BİLEN SÖYLEMEZ, SÖYLEYEN BİLMEZ

BİLEN SÖYLEMEZ, SÖYLEYEN BİLMEZ

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzt Haz 01, 2020 9:49

BİLEN SÖYLEMEZ, SÖYLEYEN BİLMEZ

Bir açtım bilgisayarı, gazete haberlerinde, en üstte, gündemimizle ne alâka kel alâka diyebileceğimiz bir haber, o küresel güdümün emirle yayınlattığı belli bir haber en tepede:

“Fransa'da son 24 saatte 52 kişi daha hayatını kaybetti”

Hepimiz meraktan ölüyorduk, acaba Fransa’da ne oldu bu gün? Bugünün borsa haberinde, bağışlayın, yanlış dedim, günlük “sayılı virüs haberinde” Fransa’nın durumu nedir diyorduk.

Bize neyse Fransa’dan? Her gün her ülkede, her kentte, her köyde belde insanlar ölüyor. Çünkü biz insanlar diğer canlılar gibi doğup büyüyüp ölüyoruz, yaşamın döngüsü böyle. O hiç ölmeyecekmiş gibi böbürlenenlere denmemiş mi? “Sultan Süleyman’a bile kalmayan dünya…”

Çevrenizdeki ölümleri düşünün. Önceki yıllarla aynı değil mi? Ölüm hiç ara vermez. İşte dünyada geçen yıldan, ortalama dakikada doğan ve ölen kişi sayısı:
Her dakikada 270 bebek doğuyor, 120 kişi ise ölüyor.

Doğan ile ölen arasındaki bu sayı farkı küreselcileri harekete geçirmiş. İnsan sayısını aşılarla azaltacağız boşuna mı denilmiştir?

Ülkemizde günde binin üstünde ölüm olduğuna göre, Fransa’da da aynıdır. Bunların içinden nasıl ayırdılarsa 52'sini ayırıp haberlerde vermek nasıl bir akıldır nasıl bir mantıktır. Bu kimi ilgilendirir?

İnsan ölümü ne zamandan beri sayıya indirgendi. Madem sayıyla konuşulacak. İşte sayılar:

Her gün açlıktan 25 bin kişi ölüyormuş dünyada. En çok ölüm kalp damar hastalıklarından, ikinci sıradaki kanser.

Her yıl beş milyon kişi grip oluyor, onların 650 bini ölüyor.

Ülkemizde yılda yarım milyona yakın ölümün (425 bin), güne vurulursa sayısı günlük bin iki yüz civarı imiş.

Aşağıdaki, her gün, o günün siyasetine, uygulanan yasakların kaldırılıp kaldırılmamasına göre oynayan virüs haberleri, Sözcü ve Hürriyet’ten alınma:

“Son dakika… Boris Johnson duyurdu! 118 kişi daha öldü.”

“Son dakika… İtalya’da ölüm oranlarında büyük düşüş. İspanya’da 29 bin…”

“Birleşik Krallık’ta korkutan… Son veriler açıklandı. Yeni vakalar binin altında.”

Biraz rahatlar gibi oldu mu ortalık, yeni şırınga hazırda:

“Corona virüsünde son durum: Avrupa normale dönerken Amerika ve Asya kan ağlıyor!”

“Salgında 100 bin can kaybı verdiler ancak akıllanmıyorlar! Hafta sonu sahiller doldu.”

Amerika içindi bu haber. Dedikoducu Ayşe Teyze bu kadarını başaramazdı. Vıdı vıdı eden çenesi düşükler gibi basın yayınımız… Ellerine verilenleri, bu küresel oyundaki görevlerini eksiksiz yapıyorlar. Ülkemizin derdi bitti, tek derdimiz aslında olmayan salgın…

Sahillerimizdeki anlamsız yasağı eleştireceklerine, başka ülkenin aklına akıllarını takmışlar. Bir de şunu sormuşlar:

“Corona denizden bulaşır mı? ” “Yok devenin başı!” desek ayıp kaçacak.

Hele “Kritik eşik aşıldı” diye başlayan yüzlerce habere ne demeli? Bir o ülke adı, bir diğeri, birinde şu kadar kişi, diğerinde şu kadar kişi…

“Dünya kan ağlıyor” haberleri de o kadar çok ki, “Atma Recep din kardeşiyiz!” sözüne rahmet okutmuşlar:

“Dünya kan ağlıyor: Yeryüzünde bir günde 60 bini aşkın insana corona virüs bulaşmasıyla korkunç rekor kırıldı…”

“Dünya kan ağlıyor bir gecede 20 bin…”

Resmine bakıyorsun böyle başlayan haberin, tabut – cenaze- taze kazılmış kara topraklar, bir aile ötede, hepsi haydut kılıklı (maskeli). İçeriği ne olabilir sizce böyle bir haberin? Bilmeyen bulamaz. Aklınıza sahip çıkın, sakın aklınızı oynatmayın. Şöyle:

“Brezilya 20 bin artışla vaka sayısında ikinci sıraya çıkarken, Meksika, ölü ...”

Deli bunlar, bu habercilerin hepsi aklını yemiş desek; değil, onlar bizim aklımızı yitirmemizi istiyorlar.

Vaka vaka dedikleri de anlaşıldığı kadarıyla o ne olduğu çok tartışılan, güvenilmezliği kaç kez dünya bilim insanlarınca kanıtlanan test sonuçları. Hastalananlar desek, değil. O zaman hasta sayısı derlerdi.

Azıcık gevşeyene hemen bir hastane odası, yanlış dedim, “bir korku odası” resmiyle verilen bir ölüm haberi. Değiştir, uydur, tasarla, yakıştır yaz. Aman panik eksilmesin. Korku sürsün… İnsanlarla, insanın ölüm korkusuyla oynamaya devam…

Ya akıllara durgunluk veren, ülkemize has, akla, bilime, insan haklarına, insanlık evrensel değerlerine aykırı, tek, belli bir yaş grubuna uygulanan (65 yaş ve üzeri) yasağa ne demeli? Buna sonradan çocuk ve gençleri de eklediler ama çocuğa çocuk muamelesi yaparsın da, 65 yaşındaki bir kişiye bu uygun düşer mi?

Niye böyle bir yasak hâlâ sürdürülebiliyor dersiniz?

Çünkü halkın savunanı yok. Bu yaş ve üstü gazetecilerimiz işi kıvırtmışlar, yazı yazıyorlar yani çalışan kesimin içerisindeler, o halde izinliler dışarı çıkmaya, artist şarkıcı takımı öyle, iş adamları, o yaşta bir işte çalıştığını ispatlayanlar öyle, siyasetçiler zaten dokunulmazlar takımından, tüm yollar açık önlerinde… Vekiller, Meclis kapalı ayları geçirdiler… Böylece, kararların tek elden alındığını da anlatmış oldular.

Bir muhabir, dün, Sinan Çetin beyefendiyi (çok ünlü bir yönetmen olurmuş kendileri) sahilde gezerken yakalamış, duyuruyor, aptallık ötesi bir saflıkla:

“Yasaklara uymadı.” başlığını atmış haberine. “Corona virüsü salgınından korunmak için getirilen 65 yaş üstü insanların sokağa çıkma yasağına ünlü yönetmen Sinan Çetin uymadı. 67 yaşındaki Çetin, önceki gün Kuruçeşme sahilinde objektiflere yansıdı. Sahilde yürüyüş yaptığı görülen Çetin’in maske takmadığı da…”

Gazete köşe yazarlarının hepsi serbest, kim onlara yaş zinciri vurabilir? Aynı düzenin oyun kurucuları oldukları sürece dokunulmazlıkları var. Yazarlarımızdan biri dün, dişçideki randevusunu anlatıyordu, yasaklardan tek söz etmeden, bir diğeri bir ay önceki yazısında - yazıyı kesip sakladım - 23 Nisan yasağının ardındaki hafta sonu yasağında, sahil yürüyüşünü, mutluluğunu dile getirmiş:

“ … ıssız kumsalda derin nefesler alarak yürüdüm. Yapayalnız halk plajında yine kimsecikler yoktu…”

Belirli bir yaş ve o yaşın üstü bundan başka nasıl aşağılanabilir ki:

“65 yaş üstü yaşlıların sokağa çıkma izni ne zaman?” Bu soruyu sormaktan- duymaktan utanan falan yok… Her hafta aynı soru.

Yine bir başlık:

“Tam düşüyor derken… Bir anda yine fırladı.”

Yok yok, bu da para borsasından değil. Virüs borsasından…

Gazetesine böyle bir başlık atan için, onun art niyeti yok, o saflığından böyle yazmıştır diyebilir misiniz?

Ortalık sessizleşir gibi olduğunda, aynı şeyi pişirip pişirip temcit pilavı gibi böyle ortaya sür:

“Son dakika… Corona virüsü salgınının ortaya çıktığı Çin’de çok kritik gelişme…”

Bu da kesmiyor bazen bu düzen kurucularını, 30 Mayıs’ın müjdesine bakınız:

“Çin'de ortaya çıkarak tüm dünyaya akıl almaz bir hızla yayılım göstererek adeta kabusa... “ diyerek önce küresel masalın tekerlemesini bir kez daha yineliyorlar, kafalara kazıyorlar, bir iyice belletiyorlar, “tekrarlama – ezberletme” yoluyla, sonrası iç ürpertiyor:

“Corona aşısı yıl sonundan önce piyasaya sürülebilir!”

Aynı haberi şöyle muştulayan da var:

“Koronayla mücadelede ışık göründü! Çin'den heyecanlandıran aşı müjdesi.”

Sizin ışığınızı sevsinler! Işıkları da ne ışık ama:

"Sosyal medya hesabından açıklama yapan Çin Devlet Varlık ve Gözetim İdare Komisyonu, Çin'in geliştirdiği “corona virüsü” aşısının bu yılın sonuna kadar piyasaya sürülmeye hazır hale geleceğini duyurdu.”

Sanki bu yeni geliştirilen, üstünde sözüm ona çalışılan aşının genetik bir aşı olduğunu duyurmadılar çok önceden, dünya insanına aşıyla neler plânladıklarını da açıklamadı “aşıcıbaşı” Billy.

Şu kadar milyarlık Çin’de üç bin kişi kadar öldü, üç bin kişiyle biten salgın olur mu, bu bir büyük kentin günlük ölüm sayısıdır diyenlere:

“Ama orası kapalı bir toplum. Diktatörlük. Sakladılar, ne kadar ölüm var bilmiyoruz", cevabını verenler, gribin aşısı olmaz sözünü bir yana bırakın, şimdi oradan çıkacak ne olduğu belirsiz aşı işine müjde, ışık göründü diyebiliyorlar. Verdikleri beş aydaki ölü sayısına inanma, bu bilinmez toplumun ne idüğü belirsiz aşısına güven. Akıllar uçmuş.

Sonra bu başroldeki oyun kurucu virüsün adı da her yerde başka yazılıyor. Okuyuşunda ağız birliği edilmiş, “ko” sesiyle başlanıyor. Yazılışta herkes başka daldan çalmış, beğen beğen al. “Co” ile başlayan mı, Covid diyen mi, “Kovid” diyen mi, ardına 19 ekleyen mi, David diyen mi, bunu, aslı olan söze Davut’a döndüren, küreselin Davut peygamberine kadar işi birleştiren mi? Ne ararsanız var yazılı basında…

Şu an kulağıma uzaktan bir canlı yayında söylenen sözler geliyor. Duymayayım diye kapımı çat diye kapatıyorum, bir görünmez el boğazımı sıkıyor sanki:

“Ateşi olan, solunum sıkıntısı olan… Hemen aile sağlık…”

Sahi ne zamandan beri nezle- grip olma, ateşlenme hakkımız elimizden alındı?

Kapılarda, kontrollerde, onayı alınmadan, insanların alnına tuttukları tabanca taklidi görünümlü ateş ölçerlere ne diyorsunuz?

Bu zamana kadar hiç görmemiştim. Ürkütücü. İnsanlığa daha neler dayatacaklar kim bilir?

Hapşırdık mı, çevreyi dinliyoruz aman biri duyup da beni virüslü diye ihbar etmesin? Derdimi nasıl anlatırım!

Olur ya bir sabah burnumuz akarak uyanırız, ömrümüz boyunca sık sık böyle uyandığımız gibi; şimdiyse içimiz pır pır… Gören olmasın? Beni hasta sanmasınlar?

Boğazınız gıcıklansa öksürseniz, bir de uzun sürse öksürüğünüz, insanlık hali, gözünüz kulağınız kapı sesinde…

"Bilsem de bilmek elvermez.”

En yakınımdan bir olay, geçen yıl, kışın, canımın bir parçası, bir türlü geçmeyen öksürük ve ateşten yakasını uzun süre kurtaramadıydı. Önce grip, sonra zatürre başlangıcı dendi bitmeyen soğuk algınlığına, iyi bir dinlenmeyle - bakımla geçer dendi, geçti. Bağışıklık sistemi stresten zayıflamış. Demek bu yıl yakalansaydı o gribe, yandıydı gülüm. Bu “salgında” kullandıkları, adı geçen “kinin” ilacı, alıp götürürmüş onu…

Nasrettin Hoca’nın bilenler bilmeyenlere söylesin öyküsü gibi durumlarımız.

Bilen ilk önce sezişinden biliyor, eski bildiklerini unutmadığı, küresel kurumları- kişileri iyi tanıdığı, her yeni olayda bildiklerini değerlendirdiği, bilgi güçtür dediği için, biliyor.

Bilmediğin işe karışma, bilmediğin yola girme…”

Biliyorsunuz yenice yasakladılar bu tuhaf adlı, aylardır hastalarda kullandıklarını söyledikleri kinin ilacını. Kendileri önerip, denettirip, kullandırıp, kaç ay sonra, pardon dediler. Meğer bu sıtmada kullanılan ilaç, kalbi etkileyip ölümlere neden oluyormuş, hele bir de antibiyotiklerle kullanıldığında… Kurtuluş yokmuş. Sonra bu ilacı kullanan ülkeler, tavsiye edenler, doktor kılıklılar… Hepsi kaç gündür derin bir sessizlikteler. Ağızlarından çıkan şu: “Hık mık…” “Ama, mama…”

Bilen söyler, bilmeyen söyler,” aynı öyle durumdalar o çok konuşanlar…

“Bilen ile bilmeyen bir olur mu?” Olmaz. Bilen aldatıldığı için acı çeker, yalanlar onu korkutur, üzer. Bilmeyen denilene sorgulamadan uyar. Dünya yansa hasırı yanmaz.

“Bilmediğin söze karışma,” kime denmiş? Günümüzde asıl bilmedikleri konularda bilgiçlik taslıyor insanlar.

“Bilmeze danış, bildiğini işle…”

Aynı bilim kurulu üyesi, bir hafta önce, önlemler gevşetilirken:

“Virüsün hasta etme gücü azaldı.” dedi.

65 yaş üstüne yasakların devam ettiği duyurulurken, herkes isyanlardayken, dün:

“Bu virüs bizi bırakmayacak.” demesin mi?

Ama artık hasta etmez demişti, bunu “Bilmiş gibi söylediydi…” demeyin.

İstedikleri insanları korkutarak sindirmek, yeni düzene, baskıya razı etmek.

Bilen bilir, bilmeyen aslı var sanır!”

Yoksa böyle bir habere inanılabilir mi? Şu utanmazlığa bakın:

“Yeni merkezde bir rekor daha: Mezarlarda yer…”

Ölümü göstererek sıtmaya razı ettiler gerçekten. Sıkıyönetimleri aratan bir dönemdeyiz.

Hiç gerçekle ilişiği yok alttaki haberin, hasta sayısı çok olursa, İngilizler ne edermiş:

“Doktorların zorlu kararı: Kim kurtarılacak, kim ölüme terk edilecek?”

Tam bu noktadan vuruluyoruz!

Bilmiş gibi söylüyorlar, gerçek gibi söylüyorlar…

Bilen gerçeği demiyor, konuşanlar ne söylediğini bilmiyor…

Feza Tiryaki, 31 Mayıs 2020
Ek:
DSÖ'den açıklama:
https://www.dw.com/…/ds%C3%B6-hidroksiklorokin-t…/a-53564723
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 986
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x