giydirilmiş, akıllı bir adamın, çırpınışını’ olarak tanımlayışı….

Müthiş yorum gücüne, olaylara bakışındaki sadeliğe ve mütevazi, halkla kucaklaşmış kişiliğine özlemim had safhada.

* * *
Bizi bırakıp gideli 5 yıl oldu. 10 Ekim 2005’de Tuyap kitap fuarında saatlerce sevenleriyle buluştuktan sonra, o gece Belgin Sarmaşık ve Çolpan ablanın (İlhan) kollarında ebediyete gitti.

Adını silmeye ve onu ‘aşk şairi’ne indirgemeye çalışacaklarını adı gibi biliyordu. Son yıllarda, düşünce kitaplarının üstünün ‘örtüleceği’nden sözediyordu.

2004 yılında, önce TV 8’deki görevi bitirildi. Ardından, TRT’de 10 yıldır yayınlanan, Zaman İçinde Yolculuk adlı programına sonverildi. Ölümünden bir ay önce Cumhuriyet gazetesindeki köşesi de kaldırıldı.

Bilgi yayınevinde, editörlüğünü yaptığı ve ‘sağ’dan ve sol’dan en güvendiği isimlerin yazılarından oluşan BİR MİLLET UYANIYOR! dizi kitap yayınını başlattı. Seçtiği isimler arasında Arslan Bulut, Mehmet Perinçek, Sadi Somuncuoğlu, Cüneyt Akalın gibi farklı düşünceden vatanseverler vardı. Ölümünden sonra, yayınevi, onun aklına bile gelmeyecek isimlerle diziye devam etti.

1 numaralı kitaptaki 34 sayfalık önsözü, tüm bilgilerinin damıtılmış bir özetidir. Ve herkesin bu özeti, her satırında düşünerek okuması gereklidir.

Geçtiğimiz 5 yıl içinde, ne adına yakışır yaygınlıkta ve görkemde bir ‘anma’ yapıldı, ne de TUYAP gibi, kuruluşlar onur konuklarını seçerken Attilâ İlhan’ı hatırladı. Anlı şanlı, her köşe ve ekranı işgal eden ‘karşıtları’ O, ölene kadar bekleyip, onun kitap isimlerinin başına ‘AMA’ ekleyerek, göya yazdıklarını ‘çürütmeye’ tevessül ediyorlardı.

Söylemedikleri üzerine yapıştırılmaya çalışıldı… Ama ortada dev gibi kitapları vardı. Yüzlerce söyleşisi vardı. Binlerce makalesi vardı… Ve tam istediği yerde, halkın kalbinde, köylerde kentlerde, en umulmadık yerlerde sevgiyle sahip çıkılmaktaydı…

Adına gençlik sahip çıktı. Her üniversitede kitaplarını okuyan gençler katlanarak arttı.

İnternet sitelerinde en çok okunan yine onun yazıları en çok seyredilen onun konuşmalarıydı.

Umarım bu yıl geniş bir anma faaliyeti ile yazdıkları bir kez daha daha geniş yığınlara aktarılır. İstanbul TUYAP’ta olmazsa, ADANA; BURSA, hatta en çok yakışan da İZMİR kitap fuarlarında özel bir faaliyet dizisi onun adına hazırlanır. BUNUN İÇİN SEVENLERİ ÖZEL BİR ÇABA HARCAMALIDIR.

Ayrıca, her ilde Attilâ İlhan Yılı faaliyetleri düzenlenmeli, gençler, onun fikirlerini anlatan aydınlarla buluşturulmalıdır. Bu faaliyet tüm yıla yayılmalı ve hatta düzenli olarak ‘Attilâ İlhan düşünce grupları’ halk arasında yaygınlaştırılmalıdır.

Attilâ İlhan ancak böyle anılır…

O bu milletin sevdalısıydı. Ve 80 yıllık ömründe, müthiş bir disiplinle, bu millet için çalıştı. Onun yolunda ona layık olacak şekilde çalışanların sayısı hiç de az değildir. Bu yol Mustafa Kemâl Atatürk’ün yoludur.

Bu yolda, vatanını ve milletini sevmeyen, aşağılayan, başka milletleri üstün gören, onlara biat eden, İslamı maske yaparak ya da Batının mason mahfillerine BAĞLI çeşitli CEMAATLERE siftinen kişilere yer yoktur. Batının elinde oyuncak olup, ‘evrensel hak hukuk’ palavrasıyla ülkesinin bölünmesine alkış tutanlara yer yoktur.

Tam bağımsızlıkçı, kendine güvenen, milletinden başka merci tanımayanların ışıklı yolunda koca bir ışık huzmesi daha koyarak uzaklara gitmiştir, Attilâ İlhan! Ve en zor zamanda satırlar arasında gözlerini görürsünüz, yanı başımızdadır…

ALLAH BU MİLLETİN YOLUNA KENDİNİ IŞIK YAPMIŞ OLAN TÜM VATAN EVLATLARINA GANİ GANİ RAHMET EYLESİN!

BU YIL ATTİLÂ İLHAN YILIDIR… Ben ilan ediyorum!



Banu AVAR, 1 Ekim 2010

http://www.banuavar.com.tr/?pg=articles&id=69

Elmek: banuavar@superonline.com






Güncel Meydan Dipçe:

Attilâ İLHAN Makaleleri:

http://www.guncelmeydan.com/pano/attila-ilhan-f356.html

Attilâ İLHAN Söyleşileri:
http://www.guncelmeydan.com/pano/ceviz-kabugu-06-02-2004-attila-ilhan-t12963.html#p80726
http://www.guncelmeydan.com/pano/attila-ilhan-ile-zaman-icinde-yolculuk-f259.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/attila-ilhan-la-dip-dalgasi-f322.html

Attilâ İLHAN Belgeselleri:
http://www.guncelmeydan.com/pano/ilk-isyan-attilla-ilhan-t17709.html#p102795
http://www.guncelmeydan.com/pano/oteki-tanik-sair-banu-avar-attila-ilhan-t17646.html#p102479
http://www.guncelmeydan.com/pano/buyuk-yollarin-haydutu-attila-ilhan-belgeseli-t10989.html#p73498
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Re: Ben İlan Ediyorum: Bu Yıl, ATTİLÂ İLHAN Yılı! / Banu AV

İletigönderen Oğuz Kağan » Cum Eki 08, 2010 20:47

“Attilâ İlhan Halkla Anılır”

BANU AVAR, ATTİLÂ İLHAN’I ANLATTI…

Röportaj: Didem Karavelli

10 Ekim 2005′te yalnızca bir şair, bir romancı ayrılmadı aramızdan. Türkiye’nin en sancılı dönemlerini, en önemli kırılma noktalarını yaşamış, ufku geniş, devrimci, Atatürkçü bir aydın “koyup gitti” bizi.

‘Sokaktaki Adam’ ı, Bir Milleti Uyandıran Attila İlhan, ‘Hangi Atatürk?’ ile de genç nesile gerçek Atatürkçülüğü aşılamış bir devrim neferiydi. Hem de “Kurtlar Sofrasında“…

Her eseri baş ucu kitabı olan, tartışılan fikirlerin öncüsü, kısaca bir “fırtına” geçti Türk düşün ve yazın hayatından…

Ben sana mecburum’dan ibaret değildi Attilâ İlhan. “Aşk şairi”, “melankolik şair” olarak empoze etmeye çalışanlara inat, o bir fenomendi.

“An gelir, Attila İlhan ölür” demişti dizelerinde.

An geldi, Attilâ İlhan öldü…”Sevmek için geç belki ama ölmek için erken”di. Şimdi, “elde var hüzün”…

Bu yıl “kaptan“ın aramızdan ayrılışının beşinci yılı. Biz Attila İlhan’ı, onu en iyi tanıyanlardan biri, Gazeteci – Yazar Banu Avar’dan dinledik. “Halkın içinden bir şair olarak o, halkla anılmalı, Attilâ İlhan böyle anılır” diyor Banu Avar. “Bu yılı ben Attilâ İlhan yılı ilan ediyorum” diye de ekliyor.

Banu Avar’ın bu önerisi şimdiden yankı bulmuş, yüzlerce posta almış bu konuda. Banu Avar’ın öncülük ettiği bu çağrıyı biz de tekrarlıyoruz: “Bu yıl Attilâ İlhan yılı olsun!”

HERKESE ALABİLECEĞİ KADAR KONUŞURDU

İ.K: Banu Hanım, Attilâ İlhan ile tanıştığınızda henüz on altı yaşındaymışsınız. Nasıl tanıştınız? O yaşlarda bir genç kızın gözüyle, ilk izlenimleriniz neydi Attilâ İlhan hakkında?

B.A: O’nu 16 yaşımda “Zenciler Birbirine Benzemez“’i okuyarak tanıdım. “Sokaktaki Adam” ve şiirleriyle uzun bir yola çıktım. Ve kısa bir süre sonra onunla birebir karşılaşma fırsatı yakaladım. Çok şaşırdım, çok alçakgönüllü ve sabırlı bir aydındı… Sözleri ile yaşamı çelişkili olmayan, karşısındakine, hangi yaşta olursa olsun, sonsuz saygısı olan, kendine olan güveni ve zerafeti ile o zamana kadar karşılaştığım aydınlardan çok farklı bir duruşa sahip bir yazar/şair/ düşünürdü. Daha önce soldaki bazı büyük isimlerle karşılaşmış ve laubali tavırlarına hayret etmiştim. Yaşantıları, savundukları ile tersti. Attila İlhan için kimse bunu söyleyemez. O savunduğu ilkeler doğrultusunda kendini şekillendirebilmiş az sayıdaki aydınlardan biriydi.. Küçük bir çocuğu bile büyük bir sabırla dinlerdi. Buna şahit oldum…

İ.K: Nasıl yaklaşırdı etrafındaki gençlere?

B.A: İşte söylediğim gibi.. En küçükten büyüğe saygıyla yaklaşırdı. İnanılmaz zarif bir insandı. Bilgisini gençlerin üzerine boca etmez, herkese ‘alabileceği kadar’ konuşurdu. Ve en çarpıcı yanı, takip ederdi. Romancılığının şairliğinin verdiği yüksek gözlem gücü ile bir çok kişiyi , genci, gelişimlerini takip ederdi…

İ.K: En çok hangi yönünü örnek aldınız? Yani, hangi Attilâ İlhan?

B.A: Her yönüyle örnek alınacak bir kişi o. Disiplini, yılmadan, bıkmadan, öf’lemeden İŞİNE DEVAM EDİŞİ, çok kötü dönemlerin içinden geçerken yılgınlığa ASLA kapılmayışı…beni çok etkiledi. Attila İlhan tanıdığımız bazı aydınlar gibi, sabah başka akşam başka, ya da şurda başka burada daha başka yüzleri olan biri değildi. Bir BÜTÜNdü.

İ.K: Onunla birlikte çalışmanın zorluğu oldu mu hiç?

B.A: Ben onunla aynı şirkette, onun tavsiyeleri doğrultusunda çalışmalar yaptım. Ama birebir çalışmadım. Bence bu konuyu son 10 yıl onunla yan yana çalışan Belgin Sarmaşık hanıma sorun.

BANA, “SEN KİMSİN BE!” DEDİ

İ.K: En çok neye sinirlenirdi?

B.A: Bir kez sinirlendiğini gördüm.. Seneler önce, tuhaf bir ruh halinde, ‘Abi, umudumu yitiriyorum…’ gibi bir laf ettiğimde, gözlüklerinin üzerinden, o güne kadar hiç bakmadığı sertlikte bana baktı. ‘Sen kimsin be!’ dedi, ıslık gibi bir sesle. ‘Bugünkünden kat be kat zor şartlarda, yalın ayak başı kabak savaşanlar umutsuz olmayı akıllarına getirmediler de, dünyanın 18. ekonomisi, 5. büyük ordusuna sahip bugünkü Türkiye’de, SEN umutsuzluktan mı dem vuruyorsun. Bunun adı şımarıklık!’ demişti. Bu lafı lugatımdan sildim o gün bugün…Kendini bilmezlere, kibirlilere ve batı özentilerine dayanamazdı… ‘Atatürkçü’ olduğunu iddia edip, kökü dışarıda cemaatlere, klüplere, ‘governerlara’ , ya da şeyh şıhlara biat etmiş olanlara mesafeli dururdu…

İ.K: Attilâ İlhan’a göre hayatının en önemli dönüm noktası neydi?

B.A: Bilmiyorum… O bir devrimciydi. Ve hayata ‘sürekli değişen, dönüşen’i bularak bakardı.. Ve bu değişimin ana etkenlerini sorgulayarak..

İ.K: İzmir Menemen doğumlu olduğunu ve hayatının önemli bir bölümünün İzmir’de geçtiğini biliyoruz. Biz İzmirliler için de Attilâ İlhan özeldir. Peki, İzmir ne ifade ederdi, Attilâ İlhan için?

B.A: Ben İzmir deyince, onun bir konuşması gelir aklıma. Onun sözleriyle hikaye şöyle:

’Fahrettin Paşa’nın Süvari Kolordusu 8 Eylül günü Manisa’ya girer. Manisa kurtulur. Askerler uzun zamandır savaşmaktadırlar ve henüz süvarilerin midesine sıcak yemek girmemiştir. Manisa’nın kazanılması üzerine, bir yemek yenilmesi emredilir. Seyyar mutfaklar kurulur. Yemek hazırlanmaya başlanır. Fakat bir müddet sonra, İzmir’den bir telgraf gelir. Yunanlılar çekiliyor, yerli Rumlar şehri yakacak…Kazanlar dökülür ve süvariler atlara atlayıp bu gece İzmir istikametinde ve Menemen istikametinde harekete geçerler. 9 Eylül sabahı, birliklerden biri Hilal ve Alsancak dediğimiz bölgeden taaruz başlatırlar. Dört nala ilerlerken hiç beklemedikleri bir şekilde, bir yıkıntının arkasında pusu kurmuş olan yerli Rumların ateşiyle karşılaşırlar. İçlerinden üçü orada şehit olurlar. Yüzbaşı Şerafettin Bey’in atlıları savaşarak, Alsancak istikametinden İzmir’e girerler. 9 Eylül sabahı, saat 10.30’da, Konak’ta Hükümet Konağının balkonunda asılı olan Yunan bayrağını Yüzbaşı Şerafettin Bey bizzat indirir. Türk Bayrağını çeker. Ve İzmir Türk olur.

Bu hikayeyi anlatmış ve sormuştur:. ‘Neden bu kadar sene geçtiği halde, hiç birimiz bu üç şehidin kim olduğunu hiç araştırmadık. Onlar her şeyleriyle, İstiklal Savaşı’nın ‘gerçek temsilcileridir’. Sonuna kadar getiriyorlar ve şehre girerken şehit düşüyorlar. Şu kadere bakın. Ben bunu ilk defa, İzmir’de gazetecilik yaparken Karşıyaka’ya geçtiğim yolda bir abide görünce fark ettim. Sıradan küçük bir taş dikilmişti. Nedir diye merak ettim. Çünkü öyle şatafatlı bir şey değildi. Bir gün arabadan indim ve baktım. Üzerine yaldızla eski harflerle kısacak bir not düşülmüş. Ben Cumhuriyet çocuğu olduğum için eski yazıyı bilmiyorum. Onu aynen kopya ettim. Sonra götürdüm, o zaman sağ olan anneme gösterdim. Annem ona baktı ve iki kelime okudu. ‘Şeref’ ve ‘Namus’. Bu iki kelime, bütün bir İstiklal Savaşının özetidir.’ İşte Attila İlhan için İzmir …

İLK KEZ AĞLADIĞINI HATAY MESELESİNİ ANLATIRKEN GÖRDÜM

İ.K: “Hatay meselesi özellikle hassas olduğu bir konuydu. Hatta, bu konuyu anlatırken ilk kez gözünün yaşardığını gördüm”, dediniz onunla ilgili bir söyleşinizde. Biraz bahseder misiniz bize bundan?

B.A: Hatay’ı anlatırken içlenirdi. Bir keresinde dalgın dalgın anlattı ve sözlerinin sonunda, gözünün yaşardığına tanık oldum.

Hasta bir adam, yıl 1937. Ölümünden bir yıl önce… Çevresinde olan ‘Tanzimat kafalılar’a inat ilk günkü gibi savaşmaya hazır. Hatay’ı düşman elinden kurtarmak için, ‘Reisi cumhurluktan istifa edip, çete savaşına girmek’ten sözediyor… İşte bunu anlatırdı…

“Fransızlarla görüşmeler tıkanır gibi olunca Mustafa Kemal Paşa şöyle demişti:

‘İşi silahlı bir hareketle halletmek zorunda kalırsak, tutacağım yolu çoktan kararlaştırmış bulunuyorum. Derhal devlet reisliği ve mebusluktan istifa edeceğim. Serbest bir Türk vatandaşı olarak bu işte çalışan arkadaşlarla birlikte Hatay’a geçeceğim….. Oradaki mücahitler ve anavatandan gelecek kuvvetlerle meseleyi yerinde ve içerden halletmeye çalışacağım. İsterse Türkiye hükümeti beni ve arkadaşlarımı asi ilan etsin, hakkımda takibat yapsın!’

Bu bize tanıtılan anlatılan Atatürk’ten farklı bir portreydi. Ve bu Attilâ Ağabey’i çok heyecanlandırırdı. Hangi Atatürk’te, heyecanla dönemden belgeler aktarmıştı:
‘Mustafa Kemal Paşa, Fransız idaresi altında inleyen Suriye ve Lübnan için Hasan Rıza Soyak’a şöyle diyordu:

‘ Bugünkü Fransız idarecilerin, Suriye ve Lübnan’a öyle kolay kolay istiklal vereceklerinden emin değilim. … Binaenaleyh biz hareketimizi onlara da teşmil ederek, Suriye ve Lübnan’in özledikleri gerçek istiklallerini temin edebiliriz!’ (Hangi Atatürk, Attila İlhan, S.326)

“10 KASIM’DA YER, GÖK AĞLIYORDU”…

İ.K: “İsmet İnönü yanlış uygulamalarla Atatürkçülüğün farklı algılanmasına neden oldu” diyordu Attilâ İlhan. Hatta her fırsatta Milli Şef Dönemi’ni eleştirdi. Haksızlık yaptığını düşündünüz mü hiç? Yoksa aynı doğrultuda mı düşünüyorsunuz?

B.A: Tüm belgeleriyle ortaya koydu bu düşüncesini. Sonuna kadar aynı fikirdeyim. Ayrıca 1893 doğumlu bir babam olduğu için, bu konuyu doğrulayan bir çok belge ve bilgiyi de edindim.

İ.K: Atatürk öldüğünde 13 yaşındaydı. 10 Kasım 1938 gününe dair var mıydı anlattıkları?

B.A: Yerin göğün ağladığını hatırladığını söylerdi…

İ.K: Attilâ İlhan olaylara evrensel , bütüncül bakabilen bir düşünürdü gerçekten. Sizi çok şaşırtan bir öngörüsü oldu mu hiç?

B.A: Bir çok öngörüsü gerçek oldu, oluyor. Alın elinize Faşizmin Ayak Sesleri adlı kitabını, Batının deli Gömleği’ni, Hangi Küreselleşme’yi… Okuyun. Bir çok öngörüsünü ve süreç içinde nasıl doğrulandıklarını göreceksiniz..

ATTİLÂ İLHAN MADRABAZLARIN İŞİNİ BOZUYORDU

İ.K: “Herkesin ayağına bastım ben, herkesin rahatını kaçırdım. Bu yüzden istenmeyen adam oldum her devirde” demişti. Neydi bu kadar rahatsız eden insanları?

B.A: Mevkii, şan, şöhret, parayı bir kenara atarak doğru bildiği yolda yürüdü, Attila İlhan. Hem de öyle 30’a kadar ‘solcu’, sonra rüzgar gülü olanlara inat ölene dek, 80’ine kadar kimsenin, hiçbir kurumun, partinin koruyucu şemsiyesi altına sığınmadan doğruları söyledi. Belgeledi. Sadece ve sadece Türk milletinin yanında oldu. Bu birçok çevrenin işine gelmiyordu… O duruşuyla, ‘olması gereken’i hatırlatıyor, madrabazların işini bozuyordu.

İ.K: Attilâ İlhan’ın ardından birçok şey yazılıp çizildi, yorumlar yapıldı. Bunlar arasında sizi kızdıran ya da üzenler oldu mu?

B.A: Böyle bir insan için uydurulan yalanlar, kitap isimlerinin başına ‘ama’ koyularak yazdıklarının tahrif edilmesi, insanı üzmez mi? Ama üzülmekle kaybedecek vaktimiz yok. Gereğini yapar, yazar, çizer, konuşur, mücadele ederiz… Onu tanıyanlara bu yakışır.

KAHVEHANE SAHİBİ, “KASKETLİ ADAMI ÖZLEDİM” DEDİ

İ.K: O sadece bir aşk şairi değildi, bunu artık hepimiz biliyoruz. Peki dönüp bakınca, anlaşılmış mı gerçekten Attilâ İlhan? Sizin deyiminizle, o “buz dağı” fark edilebildi mi hakkıyla?

B.A: Halk ‘kendinden olanı’ hemen fark eder. Attila İlhan’ı da anlamış ve bağrına basmıştır. Ortaca’da bir kahvede konakladım. Kahvehane sahibi , onun adını bilmiyor ama TRT 2 ‘de cumartesi akşamları seyrettiği kasketli adamı özlediğini söylüyordu…O bu milletin has evlatlarından biridir.Yaşarken, öyle herkese nasip olmayacak bir sevgi halesi ile sarılmış, bağra basılmıştı…

İ.K.: ”Adını silmeye ve onu ‘aşk şairi’ne indirgemeye çalışacaklarını adı gibi biliyordu. Son yıllarda, düşünce kitaplarının üstünün ‘örtüleceği’nden sözediyordu” diyorsunuz. Neydi bu düşüncesini tetikleyen? Korkar mıydı unutulmaktan?

B.A: Hiç sanmam. Öyle küçük korkuları, kişisel hesapları olan biri değildi. Bu bir. İkincisi, düne bugüne ve yarına bilimin ışığında bakan biri olarak, en küçük etkenin bile değişim gücünü gayet iyi hesaplayan, kim olduğunun ve neler ürettiğinin farkında bir adamdı.

Onun yukarda naklettiğim sözlerinden kastı, basın yayını, kitap piyasasını inhisarına almış, kendini ‘sol’ diye tanımlayan batıya hayran ayran budalalarının, sözümona ‘entelektüel bir çevre’nin, onu hepten yoksayamayacakları, o nedenle sadece aşk şiirlerini öne çıkarıp, onu ‘Aşk şairi’ olarak yüceltip, diğer fikir kitaplarını görmezden gelecekleri gerçeğiydi. Bu öngörüsü de o çevreden beklediği şekilde gerçekleşti. Ama gençlik ve halk, şiirleri yanı sıra onlarca kitabını da başucu kitabı yaparak gereken cevabı verdi.

İ.K: Benim özellikle merak ettiğim bir şey var. “Batı, bizim aydınları kendine hizmet etsin diye yetiştiriyor. Türk aydını Türk değil” diyen İlhan, Orhan Pamuk’un aldığı tartışmalı Nobel ödülüne ne derdi sizce? Pamuk’u beğenmekle birlikte edebiyat çizgisini eleştirmiş, “Geleceğinden emin değilim” demişti çünkü, bir söyleşisinde.

B.A: O söylem, Attilâ İlhan’ın zerafetinden ve Pamuk gibileri muhatap almak istemediğinden o biçimde söylenmiştir. Attilâ İlhan’ı yakından tanıyanlar gayet iyi bilirler ki, “Cevdet bey ve Oğulları” sonrasında Pamuk’un ‘post modernizmin’ ağları arasına dolaştığını, ve her belli odaklara yaklaşanın başına geldiği gibi yazım gücünün deformasyonuna tanık olunduğunu ifade etmiştir..

İ.K: “Kadından, paradan ve şöhretten uzak durdum hayatım boyunca” diyor. Şöhretten bence istese de uzak duramadı, ama istese de uzak duramadığı bir bayan olmuş mu hayatında?

B.A: Bunu bilemeyiz. Bu sorunun yanıtını araştırmacılar, şiirlerinde arasınlar. Biket hanım olabilir bu sorunun cevabı.

İ.K: TRT’deki programı neden yayından kaldırıldı?

B.A: E bu sorunun cevabı belli değil mi? 2004’de Türkiye’nin bir ‘yola’ sokulduğu yıldı. Mümkün mertebe her yerden ‘gerçekleri’ haykıranlar uzaklaştırılacaktı. O bunların başında geliyordu. Halkın sevdiği, ne dediği anlaşılır, usta bir hatip 10 yıl sonra hiçbir gerekçe verilmeden, ve aniden devlet televizyonundan atıldı…

İ.K: Bu duruma tepkisi ne oldu?

B.A: O böyle durumlara tepki vermemeyi çok önce öğrenmişti. Zaten başına gelecekleri bilmek gibi bir özelliği vardı. TRT’deki odasında yapımcısı Nedret Çatay ile konuşmasını hatırlıyorum: 2 aylık yaz arasından sonra programın sonlandırılacağını hissetmişti…Çantasını topladı ve gitti.

İ.K: “Daha 17 yaşında hapise girmiş, defalarca soruşturmalara uğramış biri için ölüm hiçbir şeydir” diyordu. Bunca mücadelenin arasında, “yoruldum” dedi mi hiç?

B.A: ASLA! O yorulmayacak, yılmayacak kadar DİSİPLİNLİYDİ.

YÜZLERCE İLETİ, TELEFON ALDIM

İ.K: 10 Ekim 2005 günü hayatınızın en acı günlerinden biri hiç kuşkusuz. Nasıl bir boşluk yarattı onun yokluğu, hayatınızdan neler götürdü?

B.A: Bence kendini bu ülkenin evladı sayan herkesin hayatından bir şeyler eksildi. Ben ve ona büyük sevgi duyan birçok kişi, onu düzenli olarak gören konuşan dertleşen insanlar için büyük bir boşluk oldu.

O boşluğu, o sızıyı dindirmenin tek bir yolu var: Çalışmak. Ona layık olmanın tek yolu: ÇOK ÇALIŞMAK.

İ.K: “Bu yılı Attilâ İlhan yılı ilan ediyorum” dediniz. Bu çağrınıza karşılık geldi mi?

B.A: Gelmez olur mu. Yazı yayınlanır yayınlanmaz yüzlerce ileti, telefon aldım. Attila İlhan’ın düşüncelerini, fikirlerini 2010 ve 2011’de tüm kitap fuarlarında, tüm üniversite konuşmalarımda İNADINA anlatacağım. Ve herkes bulunduğu ilde ilçede, bunu yapacaktır.

İ.K: Sizce her yıl hakkıyla anma yapılabiliyor mu Attilâ İlhan için? Ne yapılabilir, neler yapılmalı? Çağrınız var mı bu konuda da?

B.A: Anmak, bir salona toplanıp şiir okuyup, tiyatral gösteriler yapmak olmamalıdır. Attilâ İlhan öyle anılmaz. Attilâ İlhan halkla anılır. Gençlerle anılır. Batının Deli Gömleği’nde Türkiye’yi anlatarak anılmalıdır. “Hangi Atatürk” okunarak anılmalıdır. Gerçek muhalefetin bir araya gelmesiyle anılmalıdır. Ve öyle de olacaktır. O, “BİR MİLLET UYANIYOR” adlı bir dizi başlatmıştır. İçine her cenahtan vatanseverleri katmıştır. Bir dip dalgasını işaret etmiş, birlik fitilini ateşlemiştir… Onu bu yolda devam ederek anacağız.

İ.K: En sevdiğiniz Attilâ İlhan dizeleri ile bitirsek…

B.A: Aslında ona ait değil bu dizeler, ama onun en sevdiği ve bana el yazısıyla yazıp verdiği dizelerdi: “DURUM BUYSA İSYAN HAKTIR!”

İ.K: Teşekkür ederiz…

(NOT: Banu Hanım’dan Attilâ İlhan ile çekilmiş bir pozunu istedik, “Maalesef birlikte bir fotoğrafımız bile yok” diyor. O bu konuda hep çekingen davranmış. “Herkes fotoğraf çektirirken, ben utanır, bir fotoğraf çekilelim diyemezdim“, diyor gülerek.)


İlk Kurşun, 8 Ekim 2010
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Ben İlan Ediyorum: Bu Yıl, ATTİLÂ İLHAN Yılı! / Banu AV

İletigönderen Oğuz Kağan » Pzr Eki 10, 2010 20:39

Attilâ İlhan'la Sohbet!

Attilâ İlhan'ın yazarımız Muharrem Bayraktar'la yaptığı ve batılılaşma hayranlığını anlattığı söyleşiden çok önemli bir bölümü aktarıyoruz.

Türkiye, Avrupa Birliğine üye olmak için çırpınırken, partilerimiz büyük bir iştahla AB'ye üye olmanın hayalini kurarken, Banu Avar'ın "bu yıl Attilâ İlhan yılı olsun" çağrısına bir katkıda bulunmak istedik.

Yazarımız Muharrem Bayraktar'ın Attilâ İlhan'la yaptığı ve "Attilâ İlhan'la Sohbet" adıyla asya-şafak yayınlarından çıkan söyleşiden bir bölüm aktaralım dedik.

Bakın Attilâ İlhan, Muharrem Bayraktar'ın batı hayranlığı ile ilgili sözlerine nasıl cevap vermişti:

Tarih 2 Eylül 2004



M.Bayraktar: Şimdi Attilâ Bey, Anadolu İhtilali’ni yapan Mustafa Kemal ve onun kurduğu bir Cumhuriyet. Fakat yönünü ne hikmetse Batıya çevirdi. Batıya, Avrupa Birliği’ne, Avrupalılaşmaya çevirdi yönünü. Bu yapılırken de son 50 yılın Türk aydınlarına bakıyoruz, kayıtsız şartsız Avrupa entegrasyonunu savunuyorlar. Avrupa Birliği’ne girme çabalarını görüyoruz. Türk aydını, Türk siyasetçisi, Türk bürokrasisi yönünü Avrupa’ya çevirdi. Türkiye, Anadolu İhtilali’ni gerçekleştirmiş, ama yönünü Doğuya değil, Batıya çevirmiş bir görüntü arz ediyor.

Önce şunu sorayım: Atatürk’ün hedefi Batı mıydı? Anadolu İhtilali’ni Batıya bağlanalım, Batılılaşalım, örnek olarak Amerika’yı, Avrupa’yı alalım diye mi yaptı? Model olarak orayı mı önümüze koydu?


A.İlhan: Hayır, hayır, hayır! Öyle bir şey yok. Bunu en çok ben merak etmiştim. Çünkü biz lisede okuduğumuz sıralarda Batıya tam manasıyla dönmüştü. Bizim lisede okuduğumuz yıllarda artık Milli Eğitim Bakanlığı açık bir şekilde Yunan Latin sistemini uygulamaya başlamıştı. Latince okutulan liseler açıldı. Bazı vilayetlerde.

M. Bayraktar: Latince derken alfabeyi kastetmiyorsunuz galiba? Latin dilini, Yunan dilini? İncilin dilini?

A.İlhan: Evet İncilin dilini anlatan okullarımız vardı. Bu okullardan mezun olmuş bir arkadaşıma daha sonraki yıllarda Paris’te rastladım. “Derdini nasıl anlatıyorsun Fransızlara?” dediğim zaman “mancâri” diyorum” Latince yemek demek anlıyorlar diyordu.

Atatürk, garplılaşmaktan asla bahsetmedi!

Yani o kadar bu işin içinde arkadaşlarımız olmuştu. Şimdi biz derste, edebiyat dersinde diyelim Sofokles’in bir kitabını ders kitabı gibi okuyorduk. Bu beni şaşırtıyordu. Ben biraz uyanık bir öğrenciydim. Bu beni şaşırtıyordu. Burada bir tuhaflık var. Bunu kurcalamaya başladığın zaman -sonradan yakın tarihimizi kurcalamak durumunda kaldım ben- yakın tarihimizi kurcalayınca çok ilginç olaylarla karşılaşıyorsun. Mustafa Kemal Paşa’nın bütün söylev ve demeçlerini okuyun, Mustafa Kemal Paşa’nın bütün tamimlerini okuyun içinde garplılaşmak diye bir tabir yok, böyle bir hedef yok.

M.Bayraktar: Peki bu hedef sapması nerede başlıyor?

A.İlhan: Şimdi söyleyeceğim, Mustafa Kemal Paşa’nın kullandığı kelime başından itibaren “muasırlaşmak”, yani çağdaşlaşmak. İkisinin arasında çok fark var.

Muasırlaşmak kelimesinin de nereden geldiğini herkes kestirebilir, Ziya Gökalp’ten.

Onun Muasırlaşmak diye bir kitabı vardır. Üç ana esas üzerinde. Şimdi Mustafa Kemal Paşa bir kere muasırlaşmak demiş. Çağdaşlaşmak bir kere diyalaktik bir kavram. Bu gün Batıda olur, yarın Doğuda olur, öbür gün Kuzeyde olur. Hiç belli olmaz.

Onun için “Gazi böyle demiş, Gazi böyle düşünüyor ” sözleri yanlış.

Şimdi bunlar kuvvetli görünüyorlar falan ama yarın! Bir kere bunların bize iyi niyetleri yok, bunu biliyor. İkincisi de yarın kimin önde olacağı belli değil. Nitekim şimdi Avrasya yükseliyor. Yarın Avrasya’nın Dünyanın zirvesi olma ihtimali her zaman gündemde.

Şimdi bu iki şıkkı hesaba kattığın zaman, Mustafa Kemal Paşa’da Batılılık diye bir mesele yok. Ama daha önemlisi var: Mustafa Kemal Paşa’nın sağ kaldığı sürece Türkiye Cumhuriyeti’nin Batılı devletlerle bir anlaşması yok. Her hangi bir ittifakı, her hangi bir dostluk anlaşması yok.

Biz Sovyetler Birliğiyle çok yakınız, çok sıkı fıkıyız o sıralar. Sonra Sadabat Paktı’nı kuruyoruz. Sonra Balkan Paktı’nı kuruyoruz. Yani Türkiye’nin dış politikası Ankara merkezli. Başka taraftan işaret alıp da yapmıyor. Kendisine göre politikasını yapıyor. Dikkat etmenizi isterim, çok önemli Sadabat Paktı’nın devletlerine bakın, birisi İran’dır, birisi Irak’tır, birisi Afganistan’dır; Asya’dır. Ötekisi Balkan Paktı’nın devletlerine bakın; Bulgaristan’ dır, Yunanistan dır, Romanya dır, Yugoslavya dır. Öyle bir tertiptir ki bu, eski Osmanlı topraklarıdır!

Atatürk’ün yönü Batı değildi!

M. Bayraktar: Yani Atatürk’ün yönü Doğu’ydu. Ben öyle anlıyorum.

A.İlhan: Atatürk’ün yönü Batı değildi, bu kesin.

M. Bayraktar: Bu ittifaklardan ve sizin anlatımlarınızdan çıkan sonuç Doğu’ya daha yakın olduğu.

A.İlhan: O taraf daha ağır basıyor. Avrasya’ya, o tarafa daha çok yaslanan bir yanı var. Bunun kökenini de merak ettim araştırdım. “Nerden çıkıyor bu?” diye aradığınız zaman Atatürk’ün söylev ve demeçlerinde de bulabilirsiniz. Şimdi bütün eserleri yayınlanıyor. Yeni yayınlanıyor, maalesef ve onu da Kaynak Yayınevi yapıyor. 13. cilt çıktı sanırım, orada da bulabilirsiniz.

Mustafa Kemal Paşa’nın 1920 senesinin Ocak ayında bir tamimi var, genel tamimi var askerlere. Ve o zaman yönetim yeni yeni Müdafayi Hukuk yönetimine büyük derleme yapılmış bir tamim. Orada çok açık seçik net bir şekilde ne yapmak lazım geldiğini tespit ediyor.

Bu Kafkas Septi meselesidir. Kafkas Septi nedir? Kafkas Septi, şimdi Amerikalıların yapmaya çalıştığı şeyi o zamanlar İngilizler yapmıştı. Yani Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan’ın her üçü İngilizlerin kontrolündeki hükümetlerin elindeydi. Böylelikle Kafkasya’yı, petrolü ve Orta Asya petrolünü garanti altına almıştı İngiltere.

Mustafa Kemal Bey’in buna mukabil önerdiği strateji şudur: Kafkas Septi’ni yıkmamız lazımdır. Kafkas Septi’ni yıkmadığımız takdirde bir çıkış yolu yoktur. Kafkas Septi’ni yıkıp Bolşevik ordularıyla temasa geçmemiz, işbirliği yapmamız lazımdır. Ancak bu şekilde buradan İngilizleri atabiliriz, diyordu.

Bunu yaptılar. Bunu yaparak İngilizleri attılar hakikatken oradan. Şimdi İngilizlerle, Batıyla ilişkileri böyle olan, sağ kaldığı sürece İngiliz Kralı 8. Edward ayağına kadar geldiği halde İstanbul’da İngilizlerle hiçbir anlaşma yapmayan Mustafa Kemal Paşa’ya siz nasıl Avrupalı diyebilirsiniz?

Avrupa’lı değildi. Ankara merkezli dış politika düşünüyordu. Esası buydu. Böyle almıştı meseleyi.

M.Bayraktar: Fakat Türkiye rota değişikliğine girdi nedense. Siyasetçiler rotayı Batıya çevirdi. Bu rota değişikliğinden sonra her gelen iktidar Avrupalılaşmak için özellikle AB’ye girmek için olağan üstü bir çaba sarf etmeye başladı.

Mustafa Kemal’in sağlığında da Türkiye’nin yönünü değiştirmek isteyenler vardı

A.İlhan: Yapıyor ve istiyor, hâlbuki Mustafa Kemal Paşa’nın sağlığında daha Türkiye Cumhuriyeti’nin yönünü ve istikametini değiştirmek isteme teşebbüsleri vardı. Yani bunlar yaşanmıştır, hepimiz bunları biliyoruz. Müdafii Hukuk hareketinin içinde Gazi Mustafa Kemal ile beraber olan kişiler sonra hepimizin bildiği gibi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurmuşlar ve Gazi’yi iktidardan düşürmek istemişlerdir.

Bu partinin neden kurulduğunu çok merak ettim ben ve kurcaladım. Oradaki Hüseyin Rauf Bey başta olmak üzere Karabekir Kazım Paşa, Ali Fuat Paşa, Rafet Paşa, bunların hepsi İstiklal Harbi’nde Gazi’yle beraberdiler. İhtilaf nereden çıkıyor? İşte ihtilaf buradan çıkıyor. Çünkü onlar İngiltere’nin düşündüğü gibi yeni bir Türkiye istiyorlardı Çünkü İngiltere yeni bir Türkiye istiyordu.

Rusya Bolşevik olduktan sonra orada bir Türkiye istiyordu İngiltere. Ama o yeni Türkiye onun emrinde olacak, Ruslara karşı İngiltere menfaatlerini koruyacaktı, böyle düşünüyordu. Ve buna taraftar buldu. Mesela Hüseyin Rauf Bey. Gazi buna şiddetle karşıydı. Nitekim o iş başarısızlıkla sonuçlandı.

Yani Gazi’nin sağlığında başlamıştı bu hareket. Ve Gazi vefat ettikten sonra, işte orda bir meraklı tarihlere baktığı zaman çok ilginç şeyler görüyor: Mustafa Kemal Paşa ölünce ki, çok kritik bir tarihte öldü. Almanya ortaya çıkmıştı, Nazi Führer kurulmuştu, İspanya Harbi yeni bitmiş, faşistler duruma hakim olmuşlardı. Yani orada da kapitalistler arasında ufukta bir savaş görünüyordu. Bu savaşın ortasında Gazi öldü. Yani savaşın olması ihtimalinin ortasında öldü . O sırada İsmet Paşa iktidar oldu. İsmet Paşa’nın dış politikayı nasıl çevirdiğini herkes biliyor.

M.Bayraktar: Attilâ Bey, o zaman ben şunu anlıyorum, bir parantez açarak bu konuya girmek durumundayım; Türkiye’de sadece siyasi partilerin veya aydınların değil Atatürkçülerin de büyük bir çoğunluğu Atatürk adına Avrupa’yı hedef gösteriyorlar. Atatürk’ün amacı Batı ile entegrasyondu diyorlar. O zaman şunu söyleyebilir miyiz: Atatürkçüler, Atatürk’ü anlamadılar, yanlış anladılar, ya da daha ötesi saptırdılar?

Türk eğitimini Yunanlaştırdılar!

A.İlhan: Şöyle söylemek lazım: Benim Hangi Atatürk kitabında “İnönü Atatürkçülüğü” diye bir bölüm vardı. İnönü’den itibaren Atatürkçülük muhtevasından boşaltılmış şekle sokulmuştur. Atatürkçülük demek sadece laiklik sorunu demektir. Ondan sonra mesele buna mukabil ulusal kültür sorunu ortadan kalkmıştır. O zamana kadar Türk kültürü, Türk tarihi üzerine olan lise tahsili birden bire Yunan- Latin eğitimine dönmüştür.

Bu dönüş yeni yetişecek öğrencileri Batılı heves ve heyecanlarına kaptırmaya başladı. Mustafa Kemali’in öz soy operası diye kurmaya kalkıştığı, Türk musikisini bildiği için Ahmet Adnan Bey’e özellikle emanet ettiği teşebbüs, İsmet Paşa zamanında tamamen değiştirilmiştir.

Almanya’dan bir adam getirtilip devlet operasının ve tiyatrosunun başına konmuş ve ilk temsil de bir Çek bestekârının temsili olmuştur.

Şimdi büyük bir değişme var. Hatta çok büyük bir hatta zıtlaşma var. İnsan merak edip kurcaladıkça -ki roman yazarken bunlar gerekiyor- şunu da görüyorsun; Bu zıtlaşma aslında bizdeki gazetelerin, bizdeki politikacıların söylediklerinin aksine, Mustafa Kemal Paşa ile İnönü arasında yeni yahut ölümünden sonra ortaya çıkmış bir şey değil. Bu zıtlaşma eskiden beri var. Yani İsmet Paşa ile Atatürk öyle çok ta can ciğer kuzu sarması değiller. Aralarında sürekli sorun çıkıyor. Bunu da, özellikle çok etraflı bir şekilde yazmış olan birisi var. O da Riyaseti Cumhur Kâtibi Umumisi Hasan Rıza Bey’dir.

Hasan Rıza Bey, Gazi’nin yanında bu işleri yapmış, beraber çalışmış bir adam. O hatıralarını yazdı. Bunun hatıraları Cumhuriyetin 75. yıldönümüne kadar çıkmadı!

75. yıldönemi dolayısıyla bir banka bastı bu hatıraları, iki cilt olarak yayınlandı. Bunu okuduğunuz zaman şayanı hayret şeylerle karşılaşıyorsunuz. Gazi’yle İsmet Paşa çok ciddi ihtilaflar halindeler. Bu ihtilaflar kavga mertebesine kadar varıyor bazı hallerde. Özellikle Hatay Meselesi’nde birbirlerine girmişler, birçok defalar.

_____________________________
Muharrem Bayraktar, Attilâ İlhan'la Sohbet "Batı'nın Maskesi Düşüyor"
Asya-Şafak Yayınları, Tel: 0212 5137900



SONDALGA, 9 Ekim 2010
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Ben İlan Ediyorum: Bu Yıl, ATTİLÂ İLHAN Yılı! / Banu AV

İletigönderen Oğuz Kağan » Pzr Eki 10, 2010 21:54

Dostları, Fikir Dostları Attilâ İlhan'ı Anlatıyor…-2

İlk Kurşun: Aramızdan ayrılışının 5. yıl dönümünde dostları ve fikir dostlarından Attilâ İlhan'ı anlatmalarını istedik..

Banu Avar, Arslan Bulut, Sinan Meydan.


Banu Avar anlatıyor…

O BU MİLLETİN SEVDALISIYDI…

“Bu yol Mustafa Kemal Atatürk’ün yoludur”

O bu milletin sevdalısıydı. 80 yıllık ömründe, müthiş bir disiplinle, bu millet için çalıştı. Onun yolunda ona layık olacak şekilde çalışanların sayısı hiç de az değildir. Bu yol Mustafa Kemal Atatürk’ün yoludur. Müthiş yorum gücüne, olaylara bakışındaki sadeliğe ve mütevazı, halkla kucaklaşmış kişiliğine özlemim had safhada.

Yaşamının son dakikasına kadar büyük bir disiplinle ve KENDİSİ İÇİN HİÇ BİR SEY İSTEMEDEN çalıştı! Üretti… Büyük bir ışık huzmesi yarattı… Türkiye’nin girdiği virajla çalıştığı yerlerden ardı ardına darbeler aldı. 2004’de TRT de 10 yıl boyunca yaptığı sohbetlere son verildi. TV 8’deki görevi sonlandırıldı… 2005’de ölmeden 1 ay önce Cumhuriyet’teki köşesinden ayrılmıştı. Kim bilir neden?

Bu ve benzer durumlara alışkındı. O yoluna devam etti. Bilgi yayınevi’nde Bir Millet Uyanıyor dizisinde sağ ve solun fikir adamlarını bir araya getirdi. Disiplini, yılmadan, bıkmadan, şikâyet etmeden işine devam edişi, çok kötü dönemlerin içinden geçerken yılgınlığa asla kapılmayışıyla ‘Örnek aydın’dı!

Attilâ İlhan tanıdığımız bazı aydınlar gibi, sabah başka akşam başka, ya da şurda başka, burada daha başka yüzleri olan biri değildi. Bir bütündü. Küçük korkuları, kişisel hesapları olan biri değildi. Düne bugüne ve yarına bilimin ışığında bakan biri olarak, en küçük etkenin bile değişim gücünü gayet iyi hesaplayan, kim olduğunun ve neler ürettiğinin farkında bir adamdı. Tek cümleyle Atatürk’ü şöyle özetlerdi: ‘Kemalizm, sürekli devrimciliktir!’
Ruhu şad olsun! Ona layık olmak için daha çok çalışacağız!

Attilâ İlhan adı etrafında birleşecek, kitaplarını okuyacak, düşüncelerini yayacağız!

Arslan Bulut anlatıyor…

TÜRK FİKİR HAYATINDA BİR SIKLET MERKEZİYDİ

“Onların kafalarını çok kurcalıyorum ben…”

Attilâ İlhan ile, Türkçülük üzerine yazdığı yazılardan sonra benim talebim üzerine tanıştık ve dost olduk. İlk sohbetimizi, saatlerce konuştuktan sonra şöyle bitirmişti:

“Zaten Gazi’nin yaptığı da bu. Müdafaai Hukuk platformu bu… Herkesi toplamış. Kim varsa, orada, Türkçüsü de orada, Komünisti de, İslamcısı da… Her biri orada. Kime karşı? Asıl düşmana karşı. Onlara karşı birleşiyorlar. İçerde birbirini yiyorlar ama, düşmana karşı beraberler. İnşallah öyle olacak. Yani, Allah ne kadar ömür verdi bilmiyorum ama, şöyle bir gelişse bu hareket, çok rahat öleceğim o zaman. Bu memleketin sahipleri var demektir, böyle bir hareket… Çünkü, şeyden çok ümitsizim. Özellikle Kolej kesiminden. Öbür kesim daha bir felaket. Peki asıl çocuklar nerede? Asıl Türk çocukları nerede? Dramdır o… Londra’da okuyan bir kız çocuğu geldi bana, hafif sola mütemayil. Yarı yarıya kafası soru işaretleri ile dolu, doldurmuşlar. Hepsini birer birer anlatıp aydınlatmak zorunda kaldım. Hepsi onun kadar akıllı değil ki, bu soruları düşünebilsin. Sonra, adamların verdiği her şey hazır ve güzel. Adamlar her şeyin en güzelini, en kolayını ve en rahatını sunuyor sana ve sen ona kapılıyorsun. O zaman çocuklar gidiyor birer ikişer. Öbürü geliyor bana, “İnsan içki içerse, vücudundan 40 günde çıkarmış” gibi laflar ediyor. O daha orada… Yahu, içkinin vücudundan kaç günde çıkacağını bir kenara bırak evladım, memleket elden gidiyor. Bunu görmüyor? Onların kafalarını çok kurcalıyorum ben. Buraya geliyorlar, bana. Mesela başörtülü kızlar geliyor, kitap imzalatıyorlar bana. Hayretler içinde kalıyorum.”

“Fikirlerinde samimi olan her insanın sevgisini saygısını kazanmıştı”

Attilâ İlhan, ölümünden 9 ay kadar önce bir gün telefon etti, “Arslan, Bursa Türk Ocağı’ndan konferansa davet ediyorlar. Karar vermeden önce sana bir sorayım dedim. Bu arkadaşları tanıyor musun? Konferansa gideyim mi?” diye sordu. Kimin aradığını sordum, “Turgay Tüfekçioğlu” dedi.

“Turgay Tüfekçioğlu’na, bana güvendiğiniz kadar güvenebilirsiniz. Arkadaşımdır ve Bursa Türk Ocağı’nın da önemli faaliyetleri vardır. Beni de davet etmişlerdi daha önce. Giderseniz, çok iyi olur” diye cevap verdim.

İlhan, o konferansta çok önemli bazı hatırlatmalarda bulunmuş. Bunların bir kısmı, Ermeni meselesinin perde arkasını da aydınlatıyordu.

Kısacası, Attilâ İlhan, bütünleştirici bakış açısıyla, fikirlerinde samimi olan her insanın sevgisini saygısını kazanmıştı. Bir bakıma Türk fikir hayatında bir sıklet merkeziydi.

Sinan Meydan anlatıyor…

Attilâ İlhan, nasıl anlatılır bilmem ki! Atatürk’ün soluğunu hissetmek mi desem, Cumhuriyetin kutsallığını duymak mı? Yoksa bağımsızlık savaşının önemini anlamak mı? Attilâ İlhan, Atatürk’ü, Türk bağımsızlık savaşını ve Türk devrimini genç kuşaklara en derin ve en anlaşılır biçimde anlatan Türk aydınıydı.

Şairliğinden gelen naifliği, hayal gücünden gelen yaratıcılığı ve bilim insanlığından gelen objektifliği onu Cumhuriyet ve Atatürk üzerine kafa yoran diğer tarihçi / yazar ve akademisyenlerden ayırmaktadır.

“Hiç kimse Atatürk’ü onun kadar iyi anlatamadı…”

O, Atatürk devriminin sadece Türk ulusunu değil, ezilen bütün bir İslam dünyasını, “Mazlum milletleri” de kurtaran evrensel bir hareket olduğunu görmüştü.

O, Atatürk devriminin dinamik, geleceği kavrayan bir SOSYAL anlayışın ürünü olduğunu farketmişti.

O, hayatını, duygu ve düşüncelerini; Türk bağımsızlık savaşanı, Türk devrimini ve Atatürk’ü anlamaya ve anlatmaya adamıştı.

O hem bir şair, hem bir romancı, hem bir tarihçi, hem de bir insandı; anlayan, özümseyen, anlatan bir insan…

O Attilâ İlhan’dı…

Bir daha gelir mi bilinmez ama bugüne kadar hiç kimse Atatürk’ü onun kadar iyi anlatamadı!

Derleyen: Hatice Deniz


İlk Kurşun, 10 Ekim 2010
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!


Şu dizine dön: Banu AVAR

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x