BOP içinde GAP

İzlem (Strateji) - Bazen barışın, bazen de savaşın sanatı...

BOP içinde GAP

İletigönderen tuba » Sal Tem 01, 2008 4:45


TUSAMULUSAL GÜVENLİKSTRATEJİ ARAŞTIRMA MERKEZİ
Türkiye'nin ve ABD'nin projeleri
BOP içinde GAP

GAP'ın Türkiye açısından önemi kendi sınırları açısından biliniyor. Ancak, Ortadoğu'ya yönelik etkileri de bulunuyor. Fırat-Dicle havzasındaki suyun paylaşımı gündemde; Türkiye, Irak, Suriye denklemine bir yandan da İsrail'in eklenmesi gündeme geliyor.

Son dönemde GAP'ın tamamlanmasına yönelik girişimler ağırlık kazanırken, BOP'un yavaşladığı yönünde işaretler geliyor. Bunun nedeni olarak da ABD'nin bölgedeki strateji değişikliği gösteriliyor. Türkiye'nin kendi projesini ulusal çıkarları açısından değerlendirmesi gerekiyor.



GAP ve BOP'un her ikisi de Ortadoğu'nun geleceği ile ilgili olan ve stratejik öngörülü olarak değerlendirilmesi gereken projelerdir. Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da su havzaları içinde gelişme ve değerlendirme potansiyeli bulunan tek havza GAP havzasıdır. Nil'in Kuzey Afrika'daki bölümü de dâhil olmak üzere diğer bütün havzalarda 60'lı yıllardan başlayan süreç içinde bölgedeki su kaynaklarının hemen tamamı geliştirilmiştir. Bu durum Türkiye'ye bu coğrafyada çok önemli bir su havzasını geliştirebilecek bir ülke olma avantajını sağlamaktadır.

GAP'ın uygulamaya konması için başlangıçta uluslararası finans kuruluşlarından kredi temin edilememiş ve proje tamamen kendi öz kaynaklarımızla başlatılmıştı. Büyük bir heyecan, inanç ve kararlılıkla başladığımız ve en büyük bölgesel stratejik kalkınma projemiz olarak gurur duyduğumuz GAP'ın adının konuluşunun üzerinden 28 yıl geçmiştir. Bu süre içerisinde GAP kapsamındaki birçok projeye başlanmış ve bazıları tamamlanmış olmasına rağmen GAP'ta bütünsel olarak istenilen ilerleme gerçekleştirilememiştir. Bugüne kadar projenin enerji yatırımlarında fiziki gerçekleşme yüzde 74, sulama yatırımlarında ise yüzde 14 seviyelerinde olmuştur. GAP suya dayalı bir bölgesel kalkınma projesi olup su kaynakları da Dicle ve Fırat nehirleridir. Ancak "uzun süreden beri Türkiye, Suriye, Irak ve dolaylı olarak da İsrail arasında ciddi bir paylaşım sorununa neden olan Dicle ve Fırat'ın üzerinde son dönemde AB'nin de kontrol çabaları içerisine girmesi suyun gelecek dönemde tehditlere ne denli açık olduğunu göstermesi açısından güzel bir örnektir."(1) Bu durumda GAP da tüm bu tehditlere açık bir proje olmaktadır.


GAP VE IRAK'IN KUZEYİ

1980'li yılların başında hızlı bir ilerlemeye sahip olan GAP'ın hızı 80'li yıların sonuna doğru kesilmeye başlamıştır. GAP'ın fiilen başlatılması ile PKK'nın silahlı eylemlere yönelmesinin aynı tarihlere rastlaması ilginç bir rastlantı olmuştur.

ABD 1991'deki Birinci Körfez Savaşı'ndan bu yana özellikle Çekiç Güç aracılığı ile Irak'ın kuzeyinde ileriye matuf kurulması düşünülen ABD'ye bağlı bir oluşuma yönelik bir altyapıyı sağlamaya çalışmıştır. Oluşumun temelleri 1990'lı yılların başında atılıp bu proje ilerlemeye başladığında hemen sınır ötesindeki GAP projesinde ise aynı yıllarda bir duraklama dönemi başlamıştır.

GAP'ın başlamasından sonra geçen sürede Türkiye'nin, stratejik ittifak içinde olduğunu iddia ettiği ABD, üyelik sürecinde olduğunu düşündüğü AB ve çeşitli düzeylerde ilişki arayışlarını devam ettirdiği İsrail'in GAP'ın gelişmesine yeterli desteği vermedikleri ancak GAP'taki süreçle de ilişkilerini sürdürdükleri görülmüştür.

Başlangıçta Batı, kredi ve yatırım konusunda GAP'a tamamen uzak durmuş projenin yürümesini istememiştir. BOP gündeme gelene kadar Batı'nın bu isteksizliğinin sadece GAP geliştirildiğinde Dicle ve Fırat nehirlerinden yeterli suyu alamayacağını düşünen Suriye ve Irak tarafından organize edildiği düşüncesi ön planda olmuştur. Ancak bölgedeki mevcut durum değerlendirildiğinde GAP'a karşı oluşan muhalif bloğun daha geniş olabileceği görülmektedir. Bugünlerde Ortadoğu'ya yeniden şekil vermeye çalışan küresel güçler koalisyonunun 20-25 yıl önce bugünler için öngörü ve plan yapmadıklarını söyleyebilmek zordur. Bölgeye yönelik denetim planları 1980'den 10 yıl sonra daha da görünür olmuştur. Küresel güçlerin GAP'a komşu olan bölgeye uzun vadeli ilgisinin ilk somut uygulaması 1990'lı yılların başında bölgeye Çekiç Güç'ün yerleştirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu dönem GAP'ın yavaşladığı döneme karşılık gelmiştir. Çekiç güç kontrolündeki bu bölge ise daha sonra BOP'un planlarının uygulamaya geçirildiği bölge olma özelliği taşımıştır.

BOP'un 1990'lı yıllardan beri Amerikan Genelkurmayı ve Pentagon bünyesinde değerlendirilip olgunlaştırıldığı bilinmekte olup proje birçok makaleye de konu edilmiştir. BOP'un gerçekleştirilmesinde kilit konuma sahip olan Türkiye'de GAP konusunda uzun bir aradan sonra son dönemde yeni ve hızlı bir hareketlenme başlamıştır.


URFA'DA GAP, DİYARBAKIR'DA BOP

GAP sosyo-ekonomik bir kalkınma ve dönüşüm projesi olarak daha çok Urfa-Harran merkezli yürümektedir. BOP içerisinde eşbaşkanlık görevi alan Türkiye GAP'ın en önemli kentlerinden birisi olan Diyarbakır'ı BOP'un da merkezi yapma çabasını dile getirmiştir. Daha çok siyasi bir dönüşüm projesi olan BOP'un Diyarbakır merkezli olarak yürütülmesi GAP ve BOP'un iç içeliğini göstermesi açısından önemlidir.

GAP, bögelerarası gelişmişlik farklarının ve bunun doğurduğu birçok sorunun çözümünde etkili rol oynayacak stratejik bir projedir. Ancak uzun zamandır GAP'a siyasi desteğin azaldığı ve projenin ilerleme hızının oldukça düştüğü ölü bir dönem yaşanmıştır. GAP'ta başlangıçtaki hızın kaybedilmesinde içsel nedenler olarak projeye bütçeden ayrılan kaynağın ve siyaseten gösterilen ilginin azalması önemli bir rol oynamıştır.

Son 10 yıldır GAP'a olan siyasi ilgi ve desteğin azaldığı açık olup bunun yanısıra projenin engellendiği yönündeki açıklamalara da rastlanmaktadır. Eski Tarım ve Köyişleri Bakanı Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp bu yılın başında yaptığı açıklamada GAP'ta tarım ve sulama projelerinin sadece bu dönemde değil, yıllardır başta İsrail, ABD olmak üzere Batılılar tarafından engellendiğini belirtip, "Benim bakanlık yaptığım 57. hükümette de bu konudaki her türlü girişimim engellendi" demiştir. Su Konseyi Kanunu çıkartılması, kapatılmış olan Toprak-Su Genel Müdürlüğü'nün yeniden kurulması gibi yaptığı birçok hayati çalışmanın, Bakanlar Kurulu'nda itibar görmediğini belirten Gökalp, "Karşıma sürekli derin bir sessizlik çıktı" diyerek, bu alandaki hareketsizliğe dikkat çekmiştir. GAP Yüksek Kurulu'nu yıllarca Tarım Bakanı'na kapalı tutan zihniyete karşı savaştığını ancak bunu değiştiremediğini belirten Gökalp, "Bu bölgedeki tarım yatırımları için aslında krediye bile ihtiyaç yoktur. Burası sulandığında vereceği ürün yılda bir milyar doları aşar. Kendi yatırımlarını kendi besler. İnsanlar işe, aşa kavuşur. Güneydoğu bölgesi yemyeşil olur" diyerek GAP'ta zaman kaybedildiğine işaret etmiştir.

"GAP sadece bizim değil tüm Ortadoğu'nun geleceğini etkileyecek bir proje olduğu için ve Büyük Ortadoğu Projesi'ni sekteye uğratacağı için yaşamasına izin verilmeyen bir projedir" diyen Gökalp'ın açıklamaları GAP'ın ilerlemesinde karşılaşılan sorunları ve irade eksikliğini ortaya koyması açısından önem taşımaktadır.


YAPISAL DÖNÜŞÜM ÖTELENDİ

GAP yalnızca bir tarım ve enerji projesi değil, bölgede kültürel ve sosyal dönüşümü gerçekleştirecek ve bölgenin topyekün gelişimini sağlayacak bir yapısal dönüşüm projesidir. Bu nedenle GAP'ta zaman, süreklilik, koordinasyon, sosyal ve teknik altyapının hazırlanması konuları önceliklidir. Ancak GAP'ın ilerlemesi konusunda belirleyici faktör olan siyasi ilginin azalması projenin bileşenlerinin birbirinden kopmasına neden olmuştur. Bu durum, projenin bütüncül olarak ilerlemesinde zafiyetler ortaya çıkartmıştır. Bu zafiyet ve yavaşlama projeden beklenen bütüncül ve büyük faydayı azaltmakta ve ötelemektedir. Projenin tamamlanması uzadıkça "bölgedeki sosyo ekonomik gelişmeleri hızlandırması bir yana, projenin bölgedeki hızlı gelişmelerden olumsuz olarak etkilenmesi" olasılığı da artmaktadır. Bu kapsamda son dönemde bölge ile ilgili olarak arazi kapatılmasından, yabancıların bölgeye yerleşmesine kadar birçok dış kaynaklı müdahaleden söz edilmeye başlanmıştır.

Bir bölgede kültürel ve sosyal dönüşümü gerçekleştirmek amaçlı olarak uygulamaya konan projelerin tamamlanma süresi önemlidir. Bu bölge Güneydoğu Anadolu gibi stratejik bir bölgeyse bu faktör daha da önemli hale gelir. Son dönemde GAP'a olan siyasi ilginin artışında bu faktörün önemi daha çok anlaşılmıştır. Bu önemin anlaşılmasında bölgedeki ve sınır ötesindeki hareketlilik de etkili bir rol oynamıştır.

Bölgedeki projenin teknik ilerlemesine paralel olarak sosyal projeler ve başta toprak reformu olmak üzere toplulaştırma ve çiftçi eğitimi gibi altyapı hazırlama çalışmaları da büyük önem ve öncelik taşımaktadır.


BOP İÇİNDEKİ GAP

GAP'ın da içerisinde yer aldığı coğrafya, tarih öncesi çağlardan beri insan topluluklarına yerleşme sahası ve uğrak yeri olan bölge olup bugün için de dikkatleri üzerinde toplayan bir coğrafyadır. Geçmişte tarihi İpek Yolu üzerinde bulunan bölge bugün de petrol ve doğalgaz yollarının kavşak noktasını kontrol edebilecek bir konumdadır. Bu durum bölgenin önemini arttırdığı gibi bölge üzerine küresel güçler tarafından yapılan çeşitli planlarda da yer alma olasılığını güçlendirmektedir.

GAP, BOP'un da doğrudan ilgi alanındaki böyle bir coğrafyada yer alan ve bu coğrafya kadar stratejik önem taşıyan bir projedir. Bir diğer deyişle BOP ile bölgede oluşması planlanan gelişemelerden söz edilmektedir. Örneğin Ağustos 2003'te Washington Post'ta çıkan bir habere göre dönemin ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Condolezza Rice: "BOP içinde yer alan 22 ülkede rejimler ve sınırlar değiştirilecek" ifadesini kullanmıştır. Daha sonra ABD Dışişleri Bakanı olan Rice, 2006 yılının Temmuz ayında Lübnan'ı ziyaretinde "Yeni bir Ortadoğu kurmanın zamanı geldi" açıklamasını yapmıştır. Amerikan Silahlı Kuvvetler Dergisi'nin Temmuz 2006 sayısındaki yazısında Emekli Albay Ralph Peters: "Ortadoğu'da istikrarsızlıkların en önemli nedeni, Avrupalıların gelişigüzel çizdikleri sınırlardır. Azınlıkların durumu gözetilerek yeni sınırlar çizilmeli" değerlendirmesini yapmıştır.

BOP içinde kalan GAP'ın tamamlanması ve geleceği, yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde çok yönlü bir şekilde ele alınması gereken konu olarak ortaya çıkmaktadır.


GAP'TA HIZLANMA MI?

Tek kutuplu dünya, Küreselleşme ve BOP ideolojisinin önemli isimlerinden olan Bernard Lewis 21 Ocak 2008 de Tel Aviv Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada ABD'nin Ortadoğu'da geçmişten daha az belirleyici olmak istediğini ve geri çekilmek için planlar yaptığını söylemiştir. Lewis konuşmasında ABD'nin bölgedeki rolünün sınırlı belirli grup ve belirli özel konulara yönelik olacağını belirtmiştir. Bu durum bazı uzmanlar tarafından ABD'nin Ortadoğu'da konsept değiştirmeye çalıştığı şeklinde yorumlanmaktadır.

BOP'un geri çekilme süreci yaşadığını belirten bu uzmanlara göre bu süreç bölgede yeni güç ilişkileri odağı yaratacaktır. Ancak bu uzmanlar BOP'un yavaşlayıp konsept değiştirme sürecinin en az 5-10 yıl alabileceğini de belirtmektedir. BOP'un uygulamasının yavaşladığı şekilindeki bu yorumlarının tam da GAP'ın hızlandırılmasının gündeme geldiği döneme karşılık gelmesi dikkat çekicidir. Ancak bu konudaki daha sağlıklı ve net değerlendirmeler yapabilmek için zamana ihtiyaç bulunmaktadır.

Bölgenin bugününü yaratan uygulamaların ve geleceğine uzanan yol haritasının fotoğrafına bakıldığında, bölge üzerinde küresel güçlerin ayak izlerinin sürekli olduğu görülmektedir. Bu nedenle Türkiye'nin komşu ülkeler ile bölgesel işbirliği yaratmaya yönelik girişimleri çeşitli sorunlarla karşılaşmıştır. Bu kapsamda bu işbirliğinin en önemli aracı olabilecek GAP'ın gidişatının Türkiye kadar tüm bölgeyi ve de bağlantılı olarak bö gedeki küresel güçleri de ilgilendirdiği söylenebilir.


GAP'A KARŞI BOP

Bu büyük proje yalnız Türkiye için değil bölge ülkeleri arasında ekonomik işbirliği için de bir öncü proje niteliğindedir. GAP bu özelliği ile Türkiye ve bölge ülkeleri arasında iktisadi ve siyasi işbirliğinin öncüsü olabilecektir. Ancak GAP istenilen hızda ilerleyememiştir. Aslında sınır ötesindeki bölgenin özellikleri ve projenin stratejik ağırlığı projenin ilerleme hızını yavaşlatan bir engel olarak projenin önüne çıkmıştır.

GAP'ta zaman zaman farklılıklar gösteren siyasi ilginin ve ilerleme sürecinin daha iyi analiz edilebilmesi için ulusal, bölgesel ve uluslararası gelişmeleri ve bölge üzerindeki küresel niyetleri, tarihsel geçmişiyle birlikte ele alınması gerekir.

Bu açıdan bakıldığında GAP'ın, ileride ne şekil alacağı henüz net olmayan BOP bölgesi içinde kalan ve sosyo-ekonomik olarak bölgeyi etkileme potansiyeli taşıyan bir proje olduğu görülmektedir. Bu çerçevede GAP ve BOP'un ilerleme ve duraksama süreçlerinin birbiriyle ilşki içinde olabilecek bazı özellikler taşıdığı görülmektedir.

GAP bir bölgesel kalkınma projesi olup bu projeden beklentiler daha çok bölgenin sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel olarak gelişmesine odaklanmıştır. Bölgenin sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel olarak gelişmesi zaman alacak bir gelişmedir. GAP'ın ilerlemesinin bir dönem kesintiye uğramış olması bu hedefin de ötelenmesi sonucunu doğal olarak yaratmıştır.

Bölge üzerine yapılan ve uygulamaya geçirilen planlar artık GAP'ın ilerlemesinde sınır ötesi ve çevresindeki gelişmeleri de dikkate almak gereğini ortaya çıkartmıştır. Türkiye GAP'a komşu olan ülkelerdeki ağırlığını ekonomik ve sosyal açıdan arttıracak politikaları da tümüyle gözardı etmemelidir. GAP bu kapsamda bolgedeki istikrara yönelik olarak Türkiye'nin etkisi ve manevra yeteneğinin artması açısından çok önemli bir işlev üstlenebilir.

Cumhuriyet'te 11.01.2008 tarihindeki köşe yazısında "GAP BOP'un alternatifiydi" diye yazan Prof. Dr. Erol Manisalı aynı yazısında "GAP, BOP'un önünü kesecek alternatif bölgesel işbirliği projesiydi. Batı emperyalizmi, GAP'ın önünü kesti. İşleri piyasaya havale ettirdi. Şimdi BOP'u uygulamaya çalışıyorlar" demiştir. Diğer taraftan "Eski hızını kaybetmiş görünen GAP'ın canlandırılması hatta tamamlanması Büyük Ortadoğu Projesi'nin kestirilmeyecek sonuçları karşısında Türkiye'ye kendi konumunu güçlendirme olanağı sağlayabilecektir" tespitleri de yapılmaktadır.(2)

Bu tespitler de dikkate alınarak BOP ve GAP'ın gelişmesine bakıldığında her iki projenin uygulanması sürecine yönelik plan ve stratejilerin birbirinden çok kopuk olmadığı söylenebilir. Ancak projelerin ilerlemesinde ve yavaşlamasında rastlantısal bir ilşki olup olmadığının daha net ortaya çıkması için zamana ihtiyaç bulunmaktadır. Bölgede hızlanan gelişmeler dikkate alındığında bunun anlaşılabilmesi için gereken sürenin çok uzun olmayacağı ortaya çıkmaktadır. Bu koşullar Türkiye'nin GAP'a yönelik bakışını stratejik ve öngörülü bir şekilde ele almasını gerekli kılan koşullardır.


Dipnotlar:

1- Ali KÜLEBİ "Kıt Kaynakların Stratejik Etkileri" Cumhuriyet Strateji Sayı:207 16 Haziran 2008
2- Baykan:O.Abay O. "Büyük Ortadoğu Projesi Su Politikaları" TMMOB 2. Su Politikaları Kongresi Bildiriler Kitabı.Cilt 2. 20-22 Mart 2008 İMO. Ankara


Dursun YILDIZ - Su Politikaları Uzmanı - USİAD Genel Başkan Danışmanı

Kullanıcı küçük betizi
tuba
Üye
Üye
 
İletiler: 1113
Kayıt: Cmt Ara 29, 2007 21:09
Konum: Güneşin doğduğu yerden...

BOP ve AB ilişkilerine İngiliz Parlamenter bakışı

İletigönderen borabey » Prş Tem 24, 2008 13:44

BOP&AB ilişkisine İngiliz Bakışı...

BİR İNGİLİZ PARLAMENTERDEN İLGİNÇ YORUMLAR
July 24th, 2008 · No Comments
Ingiliz Parlemento Uyesinin gorusu
Date: Thu, 5 Jun 2008 16:47:14 +0300
From: esunar@sev.org.tr

HEM TÜRKÇE TERCÜMESİ HEM DE İNGİLİZCE YAZILMIŞ METİNİYLE…

Zavallı Türkler her yönden şanssızlar. Müslüman inancının simgelerini yasaklasalar faşist; izin verseler köktendinci olacaklar.

Bir kez daha, Avrupalı politikacıların, Gladstone’un hoş olmayan deyimiyle ‘Türkleri pılısı pırtısıyla, Avrupa’dan atmak’ konusunda kararlı olduklarını görüyoruz. ‘Her türlü gelişmeyi – cumhurbaşkanı adayının eşinin başörtüsü üzerindeki muğlâk tartışmayı bile - Türkiye’nin AB için başvurusunu ertelemek için bir mazeret olarak kullanacaklardır.

Bir gün bize, Ankara’nın Kürtler için daha fazlasını yapması gerektiği söylenir, başka bir gün Kıbrıs konusunda yaygaracı olduğu, bir başka gün ise 1915 Ermeni katliamı için yerlerde sürünmesi gerektiği.. Bütün bu itirazlar temelsiz değildirler, fakat Türkiye’ye diğer üyelerden ne kadar farklı muamele yapıldığını görmek çarpıcıdır. Hiç kimse Belçika’dan Kongo’da yaptıkları ile yüzleşmesini veya Fransa’dan Cezayir için özür dilemesini istemez.

Ankara özellikle Kıbrıs konusunda mağdur durumdadır ve haklıdır da; Kıbrıs’lı Türkler AB’nin birleşme teklifini oylayarak kabul ettiler, fakat ondan beri izole edildiler; Kıbrıs’lı Rumlar ret oyu verdiler, fakat kucaklandılar. Bazı Türk korkulu tartışmalar tamamen aptalca. Geçen ay AB Parlamenterleri Ankara’ya, politikaya daha fazla kadın sokmaları konusunda efelendiler – Türkiye ilk kadın başbakanını 14 yıl önce seçmiş olmasına ve 27 AB üyesinden sadece 18 tanesi bu güne kadar bir kadın tarafından yönetilmiş olmasına rağmen.

Sorun, Brüksel’in gerçek itirazını net olarak ortaya koymaması- ki o da basit olarak çok sayıda Türk nüfusun olmasıdır.. Yeniden ısıtılmış AB anayasasına göre oy ağırlıkları nüfusa göre belirleniyor. Türkiye hali hazırda Almanya dışında tüm ülkelerden daha büyük ve Avrupa küçülürken Türkiye artıyor. AB liderleri, kıtalarının liderliğini iddialı, vatansever Müslüman bir millete teslim etmemekte kararlılar: Biliyorlar ki bu Avrupa federalizminin sonu olur.

Fransa ve Avusturya, Türkiye’nin kabulü konusunda referandum sözü verdiler, kamuoyu değerlendirmeleri de sırasıyla %70–80 ‘hayır’ gösterdiğine göre, durum öyle olacak. Fakat hiç kimse bunu söylemek istemiyor. Ve böylece, Avrupa liderleri parmaklarını arkalarında çaprazlayıp (yalan söyleme işaretidir) ve er geç bir üyelikten söz ederken ve reformcu Türkler, üyeliğe hazırlık görüntüsü altında milli serbestleşme kriterlerini uygulayabilmek için onlara inanmış gibi davranırken, bir sessiz sinema oyunu devam ediyor.

Baştan ‘hayır’ denebilirdi. Türkleri bir on yıl daha süründürmek, dış politikalarını onları küçük düşürecek şekilde değiştirmeleri için üzerlerinde baskı kurmak, hukuk sistemlerini yeniden yapılandırtmak, 10,000 sayfa AB kuralını zorlamak ve sonra- /sonra/- onlara hareket çekmek çok daha kötü.

AB, korkuyla eşleştirdiği şeyi yaratma riskini alıyor: kapı eşiğinde dışlanmış bir Müslüman nüfus. Türkler geleneksel olarak bölgede bizim en güçlü müttefikimiz oldular. Avrupa’nın cenahlarını önce Bolşevizme ve şimdi de İslamizme karşı 90 yıldır korumaktalar. Bundan daha iyisini hak ediyorlar.

Daniel Hannah, Muhafazakâr Parti, Güney Doğu İngiltere Milletvekilidir

INTERESTING COMMENTS FROM A BRITISH MP

The poor Turks are damned either way. If they ban the symbols of Muslim devotion, they’re fascists; if they allow them, they’re fundamentalists.

Once again, we see Europe’s politicians determined, in Gladstone ’s unhappy phrase, ‘to turn the Turk, bag and baggage, out of Europe.’ They will seize on any development - even an abstruse row about the presidential nominee’s wife’s headscarf - as an excuse to defer Turkey ’s application for EU membership.

One day we are told that Ankara needs to do more for its Kurds, the next that it is being obstreperous over Cyprus, the next that it should grovel about the 1915 Armenian massacres. Not all these objections are baseless, but it is striking to see how differently Turkey is being treated from other members. No one asks the Belgians to face up to what they did in the Congo, or the French to apologise for Algeria.

Ankara is especially aggrieved about Cyprus , and with reason: Turkish Cypriots voted to accept the EU’s reunification deal, but have since been isolated; Greek Cypriots voted to reject it, but have been embraced. Some Turkosceptic arguments are plain silly. Last month, MEPs hectored Ankara about getting more women into politics - this despite the fact that Turkey elected its first female head of government 14 years ago, while 18 out of the 27 EU members have never been led by a woman.

The trouble is that Brussels won’t come clean about its real objection which is, quite simply, that there are too many Turks. Under the reheated EU constitution, voting weights are to be determined by population. Turkey is already larger than every state except Germany ; and, while Europe is shrinking, Turkey is teeming. EU leaders are determined not to hand the leadership of their Continent to an assertive, patriotic Muslim nation: they know it would mean an end to Euro-federalism.

France and Austria have promised referendums on Turkish accession and, since opinion polls suggest ‘No’ votes of 70 and 80 per cent respectively, that would seem to be that. But no one wants to say so. And so the charade continues, with EU leaders crossing their fingers behind their backs and canting about eventual membership, while reformist Turks pretend to believe them so as to be able to carry out a measure of domestic liberalisation under the guise of preparing for membership. It would have been one thing to say ‘No’ at the outset.

The EU risks creating the thing it purports to fear: a snarling, alienated Muslim population on its doorstep. Turk have traditionally been our strongest allies in the region. They guarded Europe ’s flank for 90 years, first against Bolshevism and now against Islamism. They deserve better than this.

Daniel Hannan is a Conservative MP for South East England

Tags: EU · Turkey

Kaynak: http://www.turkishforum.com/content/200 ... -yorumlar/

***************
Anlayanlar için....
Anlamayanlara,
Anlamak istemeyenler bir sözümüz yok....
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

BOP'a devam

İletigönderen borabey » Prş Tem 24, 2008 13:55

Sayın TUBA,

Gündemi öylesine takip ediyor ve öyle konulara temas ediyorsun ki !..
Konu başlığına dalınca ucu bucağı gözükmüyor...
BOP'la başladın..
Biz de dağarcığımızdaki bilgilerle devam etmeye çalışıyoruz.
Bu sefer de
BOP VE NATO;
Olağanüstü bir analiz..
Özellikle Genelkurmay'ın
LAİK BOP'a evet
ILIMLI İSLAM BOP'a hayır...
görüşü ilk kez bu açıklıkta yetkililerce dile getiriliyor..
"Akıl karıştırma mikseri" görevine devam ediyor...
Allah,
Aklımızı korusun,
fikrimizi muhafaza etsin...
Başka ne diyebiliriz?

En içten sevgi ve saygılarımla....

**********************************************

BOP VE NATO
July 24th, 2008 · No Comments
ahmet oskay [asoskay@gmail.com]]

Amacı dünyayı sosyalizm etkisine kapatmaktır. Bu sürecin sona ermesiyle beraber NATO’nun ortadan kalkması gerekirken, durum bu şekilde gelişmemiştir. Tersine Sovyetler’in dağılmasıyla birlikte dünyadaki tek egemen güç konumuna gelmiş olan ABD, eski müttefiklerini ve pazar alanlarını denetleme aracı olarak NATO’yu yeniden tanımlama sürecine girmiştir. NATO zirvesinin gündemi olan Büyük Ortadoğu Projesi bu ihtiyaca hizmet etmektedir.Büyük Ortadoğu Projesi Nedir?

Projenin iki önemli yönü var:

ABD’nin Kuzey Afrika’dan Pakistan’a kadar 22 ülkeyi kapsayan coğrafyada siyasal, askeri ve ekonomik yapıyı kendi çıkarları doğrultusunda yeniden tanımlaması.
NATO’nun, ABD’nin müttefiklerini hem denetleyerek hem de onları kullanarak Ortadoğu’ya hakim olabilmek için yeni tehdit kavramlarına göre yapılandırılması.
Kısaca BOP ile bölgemizde ABD düzenini tesis edebilmek için tüm dünya seferber edilecek. Bu proje yeni bir proje değil. Projenin temelleri 1. Körfez Krizi’nden sonra 6 Mart 1991′de Bush’un yaptığı “Yeni Dünya Düzeni” başlıklı konuşmada atılmıştır. Bu konuşmaya göre:

Bölgedeki kitle imha silahları kontrol edilecektir
Siyasal sistemler demokratikleştirilecektir
Bölgenin güvenliği için NATO çatısı altında oluşturulacak bir güç bölgeye her an müdahale edebilecek duruma getirilecektir.
Yukarıdaki açıklamalar ABD’nin bölgemize yaptığı seferlerin bir bahanesidir. Bölgede en çok kitle imha silahına sahip olan İsrail silahlandırılırken, bölge halkının yeraltı ve yerüstü zenginlikleri yağma edilerek yoksullaştırıldı. Yıllardır bir arada yaşayan Yugoslav halkları NATO aracılığıyla parçalandı.

BOP, kamuoyuna ilk kez Amerikan Silahlı Kuvvetleri için Joint Forces Quartly dergisinin 1995 Sonbahar sayısında “The Greaten Middle East” başlığıyla yayınlanan bir yazıyla yansıdı. Aynı yıl AB, Almanya-Fransa ikilisince hazırlanan “AB - Akdeniz Girişimi Projesi”ni Barcelona’da başlattı. Bu AB projesine göre, bölgede ekonomik reformlar desteklenecek ve 2010 yılında bir serbest ticaret bölgesi kurulacaktı. Ama bu bölgeyi AB’ye bırakmak istemeyen ABD daha sonra Kuzey Afrika’yı da BOP içine aldı.

Bu arada Türkiye’de önemli bir olay oldu ve 28 Şubat post modern darbesi sahneye çıktı. Fazilet Partisi iktidardan düşürüldü, radikallerden temizlenen “Siyasal İslam” arayışlara girdi. Bugün Siyasal İslam’ın bu yeni kadrosu ile ABD ilişkileri her geçen gün gelişmektedir. Bunun bir tesadüf olmadığı kesin.

NATO’nun Yeni İşlevi

23-25 Nisan 1999 NATO Washington Zirvesi’nde “Yeni NATO Konsepti” zorlu müzakerelerden sonra kabul edilmiştir. Alınan kararlar kısaca şöyledir:

NATO’nun, “Alan Dışı” askeri harekatlarda kullanılması
NATO’nun, kitle imha silahları, uluslararası terör, uyuşturucu kaçakçılığı ve ırk ayrımı gibi sorunların çözümünde kullanılması
Askeri harekat ve savaş kararlarının BM kararlarına bağlı olmaksızın NATO’da alınması
NATO’da “Çokuluslu Birleşik Görev Kuvvetleri” kurulması, bu kuvvetlerin askeri harekatlarda kullanılması
NATO’ya küresel boyutlarda ekonomik, politik, demokratik ve stratejik görevler verilmesi.
ABD’nin 11 Eylül 2001 saldırıları sonucunda yönetime yakın düşünce kuruluşları tarafından daha sık dile getirmeye başlanan “Ilımlı İslam Modeli” teorik olarak öncelikle Graham Fuller, John Esposito ve John Voll gibi Beyaz Saray’a yakın isimlerce gündeme getirilmiş ve uygulamaya geçirilmesi için çalışmalar başlatılmıştır. Graham Fuller, Foreign Affairs dergisinin Mart-Nisan 2002 tarihli sayısına yazdığı “Siyasal İslam’ın Geleceği” başlıklı makalede Türkiye’nin hangi özellikleri ekseninde İslam ülkelerine bir model olmaya başladığını şu sözlerle ifade etmiştir:

“Türkiye kesinlikle bir model haline gelmektedir. Çünkü Türk Demokrasisi katı devlet ideolojisini yıkmakta ve gönülsüz de olsa, ülkenin gelişmekte olan demokratik ruhunu, kamuoyunun önemli bir kısmını, geleneği yansıtan İslami Hareket ve partilerin doğuşuna izin vermektedir.”

Türk-İslam sentezinden Ilımlı İslam’a doğru geçiş, yeşil kuşaktan BOP’a geçişle aynı zamana rastlamıştır. AKP’ nin kuruluş çalışmaları hızla gelişirken Başbakan Erdoğan’ın ABD’de geziler yapması tesadüf mü? Tam bu sırada Eylül 2002′de yayınlanan ve Bush Doktrini olarak adlandırılan “ABD’nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi” başlıklı belge ortaya çıkmıştır. Olaylar birbirini takip etmiş, gizli bir el sanki her şeyi arka planda organize etmiştir.

4 Ekim 2002 tarihinde yapılan NATO Daimi Konseyi Toplantısında ABD’nin görüşleri, NATO Genel Sekreteri George Robertson tarafından dile getiriliyor. Bu konuşmada NATO’nun genişlemesine göre geliştirilecek talepler sıralanmıştır:

NATO ülkeleri, istihbarat, işbirliği ve bilgi paylaşımında bulunmalıdır.
Terörle karşılaşan NATO veya diğer üyelere destek verilmelidir.
ABD, NATO üstlerinden yararlanmalıdır.
NATO topraklarında bulunan ABD üstlerinin güvenliği bağlanmalıdır.
NATO ülkeleri havaalanlarını ve limanlarını ABD’ye açmalıdır.
NATO gücü Doğu Akdeniz’e kaydırılmalıdır.
Hegemonik Bataklık:

26 Şubat 2003′te yani Irak’ın işgali için düğmeye basılmasından kısa bir süre önce ABD Başkanı George Bush, yeni muhafazakarların üssü olarak bilinen “Amerikan Girişim Enstitüsü” adlı düşünce kuruluşunda bir konuşma yaparak “Ortadoğu’da demokratik değerlerin yayılmasını öngören” planı açıklamıştır.

Brezinski, “Natıonal İnterest Dergisi”nin kış 2003 sayısına yazdığı “Hegemonik Bataklık” başlıklı makalesinde:

“…ABD, Global Balkanları, kendi stratejik çıkarlarına uygun olarak şekillendirmelidir. Bu bölge o kadar önemlidir ki ABD herhangi bir bölgesel gücün beklenti ve önceliklerini buraya dayatmasına izin vermemelidir.”

Bu arada, Bush bu konuda ısrarlı olduğunu göstermek için 9 Mayıs 2003′te yaptığı bir konuşmada on yıl içinde bir ABD-Ortadoğu Serbest Ticaret Bölgesi’nin kurulacağını açıklamıştır.

12 Mayıs 2003′te Brüksel’de düzenlenen Avrupa Güvenlik Forumu için Henry J. Barker tarafından hazırlanan “Türkiye’nin Stratejik Geleceği: ABD Perspektifi” başlıklı belgede, yeni dönemde Washington açısından Türkiye’nin stratejik öneminin artacağı belirtilerek şu görüşlere yer verilmiştir:

“Türkiye’nin artan stratejik değeri, bu ülkenin iç istikrarını ABD’li politika belirleyicileri için daha da önemli bir kaygı haline getirmiştir.”

Bu arada AKP iktidarının desteklenmesi konusunda, ABD Dışişleri Bakanlığı Siyaset Geliştirme Dairesi Direktörü Richard Haass, muhafazakar The Washington Quarterly Dergisi’nin yaz 2003 sayısına yazdığı bir yazı ile Müslüman dünyada demokrasinin yaygınlaştırılması amacıyla, “Yeni Türk Hükümeti’nin sonuna kadar destekleme konusunda kararlı” olduklarını açıklıyordu. Böylece Türkiye’nin BOP bağlamında “Ilımlı İslam Modeli” olarak Ortadoğu ülkelerine önerilmesini savunmuştur.

Yeni Marshall Planı :

Artık Ortadoğu Projesi çerçevesinde eski Marshall Planı’na benzer bir planın hazırlanıp uygulanma zamanının geldiğini gören ABD, kendisi ile birlikte hareket eden ülkelere bir nevi ekonomik yardım yapma kararı alıyor.

NATO ile işbirliğini genişletmek isteyen ABD’nin NATO Büyükelçisi Nicholas Burns’un, 19 Ekim 2003′te Prag’daki NATO toplantısında yaptığı konuşmadan bazı önemli noktalar şöyle aktarılabilir:

NATO artık Büyük Ortadoğu hedefine kilitlenmelidir.
Kavramsal ilgimizi ve askeri gücümüzü Doğuya ve Güneye yerleştirmeliyiz. NATO’nun geleceği Doğu ve Güneydedir: Bu da Ortadoğu’dur.
NATO’nun genişlemesini “Akdeniz Diyalogu” ile değil, Kafkasya ve Orta Asya ile birlikte düşünmeliyiz.
Yeni ortaklar, yeni üyeler, yeni askeri yetenekler ve stratejik misyon: Hepsini topladığımızda yeni bir NATO’muz oluyor.
Eğer NATO ile AB arasında işbirliğini garanti altına alırsak ve ilişkilerimizin ruhu ve gerçeği bu olursa, durum iyi olacaktır. Ama bazı AB üyeleri bunu rekabetçi bir ilişkiye çevirirse o zaman aramızda büyük anlaşmazlıklar olacak demektir, çünkü biz Amerikalılar NATO’yu devam ettirmek istiyoruz.
2004 yılında, ABD’nin BOP çerçevesinde ilk somut adım olarak Senatör Joe Lieberman ve Chuck Hagel, Ortadoğu’da bir kalkınma bankası kurulması ve bu ülkelere ekonomik yardım sağlanmasını içeren bir tasarıya kongreye sundu. Tasarıda, “Büyük Ortadoğu ve Orta Asya Kalkınma Bankası” kurulması maddesi yer alıyor. Ayrıca tasarıda ABD’nin söz konusu ülkelere beş yıl boyunca yılda bir milyar dolar bağışta bulunması ve programa diğer ülkelerden de destek sağlanması öngörülüyor.

Brezinski, 8 Mart 2004′te The New York Times gazetesinde yayınlanan “Büyük Ortadoğu’ya Dikkat” başlıklı bir uyarı yazısında, “Yönetimin Büyük Ortadoğu Girişimi ile ilgili hatalı işler yaptığına kuşku yok.” diyerek şöyle devam ediyor:

“Daha başlangıçta, demokrasi girişimi Başkan tarafından burnu büyük biçimde sunuldu. Bush bu konudaki açıklamasını, Irak savaşının destekçiliğini yapan ve Arap dünyasının gözündeki imajı hiç de iyi olmayan Washington merkezli bir düşünce kuruluşunda, Amerikan Girişim Enstitüsü’nde yaptı.”

Bu arada 12 Mart 2004′te Suriye’nin Kamışlı bölgesinde Kürtler ile Araplar arasında çıkan ve etnik çatışmaya uzanan kanlı olaylar, bu çatışmaların bölge ülkelerindeki etnik unsurların üzerinde yarattığı etkinin tespiti için küçük bir prova niteliğinde görülmektedir.

Ilımlı İslam-Laik Amerikancılık

Genelkurmay İkinci Başkanı Org. İlker Başbuğ, ABD’den döndükten sonra 19 Mart 2004 günü yaptığı açıklamada ABD ile BOP konusunda anlaşmaya vardıklarını söylüyordu:

“…Bu açıdan BOP’ un yararlı, isabetli olacağı düşüncesindeyiz. Teröre karşı mücadelenin sadece askeri tedbirlerle olmayacağını biz 80′lerden beri söyledik. Eğitimsel, ekonomik, sosyal, kültürel unsurlar da olmalı. Bu girişimin şeffaf olması, tepeden inme, zorlayıcı olmaması gerektiğini de muhataplarımızla paylaştık. İslam devleti modeli gibi kavramlar ortaya atılıyor. Hem laiklik, hem ılımlı İslam devleti bir arada olmaz. Ya biri ya diğeri olur. Biz anlattık. Türkiye’nin laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olduğunu, bunu dışındaki düşüncelerin uygun olmadığını düşünüyoruz. Bu muhataplarımızca çok iyi anlaşıldı.”

Kısacası Ordu’nun fikri BOP’a evet, Ilımlı İslam’a hayır… Buna Laik Amerikancılık da denebilir.

TSK NATO temsilcisi Korg. Engin Saygun da, 4-7 Nisan 2004 günlerinde Washington’da gerçekleştirilen Amerikan-Türk Konseyi 23 yıllık Konferansında aynı görüşü dile getirmiştir.

Türkiye’de siyasal iktidar BOP’ un ortaya atıldığı andan itibaren kendileri için kaçırılmaz bir fırsat olduğunu düşünmüş ve projenin en büyük sahiplenicilerinden biri olmuştur. Başbakan Erdoğan “Diyarbakır yıldız olabilir” diyerek projenin parçası olduğunu ilan etmiştir. Erdoğan’ın G-8 zirvesine çağrılmasının nedeni budur.

4 Nisan 2004′te “Stockholm School of Economics”de bir konuşma yapan ABD’nin NATO nezdindeki büyükelçisi R. Nicholas Burns NATO’dan İstanbul Zirvesinde istediklerini şöyle özetledi:

ABD’ye Afganistan’da destek
Irak’ta destek
Müslüman dünya ile işbirliği için destek
“Büyük Ortadoğu”yu oluşturmak için destek
NATO ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler
ABD güdümünde Avrupa mı yoksa bağımsız Avrupa mı?
Türkiye’nin Önemi…

Türkiye’nin BOP ve “Yeni NATO” için ne kadar önemli olduğu, Washington’un İzmir’deki ikinci bir NATO karargahı kurmak istemesiyle de açıkça görülmektedir. İzmir’deki bu ikinci karargahın “Yeni NATO”nun asıl karargahı olarak düşünüldüğünü, 5 Nisan 2004 günü Ege Üniversitesi’nde yapılan uluslararası bir panelde NATO’nun ilgili masa sorumlusu Stefani Bobst’un şu sözleri ortaya koyuyor:

“NATO’nun yeni güvenlik misyonu, ABD’nin Büyük Ortadoğu Planını içeriyor ve bu paralelde Belçika dışında, burada, Türkiye’de ikinci bir üsse ihtiyaç var. İzmir’in üs olmasını istiyoruz. NATO Büyük Ortadoğu ile ilişkilerini düzenlemek için Türkiye’de İzmir’i merkez olarak kullanmalıdır.”

Buna Washington merkezli düşünce kuruluşlarının İstanbul’da NATO’nun bir “Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi” kurması gerektiği fikrini telkin etmeye başlamalarını da eklemeli. NATO’nun “Acil Müdahale Gücünü” İstanbul’a taşıma kararı ve İstanbul’daki 3. Kolordu’nun AGSK üzerinden doğrudan NATO karargahına tahsis edilmesi bu bağlamda özel bir anlam kazanıyor.

Son olarak 17 Mayıs 2004 tarihinde Brüksel’de toplanan NATO Zirvesi hazırlık toplantısında konuşan Genel Sekreter De Hoop Schffer de NATO’nun güvenliği bundan böyle ancak yeni biçimde; yani, “Sıcak Barış” anlamını tarif ediyor.

“Yeni NATO, istikrarı tesis ederken üç yönteme dayanacaktır: Ortaklarının sayısını artıracak; Balkanlar, Afganistan ve Akdeniz’de gerçekleştirilecek müdahaleler; ve silahlı kuvvetlerinin yapısının, üye devletlerin kendi topraklarından uzakta gerçekleştireceği yeni misyonlara uygun hale getirilmesi”

Sonuç :

Türkiye’nin coğrafi ve stratejik konumu ve çevre ülkelerle yakın ilişkileri ayrıca Batılı tekellerle bağımlı ilişkiler içinde olması nedeniyle Türkiye’ye “model ülke” gömleği sıkça giydirilmeye çalışılıyor. Tekellerin bu bölgeyi yeniden biçimlendirmeye çalışması kendi yönetim ve müdahale araçlarını bu coğrafyaya daha da yaklaştırmasını gerektirmektedir. Bu sebeple Türkiye’de uzun yıllardan beri işgalci güçlerin hizmetine açık olan üslerin daha da genişletilmesi ve üs sayılarının arttırılması tasarlanmaktadır. Türkiye tekellerinin de seve seve onay vereceği bu kararların gerekleri masa başında yerine getirilmeye başlandı bile! Bu pazarlıkların sonucunu ilerleyen tarihlerde göreceğiz.

28-29 Haziran’daki zirvede Türkiye - NATO - ABD işbirliği çerçevesinde uygulamaya geçirilecek gündem şöyle özetlenebilir:

Önemli noktalarda üsler kurulması, ortak tatbikatların düzenlenmesi.
Napoli’deki Güney Müttefik Komutanlığı’nın genişleterek veya tamamen yeri değiştirilerek İstanbul’a taşınması. Ayrıca NATO’nun genel karargahının da Brüksel’den taşınması düşünülmektedir.
Amerika, Ortadoğu ve Avrasya’ya yönelik işgal politikalarının bir askeri uzantısı olarak Florida’daki Ortadoğu Kuvvetleri Komutanlığı’nı Irak’a ya da bölgedeki bir ülkenin topraklarına taşımaya hazırlanıyor.
İzmir’de ikinci bir üs açılması ve buranın NATO’nun hareket merkezi olması.
ABD ile Türkiye arasında 1980 yılında imzalanan “Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması” çerçevesinde her yıl yapılan “Yüksek Düzeyli Ortak Savunma Grubu” toplantısı düzenlendi ve görüşmelerde NATO’nun en önemli üç karargahının biri olan “Yüksek Seviyede Hazırlık Gücü” meselesi ve bunun birinin İstanbul Maslak’taki 3. Kolordu olması konusunda ABD onay verdi. Eğer bu gerçekleştirilirse Maslak, Türkiye’deki üslerin en önemli noktalarından birini oluşturacaktır.
İncirlik Üssü’nün kapasitesinin genişletilmesi. Asker, teçhizat ve silah sayısının arttırılması.
Karadeniz Bölgesi kıyılarında deniz üssü kurulması projesi. (Özellikle Trabzon ve Samsun olmak üzere)
Konya’nın askeri tatbikatlar için merkez olması.
Bu tasarıların NATO’nun geleceği için öneminin ne kadar büyük olduğu görülmektedir. Ayrıca Türkiye tekelleri açısından da önemi büyüktür. Türkiye’de egemen güçler, bazı tereddütler taşısa da göreve atılmak için sabırsızlanıyorlar! Görünen bu gelişmeler açık bir işbirliğini daha da kuvvetlendirecektir. Bu işbirliğinin sonunda Türkiye ekonomik ve siyasi olarak ABD’ye daha da bağımlı hale gelecektir. Türkiye’nin tüm askeri, siyasi, ekonomik varlığı, ABD’nin çıkarları uğruna kullanılacak bir araç olacaktır. Ülkemiz kardeş bölge halklarıyla düşman haline getirilecektir. Bölge halkları yaşadıkları acılardan ötürü ülkemize öfke duyacaktır. Gençlerimiz ABD çıkarları için bölge halklarına karşı savaşa sürülecektir. Ülkemizin kültürel zenginliğinin parçası olan halklar, Batı tarafından parçalanacaktır. Buna sessiz kalmak bu barbarlığa ortak olmaktır

Tags: USA

Kaynak: http://www.turkishforum.com/content/200 ... p-ve-nato/
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

F. TİPİ BOP

İletigönderen borabey » Prş Tem 24, 2008 14:26

BOP'U BİP'LEYİNCEYE KADAR DEVAM...

NURCULARIN VE AKP'NİN BOP İÇİNDEKİ

MİSYONU

■ TOLUNAY KUTOĞLU



Nurculuk ve Fethullah Gülen Vakası



Bilindiği gibi, 31 Mart Vakası, Nakşilerin ve değişik kesimlerden yobazların destek verdiği bir "Gerici İsyanı" olarak tarihe geçmiştir. 31 Mart Vakası'nın gerici kahramanı(!) Derviş Vahdeti, Nakşibendi tarikatından idi. Derviş'in çıkardığı "Volkan" gazetesine Saidi Nursi(kürdi) de yazıyordu. 1924'te hilafet kaldırılınca, İngilizlerin organize ettikleri Şeyh Sait isyanı başladı(1925). Bu olayda Nakşiler, doğuda birçok Türkmen-Alevi köyüne baskın yapmış, yakıp yıkmıştır. 1930'da Menemen'de ayaklanan yobazlar da öğretmen-yedek subay Kubilay'ı şehit ederek başını kesip sokaklarda dolaştırdılar. Bu isyanın başındaki Derviş Mehmet de Nakşibendi tarikatındandı.



31 Martçı Saidi Nursi(kürdi), 1925'te Şeyh Sait isyanıyla mahkum olmuştu. Saidi Kürdi, Nakşiliğe dayanan Nurculuğu yaymaya çalışan bir laiklik ve cumhuriyet düşmanıydı. Aslında hareketin özünde Türk düşmanlığı yatmaktaydı.



İşte Saidi Kürdi’nin takipçisi Fethullah Gülen de bu ekolün devamcısıdır. Derviş Vahdeti ve Saidi Nursi(Kürdi)’nin üstlendiği misyonu(!), günümüzde AKP ve Nur cemaati üstlenmiş görünüyor...



Önüne böylesine büyük(!) bir hedef koyan ve amaç edinen Fethullah Gülen, 1957 yılında Erzurum'da talebelik yıllarında Bediüzzaman(!) Saidi Nursi'nin adamı Muzaffer Arslan'ın sohbetlerinde Risale-i Nurları tanır ve bir daha da bu sohbetlere katılmaktan geri kalmaz!.. F.Gülen, daha sonra Diyanet İşleri Başkanlığı kadrolarında çeşitli görevlerde bulunur... M.Şevket Eygi, gibi kişilerle aynı kulvarda, dini alet ederek siyasi mücadele verir!..



11.03.1966'da Kırklareli'nden İzmir merkez vaizliğine tayin edilen Fethullah Gülen, kendi deyimi ile, izine ayrılıp “küçük bir Türkiye seyahati”ne çıkmış ve “çeşitli yerlerdeki dostlarını ziyaret etmiş”tir. Seyahati 40 gün kadar sürmüştür. Halbuki izin süresi 20 gündür!.. Bu süre içinde hocaefendi(!) neler yapmıştır?..Kendisinin bu "çeşitli yerlerdeki dostları" kimlerdir acaba?.. Ve 20 günlük resmi izin, 40 güne nasıl çıkarılmıştır?..



Nurcular ülkemizde bir asırdır örgütleniyorlar.Devleti ele geçirme sürecinde,şimdi sıra parçadan bütüne doğru gitmeye geldi!



Ve “Abant Platformu”



Gayet açıktır ki, ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi ile bölgede "ılımlı İslam" tasarımında Türkiye'nin "aktör" olmasını en iyi sağlayacak insan(!) Fethullah hocadır!.. ABD'nin planlarına göre; "Ilımlı islam" tasarımı, BOP'un marş motoru ve Fethullah Gülen de bu motorun anahtarıdır!



Washington'da düzenlenen Abant Platformunda Nakşiler, Nurcular ve Süleymancılar tarafından, M.Kemal ATATÜRK'ün kurduğu laik cumhuriyet tartışılmış(!) ve BOP çerçevesinde Afganistan'ın, Irak'ın, Mısır'ın, Özbekistan'ın, Azerbaycan'ın vb. ülkelerin örnek alacağı "din eksenli" cumhuriyete geçiş yolları aranmıştır! Yani onlara göre sorun, "laik Cumhuriyet"tir!.. Çünkü "Abant Grubu" denilen misyonun amacı da; "ABD'nin bölgedeki emperyalist çıkarlarına ideolojik bir destek sağlamak"la ilgilidir!



ABD'nin ve F.Gülen Hocaefendisinin kuklası olan Başbakan R.T.Erdoğan ise, ABD hakimiyetindeki Yeni Dünya Düzeni'nin "Büyük Ortadoğu Jandarma Komutanı" olmaya taliptir!



Türkiye, 24 Ocak 1980 kararları ile Liberalizme geçerken, 12 Eylül darbesi ile sistem buna uygunlaştırılır, 1990 yılından itibaren de "küresel"leşir, ABD destekli Gülen okulları ile de (sözde) "Türk Emperyalizmi" görüntüsü yaratılmaya çalışılır... İşte bu aldatmaca neticesinde bugün hala bazıları,"yahu ne istiyorsunuz bu hocaefendiden? Adam bizim misyonerliğimizi yapıyor,dünyanın her yerinde Türk(!) okulları açıyor" gibi bir safdillik, daha doğrusu gafillik içerisindeler...



"Çağdaş Roma İmparatorluğu" denilen ABD, BOP'u müslüman coğrafyasında hayata geçirmeye çalışırken, F.Gülen ve ekibinin himaye görmesi bir rastlantı değildir. F.Gülen ve cemaati yıllardır ABD tarafından desteklenmekte ve kullanılmaktadır. Bugün F.Gülen ABD'deki çiftliğinde(cemaate ABD tarafından tahsis edilmiştir), FBI'ın korumasında yaşamakta ve cemaatini yönetmektedir!



Büyük Ortadoğu Projesi(BOP):



Büyük Ortadoğu Projesi(BOP); ABD'nin batıda Fas, doğuda Moğolistan, kuzeyde Çeçenistan, güneyde Yemen'i içine alan geniş bir "islam coğrafyası" tasarısıdır. BOP'un üç boyutu vardır: Birincisi ekonomik olanıdır ki, G-7 ülkeleri içinde tartışılıyor. İkincisi siyasi boyutudur ki,ABD ve AB ülkeleri arasında tartışılıyor. Üçüncüsü ise askeri olanıdır ve bu da NATO Konseyi'nde ve komuta merkezinde tartışılmaktadır.



ABD'nin ve AB'nin hakimiyet kurmak için bir harman yerine çevirdiği Kıbrıs da bu projenin taşlarından birisidir!..



---Başbakan Erdoğan, Bush ile 28 Ocak 2004'te Beyaz Saray'da yaptığı görüşmenin ardından, "Türkiye'nin, sınırları genişleyen ve demokratik değerlerin yerleştirilmesi öngören bu projeye destek verdiğini, Türkiye'nin projede anahtar rol oynayacağını" söyledi!



---ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, 1 Nisan 2004'te verdiği ropörtajda "Neden Türkiye gibi bir islam ülkesi, Türkiye'deki gibi bir demokrasi olmasın?" şeklindeki sözleriyle, Türkiye'yi "ılımlı islam"ın modeli olarak gördüklerini ifade etti!



ABD ve AB Emperyalizmi, sömürüsünü idame ettirmek amacı ile, “dünyada birlik ve barış” amacı göstermek için, "dinlerarası diyalog ve hoşgörü" oluyormuşcasına, İbrahimi kökenli semavi dinler olan; Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık arasında uzlaşı sağlar gözükmektedir. Bu inançların dinsel simgeleri olan Davut yıldızı, kippa(bere), haç, türban(ki aslında İslamla bir alakası yoktur) gibi sembollerin istenen tarzda(kendi ülkeleri hariç) bulundukları bölgelerinde kullanımına hoşgörüyle bakılmıştır. "Davut Yıldızı-Haç-Hilal" ya da "Haç ve Gül" birlikte, emperyalizmin geleneksel birlik simgesi olarak kullanılmıştır.

Türkiye Türkleri’nin 1923'de Cumhuriyet ve Atatürk devrimleriyle başlattıkları uluslaşma süreci, bilhassa 1950'den itibaren inkitaya uğrar. O günden beri "karşı devrim" devam etmektedir. 2002 yılında AKEPE iktidarının işbaşına gelmesiyle, karşı devrim süreci hızlandırılmıştır. Bugün Türkiye, "Türk kimliği"nden ve "Cumhuriyet kimliği"nden "islami cemaat kimliği"ne çevrilmek istenmektedir!.. AKEPE Hükümeti, “Yeni Osmanlıcılık” ile Cumhuriyet sistemini karşı karşıya getirerek, İslam rejiminin rövanşını bu çatışmada almak istemektedir!

Başbakan Erdoğan'ın, laikliği "farklı inanç ve değerlere eşit mesafede olan devlet" diye tanımlamasından da anlaşılacağı üzere Erdoğan, şeriatçıların önündeki(eğitim alanında olsun,hukuk alanında olsun) engellerin kaldırılmasını istemektedir ve laikliği de bu çerçevede kullanmak istemektedir.

ABD'nin de Türkiye için istediği model; daha bireysel ve post modern, ılımlı bir İslami devlet ve laikliğin de olduğu bir sistemdir. Tabi bu laiklik, ABD'nin uygun gördüğü bir laikliktir! Tıpkı Tayyip Erdoğan’ın tanımlamasını yaptığı “laiklik” gibi…

8.Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın Türk ekonomisini dünya tekellerine açması sayesinde "Anadolu kaplanları(!)"nın ortaya çıktığını ve şeriatçı sermayenin doğduğunu görmekteyiz. Bu yapı, "soft İslam" anlayışını da beraberinde getirmiştir. Anadolu kaplanları(!)nın ortaya çıkmasıyla, Anadolu'dan çıkan bu iş adamlarının, sadece sanayi ve ticaret alanında değil, şeriatçı faaliyetler gibi başka alanlara da finansman sağladıklarını görmekteyiz. AKEPE de "İslam, demokrasi, laiklik" konusunda, geçmişte Özal'ın(daha öncesinde de Menderes'in) açtığı yolda ilerleyerek “ABD'nin ileri karakolu olma” görevini yerine getirmektedir.

Washington'da düzenlenen Abant toplantısı da göstermiştir ki, ekonomi ve dış politikadan sonra laik cumhuriyet rejimi de ABD'de biçimlendirilmek istenmektedir!

Nurcular ve Fethullah Gülen'in Siyasi Etkisi:

F.Gülen'in "benzeme benzet" stratejisinde, geleneksel takiyyecilikten farklı olarak değişik alanlarda görev alacak nur cemaatinden bir kişi(ister kadın olsun,ister erkek), o alanda diğer çalışanlar gibi giyinip ve taktiksel olarak da onlar gibi davranmak zorundadır. Hoşgörülü ve uzlaşmacı gibi görünüp, zamana yayarak kendi görüşlerini empoze etmektedirler.

ABD, F.Gülen'in vasıtası ve AKEPE'nin kanalı ile dincileri,kürtleri ve kürtçüleri kullanmaktadır.

İslam coğrafyasında, ABD birinci dönem yayılmacılığını DP iktidarı ile yapmıştır. İkinci dönem yayılmacılığını da Özal ve onun devamında da Fethullah cemaati ve AKEPE iktidarı ile yapmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında bölgede etkin rol alan ABD, daha sonra ise "Yeni Dünya Düzeni" ile hakimiyetini kurmuştur.

AKEPE'nin 03.11.2002'de hükümet olması, sadece siyasal islamcıların değil, ABD yanlısı bir blokun da iktidar olmasıdır! 19.yy başından beri ülkemizde ajanları vasıtasıyla faaliyette bulunan ABD, şimdi ise AKEPE iktidarı ve yerel yönetimleri ile F.Gülen cemaatinin de marifet(!)iyle, Özal'ın ve daha öncesinde de Menderes'in başlattığı "liberal-muhafazakar-demokrat"lığa uygun din anlayışının reformlarını bitirmeye çalışıyor. Tabi ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni de küreselleşmeye uygun olarak yeniden biçimlendiriyor!

ABD ile içiçe olan İngiltere ve İsrail'in de destekleyicisi olduğu, Türkiye’yi "eksen ülke" yapacak olan BOP'un hedefleri; "İsrail'i korumak ve kollamak, ABD'nin bölge ülkelerini sömürmesi ve petrolleri kontrol etmesi"dir!

Sonuç:

Aslında konunun özeti yine yazımızın içinde de geçen şu satırlardadır: "Emperyalist Batı(ABD,AB,İsrail)'nın Ortadoğu, Kafkasya, Orta Asya ve Kuzey Afrika'da hegamonya kurma projesi olan BOP'un marş motoru ılımlı islam, bu motorun kontak anahtarı ise F.Gülen ve cemaatidir!"… Kaynaklar:

1. İsmail Onarlı, “Washington’da Bir Abant Toplantısı” adlı makalesi.

2. Sina Akşin, 31 Mart Olayı, Sinan Yay.

3. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihimiz, Kara Kuv.Kom.lığı Yay.

4. Devrim ve İlkeleriyle Atatürk, Genel Kurmay Yay.

5. Abdullah Manaz, Dünyada ve Türkiye'de Siyasal İslamcılık

6. Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, Doğu-Batı Yay
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06


Şu dizine dön: İzlem (Strateji)

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x