Bizi Allah’la aldatmaya çalışan sahte Atatürkçüler

Bizi Allah’la aldatmaya çalışan sahte Atatürkçüler

İletigönderen Erkan Güçiz » Prş Kas 14, 2013 4:21

Atatürk’ün el yazısı ile yazıp bizlere bıraktığı “Medeni Bilgiler”i kaynak olarak alan Nuran Tezcan bunları “Yurttaşlık Bilgileri” başlığı altında günümüz dilinde yayınlamış. Bu kitaptan kısa bir alıntı var aşağıda. (Atatürk'ün el yazısı ile http://www.guciz.com/GuncelMeydan/ATAM/MedeniBilgiler.pdf)

Atatürk’ün anlattıkları, kendi sözleri ile yazının sonunda.

Bu günkü siyasi partilerin genel başkanları arasında bu sözleri söyleyebilecek bir yiğit varsa, ben hazırım onun arkasına takılmaya, gözüm kapalı olarak.

Ama ne yazık ki Atatürk’ün ölümünden beri görmedik, gelmedi öyle birisi.

O zaman nasıl çıkacağız bu karanlıktan?

Atatürk’ü okuyarak, tekrar tekrar okuyarak ve neler dediğini anlayarak, sindirerek, bize gösterdiği yolu görerek.

Ve en önemlisi de, bizi Allah’la aldatmaya çalışan sahte Atatürkçülerden uzak durarak.


8) Ahlakın, ulusal, toplumsal olduğunu söylemek ve o, ortak vicdanın dile gelmesidir demek, aynı zamanda ahlakın kutsal niteliğini de tanımaktır. Ahlak kutsaldır; çünkü aynı değerde eşi yoktur ve başka hiçbir tür değerle ölçülemez.
Ahlak kutsaldır; çünkü en büyük ahlaksal gerçeklik [363 (13)] sahibi olan bir gerçekleştiriciye dayanmaktadır. O gerçekleştirici de yalnız ve yalnız toplumdur. Ondan başka bir gerçekleştirici yoktur. Tanrısallık; değiştirilmiş, simgesel olarak düşünülmüş olan toplum da içermektir. Çünkü vicdanlarımız üzerinde etkili olan ruhsal yaşam, toplum bireyleri arasındaki etki ve tepkilerden oluşur. Gerçekte toplum yoğun bir düşünce ve ahlak etkinliklerinin odağıdır.
9) Din birliğinin de bir ulusun [364 (14)] kuruluşunda etkili olduğunu söyleyenler vardır. Ne var ki biz, bizim gözümüzün önündeki Türk ulusu tablosunda bunun tersini görmekteyiz.

Türkler, İslam dinini benimsemeden önce de büyük bir ulus idi. Bu dini benimsedikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan İranlıların, ne de Mısırlıların ve başkalarının Türklerle birleşip bir ulus oluşturmalarına yol açtı. Tersine, Türk ulusunun ulusal bağlarını gevşetti; ulusal duygularını, ulusal coşkusunu uyuşturdu. Bu çok doğaldı. Çünkü Muhammed'in kurduğu din bütün [365 (15)] ulusallıkların üstünde yaygın bir Arap ulusçuluğu politikasına dayanıyordu. Bu Arap düşüncesi, ümmet sözcüğü ile ifade olundu. Muhammed'in dinini kabul edenler kendilerini unutmaya, hayatlarını Allah sözcüğünün yer yerde yükseltilmesine adamaya zorunlu idiler. Bununla birlikte Allah'a kendi ulusal dilinde değil, Allah'ın Arap budununa gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve duada bulunacaklardı. Arapça öğrenmedikçe Allah'a ne dediğini bilmeyecekti. Bu durum karşısında Türk ulusu birçok yüzyıllar boyunca ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin, adeta bir sözcüğünün [366 (16)] bile anlamını anlamadan Kuran'ı ezberleyip beyni sulanmış hafızlara döndüler. Başlarına geçebilmiş olan hırslı hükümdarlar, Türk ulusunca ne olduğu, kim olduğu belirsiz cahil hocalar ağzıyla saçılan ateş ve azap ile korkunç bir karanlık ve karışıklık içinde kalan dini, kendi tutkuları ve politikaları uğruna bir araç olarak kullandılar. Bir yandan Arapları zorla buyrukları altına aldılar, bir yandan Avrupa'da Allah sözcüğünün kutsal parolası altında Hıristiyan uluslarını yönetimleri altına aldılar. Fakat onların dinlerine ve ulusallıklarına ilişmeyi düşünmediler. Ne onları ümmet yaptılar [367 (17)] ne de onlarla birleşerek güçlü bir ulus yarattılar. Mısır'da belirsiz bir adamı halifedir diye, yok ettiler; hırkasıdır diye, bir palaspareyi halifelik belgisi ve üstünlüğü olarak altın sandıklara koydular. Halife oldular. Kimi zaman doğuya, kimi zaman batıya, kimi zaman da dört bir yana saldıra saldıra Türk ulusunu Allah için, peygamber için topraklarını, çıkarlarını ve benliğini unutturacak, yalnız Allah yolunda olacak denli derin bir kendinden geçmişlik ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. Ulusal duyguyu yok eden, bu dünyaya değer verdirmeyen; yoksulluklar ve yoksunluklar ve kötülükler baş göstermeye başlayınca da, asıl gerçek mutluluğa öldükten sonra öbür dünyada kavuşulacağı inancını aşılayan dinsel dogma [368 (18)] ve dinsel duygu, ne var ki ulusun uyanıp aklı başına geldiği zaman, şu acı gerçeği görmesine engel olamadı. Bu korkunç manzara karşısında kalanlara, kendilerinden önce ölenlerin ahiretteki mutluluklarını düşünerek ya da bir an önce ölmeye dua ederek ahirete kavuşmayı öğütleyen bir din duygusu, dünyanın en acı tokatıyla Türk ulusunun vicdanındaki çadırını yıktı; çağrılıları, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. Türkler'in ortak vicdanı, derhal yüzlerce yıllık güçle ve açılıp ilerleme tutkusuyla, büyük bir coşkuyla çarpışıyordu. Ne oldu? Türk'ün ulusal duygusu artık ocağında ateşlenmişti. Artık Türk, cenneti değil, eski ve gerçek büyük Türk atalarının kutsal kalıtlarının, [369 (19)] son Türk ellerinin savunma ve korunmasını düşünüyordu. İşte dinin ve din duygusunun Türk ulusunda bıraktığı anı.

10) Türk ulusu, ulusal duyguyu, din duygusuyla değil, fakat insanlık duygusuyla yan yana düşünmekten zevk alır. Vicdanında ulusal duygunun yanında insanlık duygusunun onurlu yerini her zaman korumakla övünç duyar. Çünkü Türk ulusu bilir ki, bugün tuttuğu dönülmez uygarlık yolunda bağımsız; fakat kendileriyle koşut düzeyde ilerlediği tüm uygar uluslarla [370 (20)] karşılıklı insancıl ve uygar ilişki, elbette gelişmemizi sürdürmek için gereklidir. Ve yine bilinmektedir ki Türk ulusu, her uygar ulus gibi geçmişin bütün evrelerinde buluşlarıyla, bulgularıyla uygarlık dünyasına katkıda bulunmuş insanların, ulusların değerini bilir ve onların insanlığa bıraktıkları kalıtsal anılan saygıyla korur. Türk ulusu, insanlık evrenine gönülden bağlı bir üye ailedir.

[371 [21)] Özetleme: Bütün bu söylediklerimizi kısa bir çerçeve içine sokmak istersem, şöyle diyebiliriz: Türk ulusunun ortaya çıkışında etkisi görülen doğal ve tarihsel olgular şunlardır:

a) Siyasal varlıkta birlik
b) Dil birliği
c) Yurt birliği
ç) Soy ve köken birliği
d) Tarihsel yakınlık
e) Ahlak yakınlığı

Kaynak: Atatürk'ün Yazdığı Yurttaşlık Bilgileri, Cumhuriyet Kitapları ISBN 975-7720-40-2


Atatürk’ün kendi dilinden

Ahlâkın millî, içtimaî olduğunu söylemek ve maşerî vicdanın bir ifadesidir demek, aynı zamanda ahlâkın mukaddes sıfatını da tanımaktır. Ahlâk mukaddestir; çünkü aynı kıymette eşi yoktur ve başka hiçbir nevi kıymetle ölçülemez.

Ahlâk mukaddestir; çünkü, en büyük ahlâki şeniyet sahibi bir faile racidir. O fail, yalnız ve ancak cemiyettir. Ondan başka bir fail yoktur. Ülûhiyette, timsalî bir şekilde düşünülmüş cemiyet dahi mündemiçtir. Çünkü, vicdanlarımız üzerinde müessir olan ruhî hayat, cemiyetin efradı arasındaki amel ve aksülâmellerden teşekkül eder. Filhakika cemiyet, kesif bir fikrî ve ahlâki faaliyet mihrakıdır.

9) Din birliğinin de bir millet teşkilinde müessir olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz. Türkler İslâm dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Bu dini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de sairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine tesir etmedi. Bilâkis, Türk milletinin millî bağlarını gevşetti; millî hislerini, millî heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabiî idi. Çünkü Muhammed'in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde, şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu Arap fikri, ümmet kelimesi ile ifade olundu. Hz. Muhammed'in dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa, hayatlarını Allah kelimesinin, her yerde yükseltilmesine hasr etmeğe mecburdular. Bununla beraber, Allah'a kendi millî lisanında değil, Allah'ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe, Allah'a ne dediğini bilemeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk milleti birçok asırlar, ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin, adeta bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kuranı ezberlemekten beyni sulanmış, hafızlara döndüler. Başlarına geçebilmiş olan haris serdarlar, Türk milletince, karışık, cahil Hocalar ağziyle, ateş ve azap ile müdhiş bir muamma halinde kalan, dini, hırs ve siyasetlerine alet ittihaz ettiler. Bir taraftan Arapları zorla emirleri altına aldılar, bir taraftan Avrupa'da, Allah kelimesinin ilası parolası altında, Hıristiyan milletlerini idareleri altına geçirdiler, fakat onların dinlerine ve milliyetlerine ilişmeyi düşünmediler. Ne onları ümmet yaptılar ne onlarla birleşerek bir kuvvetli millet yaptılar. Mısır'da, belirsiz bir adamı halifedir diye yok ettiler, hırkasıdır diye bir palaspareyi, hilâfet alâmeti ve imtiyazı olarak altın sandıklara koydular; halife oldular. Gâh şarka, cenuba, gâh garba veya her tarafa birden saldıra saldıra, Türk milletini Allah için, peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah'a mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. Millî duyguyu boğan, fani dünyaya kıymet verdirmeyen, sefaletler, zaruretler, felâketler his olunmaya başlayınca, asıl hakiki saadete öldükten sonra ahirette kavuşacağını va't ve temin eden dinî akîde ve dinî his, millet uyandığı zaman onun şu acı hakikatı görmesine mani olamadı. Bu feci manzara karşısında kalanlara, kendilerinden evvel ölenlerin ahiretteki saadetlerini düşünerek veya bir an evvel ölüm niyaz ederek ahiret hayatına kavuşmak telkin eden din hissi, dünyanın, acısı duyulur takatiyle, derhal, Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı; davetlileri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. Türk vicdanı umumîsi derhal, yüzlerce asırlık kudret ve küşayişiyle, büyük heyecanlarla çarpıyordu.
Ne oldu? Türkün millî hissi artık ocağında ateşlenmişti. Artık Türk cenneti değil, eski, hakiki, büyük Türk cedlerinin mukaddes miraslarının, son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu.
İşte dinin, din hislerinin Türk milliyetinde bıraktığı hatıra.

10) Türk milleti, millî hissi; insanî hisle yan yana düşünmekten zevk alır. Vicdanında millî hissin yanında insanî hissin şerefli yerini daima muhafaza etmekle müftehirdir. Çünkü Türk milleti bilir ki; bugün medeniyetin şehrahında müstakil ve fakat kendileriyle muvazi yürüdüğü umum medenî milletlerle mütekabil insanî ve medenî münasebet, elbette inkişafımıza devam için lâzımdır ve yine malûmdur ki; Türk milleti, her medenî millet gibi, mazinin bütün devirlerinde keşifleriyle, ihtiralarıyla medeniyet alemine hizmet etmiş insanların, milletlerin kıymetini takdir ve hâtıralarını hürmetle muhafaza eder. Türk milleti. insaniyet âleminin samimî bir ailesidir.

Bütün bu söylediklerimizi kısa bir çerçeve içine sokmak istersek, şöyle diyebiliriz: Türk milletinin teessüsünde müessir olduğu görülen tabiî ve tarihî vâkıalar şunlardır:

a. Siyasî varlıkta birlik.
b. Dil birliği.
c. Yurt birliği.
d. Irk ve menşe birliği.
e. Tarihî karabet.
f. Ahlâki karabet.
Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir.
Gazi Mustafa Kemâl Atatürk

Erkan Güçiz

Facebook - TC ERKAN GÜÇİZ
Kullanıcı küçük betizi
Erkan Güçiz
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 421
Kayıt: Çrş Eyl 29, 2010 5:18

Şu dizine dön: Erkan GÜÇİZ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x