Birey Olmak veya Olamamak! Efendilikten Köleliğe!

Birey Olmak veya Olamamak! Efendilikten Köleliğe!

İletigönderen Feza Tiryaki » Prş Eyl 15, 2011 21:49

Birey Olmak veya Olamamak!
Efendilikten Köleliğe!


Televizyonlarda soruyorlar, dudaklarda alaycı, küçümseyen bir gülümsemeyle:

“Teyzeciğim seni şuraya alalım. Gel İbrahim dedem , ağlama, kurban ol’im…”

“Ahmet Amcam, söyle bakayım, kaç yaşındasın?”

“Ali Amca gel, sen şöyle otur!..”


Pazara gidersiniz: “Gel teyzem gel, anne hangisinden vereyim?”

Resmî dairede meselâ nüfus müdürlüğünde, köylümüze:” İsmail Amca, bu kâğıt
eksik tamamla da getir.”
veya, “Dayı, bu olmamış, doğru yazdır da gel!”

Bir başkasına, düzgün giyinene: ”Beyfendi. Buyurun.”

Okulda öğretmene ise: ”Fatma Hanım, müdür sizi çağırıyor.”

Müdür odacıya (hizmetliye): ”Mehmet Efendi, çay getir.”


Cumhuriyet çağdaş dünyanın bireye ait hitaplarını almıştı ilk zamanlar. Bize ait bir hitap tarzını. Mektuplarda adın soyadın önüne, bay, bayan sözcükleri yazılırdı.

Soyadın önüne de getiriliyordu bu hitap, yazılırken. Konuşurken ise ismin arkasına “Hanım” ve “Efendi” kelimesi eklenirdi…

Atatürk Nutuk’ta Meclise: “Efendiler!” diye seslenir. Kitaplarımızda babasının adı hâlen de böyledir, “Ali Rıza Efendi” diye geçer… Bu efendi kelimesini, tıpkı “Diriliş Destanımız Ergenekon” adının içini boşaltıp, onu terörle özdeşleştirip bu kutsal anlamını yoketmemiz gibi, yok ettik.

Alay eder gibi, sadece o ellili yılların meyvesi kapıcılara, odacılara (hizmetlilere) karşı kullanır olduk. Güçlü kesimin emir verdiği, köleleştirdiği, cahil, okumamış olan köyden göçen gariplere...

İki dünya arasında beynamâz kalanlara…

Köylü efendimizdir diyen Atamız’ın bu sözünü dönüştürmek, ortadan kaldırmak için. Sınıfsız bir kitleyiz sözünü bozmak için…İkilik yaratmak için…

Bir, saygı gösterilen zengin ve güçlü sınıf oluşturuldu. Çoğu kez zengin olmayan ama hali vakti yerinde, okumuş insanlar da bu sınıfa sonradan dahil edildiler.

Milletimiz tarihinin hiç bir döneminde yaşamadığı kölelik düzenine farkettirilmeden sokuldu anlayacağınız…

Yönetenler, sözüne uyulacaklar: Üst tabakadakiler. Bunların içine ustalıkla da tarikat şeyhleri, şahlar, şıhlar, ağalar sokuldu…

Milletvekilleri yani milletin vekilleri burnundan kıl aldırmayan sınıftı. Küçük dağları sanki onlar yaratmışlar, fabrika sahipleri yaratmışlar, para kazanan tüccarlar yaratmışlar…

Yönetilen, okumamış, cahil bırakılmış, köyden şehre göçen, emeğiyle geçinen, esnaf, işçi, emekçi kesimi de oldu mu size alt tabakadakiler…



Hiç unutmam ilk öğretmenliğim büyük bir ilimizdeki liseye idi.

Babamla gitmiştik ilk kez trenle, Sivas üzerinden o şehre.

Önce kalacak bir yer bulmuştuk: “Kız Öğrenci Yurdu.” Oradaki yatılı kızlara gözcülük etme karşılığı yurdun bir odasında barınma.

Lisede göreve başladım. Babam oradan ayrılmadan, memlekete dönmeden önce geldi, okulumu gezdi. Okulun müdürüyle de tanışıp selâmlaşmak istedi.

Müdürün yanına gittik, kapıyı çalıp. İçeri girdik.

Ben elimi uzattım, selâmlaştık. “Babam!”dedim. Şöyle çekildim. Babam o bildiğiniz halk adamlarından . Ceket pantolon giyer, Atatürk’ün devrimlerinin armağanı olan şapkayı giymeyi de hiç ihmal etmez. Kendisi okumuştur da ha… Eskinin orta mektebini bitirmiştir. Ama görünüşü bir memur, bir bilmem neyin müdürü gibi değil tabii…

Şapkasını eline aldı.

Yanımda şöyle, aydınlık bir yüzle, hafifçe bükülerek elini uzattı müdüre…

O anı hâlâ unutamam.

Müdür bu uzatılan eli havada bıraktı.

Baktı , elini vermedi.


Şimdi bunları böyle bir hikaye imiş gibi anlatmak kolay.

Biz gerçekten ikiye bölünmüştük o zamanlar… Şimdi ise bu bölünmüşlük başka kulvarlara döndü, dinci tarikatçı, yandaş, işbirlikçi kesim ile Atatürkçü, çağdaş, emekçi, milliyetçi bireylerin arasında açılan uçurumlara dönüştü...

Her olay yaşandığı tarihle değerlendirilmeli…

Biz, bu yaşadığımız döneme birdenbire gelmedik.

Böyle hatalarla, böyle ihanetlerle, böyle halkından koparak, halkını küçümseyerek... Yanlış üzerine yanlışlar yaparak geldik…

Kemal Sunal filmleri boşuna mı sevilmişti bir zamanlar? Bu gerçekleri, halkın gözünden anlattığı filmler... O filmlerde köylümüz devlet büyüklerinin önünde ellerini öne birleştirmiş, kasketi elinde, kafa öne eğik, iki büklüm durmaz mıydı?

Yönetenler, her nereyi yönetirlerse yönetsinler, halkımızla böyle aralarında uçurum açtılar. O dönemin milletvekilleri nasıldı? Devlet kurumlarının müdürleri? Yeni yetme, sonradan görme zenginlerimiz?

Biz şimdi birey bile sayılmıyorsak toptan, büyük çoğunluğumuz sindirilmiş, kıstırılmışsa, işte o zamanların ürünüdür bu zihniyet.

Atatürk’ün yolundan sapmadır!

Dış akımlara kapılmamız, Amerikan hayat tarzını, eğitim sistemini benimsememizdir ellili yıllardan sonra hızlı bir şekilde, bunun sebebi!..


Sonra biliyorsunuz bu Türk düşmanları, hiç vakit geçirmeden, yönetimle halk arasında yaratılan bu boşluktan yararlanarak yeni bir halk yaratmaya çalıştılar...

Kayıtsız şartsız emirlere, denenlere uyacak… Tarikatların kucağına itilmiş, başı eğik, sadakaya muhtaç… Dilenciliğe alıştırılmış… Onurunu kaybetmiş gibi duran…

Hakkını arayamayan, savunamayan! Sesi çıktı mı kapıya konulacağını bilen! Anasını da alıp vatandan gidecek olan, kovulan…

Millet olduğunu unutmaya başlayan, cemaat haline hızla dönüşen, ümmetleşen, bir karma topluluk, insan kalabalıkları haline gelen…

Aceleleri olduğu için de son yıllarda bu bastırdıkları, esir aldıkları kitlelere daha bir saldırıyorlar. Ellerindeki basın yayınla... Devletin imkânlarıyla…
Yalanla, dolanla…Göz boyamalarla…Kutsal dinimizi kullanarak bir de…


Bizim işimiz bu yüzden öyle çok kolay değildir.

Bu yarım asırlık plânları yırtıp atmak kolay iş değildir!

Hele halkımıza ulaşmak, bu basın yayınla mümkün de değildir.



Bu yeni düzen, AKP’li düzen, tarikatların kucağına oturtulan bu yoksul kesimi ve tarikatlarla, devlet eliyle zenginleştirilmiş türedi kesimini, bak sana şöyle yaptılardı, sana şunu reva gördülerdi diye diye kışkırtıyor, sahte bir yakınlık, göstermelik bir senli benlilikle kandırmaya devam ediyor.

Şimdi en cahiller, ahlâksızlar, satılmışlar… en bayağı konuşmalarla televizyonların başlarında!

Bir kısmı Meclis’te! Devletin önemli yönetimlerinde! Okullarda, camilerde…

Eğitilmiş yurtseverler onların ardında , emir alıyor. Yarın endişesi taşıyor...

Müziğimiz dolmuş müziğinden de betere indirildi. Her söylenene, her nağmeye göbek atıyoruz…

Başka kültürler baştacı…Biz ise bir hiçiz bu kafalara göre…Anadolu‘da bile misafiriz. Yunan’dan Ermeni’den yok daha da öncesinden Musa peygamberden gelmiş buralar bize kadar. Vaadedilmiş topraklarıymış birilerinin…Onlara aitmiş… Hatırlarsınız, Erzurum’daki gençlik kış sporları yarışmalarında kapanışta Mustafa Erdoğan’ın ekibine tam da bunu yaptırmadılar mı? Ermenileri anlattılar dünyaya dansla , müzikle. Ağıtlar yaktılar, buralar onlarındı demiş kadar olmuşlardı Musa Peygamber giyimli dansçılarıyla…

Anadolu kültürlerinden biriymişiz biz sadece. Kafalarımıza şunu iyice bir sokacaklar:

Biz mozaiğiz, mozaik! Ne milleti? Ne Türklüğü?

Atatürk’ün sıfatı, savaşta yaralanmasının ünvanı “Gazi” şimdi bir peynir adı.

“Efendi” kelimesi hizmetçiye, emir verilene, cahile deniyor.

Atatürk’e göre Türklüğün sembollerinden biri olan „Bozkurt“, günümüzde sadece bir parti amblemi. Sorun bakalım bu destanı, Ergenekon Destanını bilen gencimiz, çocuğumuz var mı?

Geçen yaz küçük tahta sandalımızın üstüne ad olarak “Ergenekon” yazdıracaktık da, bunu yazacak liseli genç, korktu. Bu adı yazamam, başıma iş gelir, dedi.

“Türküm” demek doğru olmaz! “Türkiyeli’yim” , yani ben millet değilim, benim milletim yok, demek lâzım; AB, ABD ve onların sözcüsü iktidarbaşı böyle istiyor.

Türk Milleti tarihten silinmek isteniyor!

Bay ve bayan kelimesini tek nerede görüyorsunuz şimdi ? Helâ kapılarında. Bu bir tesadüf müdür sizce?

Pıtırak gibi açılan özel televizyon ve radyoların neredeyse hepsi yobaz sakallıların, liboşların, işbirlikçilerin, yabancıların elinde. Atatürk düşmanlarının elinde!

Karadenizlim, topraklarında yeniden hortlatılan “Pontus“ kuruluyor da bunlardan bihaber, yerel televizyonlarına çıkan bu hoca kılıklı ülke düşmanlarının, millet düşmanlarının ağzına bakıyor... Dereleri çalınıyor, kıyamet koparmıyor! Toprakları gidiyor toprakları!..Yedi düvel çalıyor! Korumak için savaştığı, şehit kanlarıyla sulanan vatanı el değiştiriyor. Yabancıya geçiyor altı üstü toprağının...

Dil yarasıyla yaralanan devletin TRT’si, yerel bir ağzı tam üç yılı aşkındır, radyo ve televizyonlarımızda 24 saat kesintisiz yayınla veriyor da, milletimiz suskun ve bunu kabullenmiş...

Anaokulundan itibaren İngilizce öğrenilecek deniyor da karşı çıkan yok… Çocuğum için önce Türkçe gelir, bu ne, bu uşaklık neyin nesi? diyen yok!

Bütün liseler Anadolu lisesi olacak, dersler İngilizce olacak, 40 bin yabancı İngilizce öğretmeni getireceğiz diyor da millîsi kalmayan Millî Eğitimimizin bakanı, muhalefet partileri bile susuyor… İngilizin, Amerikalı’nın dilinin kölesi olmaya razılar…

Okullara en çok İngilizce öğretmeninin ataması yapılıyor. Türkçemiz, öksüz, yetim çocuk muamelesi görüyor! 36 çeşit yerel dilden biriymiş gibi bölücülerin hedefinde… Kucaklarında vatan millet düşmanlarının…

Milletimiz ise bu durumda, kendisi aşağılandıkça, kendisine efelenirdikçe, efelenenlere oy veriyor, alkışlıyor, biat ediyor. Köleliği kabulleniyor!

Birey olacakken köle oluyor.

Birey olmuşken köleliğe iniyor!

Hürken, teslim oluyor!


Kendisine alaycı bir sesle, “amca, dayı, teyze” diyenlerin ağzına şamar vuracağına onların ellerini öpüyor!

Dudaklarda alaycı, küçümseyici ifadelerle şimdi size, amca, dayı, teyze diyenler, isminize “Hanım,”” Bey” sıfatı eklemeye tenezzül etmeyenler, sizi küçümseyenler siz böyle diz büktükçe, yarın halinize kahkalarla gülecek, artık bu sözleri de bırakıp size adlarınızla bir çocuğa seslenir gibi sesleneceklerdir.

Sizi bir birey olarak kabul etmedikten sonra bu cemaatçiler ve onların borazanları ve bu batıcı yanar dönerler… Sizi hep kullanacaklardır…

Hem bazılarınıza, o batı hayranı olmuş şıkıdım aydınlarınıza, çocukları bile gün gelecek adıyla seslenecektir; sevgi, saygı kavramları, kimliğimiz unutturulacaktır.

En sonunda, ne ülkemizden, ne dilimizden, ne geleneklerimizden geriye hiç bir şey kalmayacaktır.

Bizi bize kırdırmalarına izin vermeyelim.

En kötü kıyım kültür kıyımıdır!

Birbirimizi aydınlatalım…


Her kişi en azından bir kişiyi ikna etsin, anlatsın olacakları…Başımıza gelecekleri…


Duyduk, duymadık demeyin!

Bir yol ağzındayız.

İki tabelâ asılmış:

Biri: Bu yoldan giden dönemez!

Diğeri: Bu yoldan giden döner!


Döner, hem de kuşlar gibi döner! Kurtulur!


Feza TİRYAKİ, 15 Eylül 2011
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 988
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x