Bilkentli Öğrencilerle 68 Kuşağı Konulu Görüşüm (Röportaj) / Metin AYDOĞAN

Bilkentli Öğrencilerle 68 Kuşağı Konulu Görüşüm (Röportaj) / Metin AYDOĞAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Prş Nis 02, 2015 12:11

Bilkentli Öğrencilerle 68 Kuşağı Konulu Görüşüm (Röportaj)

68 Kuşağının en belirgin özelliği, eylem ve düşüncede toplum çıkarlarını önde tutan bir anlayışa sahip olması, olay ve gelişmelere kişisel değil toplumsal bir anlayışla bakmasıdır. Kaynağını ulusal bağımsızlık istencinden alan düşünsel yapısına, ilkelerine ve halkın değerlerine birinci derecede önem vermiştir. Savaşım biçimini Kemalizmden almıştır ancak yaşadığı dönemi ve bu dönemin özelliklerini inceleyerek, sürekli arayış ve yenileşme çabası içinde olmuştur... Düşünce ve davranışlara sorgulayıcı tutum egemendir; öğrenme ve bilinçlenme istemi yüksektir. 68’lilerde okumak, neredeyse yaşamsal bir gereksinim, bir tutku olmuştur. Okumak, öğrenmek, öğrendiğini uygulamak, o günlerin en geçerli ve en çok değer verilen davranış biçimiydi... Okuyup öğrenmek ve eylem içinde olmak, gençliğe yüksek düzeyli bir özgüven duygusu vermişti. Gençler okuyup öğrendikçe, çevresindeki insanlardan, özellikle de ülkeyi yöneten politikacılardan çok daha ileri bir konuma gelmişler ve bu durum onların, yaşlarından beklenemeyecek düzeyde özgüven kazanmasına yol açmıştı. O dönemdeki gençlik örgütlerinin genel kurulları, üniversitelerdeki açık oturum, panel ya da forumlar, yalnızca o günlerdeki değil, bugünkü parti kurultaylarından çok daha ilerdeydi. Konuşma ve tartışmalar, çok daha nitelikliydi; bilimsel içeriğe sahipti. Panel ya da forumlar 6–7 saat sürer, salonlarda oturacak yer kalmazdı. O dönemde yaşanan aşılması güç sorun, eylem düzenlemek değil düzenlenecek eylem için salon bulmaktı.

Filiz Akgül: Sizce 68 Kuşağının genel kültürü ya da dönemin popüler kültürünü, bir başka deyişle, siz 68’lilerin yaşam biçimini nasıl tanımlayabilirsiniz?

Metin Aydoğan: 68 kuşağı olarak tanımlanan gençlik hareketi, dönemin ülke ve dünya koşullarından etkilenerek ortaya çıkan, kendine özgü niteliği olan, günümüzden çok ayrımlı değer yargılarına sahip, kararlı, direngen ve devrimci bir gençlik savaşımıydı. İçinde, gençliğinden gelen kimi yanlışlıkları içerse de belirleyici özelliği, yurtseverliğe dayanan antiemperyalist bir öze sahip olmasıdır. O dönemin gençleri olarak bizler için tek doğru ve vazgeçilmez olan, Türkiye’nin ve tüm yoksul ulusların haklarını savunmak, bunun için emperyalizme karşı çıkmaktı. Anlayışımızın temelinde yer alan bu bakış, insanlığın sömürü ve baskıdan kurtularak ilerlemesini amaç edindiği için haklıydı ve bu nedenle canlılığı olan, yaşamla bütünleşen kültürel bir zenginliği içeriyordu.

O yıllarda dünyanın hemen her yerinde ortaya çıkan gençlik devinimleri (hareketleri) içinde emperyalizmi kavrama açısından; en bilinçli, en özverili ve en atak olanı Türkiye’deki gençlik devinimiydi. Bu da çok doğaldı, çünkü Türkiye, yüzyıl başında bağımsızlık savaşı veren Kemalist devrimi yaşamış bir ülkeydi. 68 Kuşağı olarak bizim varlığımızı ve kültürel varsıllığımızı bu devrim oluşturuyordu. Sahip olduğumuz herşeyi, ulusal bağımsızlığı gerçekleştiren devrime borçlu olduğumuzu biliyorduk. Devrimi korumanın ve geliştirmenin Türkiye’nin geleceğini korumak ve geliştirmek olduğunu kavramıştık. İnançlarımız için özveride bulunmayı görev sayıyorduk. Nitekim devinimin en önünde yer alanlar, yaşamlarını, çok genç yaşta olmalarına karşın vermekten çekinmediler. Bizim dünyaya bakışımız ve yaşam biçimimiz temel olarak almaya değil vermeye, kendini değil ülkeyi düşünmeye dayanıyordu.

Filiz Akgül: Dönemin gençliğinin en belirgin niteliği ve kendilerinden önceki kuşakla karşılaştırıldığında öne çıkan ayrımlar nelerdir?

Metin Aydoğan: 68 Kuşağının bence en belirgin özelliği, eylem ve düşüncede toplum çıkarlarını önde tutan bir anlayışa sahip olması, olay ve gelişmelere kişisel değil toplumsal bir anlayışla bakmasıdır. Kaynağını ulusal bağımsızlık istencinden alan düşüngüsel (ideolojik) yapısına, ilkelerine ve halkın değerlerine birinci derecede önem vermiştir. Savaşım biçimini Kemalizmden almıştır ancak yaşadığı dönemi ve bu dönemin özelliklerini inceleyerek, sürekli olarak arayış ve yenileşme çabası içinde olmuştur. Yeterli ya da yetersiz, doğru ya da yanlış, çok iş yapılmış; devinime yön veren kendine özgü kuramsal bir çerçeve oluşturmuştur. İnceleme ve araştırmada, sınırlayıcı hiçbir baskı kabul edilmemiş, Türkiye ve dünyadaki düşünce akımlarına; özellikle de ulusal bağımsızlık düşüncesine yüksek ilgi göstermiştir.

Araştırmacı ve sorgulayıcı tutum, halkın ve ülkenin gerçeklerine yabancılaşmadığı sürece, bir gençlik deviniminden beklenmeyecek düzeyde kültürel bir birikim, düşünsel bir varsıllık yaratmış ve kitleselleşmiştir. Ancak, daha sonra yaratıcı araştırmanın yerini öykünmenin (taklit) almaya başlaması, özellikle de o günün geçerli sosyalist akımlarına öykülenilmesi, yaratıcılığın yitirilmesine yol açmıştır. Sosyalist düşüncenin derinliğine kavranmadan yüzeysel aktarımlarla kabul edilip savunulması hem bölünmelere yol açmış hem de, devinimin önce gençlik kitlesinden daha sonra halktan uzaklaşılmasına yol açmıştır. Bu olumsuz etkilenme aynı zamanda 68 deviniminin düşüngüsel sonu olmuştur.

Öğrenme ve bilinçlenme istemi, inceleme ve araştırmayı bu da çok okumayı, tartışmayı, kültürel düzeyin yükselmesini ve eylemi gerekli kılmıştır. 68’lilerde okumak ve daha çok okumak, neredeyse yaşamsal bir gereksinim olmuştu. Okumak, öğrenmek, öğrendiğini uygulamak, o günlerin en geçerli ve en çok değer verilen davranış biçimiydi. Bu çok hızlı bir süreçti. Varsıl ya da ünlü olmak, iyi giyinmek, gösterişli biçimde yaşamak değil; okumak, eylem içinde olmak ve halkı sevmek geçerli değer yargılarıydı. Gençlik, kendi içinde yarattığı bu yargıyla, toplumun hemen tüm kesimlerini etkilemeyi başarmıştı. Kitle örgütleri, sendikalar, sanatçılar, aydınlar gençlerden etkileniyor ve Türkiye yalnızca Atatürk döneminde gördüğü bir aydınlanma, bir aydın uyanışı yaşıyordu. Okulda, otobüste, trende, vapurda hemen herkesin ama özellikle gençlerin elinde hep birer kitap görürdünüz. Türkiye’nin o zamanki nüfusu bugünkünün yarısı kadar olmasına karşın, kitaplar baskılarını 5’er bin adet yapardı. Kültürel etkinlikler, tiyatrolar, forumlar, panel ve tartışmalar her zaman dolu olurdu.

Okuyup öğrenmek ve eylem içinde olmak, o dönem gençliğine yüksek düzeyli bir özgüven duygusu vermişti. Gençler okuyup öğrendikçe, çevresindeki insanlardan, özellikle de ülkeyi yöneten politikacılardan çok daha ileri bir konuma gelmişler ve bu durum onların, yaşlarından beklenemeyecek düzeyde özgüven kazanmasına yol açmıştı. O dönemdeki gençlik örgütlerinin genel kurulları, üniversitelerdeki açık oturum, panel ya da forumlar, yalnızca o günlerdeki değil, bugünkü parti kurultaylarından çok daha ilerdeydi. Konuşma ve tartışmalar, çok daha nitelikliydi; bilimsel içeriğe sahipti. Panel ya da forumlar 6–7 saat sürer, salonlarda oturacak yer kalmazdı. O dönemde yaşadığımız aşılması güç sorun, eylem düzenleme değil düzenleyeceğimiz eylem için salon bulmaktı.

Filiz Akgül: Türkiye’nin ve Osmanlı yönetimindeki Türk halkının genel olarak politik kültürü ele alındığında, 68 kuşağını ilk yapan özellikler var mıdır?

Metin Aydoğan: Türkiye aydınlanma dönemini 1923 ile 1938 arasındaki 15 yıllık devrimler döneminde yani Atatürk dönemine sığdırmış bir ülkeydi. Cumhuriyetten önce geçmişe dayanan önemsenecek bir aydınlanma birikimi yoktu, Atatürk öldükten sonra devrimlerden geri dönüş süreci başlamıştı. 1938 ile 1968 arasındaki 30 yıllık geri dönüş sürecine karşın, Türkiye’de bu denli ileri ve nitelikli bir gençlik eylemini nasıl ortaya çıkabildiğini hep düşünmüşümdür.

Cumhuriyet, Osmanlıdan aydın denilebilecek hemen hiçbir yetkin kadro almamıştı. Devrimler, önce onu yürütecek kadroları yaratarak ve çok sınırlı bir kadroyla başarılmıştı. Osmanlıda gençlik devinimi diyebileceğimiz oluşumlar çok cılızdı ve harbiye, tıbbıye ve mülkiye ile sınırlıydı. Okumuş Gençliğin büyük bölümünü suhte adı verilen medrese öğrencileri oluşturuyordu. Gerici bir anlayışla eğitilen ve tutuculuğun vurucu gücü durumuna gelen suhteler, işsiz kaldıklarında ayaklanırlar ve ses getiren eylemler yaparlardı. 1876’daki suhte ayaklanmasına, Fatih ve Beyazıt medrese öğrencileri de katılmış ve bu katılımın Sultan Abdülaziz’in tahtan indirilmesinde etkisi olmuştu.

Cumhuriyet kurulduğunda okuma yazma oranı yüzde 10’un altındaydı. Aydın sayılabilecek insanlar, İstanbul ile Selanik’te bulunan ve ciddi bir örgütlenme gerçekleştiremeyen, genellikle Batı etkisinde kalmış yarı–aydın kişilerden oluşuyordu. Bunlardan yalnızca ittihatçılar ulusal hakları savunuyor ancak, onlar da içinde yaşadıkları dünyayı gerçek boyutuyla kavrayamıyor, sömürgeciliği, emperyalizmi bilmiyorlardı.

Toplumsal yapının geri ve örgütsüz olduğu, aydın denilebilecek kadroların ortaya çıkmadığı, aydın geleneği ve birikimi olmayan bir toplumdan, Mustafa Kemal gibi ileri niteliklere sahip bir aydının çıkması gerçekten şaşırtıcıdır. Mustafa Kemal, gerek Kurtuluş Savaşı süresince, gerekse devrimler döneminde eylemine uygun yetişmiş kadro bulmada çok zorlanmıştır. “Ben mücadelemi mollalarla yürüttüm, çünkü yetişmiş insan yoktu” derken çok haklıydı. Cumhuriyet kuruluşunda, yapılan eylemin bilincinde olan insan hemen hiç yoktu ya da çok azdı.

Kurtuluş Savaşı ve onu tam bağımsızlıkla bütünleştiren Türk Devrimi, kendi aydınını da yaratmıştır. 15 yıllık kısa dönem, sıradışı dönüşümler gerçekleştirmiştir. Ancak, zamanın kısalığı, devrimi koruyacak kadroların nitelik–nicelik olarak yeterli düzeyde yetiştirilememesine neden olmuştur. Atatürk’ün ölümüyle başlayan, 1945’den sonra yoğunlaşan geri dönüş süreci, devrimi koruyup geliştirecek kadro yetiştirmek bir yana, var olan sınırlı kadroları da devletin üst görevlerinden ayıklandılar (tasfiye edildiler).

68 Hareketi, geri dönüş sürecinin ve ABD etkisinin yayılıp, yerleştiği bir dönemde, bu girişime tepki olarak gelişti. Gençler, Kurtuluş Savaşı’nı, devrimleri, geri dönüş uygulamalarını ve bu uygulamaların arkasındaki itici gücü oluşturan emperyalizmi görmüş ve buna karşı örgütlenip savaşıma girişmişlerdi. Eriştikleri düşünsel düzey, olay ve olguları gerçek boyutuyla görme olanağını onlara veriyor bu nedenle de eylemler etkili oluyordu.

68 Gençlik deviniminin dayandığı düşünsel temel, en azından çıkışı ve yayılış döneminde, tartışmasız bir biçimde ulusal bağımsızlık ve Kemalist devrimdir. Bu gerçek, devinimin ilk dönemlerinde söylem ve eylem olarak açıkça ortaya konmuştur. Daha sonra ortaya çıkan söylem değişikliği ve yabancılaşma eğilimi, bu gerçeği değiştirmemektedir. 68 Devinimi, kendisini var eden Kemalist devrim ilkelerine bağlı kaldığı sürece gelişip güçlenmiş, Kemalizmden uzaklaştığı oranda varlık nedenini yitirerek yok olmuştur.

68 Kuşağını oluşturanlar, genellikle 1940–1950 arasında doğanlardır. Geri dönüş süreci 1940’lardan sonra başladığına göre bu süreç içinde çocukluğunu yaşayan gençlerin, daha sonra günün geçerli siyasetine karşı bu derece kararlı ve sert bir karşı koyma içine girmelerinin nedenini bilmek gerekir, Bunun bence iki nedeni vardır. Birincisi, 68 Kuşağı bir tepki devinimidir; anti–Kemalist sürece gençliğin gösterdiği dirençtir. İkincisi, bu kuşağın ağılıklı olarak Türk Devrimi’ni koruyacak kadroları yetiştiren ve kısa sürede eriştiği yüksek ulusal bilinç nedeniyle kapatılan köy enstitülüler başta olmak üzere Cumhuriyet öğretmenleri tarafından yetiştirilmesidir. 68’lilerin; eğilimleri, değer yargıları ve ileride geliştirecekleri bilinç düzeyleri, önemli oranda, Cumhuriyet’e bağlı bu eğitim kadrosu tarafından oluşturulmuştur. Köy enstitülerine ve oradan yetişen öğretmenlere karşı sürdürülen sürekli baskı, daha sonra ve daha yeğin (şiddetli) olarak 68 Kuşağına da uygulanmıştır.

68 Kuşağını “ilk” kılan süreci, bu bütünlük içinde ele almalıyız. Bu yapıldığında “ilk” den çok, bir dönemin söz konusu olduğu görülecektir. 68, kuşkusuz bir “ilk” di ancak bu “ilk”, Kemalist devrimle başlayan Köy Enstitüleriyle süren, bir birikimin ürünüydü.

Filiz Akgül: Siz 68’lileri, siz olmaya iten nedenler nedir? Bu özelliklerin ve niteliklerin oluşmasına olanak veren iç ve dış dinamikler sizce nelerdir?

Metin Aydoğan: 68’lileri 68’li yapan nedenleri, özellikle dayandığı iç devimselliği (dinamiği) sanırım yukarıda yeterince açıkladım. Dış devimselliğe gelince, dışarıda gelişen eylemler Türkiye’deki politik gelişmeleri kuşkusuz ilgilendiriyordu. Dışarıdaki emperyalist saldırganlık ve buna karşı oluşan tepki, yalnızca Türkiye’yi değil, ezilen ülkelerin tümünü etkiliyordu. ABD, Vietnam’da vahşi ve haksız bir savaş sürdürüyor, dünyanın her yerinde darbeler düzenliyordu. Buna karşın ulusal kurtuluş savaşlarının yayılmasını önleyemiyordu, Afrika, Güney Amerika ve Asya’da güçlü ulusal ve toplumsal devinimler ortaya çıkıyordu. Dünyadaki ilk anti–emperyalist devrimi başaran bir ülkenin gençlerinin, bu gelişmelerden etkilenmemesi olanaksızdı; gelişmelere tepki gösterecek birikim Türkiye’de henüz tüketilmemişti ve bu birikimin eyleme dönüşmesi kaçınılmazdı.

68’liler, kendi ülke sorunlarına olduğu kadar, dünya sorunlarıyla da yakından ilgilendiler ve özellikle yoksul ülkelerde uluslararası dayanışma eğilimi içinde oldular. İşçilerin, köylülerin, öğretmenlerin ve kendilerinin; ekonomik–demokratik hakları için savaşım verdikleri gibi, uluslararası gelişmelere karşı duyarlılık gösterdiler, tepkilerini eyleme dönüştürdüler. Ve her iki konuda da, bir gençlik deviniminden beklenmeyecek düzeyde etkili ve başarılı oldular; büyük bir kitlesel güç yarattılar.

Güçlenmeleri ve ses getiren eylemlerle halka ulaşmaya başlamaları, politik çevrelerin tepkisiyle karşılaştı. Silahlı saldırılara uğradılar ve sokak ortalarında öldürüldüler. Kendilerini koruma gerekçesiyle silahlandılar. Niteliklerine ve konumlarına yabancı bir çatışma ortamına çekildiler. Aralarına sokulan kışkırtıcılar (ajan–provakatörler) aracılığıyla gerek düşünsel gerekse eylemsel sapma içine sürüklendiler. Bir gençlik devinimiydiler ve kendilerine altından kalkamayacakları erekler seçmişlerdi. Sapmaya ve karışmaya (müdahale) son derece açıktılar.

Hem kendi içlerinden hem de dışardan ama kesinlikle bir merkezden yürütülen kışkırtıcı karışmalarla amaçlarından çok ayrımlı bir konuma getirildiler, çıkışları her yerden tıkanmıştı. Ancak, tüm sarılmışlıklarına karşın inanılması güç bir direnç gösterdiler ve çatıştılar. 20–22 yaşında gençler gözlerini kırpmadan ölüme gidiyordu.

68 Gençliği, söylediklerinin ve yaptıklarının arkasında durmuş, ülkeye sahip çıkmış ve çok ağır bir bedel ödemiştir. Silahlı saldırıların başlamasından sonra, öğrencile derslerinden çok öldürülen arkadaşlarının cenazelerine gider olmuştu.

Filiz Akgül: 12 Eylül 82 Anayasası, 24 Ocak 1980 kararları ve Özal, sizce Türk kültürüne nasıl bir etki yapmışlardır? Yapılanların, 80 öncesi 80 sonrası kültüre yeniden yapılanan değer yargılarına etkisi nedir? 98 Kuşağı diyebileceğimiz bugünün gençliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Metin Aydoğan: 12 Eylül’ü, 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarıyla birlikte sormanız çok yerindedir. 12 Eylül neredeyse bir iç savaş durumuna gelen/getirilen iç çatışmayı durdurma adına yapıldı ve söylendiği gibi çatışmalar durduruldu. Bu girişimi, gerçek boyutuyla kavramak için, 80 öncesindeki eylemlerin ortaya çıkışını, uygulanış biçimini ve yurt dışıyla ilişkilerini incelemek gerekir. Bu ise, başlıbaşına ayrıca ele alınması gereken önemli bir konudur. Ancak, 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararlarını, sorduğunuz sorunun yanıtını verebilmek için kısa da olsa ele almak gerekir.

1980 yılında Başbakan olan Süleyman Demirel, Başbakan Müsteşarlığına getirdiği Turgut Özal’a 1979 sonunda bir Ekonomik İstikrar Programı hazırlama görevi verdi. IMF’nin istekleri yönünde kısa sürede hazırlanan izlenceyle (programla), Türkiye tek taraflı ve tam olarak yabancı sermayeye açılıyor, tarım, ticaret ve sanayide ulusal ereklerden vazgeçiliyor, Türk Lirasının değer yitirmesi günlük kur ayarlamalarıyla sürekli duruma getiriliyor; milli kambiyo rejiminden vazgeçiliyor, ithalat liberasyonu adıyla dış alım serbest duruma getiriliyor, kotalar kaldırılıyor ve kamu yatırımları kısıtlanıyordu. KİT’lerin özeleştirileceği, temel ürünlerde destek fiyatlarının kaldırılacağı, ücret artışlarının düşük tutulacağı, tarım ürünlerindeki taban fiyatlarının sınırlanacağı açıklanıyordu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluştaki yönelmeleriyle tam bir karşıtlık içindeki bu uygulamaların sonucu, Özal dönemi denilen gerçekte ise IMF’ye tam teslimiyet dönemi denilmesi gereken bir süreç ortaya çıktı. Bu sürecin sonu, bugün yaşanan ve Türkiye’yi çöküşe götüren sorunlar yumağı oldu. Aydınlar üzerinde kurulan yıldırıcı baskı ve eğitimde sağlanan bozulmalar, halkı yoksullaştıran ekonomik uygulamalarla birleşince, ulus devleti ortadan kaldıracak bir ortam oluştu.

Yaşanan sorunlardan en çok etkilenen kuşkusuz gençliktir. Çünkü, gençlik dediğimiz toplumsal kesim, geleceği yaşayacak insanlardır. Bu nedenle ülkenin içine düştüğü olumsuzluk en çok onları ilgilendirmesi gerekir. 12 Eylül dönemi öylesine bir kültürel bozulma yaratmıştır ki, Özal gençliği adı verilen bu gençlik, kendisinin ve ülkesinin haklarını kavramaktan uzak bir konuma getirilmiştir; tam bir sinizm (hiçbir değere sahip olmama) içindedir.

Varsıllaşma, gösterişli yaşam, gibi isteklerin tek yanlı olarak ele alındığında, bir değer oluşturmayacağı ve bunların yalnızca istek olarak kalacağı açıktır. Üretmeden tüketmenin, çalışmadan yaşamanın nasıl bir değer yargısı oluşturacağı bellidir. Bu yargı kişiyi, kendisinden başkasını düşünmeyen, bu nedenle insanlıktan uzaklaştıran ilkel bir konuma sürükleyecektir. Bencilliğin sonu, varsıllık ya da gösterişli yaşam elde edilse bile mutsuzluktur.

Kimileri, sizin doğru bir tanımla 98 Kuşağı adını verdiğiniz bugünün gençliğini; çok gelişkin iyi yetişmiş ve çağa uyum gösteren, yabancı dil bilen gençler olarak tanımlamaktadır. Bu tanımı yapanlar, dikkat ederseniz, çarpık düzenin sürmesini isteyen, ekonomi ve siyasete egemen olanlar, bağlı olarak küreselleşmeyi yani emperyalizmi savunanlardır. 98 kuşağının bir bölümü, pahalı okullarda ve iyi koşullarda okuyup teknolojik bilgiler edinseler de (bu bilgilerin niteliği ayrı tartışma konusudur), yaşamı ve dünyayı tanımamaktadırlar. Nereden geldikleri, ne oldukları ve ne olmaları gerektiğinden habersizdirler. Özal döneminin, gençlik açısından Türk kültürüne yaptığı katkı işte bu gençlerdir. Ayrıca bu kültürsüzlük kuşkusuz yalnızca gençleri kapsamamaktadır.

Ancak, açık olan bir gerçek vardır. İnsanlığın gelişimi her zaman ve her koşulda sürecektir, bunu durdurmak olanaksızdır. Doğada ve toplumda olumlu ya da olumsuz her gelişim kendi karşıtını da doğuracaktır. Bugün, kendilerine verilen eğitim nedeniyle gerçekleri göremeyen gençlik, ilerde, sorunlarla karşılaşacak, yaşadığı sorunları öğrenmeye çalışacak ve edineceği bilgiyi bilince çıkarmayı başaracaktır. Sizin çalışmalarınız ve nitelikli sorularınız bunu göstermiyor mu?

Metin AYDOĞAN, 1 Nisan 2015
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Metin AYDOĞAN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x