Bu Delilleri Görmez, Duymaz ve Anlamazsak, Asıl Kıyamet Türkiye'de Kopacak / Hikmet YAVAŞ

Tartışma Alanı

Bu Delilleri Görmez, Duymaz ve Anlamazsak, Asıl Kıyamet Türkiye'de Kopacak / Hikmet YAVAŞ

İletigönderen Oğuz Kağan » Pzr Ağu 19, 2012 22:05

Bu Delilleri Görmez, Duymaz ve Anlamazsak, Asıl Kıyamet Türkiye'de Kopacak

Artık kesin olarak anlaşıldı ki, Türk halkı uyuyor. Bir torba kömür ve bir paket bulgura veya din maskesi takmış sahtekârların “Allah ve Peygamber” adıyla ağızlarını eğip bükmelerine aldanarak, sizden hesap sormak yerine sizi destekliyor.

Habertürk Televizyonuna konuşan AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, CHP'nin terör olayları nedeniyle Meclis'in olağanüstü toplanması girişimini eleştirirken, milletin gözünün içine bakarak; “Birkaç Mehmet şehit oldu diye Meclis'i toplamayız” dedi. Yandaş köşe yazarları, bunu GAF olarak niteledi. Bu gaf değil, düpedüz adamların şuur altındaki Türk Ordusuna ve Mehmetçiğe bakışlarını yansıtan gerçektir. Bunun gibi yüzlerce delil vardır.

Eğer, aşağıda sunulan delilleri görmez, duymaz, anlamaz ve tepki göstermezsek, işte o zaman kıyamet Türkiye’de kopacak. Ülkemizin, evlatlarımızın ve torunlarımızın geleceğini düşünüyor ve endişe duyuyorsak, lütfen aşağıda sunulan delilleri sabırla ve sonuna kadar okuyup, akıl ve mantık süzgecinden geçirelim.

Ey düzenbazlar, Türk Halkını, yalan ve dolanla kandırabilirsiniz. Ama Yüce Rabbim bunlara kanar mı? Hiç şüpheniz olmasın ki “Sizi Türk Milleti çarpmasa bile Allah çarpacak ve sebep olduğunuz şehitlerin kanlarında boğulacaksınız”

Çünkü:

1. ABD'de gerçekleşen 11 Eylül saldırılarının ardından Başkan Bush 17 Eylül 2001 günü, tüm Dünyaya:

“Saldırılar güçlü bir devi uyandırdı. Tüm dünyayı teröristlerden temizleyeceğiz, başlattığımız mücadele bir HAÇLI SAVAŞI’DIR" dedi.

Siz, o Kasımpaşalı tavrınızı takınarak, “Haçlı Savaşı da ne demek oluyor, tüm Müslüman Dünyasına savaş mı açıyorsunuz” diye hiç ses çıkarmadınız.

2. Danimarka’da Peygamber Efendimize hakaret eden karikatürler yayınlandı. Dönemin Danimarka Başbakan’ı Rasmussen, karikatüristi koruyup kolladı ve o karikatürlerin link verilerek defalarca yayınlanmasına imkân sağladı. İşte o Rasmussen, Türkiye’nin verdiği onay sayesinde NATO Genel Sekreteri oldu.

3. Hemen arkasından Afganistan işgal edildi ve hedef gözetmeden yapılan yoğun bombardıman altında binlerce masum sivil Müslüman öldü.

Siz bu haçlı koalisyonuna katılarak Afganistan’a asker gönderdiniz. Böylece, Dünya tarihine “Haçlılarla işbirliği yapan ilk Müslüman olmanın günahına girmekten korkmadınız.”

Amerikan ve NATO uçaklarının her gün 'Yanlışlıkla' öldürdüğü Afganlı ve Pakistanlı 'İslamcılar' insan değil miydi?

4. ABD’nin eski güvenlikten sorumlu danışmanı ve o zamanki Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, 7.Ağustos.2003 tarihinde Washington Post gazetesinde yayınlanan “Ortadoğu’yu Dönüştürmek” (Transforming The Middle East) başlığını taşıyan yazısında özet olarak:

“Kuzey Afrika’dan İran Körfezine kadar olan Büyük Ortadoğu bölgesindeki 22 Müslüman devletin rejimlerinin gerekirse askeri güç de kullanılarak, Amerikan çıkarları doğrultusunda dönüştürüleceğini açıkladı”

Bu, Amerikan Başkanı Bush’un “Başlatacağını ilan ettiği Haçlı savaşının planıydı ve adı Büyük Ortadoğu (BOP) projesiydi”

Nitekim 15 Nisan 2004’te Bush’un ve Cheney’in danışmanı Marc Racicort “Başkan Bush küresel bir Haçlı Seferi’ne liderlik yapıyor” diye bunun bir Haçlı Planı olduğunu ilan etti.

Buna rağmen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu planın EŞBAŞKANLIĞINI kabul etti ve 21 Şubat 2006 günkü Meclis grubunda yaptığı konuşmada: “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nde bizim bir EŞBAŞKANLIK görevimiz var” açıklamasını yaptı.

13 Ocak 2009’da ise yine parti grubunda:

“Büyük Ortadoğu Projesi’nde Türkiye’ye bir görev verildi, biz bu görevi üstlendik” itirafında bulundu.

5. Büyük Ortadoğu projesiyle ilgili en çarpıcı açıklama ise; Amerika Birleşik Devletleri Silahlı Kuvvetler Dergisinin (Armed Forces Journal) Haziran 2006 tarihli sayısında yayınlanan “Kanlı Sınırlar” (blood Borders) başlıklı makaleyle yapıldı. Bu makalede:

“Yapılacak sınır ve rejim düzenlemeleri sonucunda, bazı ülkelerin kazanıp bazılarının kaybedeceği vurgulanıyor ve Türkiye kaybedecek ülkeler arasında sayılıyordu.” Ayrıca, sınır düzenlemelerinden sonra Ortadoğu’nun ne hale geleceğini gösteren aşağıdaki harita yayınlandı:

Resim

Şimdi, bu haritaya iyi bakın. Türkiye, İran, Irak ve Suriye’den koparılacak topraklar üzerinde; Özgür Kürdistan (FREE KURDISTAN) adı altında bir Kürt Devleti’nin kurulacağını ve bu devletin başkentinin DİYARBAKIR olacağını göreceksiniz. İşte, Büyük Ortadoğu Projesi dedikleri Haçlı Planıyla Türkiye’nin nasıl bölünüp parçalanacağının kanıtı budur.

Buna rağmen, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 16 Şubat 2004 akşamı “Teke Tek” programında, milletin gözünün içine bakarak:

“Diyarbakır’ı istiyorum ki; şu anda Amerika’nın da ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ var ya, ‘Genişletilmiş Ortadoğu’, yani bu proje içerisinde Diyarbakır bir yıldız olabilir, bir merkez olabilir. Bunu başarmamız lazım” diyebiliyordu.

Gördünüz mü; Büyük Ortadoğu projesi denilen Haçlı Planına göre kurulacak Kürt Devleti’nin başkenti DİYARBAKIR olacak ve bizim Başbakanımız “Bunu başarmamız lazım” diyor.

6. Başbakan Erdoğan, 21 Şubat 2006 günü yaptığı grup konuşmasında da:

“Irak ve Suriye meselelerine bakışımız da BOP’u esas almaktadır... AB ve Medeniyetler İttifakı projesinin altında da bu vizyon vardır” diyerek, Haçlı Planına bağlılığını teyit ediyordu.

7. Nitekim bu bağlılığı kanıtlarcasına:

a. Akdeniz’deki Amerikan gemilerinden Irak topraklarına, Türkiye üzerinden geçerek atılan akıllı füzelere, Türk hava sahası açıldı.

b. İncirlik meydanı, Amerikan uçaklarının kullanımına sunuldu.

c. İskenderun limanı Amerikalılara açıldı.

d. Türk Topraklarından, İşgal kuvvetlerine lojistik destek sağlanmasına izin verildi.

e. Amerikalı istihbarat ajanlarının Kuzey Irak’a geçerek Barzani’yi güçlendirip, Bölgesel Kürt Devletinin temellerinin atılmasına göz yumuldu.

f. Irak Ordusu’nun bıraktığı silah ve mühimmat depolarının PKK tarafından talan edilmesine ve Kandil’de semirtilmesine, kesin sonuç alıcı bir tepki gösterilmedi.

g. PKK’yı koruyup kollayan Barzani’ye Türk vatandaşlarına satılan fiyattan %50 daha ucuza elektrik satılmaya başlandı.

h. Bütün bunların karşılığında, Barzani’nin kışkırtmasıyla Amerikalılar tarafından Türk Askerlerinin başına çuval geçirilerek tutuklanmalarına ses çıkarılmadı. Amerika’ya nota verecek misiniz diye soran gazeteciye, bizim Başbakanımız; “Ne notası, müzik notası mı bu” diyebildi.

i. Başbakan’ın içine sindirdiğini bir türlü içine sindiremeyen bazı gençler; 1 Mart 2012 günü Bodrum’da bir Amerikan askerinin başına çuval geçirince, haklarında 16 yıl hapis istendi.

j. Böylece, ABD ve İngiltere yanlarına 40 kadar ülkeyi alarak tüm dünyaya yalan söylediler ve Irak'ı işgal ettiler. Sonra da bu ülkede farklı rakamlara rağmen bir buçuk milyondan fazla insan öldü ve hâlâ ölüyor. Bunlar Müslüman değil miydi?

k. Buna karşılık, Bizim Başbakanımız; 31 Mart 2003 tarihinde Wall Street Journal isimli Amerikan gazetesine bir makale göndererek:

“Kahraman kadın ve erkek Amerikan Askerlerinin sağ salim evlerine dönmeleri için dua ediyorum” dedi. Ölen bir milyon Müslüman için dua etmek bir türlü aklına gelmedi.

8. Bununla da yetinmeyip, Libya için “Nato’nun Libya’da ne işi var” diyen başbakan, iki gün içinde çark ederek:

a. Birleşmiş Milletler kararını beklemeden taarruz eden Fransa ve İtalya’nın arkasından NATO ile beraber harekâtı destekledi.

b. Ayrıca, Libyalı isyancılara çantalar içinde 100 milyon Dolar nakit para yardımında bulundu.

c. Böylece, Libya’da kan gövdeyi götürdü ve binlerce Müslüman öldü.

9. Suriye’ye gelince:

a. Önce Suriye Devlet Başkanı Başer Esad ile can ciğer kuzu sarması oldunuz ve vizeleri bile kaldırdınız.

b. Eş başkanı olduğunuz “Büyük Ortadoğu Projesi” isimli Haçlı planına göre sıra Suriye’ye gelince, hemen kanlı bıçaklı oldunuz. Birden Başer Esad’ı halkına zulmeden kanlı diktatör ilan ettiniz. Pekiyi, iki gün önce “Kardeşim Başer Esad” derken bunu bilmiyor muydunuz?

c. Birden Birleşmiş Milletler, Amerika, NATO ve Avrupa Birliği’nden daha öne çıkarak Suriye’ye açılan “Haçlı seferinin öncülüğünü” yaptınız.

d. Kendilerine “Özgür Suriye Ordusu” adını veren muhalifleri, Antalya ve İstanbul’da toplayarak, Suriye’ye yapacakları saldırıları organize ettiniz.

e. İstanbul’da yapılan toplantıda Suriyeli Kürtler “Özerklik ve federasyon taleplerini gündeme getirdiler” uyanmadınız.

f. Suriyeli muhaliflere “Silah, mühimmat, para ve lojistik destek” sağladınız ve sağlamaya devam ediyorsunuz.

g. Başer Esad’a “Halkın sesine kulak ver” çağrıları yaptınız.

h. Buna karşılık Terörist Başı Abdullah Öcalan da “Ey Tayyip Erdoğan, sen de halkın sesine kulak ver“ deyiverdi, susup kaldınız.

i. Kampları Antakya'da bulunan Özgür Suriye Ordusu komutanları her gün Arap televizyonlarına çıkıp “Suriye'yi cehenneme çevireceğiz” diyorlar.

j. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da, Özgür Suriye Ordusu denen muhaliflerin bu tehditlerini destekler şekilde Suriye Devlet Başkanı Başer Esad’a karşı şöyle kükrüyordu:

“Kendi halkını katleden zalimlerin sırtını sıvazlamayız. Hama’nın hesabı sorulmadı ama er ya da geç Humus’un hesabı sorulacaktır. Irak, Libya, Mısır’da mazlumun ahı çıktı, hiç şüpheniz olmasın Suriye’de de çıkar... Gittiğin yol yol değildir. Bu yol çıkmaz sokaktır. Esad’a kendi anlayacağı şekilde sesleniyorum; ya Beşar, men dakka dukka. Ey Beşar, eden bulur” dedi.

k. Buna karşılık Beşar Esad’da:

“Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’de işbirliği yaptığın Haçlılarla birlikte senin de payın var, buralarda ölen milyonlarca Müslüman’ın hesabı er veya geç senden sorulacak. Ben Suriye’yi bölmek isteyen teröristlere karşı savaşıyorum. Sen ise, bu teröristleri besleyip ve silahlandırıp Suriye’ye saldırtıp, ortalığı kan gölüne çeviriyorsun. Mademki eden bulur “Men Dakka Dukka” diyorsun, al sana “Men Dakka Dukka”:

Sen Suriye’ye saldıran teröristlere “Özgür Suriye Ordusu” diyorsun, ben de Türkiye’ye saldıran PKK’lılara “Özgür Türkiye Ordusu” diyorum.

Sen, bana saldıran teröristlere silah, mühimmat ve sığınacakları güvenli bölge sağlıyorsun; ben de PKK’nın kardeşi PYD’ ye silah, mühimmat ve güvenli bölge sağlayıp Türkiye’ye saldırtacağım.

Ben Suriye’yi bölüp parçalamaya çalışan teröristleri etkisiz hale getirmek için bombaladığım zaman “Kendi halkını katleden zalimlerin sırtını sıvazlamayız” diyorsun, öyleyse “Sen de Güneydoğu’da kendi halkını katleden bir zalimsin” dercesine karşı atağa geçti.”

l. Bakın, Suriye’ye karşı uygulanan düşmanca dış politika şu sonuçları verdi:

(1) Kuzey Irak’tan sonra Suriye’de de PKK’nın kurduğu PYD’nin hâkim olduğu ikinci bir cephe meydana geldi.

(2) PKK, Suriye’den ele geçirdiği ilave ağır silahlara kavuşarak daha da güçlendi.

(3) Suriye’nin kuzeyinde (Türkiye sınırında) PKK ile birlikte PYD, bölgedeki pek çok kenti ele geçirdi. Böylece, bölge Suriyeli Kürtlerin eline geçti. PKK bayrakları gönderlere çekildi.

(4) Böylece, Irak’daki bölgesel Kürt devletinden sonra Suriye sınırımızda da, kendi ellerimizle (bugünkü iktidar sayesinde) ikinci bir Kürt Devleti’nin temelleri atıldı.

10. Şimdi yukarıdaki haritaya dönüp tekrar bakın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın eş başkanı olduğu ve bu projeye göre “Diyarbakır Bir Yıldız Olacak” dediği Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) gereğince “Özgür Büyük Kürdistan”ın kurulması için geriye ne kaldı:

a. Bakın, Eski NATO Komutanı General Wesley Clark bunu şöyle cevapladı:

(Pentagon tarafından resmi olarak onaylanan) “Beş yıllık askeri operasyon planı... Irak ile başlayarak Suriye, İran, Lübnan, Libya, Somali ve Sudan'ı içermektedir" dedi.

Şimdi gördünüz mü, sıranın İran’a nasıl geldiğini?

b. Lütfen hatırlayın, Başbakan Erdoğan, 13 Ocak 2009’da tarihinde parti grubunda yaptığı konuşmada:

“Büyük Ortadoğu Projesi’nde Türkiye’ye bir görev verildi, biz bu görevi üstlendik” itirafında bulunmuştu.

c. İşte bu görevin gereği olarak:

1) Amerika Birleşik Devletleri tarafından Rusya, Çin ve İran’a karşı geliştirilen “Füze Kalkanı” projesi kapsamında yer alan radarın Malatya Kürecik’e kurulmasına derhal izin verdik.

2) Pekiyi:

Füze Kalkanı’nın Komuta kontrol merkezi nerede? Almanya Ramstein’de.

Bir tehlike durumunda ise, füzeler nereden atılacak?

İspanya açıklarındaki Amerikan gemilerinden, Romanya ve Polanya’dan atılacak.

3) Doğal olarak bu duruma Rusya ve İran derhal tepki gösterdi, resmen ve alenen “Gerektiğinde Malatya’daki radarı vuracaklarını” ilan ettiler.

4) Bizim hükümetimiz ise; “Bu radarı kendimizi korumak için koyduğumuzu” savunuyor.

5) Allah aşkına, Türk Milletini kimse salak yerine koymasın. Çünkü İspanya açıklarından, Polonya ve Romanya’dan atılacak füzelerle Türkiye’nin korunamayacağını, ama İsrail’in bal gibi korunabileceğini herkes bilir.

6) İşte böylece, Rusya ve İran’la da kanlı bıçaklı olduk. Rusya, İran ve hatta Çin ve Hindistan’la çok sıkı menfaat bağları bulunan ve adeta stratejik ortaklığı olan Suriye’nin parçalanarak, Ortadoğu petrollerinin Amerika ve Avrupa Birliği’nin eline geçmesine, bu ülkelerin göz yumması beklenemezdi. Nitekim Suriye’den sonra sıranın kendisine geleceğini bilen İran, karşı atağa geçti. İran sınırında kampları bulunan PKK’nın kolu olan Pejak’ın Türkiye’ye geçerek Türk Ordusuna saldırmasına göz yummaya başladı.

7) Böylece İran, Irak ve Suriye tarafından desteklenen PKK, üç koldan Türkiye’ye saldırmaya başladı. Bu nedenle, Güneydoğu Anadolu’muzda PKK’nın adeta cephe savaşı vermeye başlamasını ve bununla da kalmayıp terörü büyük şehirlerimize de yaymasını hayretle karşılamayalım.

11. Bizim, Ortadoğu liderliğine soyunan Başbakanımız ve güya stratejik derinlik üstadı Dışişleri bakanımız ve Hükümetimiz bunlarla da yetinmedi. Sanki kendi elleriyle yarattıkları düşmanlarımız yetmezmiş gibi, İsrail’in Filistin’e karşı uyguladığı ambargoyu delmek için “Mavi Marmara” gemisine doldurdukları bir grup fanatikleri yola çıkardı. İsrail’in yapmayın etmeyin vuracağım uyarılarına rağmen yola devam ettiler ve İsrail dediğini yaptı ve 9 yolcuyu öldürdü ve gemiye el koydu.

Allah aşkına, kimse kimseyi aptal yerine koymasın. Pekiyi, İsrail ambargo uyguluyorsa, Müslüman bir ülke olan Mısır, Filistin’le olan ortak sınırını açarak neden İsrail’in ambargosunu boşa çıkarmıyor? Neden Mısır’a ses çıkarmıyorsunuz?

Çünkü amacınız üzüm yemek değil bağcıyı dövmekti. İslam dünyasına karşı şov yapmaktı.

Pekiyi ne oldu. İsrail’i Birleşmiş milletlere şikâyet ettiniz. Birleşmiş Milletler de bir komisyon kurdu ve sonunda “İsrail haklı” deyiverdi. Böylece, hem İsrail’in ambargosunu meşrulaştırdınız ve hem de uluslar arası sularda gemimizi vurmasına haklılık kazandırdınız.

12. Sonuç olarak; “Komşularla sıfır sorun” diyerek yola çıktınız, BOP denilen Haçlı projesine ortak oldunuz ve Ortadoğu’nun kan gölüne çevrilmesine katkıda bulundunuz. Suriye, Irak, İran ve İsrail’i düşman ederek Türkiye’yi ateş çemberinin içine attınız. PKK’nın destekçilerini ise arttırdınız.

13. Allah aşkına, hiç kimse bana; “Ortadoğu’daki zalim diktatörlerin zulümlerine son vermek, masum halkı korumak ve Ortadoğu’ya demokrasi ve özgürlük getirmek için bunların yapılması gerekiyordu” demesin.

O zaman bunu diyenlere sorarlar:

a. Dünya’nın en çağdışı diktatörlüklerinin hüküm sürdüğü Suudi Arabistan, Katar ve Körfez ülkelerinin diktatörlerine “Lütfen halkın sesine kulak verin, reform yapın ve biraz demokratlaşın demiyorsunuz da, onlarla can ciğer kuzu sarması oluyorsunuz?”

b. Bahreyn'de demokrasi için ayaklanan halkı bastırmak için, 1000 tane Suudi Arabistan askeri ve tankları Bahreyn’e girdi ve orada bir katliam yaşandı. Neden ses çıkarmadınız? Hani Arap halkı için demokrasi ve özgürlük istiyordunuz?

c. Yemen de 3 yıldan beri halk ayaklanması devam ediyor. 33 yıldır ABD desteği ile iktidarda bulunan Ali Abdullah Salih her gün onlarca kişiyi öldürüyor. Neden kıyameti koparmıyorsunuz? Acaba Amerikan dostu olduğu için, sizin de ortak dostunuz olmasın?

d. Sudan Devlet Başkanı Ömer Ahmed El-Beflir, Darfur’da bir soykırım yaptı. Bunun üzerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni Sudan hakkında soruşturma açmakla yetkilendirdi. Söz konusu mahkeme, yaptığı soruşturma sonunda; Sudan’ın halen görevde olan Devlet Başkanı Ömer Ahmed El-Beflir hakkında tutuklama kararı verdi. Madem bu kadar demokrasi aşığısınız ve diktatörlere karşısınız, Siz bu kişiyi Ankara’da ayaklarının altına kırmızı halılar sererek neden Karşıladınız?

İspat mı itiyorsunuz? İşte ispatı:

Resim

e. Bu nedenlerden dolayı, hiç kimse yalan dolanla milleti kandırmaya çalışmasın. Büyük Ortadoğu Projesinin amacı:

1) Ortadoğu’da Amerika ve Avrupa birliği yanlısı olmayan yönetimleri devirerek Ortadoğu petrollerinin kontrolünü ele geçirmektir.

2) Rusya, Çin, İran ve Hindistan gibi süper güç olmaya aday rakiplerinin önünü kesmektir.

3) Müslüman dünyasında; din, mezhep ve etnik çatışmalar çıkararak, ülkeleri bölüp parçalamak suretiyle, kendi çıkarlarına uygun yeni bir coğrafya yaratmaktır.

4) Türkiye, İran, Irak ve Suriye’den koparılacak topraklar üzerinde Büyük Kürdistan’ı kurarak, Ortadoğu’da Amerika’ya sadık ikinci bir İsrail oluşturmaktır.

5) İşte bu nedenle; Afganistan, Irak, Libya ve Suriye, kan gölüne çevrilmiş, bir buçuk milyon civarında Müslüman öldürülmüş ve bizim yöneticilerimiz de bu katliama ortak olmuştur. İşte bu nedenle, bu sorumluluğa ortak olanları, uyumağa devan eden Türk Milleti çarpmasa bile Yüce Rabbimin çarpacağına ve dökülen Müslüman kanlarında boğulacaklarına inanıyorum.

Şimdi Allah aşkına, siyasi ve ideolojik görüşlerinizi bir kenara bırakarak elinizi vicdanınıza koyun. Siyasi iktidarımız eliyle “Türkiye’nin ateş çemberinin göbeğine atıldığı bu ortamda” her zamankinden daha güçlü ve morali yüksek bir Silahlı Kuvvetlere ihtiyacımız varken, bizim siyasi iktidarımız sanki inadına Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kolunu kanadını kırmaya çalışıyor.

Örneğin:

1. 26 Eylül 2004 tarihinde, 5237 Sayılı yeni “Türk Ceza Kanunu” kabul edildi ve bu kanunun 312nci maddesine;

“Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir” hükmü kondu.

Böyle her yöne çekilebilecek bir madde sayesinde, istenirse “hükümete muhalefet eden herkese bir kulp takarak, müebbet hapisle yargılama imkânı yaratıldı”

2. 29 Haziran 2006 tarihinde, Terörle Mücadele Kanunu’nun 10ncu maddesi (d) fıkrasında;

“Müdafiin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim kararıyla bu yetkisi kısıtlanabilir” şeklinde değişiklik yapıldı.

Bu değişiklik sayesinde, özel yetkili mahkemelerin hâkim ve savcılarına;

“Hey sanık, biz seni tutukladık ama senin suçunu ve suçlu olduğunu gösteren delilleri sana ve avukatına göstermeyiz, dosyandaki bilgi ve belgeleri de inceletmeyiz” deme imkân ve yetkisi verildi.

Böylece, Türk hukuk sistemine “GİZLİ DELİL” kavramı sokuldu ve sanığa “suçu ve neyle suçlandığı” söylenmeyerek savunma hakkının kısıtlanması sağlandı.

Bu arada; “Terörle Mücadele Kanunu'nda Anayasal düzenin değiştirilmesi için örgütün silahlı örgüt olması şartı getirildi” Böylece:

a. Tarikat ve cemaatlerin; Cumhuriyet Anayasasının öngördüğü anayasal düzene karşı yürüttükleri eylemler, suç kapsamı dışına çıkarıldı.

b. İktidarda olmanın verdiği gücü kullanarak; Silah kullanmaya gerek kalmadan, ülkenin anayasal düzenini “Sivil darbe yoluyla Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ne ve tek adam diktasına dönüştürmek” müebbetlik anayasal suç olmaktan kurtarıldı.

c. Buna karşılık; Anayasal görevi ve doğası gereği, silahla donatılmış olan Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarını, istendiği zaman bir kulp takılarak, kolayca “Anayasal düzeni değiştirmek için silahlı örgüt kurdular” ithamlarıyla yargılamanın yolu açıldı.

3. 5 Temmuz 2008 tarihinde yürürlüğe giren 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunuyla, hukuk sistemimize “GİZLİ TANIK” müessesesi sokuldu. Buna göre; aleyhinize şahitlik yapan kişi veya kişilerin;

“Yüzleri saklanıp, sesleri değiştirilip ve kimlikleri gizlenerek duruşma sırasında veya duruşma salonu dışında ses ve görüntü akarımı yoluyla şahitlik yapmalarına” imkânı sağlandı.

TBMM’de kabul edilen yasa gereği, terör ve çete suçları ile 10 yıl ve üzerinde hapis cezasını gerektiren suçlarda gizli tanık kullanılabilmenin önü açıldı.

Böylece; “Etkin pişmanlık yasasından faydalanmak veya sanıklardan intikam almak isteyen terörist eskileri ile pek çok cinayetin faili olduğu belirlenen kişilerin bile, Tanık Koruma Kanunundan yararlanarak temize çıkmak için yalancı şahitlik yapmalarının” yolu açıldı.

4. 27 Haziran 2009 Gece yarısında çıkarılan bir yasayla:

a. “Anayasal düzene karşı suçlar” ile “terör” ve “çete” suçları doğrudan özel yetkili sivil savcılıklar tarafından soruşturulacak hükmü getirildi.

Bu değişiklik, askeri bölgede bile işlenmiş olsa (disiplin suçları hariç) muvazzaf subayların sivil yargı tarafından yargılanmalarının yolunu açtı.

b. Ayrıca, Askeri Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu'nun 3ncü maddesine şu fıkra eklendi:

“Barış zamanında, asker olmayan kişilerin Askeri Ceza Kanunu'nda veya diğer kanunlarda yer alan bir suçu tek başına veya asker kişilerle iştirak halinde işlemesi durumunda asker olmayan kişilerin soruşturmaları Cumhuriyet savcıları, kovuşturmaları adli yargı mahkemeleri tarafından yapılır” dendi.

Buna göre işlenen suç ne olursa olsun, sivil kişilerin artık askeri mahkemelerde yargılanmaları son buldu.

Ayrıca, üst düzey rütbeli personelin, emekli olmadan önce işledikleri iddia edilen suçları nedeniyle, askeri mahkemede yargılanma isteklerinin de önü kesilmiş oldu.

Böylece; bir taraftan askerlere sivil yargı yolunu açarken, diğer taraftan askeri ceza kanunu kapsamına giren suçları işleyen sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasının yolu kapatıldı.

Bu düzenlemenin sonucu olarak; kendileri cemaat veya tarikat mensubu olan bazı askerlerin, sivil tarikat müritleriyle işbirliği içinde işledikleri askeri suçlar nedeniyle, askeri savcılar tarafından açılan soruşturmaların ve davaların tarikat ve cemaatlere ulaşmasının önü kesildi.

5. Son olarak, Hâkimler ve Savcılar Kanununa 93 üncü maddeden sonra gelmek üzere aşağıdaki 93/A maddesi eklendi:

“Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle; Kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamaz”

Böylece; Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin hâkim ve savcıları, sizi haksız yere bilerek ve isteyerek 10 yıl tutuklu olarak içeride yatırsa ve sonunda beraat etseniz bile, o hâkim ve savcı aleyhine dava açamayacaksınız ve yaptıkları yanlarına kâr kalacak. Devlet aleyhine açacağınız davalarda ise; ödenecek tazminatlar, o hâkim ve savcının cebinden değil halkın ödediği vergilerden karşılanacak.

6. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kolunu ve kanadını kırmak için gerekli hukuki altyapı işte böyle hazırlandı.

Sonuç olarak:

1. Türk Ordusunu “Silahlı terör örgütü veya silahlı çete” ve mensuplarını ise “terör örgütü üyesi” olarak itham etmenin yolu işte böyle açıldı.

2. Hak, hukuk, adalet, özgürlük, açılım ve ileri demokrasi yutturmacıları altında:

a. Habur sınır kapısından gelen ve “pişman olmadıklarını söyleyen teröristlerin” ayağına giderek, onları “Etkin Pişmanlık Yasasından” yararlandırıp serbest bırakan hukuk sistemi de,

b. Bu milletin can ve mal güvenliği için, canını ortaya koyarak Terörle mücadele etmiş Türk Ordusunun madalyalı kahramanlarını “terörist olmakla itham eden” hukuk sistemi de,

c. PKK’nın Türk Ordusu’ndan alamadığı intikamı, sözde hukuk yoluyla almaya çalışan hukuk zihniyeti de,

d. Bir taraftan, Türk Ordusu mensuplarını “Silahlı Çete üyesi” olmakla itham ederken diğer taraftan, yasadışı yollarla milletin yatak odalarına kadar dinleyen, kaydeden, kesip biçip montajlayıp sahte suç delilleri üreten çeteler ile “Allah adıyla halkı aldatarak” topladıkları paraları cebe atan çeteleri görmeyen hukuk sistemi de,

e. Bazı Atatürkçü muhalif aydın ve bilim insanlarını kasıtlı olarak tahliye etmedikleri Yüksek Mahkeme kararıyla sabit olan hukuk düzeni de, İŞTE BÖYLE YARATILDI.

Artık sıra; düzmece senaryolar, isimsiz ve imzasız ihbar mektupları ile PKK eskisi gizli tanıkların iftiralarına dayanarak operasyonların başlatılmasına gelmişti.

Örneğin:

1. Öncelikle bir senaryo yazarı gerekliydi. Tuncay Güney isimli birisini buldular. 1990'lı yıllarda çeşitli gazete ve televizyonlarda çalışan Tuncay Güney, 2001'de otomobil dolandırırcılığı iddiasıyla gözaltına alındı. Gözaltındayken, polisin yönlendirmesiyle verdiği ifadeye, evinde bulunan belgelere ve savcılara verdiği bilgilerle dayanarak, özel yetkili savcılar tarafından, kamuoyunda “Ergenekon Terör Örgütü” olarak bilinen bir torba iddianame yazıldı.

2. Şimdi, söz konusu Tuncay Güney’i biraz daha tanıyalım:

a. Bu şahıs, 2001 yılında gözaltına alındıktan 4 ay sonra “oto kaçakçılığı ve resmi evrakta sahtecilik” suçlarından İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandığı sırada, 10 yıllık oturma vizesi alarak, Amerika’ya kaçtı.

b. Daha sonra Kanada’ya geçti ve bir havrada Musevi din adamı olarak görev yapmaya başladı.

c. Mehmet Ali Birand’ın yaptığı 32nci gün isimli televizyon programına telefonla katılarak “Polise verdiği ifadelerin, işkence yapılarak alındığını” söyledi.

d. Ergenekon sanıklarından bazıları; Tuncay Güney’in MİT ajanı olduğunu iddia ettiler. Bunun üzerine, mahkeme heyeti (16ncı duruşmada) durumun Milli İstihbarat Teşkilatına sorulmasına karar verdi. MİT'in 26 Kasım 2008 tarihli basın açıklamasını, aynen şöyleydi:

"Kod adı İpek olan Tuncay Güney'in elemanımız olduğunu belirten belge teşkilatımıza aittir. Tuncay Güney o dönem itibarıyla şüpheli faaliyetlerinden dolayı dikkatimizi çeken ve üzerinde çalışma yapılan bir şahıstır.

Kuruluş ve işleyişi tartışmalı olan Kontrterör Merkezi, sorumluları ile birlikte 1997 yılında kuruluş şemasından çıkarılmıştır"

Allah aşkına görüyor musunuz, duyuyor musunuz, anlıyor musunuz? Neymiş:

1) Tuncay Güney, faaliyetleri itibariyle şüpheli bir şahısmış.

2) Birileri MİT içinde, kuruluş ve işleyişi tartışmalı olan bir merkez oluşturmuş.

3) 1997 yılında bu merkez, kuruluş şemasından çıkarılmış. Yani kovulmuş.

Gördünüz mü? Devletimizin güvenliğini korumak için uçan kuştan haberi olması gereken MİT’in içinde, faaliyetleri itibariyle şüpheli bazı kişiler bir merkez oluşturuyor, çeşitli senaryolar yazıp dolaplar çeviriyor ve Mit’in yıllar sonra haberi oluyor. Günaydın.

Pekiyi, bu Mit’ten kovulanlar soluğu nerede alıyor? İnternette kısa bir araştırma yaparsanız, çoğunun Amerika’ya gittiğini ve oturma izni vermek için kılı kırk yaran Amerika’nın bunlara derhal izin verdiğini görürsünüz.

e. Son olarak Tuncay Güney, Vatan Gazetesi yazarı Mustafa Mutlu'ya bir mektup göndererek, Ergenekon hakkında aynen şunları yazdı:

“Ergenekon mu? Bu bir oyun ve oyunda herkes üstüne düşeni yapar. Kemalizm iflas etmiştir. Ekonomi ve siyasi hayatımızı yönlendiren global patronlar ‘başkanlık sistemi’ istiyor. Rejim değişiyor. Kürtler haklarını alacak Özal’a Amerika, “Türkiye’yi ya büyüt ya küçültelim” dedi. Türkiye büyüyemedi, küçülecek. Özal’a, “Büyük Ortadoğu Devleti olsun” demişlerdi; olmadı. BOP dayandı kapımıza...”

f. Şimdi gördünüz mü “Ergenekon” senaryosu senaristinin özelliklerini:

1) Oto kaçakçılığı ve evrakta sahtecilik sanığı.

2) Polise yalan ifade veriyor.

3) MİT içinde kuruluş ve işleyişi tartışmalı olan bir birimde görev yaparken, sorumlularıyla birlikte kovuluyor.

4) Ergenekon’un bir oyun olduğunu, bu oyunda üzerine düşen görevi yaptığını, Ergenekon’un amacının:

a) Kemalist Türkiye Cumhuriyetini tasfiye etmek olduğunu,

b) Parlamenter yönetim şeklinin kaldırılarak “Başkanlık sistemine” geçileceğini,

c) Kürtlerin haklarını alacağını, Böylece Türkiye’nin küçüleceğini,

d) Bütün bunların Büyük Ortadoğu (BOP) Projesiyle sağlanacağını, çünkü büyük patronların böyle istediğini resmen ve alenen itiraf ediyor.

g. Şimdi, ayan beyan ortaya çıkan bu delilleri bir araya getirip, olaya bir bütün olarak bakarsak:

1) MİT içinde, evraklarda sahtecilik yapmakta uzmanlaşmış ve Amerika’yla irtibatlı bir cuntanın; Ergenekon denilen bir senaryo yazdığını,

2) Emniyet İstihbarat birimlerine sızmış bazı polislerin yönlendirmeleri ve alınan düzmece ifadelere dayanarak, sahte deliller üretildiğini,

3) Hukuki altyapısı hazırlanarak, müthiş bir yetkiyle donatılıp koruma zırhına alınmış Özel yetkili hâkim ve savcıların da, muhaliflerin ipini çektiğini,

4) Böylece, Tuncay Güney’in açıkça itiraf ettiği gibi:

a) Ergenekon denilen oyunun oynanmaya başladığını,

b) Bu oyunda, bazılarının üzerine düşen rolleri oynadığını,

c) Amaçlarının Kemalist Türkiye Cumhuriyeti’ni tasfiye etmek olduğunu,

d) Büyük patronların; Türkiye’nin küçülmesini ve parlamenter sistemin kaldırılarak başkanlık sistemine geçilmesini istediklerini,

e) Bu maksatla, Büyük Ortadoğu Projesinin dayatıldığını anlarız.

Senaryo hazırdır. Artık sıra operasyonların yapılmasına gelmiştir:

a. Söz konusu senaryoya dayanan oyunun ilk perdesi, sahte elektronik postalarla başladı. Örneğin:

Merzifon’dan Ankara Emniyetine sahte bir e-posta gönderildi. Bu mektupta; Özel Kuvvetlerde görevli bazı subayların, Başbakan Erdoğan’a ve danışmanı Zapsu’ya suikast yapacakları ihbar edildi.

Derhal operasyon başlatıldı ve aralarında 2 yüzbaşı, 2 astsubay ve emekli bir binbaşının da bulunduğu 9 kişi gözaltına alındı. Bunlara “Atabeyler çetesi” ismi takıldı.

Bu arada, polis olduğu tahmin edilen bir kişi, Genelkurmay Başkanlığı nizamiyesi önüne bazı gazetecileri çağırarak, sarı zarf içinde, operasyonla ilgili gizli bilgileri dağıttı.

İstanbul Emniyet eski Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer, verdiği bir demeçte; “Atabeyler operasyonu var ya, o olay Başbakan’a yönelik dört dörtlük bir suikast girişimi. Öyle ordudan dışarıya silah çıkarma, bunları gizleme, saklama işi falan değil. Ele geçirdiğimiz mühimmat ve planlar, Başbakan’a nerede nasıl saldırılacağını gösteriyordu. Çok netti. Bu dört dörtlük bir suikast girişimidir” dedi.

Yandaş medya, konunun üzerine derhal atladı ve Türk Silahlı kuvvetleri aleyhine bıkmadan usanmadan yıllarca yayın yaptı.

Aradan 6 yıl geçti. Ankara 11’inci Ağır Ceza Mahkemesi; Başbakan Tayyip Erdoğan’a suikast düzenleyeceği ileri sürülen ‘Atabeyler Çetesi’ davasında 9 sanığın beraatına karar verdi. Birkaç kişiye ise; izinsiz patlayıcı madde bulundurmak ve nakletmekten ceza verildi ve bu cezalar ertelendi.

Şimdi ne oldu; Milletin aklına “Askerler, Başbakanı öldürerek darbe yapacaklardı” imajı oya gibi işlendi. Söz konusu askerler telafisi mümkün olmayacak şekilde mağdur oldu. Beraat ettiklerinden toplumun çoğunun haberi bile olmadı. Zaten amaçları “Askeri itibarsızlaştırmaktı” ve amaçlarına ulaştılar.

b. Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne başka bir sahte ihbar daha geldi. Buna göre; Genelkurmay’da çalışan biri binbaşı biri yarbay iki subayın Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın oturduğu Ankara’nın Çukur ambar semtinde dolaştığı ve suikast yapacakları ihbar edildi.

İddiaya göre subayların birinde Arınç’ın adresini gösteren bir kroki vardı ve bu kişi kâğıdı yutmaya çalıştı. Özel Yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcı vekilliği olayla ilgili bir soruşturma başlattı.

Ertesi gün 8 subay gözaltına alındı. Ancak bu subaylar sorgularının ardından mahkemece serbest bırakıldı.

Soruşturma kapsamında dönemin Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimi tarafından Özel Harekât Komutanlığı içindeki Seferberlik Tetkik Kurulu’nda arama başlatıldı.

Yandaş medya, bu olayın da üzerine atladı ve Türk Ordusuna, akla hayale gelmeyecek karalamaları yaptı.

Arama 26 gün sürdü ve söz konusu hâkim, aramalar kapsamında aldığı notları raporlaştırarak, savcıya teslim etti. Bu aşamadan sonra, soruşturmadan ses çıkmadı.

Ama bekledikleri amaca ulaştılar ve Türk Silahlı Kuvvetlerini itibarsızlaştırmak ve yıpratmak için bir adım daha ileriye gittiler. Ayrıca, biz istersek Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çok gizli harekât planlarının bulunduğu “kozmik odayı” bile hallaç pamuğu gibi atarız mesajını verdiler.

c. Bu arada, sahte bir ihbar daha geldi. İhbara göre; plakası verilen bir askeri araç içindekilerin, kozmik büroda arama yapan hâkime suikast yapacağı bildirildi.

Polis tarafından, askeri aracın önü kesildi ve gösterişli bir şekilde arama yapıldı. Neticede, arabanın erzak aracı olduğu ve içinde bir er ile bir aşçının bulunduğu ortaya çıktı.

Böylece askeri şahıs ve araçların sokakta dolaşmalarının bile, adeta polisin iznine tabi olduğu algısı yaratıldı.

d. Sahte ihbarların ardı arkası kesilmiyordu. Bu sefer 155 Polis İmdat telefonuna yapılan bir ihbar üzerine Terörle Mücadele Şubesi ekipleri, 06 BJ 9915 plakalı beyaz, üzeri mavi brandayla kaplı bir kamyonu Gölbaşı yakınlarında durdurdu.

Söz konusu kamyon, birlikler arasında mühimmat dengelemesi yapmak amacıyla; Muğla’daki askeri birliklerden Ankara’daki askeri depoya yapılan rutin bir mühimmat sevkiyatıydı. Kamyonda, muhafız olarak görevlendirilmiş bir astsubay ve şoför vardı. Yasal olarak bulunması gereken tüm evrakları tamamdı. Ayrıca, Muğla Jandarma Alay Komutanı, bunların doğru olduğunu teyit ediyordu.

Muğla İl Jandarma Komutanı’nın yaptığı açıklamaya ve kamyonda görevli astsubaya ve gösterdiği evraka rağmen, Mühimmatı taşıyan kamyon emniyete çekildi. Savcılık olaya el koydu ve yapılan incelemede her şeyin yasalara uygun olduğu anlaşıldı ve kamyon 7 saat sonra serbest bırakıldı.

Ama bu 7 saat içinde henüz savcı ve emniyet yetkilileri, kamyonun brandasını açıp içinde ne olduğunu görmeden, yandaş medya ve TRT dâhil Türk Silahlı Kuvvetlerini karalamaya başladılar. El bombalarının seri numaralarının silindiğinden, Nevruz vesilesiyle Güneydoğu’da kullanılacağından ve çıkacak kargaşanın “darbe yapmak için” kullanılacağından bahsetmeye başlarılar.

Böylece:

1) Türk Silahlı Kuvvetleri’ni biraz daha baskı altına aldılar.

2) Savcılık, Emniyet ve Ordu arasındaki güveni sarstılar.

3) Bir zamanlar teröre karşı omuz omuza mücadele etmiş ve birlikte şehitler vermiş asker ile polisi karşı karşıya getirdiler.

4) Kamuoyunda, Orduyu biraz daha yıprattılar.

e. Bu arada, Güneydoğu’da askerlerin yargısız infazlar yaptığı ve isimlerini verdikleri bazı kışlalardaki toplu mezarlara gömdükleri ve bazılarını da asit kuyularına attıkları ihbarları yapıldı.

Derhal, bizim Hükümetimiz; belirtilen kışlalara greyderler sevk etti. Savcıların nezaretinde “canlarını ortaya koyarak terörle mücadele eden askerlerin gözlerinin içine bakarak” insan kemikleri ve asit kuyuları aradılar. Sonuçta, hepsinin yalan ve iftira olduğu ortaya çıktı.

Ama yandaş medya gene yapacağını yaptı. Türk Ordusuna “Katiller sürüsü” sözleri dâhil olmak üzere, çalmadıkları karayı bırakmadılar.

f. Sahte ihbar furyası devam ediyor. Emniyet birimlerine gelen, isimsiz ve imzasız bir elektronik postada; “Türk Silahlı Kuvvetleri'nde, üst düzey subayların da bulunduğu bir çetenin, fuhuş yoluyla kilit isimleri tuzağa düşürdüğü ve küçük kızlar aracılığıyla kritik mevkilerdeki kişilerden şantaj yoluyla elde edilen bilgilerin de çete üyeleri tarafından yabancı servislere satıldığı” ihbar ediliyordu.

Söz konusu isimsiz ve imzasız mektup üzerine derhal soruşturma başlatıldı, evlere baskınlar yapıldı, 16’sı tutuklu 56 sanıklı davanın temeli böyle atıldı.

Özel görevli yandaş medya aylarca “Tarihin en büyük askeri casusluk ve fuhuş şebekesi yakalandı” diye haberler yaptılar. Türk Ordusu hakkında en aşağılık yakıştırmaları yaptılar. Üniformalı sanıkları; “Kadın satıcısı, casus ve vatan haini” durumuna soktular. Ailelerini mahvettiler.

Aradan iki buçuk yıl geçti. Geçen hafta sonu yapılan son duruşmada tüm sanıklar “şantaj, fuhuş ve casusluk” suçlarından beraat etti ve tahliye edildiler.

Sadece birkaç sanık ise; “Özel hayatın ve haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek, kişisel verileri hukuka aykırı olarak kaydetmek suçlarından” bazı cezalar aldı.

Gördüğünüz gibi; “şantaj, fuhuş ve casusluk suçlamaları” tamamen iftira ama bütün bunlar, halkımızın kafasına oya gibi işlendi.

4. Bütün bunlar yetmezdi. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne daha büyük darbeler vurulmalıydı. Çünkü akıl hocaları “Durmak yok, yola devam. Bu işin medya, üniversite, iş adamları ve Kemalist aydın ayakları da var. Gecikmeyin, hepsinin başlarını ezin” diyordu.

Nitekim MİT içinde Tuncay Güney gibi sahte evrak düzenlemekte uzmanlaşmış yasadışı cuntanın ve Emniyet İstihbarat birimleri içindeki bazılarının yönlendirmeleriyle hazırlanan “Ergenekon senaryosu” yukarıdaki ihbarlarla eşzamanlı olarak devreye sokuldu. Geniş çaplı bir operasyon ve gözaltı furyası başlatıldı. Bunları yaparken, özellikle sanıkların onurlarının kırılmasına, gözdağı verilmesine ve sanıklar aleyhinde kamuoyunda olumsuz bir imaj yaratılmasına çalışıldı. Örneğin:

a. Muvazzaf ve emekli askerler ile Cumhuriyet sevdalısı aydınların evlerinde, gece sabaha karşı aramalar yapıldı.

b. Bu aramalarda; komşu, muhtar veya avukatın tanık olarak bulundurulması gerekirken bu yapılmadı.

c. Yasalara aykırı olarak, önceden yandaş medyaya haberler verildi.

d. Hatta arama ve gözaltılar başlamadan öne TRT dâhil “Filancanın evinde arama yapılıyor” diye yayınlar yapıldı.

e. Arama yapılırken, el konulan Bilgisayar hafızasındaki kayıtların ve CD’lerin kopyalarının, sanığa verilmesi gerekirken bunlar yapılmadı.

f. Sanıklar, gözaltına alınıp arabalara bindirilirken polis tarafından kafalarına bastırıldı.

g. Sanıkların çoğunun gece yarılarına kadar ifadelerini alındı. Saatlerce ayakta bekletildi. Kısacası uykusuz ve yorgun bırakılarak, hukuka aykırı bir şekilde fiziksel ve manevi işkence yapıldı.

5. Bütün bunlar yetmedi. Türk Silahlı Kuvvetlerini sanık sandalyesine oturtmak için, oya gibi işlenerek müthiş bir yetki ve dokunulmazlık zırhıyla donatılan özel yetkili mahkemelerin hâkim ve savcıları sopayı ele aldı. Evrensel hukuka ve yürürlükteki kanunlara aykırı olarak tüm hukuk ihlalleri yapıldı. Örneğin:

a. Yasalarımıza göre savcılar; sanık aleyhine ve lehine olan tüm delilleri toplaması gerekirken, sadece sanık aleyhine olan delilleri topladıkları, lehine olan delilleri ise toplamadıkları görüldü.

b. Gene, yasalarımıza göre; davayla ilgisi olmayan üçüncü şahıslara ait bilgilerin ayıklanması gerekirken, söz konusu şahısları itibarsızlaştıracak şekilde iddianame ekleri içine sokuldu.

c. Gizli olması gereken hazırlık soruşturması ifadeleri ile bazı bilgi ve belgelerin, sürekli olarak belirli medyaya polis tarafından sızdırıldığı iddiaları ayyuka çıktı. Yandaş medya, bunları çarpıtarak ve kullanarak Türk Ordusu ve aydınlar aleyhine en aşağılık yazılarla, yargısız infazda bulundu. Bununla da yetinmediler, tutuklu bulunan ölümcül hastaların, hastanede tedavi edilmelerine bile engel oldular.

Örneğin:

1) Yandaş medyanın insanlık dışı yalanlarıyla kamuoyuna Ergenekon’un kasası olarak tanıtılan Kuddusi Okkır, Silivri Cezaevi’nde ölümüne 2 gün kalıncaya kadar hastaneye sevk edilmedi. Ergenekon’un kasası olduğu iddia edilen Okkır öldüğünde, beş kuruş parası olmadığı ortaya çıktı.

2) Fetullah Gülen, tedaviye muhtaç tutuklu askerlerin Gata’ya gönderilerek tedavi edilmelerine bile karşı çıkarak “Bu işte bir Gatakulli var” dedi. Böylece, doktorları ve mahkemeleri etkilemeye çalıştı. Nitekim Ergenekon’dan tutuklu bir Albay Gata’da iki gün önce vefat etti.

d. Ayrıca; “Sanık avukatlarının dosya içeriğini incelemesine veya belgelerden örnek almasına” izin verilmedi. Böylece, en kutsal hak olan savunma hakkı ihlal edildi.

e. Türk hukuk sistemine sokulan “GİZLİ DELİL” kavramı kullanılarak, sanığa “suçu ve neyle suçlandığı” söylenmeyerek savunma hakkının kısıtlanması sağlandı.

f. Eski PKK’lı, bölücü, anadan doğma Cumhuriyet ve Ordu düşmanı veya çeşitli suçlardan hüküm giymiş kişilerin; “Yüzleri saklanıp, sesleri değiştirilip ve kimlikleri gizlenerek ses ve görüntü akarımı yoluyla GİZLİ TANIKLIK yapanların yalan ve iftira atmalarına” imkânı sağlandı.

g. Bu ülkenin terörle mücadele etmiş Genelkurmay Başkanı’na “Terörist Damgası vurularak” tutuklandı. Dolayısıyla, Türk Silahlı Kuvvetleri de “Terör Örgütü” konumuna sokuldu. Böylece, Dünya tarihinde görülmedik şekilde, terörle mücadele eden Türk Ordusu, kendi ülkesinin savcıları tarafından terör örgütü olmakla itham edildi.

Ayrıca, Genelkurmay Başkanlarının Anayasa Mahkemesi tarafından yargılanacağı açıkça ortada iken, bu kural dahi, savcılar ve mahkemelerce tanınmadı.

h. Bunlarla da yetinilmedi. Sahte olduğu açıkça kanıtlanan delilleri de savcılar ve hâkimler görmezden geldi.

Örneğin:

1) Ergenekon sanığı Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin gözaltında bulunduğu sırada el konulan cep telefonuna, bir terör örgütü üyesinin telefon rehberinin eklendiği ortaya çıktı. İstanbul emniyeti, bunun yanlışlıkla eklediğini kabul ve itiraf etti.

2) 2003 yılında hazırlandığı iddia edilen “Balyoz Darbe Planına” delil olarak gösterilen CD’lerin sahte olduğu; Boğaziçi Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Arsenal Consulting Inc Adli Bilişim Şirketi tarafından yapılan incelemeler neticesinde sahte oldukları kanıtlandı.

Ayrıca:

a)
2006 yılında kurulan TGB, 2003 yılında hazırlanan darbe planında sanki varmış gibi gösterildi.

b) 2003 yılında ABC unvanı ile faaliyet gösteren bir şirket, 2006 yılında isim değişikliği yapmış olmasına rağmen, yeni ismi 2003 yılında hazırlandığı iddia edilen darbe planında, yeni unvanıyla yazıldı.

c) 2006 da belediye meclisi tarafından sokaklara verilen yeni isimler, 2003 yılında hazırlandığı iddia edilen ve Camilerin bombalanacağını gösteren krokide yer aldı.

Bütün bunlar, apaçık sahtekârlık ve iftira olmasına rağmen, özel yetkili savcılar, hiçbir inceleme yapmadan, bunları iddianameye soktu ve mahkeme heyeti de bu sahtekârlıkları dikkate almadı ve halen de almıyor.

d) Sanıklar, CD’lerin kendilerine ait olmadığını iddia ediyor ve parmak izi incelemesi yapılmasını istiyor. Mahkeme heyeti ise bu talepleri, hiçbir gerekçe göstermeden reddediyor.

3) Bunlar gibi yüzlerce sahtekârlık, yalan ve iftiraların olduğu, sanık avukatları tarafından kanıtlanmasına rağmen, özel yetkili hâkim ve savcılar yollarına devam ediyor.

4) Böylece, Türk silahlı Kuvvetlerinin terörle mücadele eden madalyalı kahramanlarının cep telefonlarına polis tarafından, terör örgütü üyelerinin telefonlarının yüklenmesi, bazı subayların telefon görüşmeleri arasına casus ve fahişe kadın isimlerinin sokuşturulması veya sahte CD’ler üretilmesi yoluyla Türk Ordusu ile vatansever aydınlar, Silivri zindanlarında çürütülüyor.

i. Diğer taraftan, 2011 yılı Yüksek Askeri Şura toplantısı arifesinde, terfi sırasındaki 28’i general olmak üzere toplam 102 subay hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Toplantılar başladıktan sonra isimsiz bir ihbarla Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na aday görülen Orgeneral suçlanarak tasfiye edildi. Toplantılar devam ederken, yakalama kararının kaldırılması için itiraz edildi ve yetkili mahkemeler tarafından 2 defa oybirliğiyle reddedildi. Böylece, siyasal iktidarın istemediği general ve subayların terfileri engellendi. Ne gariptir ki, Yüksek Askeri Şura toplantısı bittiği gün, yine aynı mahkemeler tarafından tutuklama kararları oybirliğiyle kaldırıldı.

Böylece, Türk Ordusu’nda tayin ve terfilerin kararlaştırıldığı Yüksek Askeri Şura toplantılarından önce; terfi etmesi ve komuta kademelerine atanması istenmeyen general ve subaylar hakkında, isimsiz ve imzasız ihbarlara dayanarak gözaltı kararlarının çıkarılması ve böylece tasfiye edilmeleri adet haline geldi. Yargı, adeta Yüksek Askeri Şuranın yerine geçti.

j. Bu yılki Askeri Şura öncesinde de aynı oyun oynandı. Birçok gözaltı kararları çıkartıldı. Pek çok delilin sahte olduğu açıkça kanıtlanmasına rağmen, bir türlü tahliye edilmeyen (terörle mücadele etmiş tecrübeli) 40 general ve amiral emekli edilerek tasfiye edildi.

İşte o general ve amiraller:

Resim

6. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, Türk Silahlı Kuvvetleri tasfiye edilirken:

a. “Analar ağlamasın, Türkiye’de iyi şeyler olacak” sloganlarıyla “Kürt açılımı” başlatıldı:

1) Habur sınır kapısından giren teröristlerin ayağına, Türk hukukunda olmayan seyyar mahkeme gönderildi.

2) Seyyar mahkemenin hâkim ve savcıları; Terör yapmaktan ve Türk Ordusuna silah çekmekten pişman olmadıklarını belirten teröristleri, etkin pişmanlık yasasından yararlandırarak serbest bıraktı.

3) Serbest kalan teröristler, zafer kazanmış kahramanlar gibi törenlerle karşılandı.

b. Durun daha, bunlar yetmedi. Türk Hükümeti’nin PKK ile gizli pazarlıklar yaptığı söylentileri dolaşmaya başladı. Bizim Başbakanımız buna çok kızdı ve “İspat edemeyen şerefsizdir” dedi.

c. Kısa bir süre sonra, Türkiye ile PKK arasında Oslo’da görüşmeler yapıldığı ortaya çıktı ve görüşme tutanakları medyaya yansıtıldı. Bunun üzerine, Başbakan Erdoğan; “Hükümet olarak biz görüşmedik, devlet görüştü” deyiverdi.

Hâlbuki devleti yöneten hükümettir. Hükümetin izni ve görevlendirmesi olmadan, hiçbir devlet memuru ve kurumu kendiliğinden bir terör örgütüyle müzakereye oturamaz. Ayrıca, Başbakanın bu söylediğinin de doğru olmadığı ortaya çıktı. Çünkü bugünkü MİT Müsteşarı Hakan Fidan toplantının yapıldığı sırada Başbakanlık Müsteşar Yardımcısıydı. Nitekim Hakan Fidan, PKK ile yapılan toplantıda kendisini şöyle tanıtıyordu:

“İsmim Hakan Fidan. Müsteşar Yardımcısıyım ama Sayın Başbakanımızın özel temsilcisiyim”

Demek ki neymiş? Başbakanın özel temsilcisiymiş. Peki, Başbakan hükümetin başı değil mi?

d. Şimdi, Hükümetin PKK ile Oslo’da yaptığı müzakerelerin tutanağına bakarsak, özetle şunları görürüz:

1) Hakan Fidan:

“Sayın Öcalan’la iki saatten fazla bir görüşmemiz oldu odasında. Üç kişiyiz baya uzun ve verimli bir görüşme oldu.”

Demek ki neymiş? Hükümet, terörist başı Abdullah Öcalan’la görüşüyormuş.

2) Terör örgütü temsilcisi Sabri Ok:

“Biliyorsunuz bize iletilen mektup çok kısadır çok temel bazı ilkeler ve çerçeveden ibaret. Tartışmanızın ve görüşmenizin özetini bizimle paylaşmaya değer gördüğünüz hususları varsa dinlemek isteriz.”

Demek ki neymiş? Terörist başı Öcalan, Kandil’deki terör örgütüyle, MİT ve Hükümetimiz aracılığıyla mektuplaşıyormuş.

3) Hakan Fidan:

“Yüzde doksan doksanbeş gelen bütün konularda birleşen bir genel çizgiye gelindi.

Türkiye deki siyasi rejimi ve şartları dikkate aldığımız zaman şu an hiç kimsenin özellikle sayın başbakanın çıkıp böyle bir şeyi ifade etme şansı yok.”

Demek ki neymiş? Hükümetimiz ile terörist başı, %90-95 aynı çizgiye gelmiş. Ama Türkiye’deki siyasi rejim ve şartlar dikkate alındığında, Başbakan çıkıp bunu açıklayamazmış.

4) MİT görevlisi Afet Güneş:

“Devlet size çok büyük bir fırsat yaratmış durumda. Sizin karşılıklı olarak birbirinizle iletişim sağlamanızı dolaylı dahi olsa fikirlerinizi birbirinize yansıtmanızı yazışmanızı çizişmenizi onlar üzerinden karşılıklı görüş teatilerinde bulunmanızı sağlıyor.”

Demek ki neymiş? Terörist başı Öcalan’ın, Kandil’deki terör örgütüyle, MİT ve Hükümetimiz aracılığıyla görüş alışverişinde bulunması sağlanıyormuş.

5) Hakan Fidan:

“Bu gözaltına almalar şunlar bunlar ben bunları gittiğim zaman içişleri bakanı ile uzun uzun konuşacağım.

Bir şey geldi (televizyon kurmak için) dört tane isim var. Dört ismin dördüne de örgüt mensubudur sempatizanıdır diye görüş var. Haklarında valiyi aradık... Efendim zaten olmayan yok ki dedi verin gitsin dedi. Şimdi tamam dedik öyle verdik gitti...

İktidar beş sene önce dedi ki biz dedi yerel yönetimler yasasını geçiriyoruz belli şeylerin mahalli teşkilatlarını kaldırıyoruz. Milli eğitim şunlar bunlar bakanlıklarını kaldırıyoruz valiliklere ve belediyelere veriyoruz. İlk önce valiliklere uzun vadede belediyelere gidecek...”

Demek ki neymiş?

a)
Gözaltına alınan PKK’lılar konusunu İçişleri Bakanıyla konuşacakmış.

b) Güneydoğu’da televizyon kurmak isteyen 4 örgüt üyesine izin verivermişler.

c) Türk Hükümeti “Yerel Yönetimler Yasası” denilen bir taslak hazırlamış. Buna göre; Milli Eğitim, Şunlar Bunlar Bakanlıklarını kaldıracaklarmış. Yetkileri önce valilere ve daha sonra bölgedeki (PKK yandaşı) belediyelere devredeceklermiş.

6) Afet Güneş:

“...Silahın evet kabul ediyorum belli bir işlevi vardı ve bugüne kadar bir şey getirmiştir.”

Demek ki neymiş? Terör örgütünün silahla bir şeyler kazandığını kabul ediyormuşuz. (Terör örgütüne yola devam anlamı çıkmaz mı?)

7) Hakan Fidan:

“Hani maziden alıp getirdiğiniz sürekli mücadele ederek değiştirdiğiniz bedelini ödediğiniz bir çizgi var.”

Demek ki neymiş? PKK’nın maziden alıp getirdiği sürekli mücadele ederek değiştirdiği ve bedelini ödediği bir çizgi varmış.

8 ) PKK temsilcisi Sabri Ok:

“Bizim güçler her tarafta var onu söyleyelim. Türkiye’nin her tarafında var Karadeniz’de de var Toroslar’da da var.”

Demek ki neymiş? PKK, Türkiye’nin her tarafını teröristlerle doldurmuş ve siyasal iktidarımız ise ya uyumuş ya da göz yummuş.

9) Afet Güneş:

“Biliyoruz metropolleri de doldurdunuz bu arada patlayıcılarla doldurdunuz.”

Demek ki neymiş? PKK’nın büyük şehirlerimizi patlayıcılarla doldurduğunu biliyormuşuz. O zaman bu Milletin siyasal iktidara şu soruları sorması gerekmiyor mu?

a) Madem PKK’nın, büyük şehirlerimizi patlayıcılarla doldurduğunu biliyorsunuz, buna neden izin verdiniz?

b) Hadi uyudunuz. Şimdi biliyorsunuz da, neden bu patlayıcıları ve bunları depolayanları temizlemediniz?

c) Akan şehit kanlarında, bu ihmalin payı yok mu? Hani artık analar ağlamayacaktı? Bu patlayıcılara göz yumarak, Milletin anasını daha çok ağlatmadınız mı?

Sonuç olarak:

1.
“Komşularımızla sıfır sorun” sloganlarıyla yola çıkan bu siyasal iktidar; Suriye, İran, Irak ve İsrail’le kanlı bıçaklı olmuştur. Ayrıca Rusya ve Çin’i de karşımıza almıştır. Böylece Türkiye’yi, bir ateş çemberinin göbeğine atmıştır.

2. Söz konusu ülkelerin desteğiyle, PKK daha da palazlandırılmış ve ülkemizi kan gölüne çevirmeye başlamıştır.

3. Ortadoğu’da, Sömürgeci Batı destekli ayaklanmaların yüz binlerce Müslüman’ın canını aldığı, Türkiye’de bölücülerin ayaklanma provaları yaptığı, PKK terör örgütünün can yaktığı, bölgemizin tepeden tırnağa şiddete endekslendiği şu günlerde, her zamankinden daha güçlü bir orduya ihtiyacımız varken:

a. Türk Ordusunu “Silahlı terör örgütü veya silahlı çete” ve mensuplarını ise “terör örgütü üyesi” olarak itham eden iddianameler hazırlanmıştır.

b. Canlarını ortaya koyarak, terörle mücadele etmiş madalyalı kahramanlar “Terörist damgası vurularak” Silivri zindanlarına tıkılmışlardır.

c. Türk Ordusu’nda tayin ve terfilerin kararlaştırıldığı Yüksek Askeri Şura toplantılarından önce; terfi etmesi ve komuta kademelerine atanması istenmeyen general ve subaylar hakkında, isimsiz ve imzasız ihbarlara dayanarak gözaltı kararları çıkartılmaktadır.

d. Sahte ihbarlara, sahteliği bilimsel olarak kanıtlanan düzmece delillere ve PKK eskisi sabıkalıların yaptığı gizli tanıklıklara itibar edilerek; Atatürkçü muhalif aydın ve bilim insanları ile askeri tutuklular, bir türlü tahliye edilmemektedir.

Böylece tasfiye edilmeleri adet haline gelmiştir. Yargı, adeta Yüksek Askeri Şuranın yerine geçmiş ve yargı eliyle Türk Ordusu tasfiye edilmektedir.

e. Güneydoğu’da çatışmaya giren askerlerin başı mutlaka derde giriyor. Haklarında davalar açılıyor. İsimsiz ve imzasız düzmece ihbarlar, sahte deliller ve gizli sanıkların attıkları yalan ve iftiralarla içeri alınıyorlar. Güneydoğu’da binlerce asker kendisini yargı önünde bulunuyor.

f. Güvenlik güçlerinin yol kontrolleri yapabilmesi ve araçlarda arama yapabilmesi için bile, mahkeme kararı almaları ve validen izin almaları gerekiyor.

g. Bölgedeki Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının elinde dinleme imkânı yok. Üstüne üstlük, Polise ve Milli İstihbarat Teşkilatı’na sınırsız dinleme yetkisi verilirken, Adalet Bakanı tarafından Yargıtay’a müracaat edilerek, sadece Jandarmanın dinleme imkânları kısıtlandı. Böylece, bölgedeki askeri birliklerin kendi istihbaratını oluşturmasının önüne set çekildi ve baskına uğrama ihtimalleri ise arttırıldı.

h. Sınır ötesi harekâta da son verildi. Sınırımızın hemen ötesinden karakollarınıza saldırılar olsa bile askeriniz sınır ötesine geçemiyor. Sınırımızın ötesi, teröristler için güvenli bir sığınak haline geldi.

4. Türk Ordusunun kolu ve kanadı işte böyle kırılmaya çalışılırken, buna karşılık, siyasal iktidarın gözleri önünde:

a. PKK’lılar; istedikleri yer ve zamanda araç kontrolleri yapıyor ve bu kontrollerde asker, polis veya kamu görevlisi olanları rehin alıp kaçırıyorlar.

b. Askeri kurtarmak isteyen güvenlik güçlerinin yola çıkacağını bildikleri için mayın döşüyorlar ve pusu kuruyorlar.

c. PKK, operasyona çıkan askeri birliklerin durumu ve hareketleri hakkında; bazı koruculardan, bölgedeki bazı köylülerden ve satın aldıkları ileri teknolojiye sahip dinleme cihazlarından yoğun istihbarat elde ediyorlar.

d. Habur sınır kapısından gelen ve “pişman olmadıklarını söyleyen teröristlerin” ayağına giden seyyar mahkeme, onları “Etkin Pişmanlık Yasasından” yararlandırıp serbest bırakıyor.

e. Terörist Başı Abdullah Öcalan da; ''Çözüm umudum kalmadı. Kendinize güveniyorsanız işte Yemen'deki, Tunus'taki örnekleri görüyorsunuz, ben sizi tutmam. Gücünüz yetiyorsa hazırlığınızı yaparsınız, demokratik özerkliği kurar, hayata geçirirsiniz'' diyor. Böylece; Mısır, Libya, Suriye, Tunus ve Yemen’de olduğu gibi, halk ayaklanmasının başlatılması çağrısında bulunuyor.

f. Diyarbakır’ın Silvan ve Kulp ilçeleri arasında arama yapan askerlerin PKK tarafından pusuya düşürülerek 13 askerimizin şehit edildiği gün; Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, Diyarbakır'da yaptıkları toplantısı sonrası, Güneydoğu Bölgemizde “Demokratik özerklik” ilan ediyor.

g. PKK ile yapılan Oslo görüşmelerinin tutanaklarından da anlaşıldığına göre, Hükümetimiz:

1) PKK teröristlerinin, Türkiye’nin her tarafında yuvalanmalarına göz yumduğu anlaşılıyor.

2) PKK tarafından, büyük şehirler patlayıcılarla dolduruluncaya kadar uyuduğu görülüyor.

3) Terörist başı Öcalan ile Kandil’deki terör örgütü arasında, bu Hükümetin kuryelik yaptığı itiraf ediliyor.

4) Terör örgütü üyesi kişilere, bilerek televizyon ruhsatı verildiği görülüyor.

5) Yerel Yönetimler Kanunu çıkarılarak; Milli Eğitim Bakanlığı dâhil, bazı bakanlıkların kaldırılması ve yetkilerin önce valilere ve daha sonra bölgedeki belediyelere devredilmesi yönünde hazırlık yapıldığı anlaşılıyor.

h. Ayrıca, holdingleşmiş cemaat ve tarikatlar, siyasal iktidara gizli ortak oluyor ve böylece milli iradeyi ipotek altına alıyor.

Eğer, bu delilleri görmez, duymaz, anlamaz ve demokratik tepkimizi göstermezsek, işte o zaman kıyamet Türkiye’de kopacak. Daha çok şehit kanı dökülecek ve daha çok analar ağlayacak. Evlatlarımızın ve torunlarımızın geleceği mahvolacak ve üzerinde huzurla yaşayacak vatan toprağımız kalmayacak diye endişe ediyorum.


Hikmet YAVAŞ - 19 Ağustos 2012, Askerhaber
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Re: Bu Delilleri Görmez, Duymaz ve Anlamazsak, Asıl Kıyamet Türkiye'de Kopacak / Hikmet YAVAŞ

İletigönderen airportboy » Pzr Ağu 19, 2012 23:00

Eline koluna sağlık....
Kullanıcı küçük betizi
airportboy
Üye
Üye
 
İletiler: 1
Kayıt: Pzr Ağu 19, 2012 22:58

Re: Bu Delilleri Görmez, Duymaz ve Anlamazsak, Asıl Kıyamet Türkiye'de Kopacak / Hikmet YAVAŞ

İletigönderen blackkcode » Çrş Ağu 22, 2012 16:22

akliniza fikrinize ve gonlunuze saglik..

Bu ve diger konular icin kamuoyu olusturabilmek adina
Greenpeace in Turkiye de yuruttugu
"GDO ya hayir, yemezler"
Kampanyasi gibi
(ki takip edebilme imkani bulduysaniz,
kamuoyu olusturmak adina cok basarili oldu)
Kitlelere hitap edecek
Dil, din, irk, milliyet vs gozetmeksizin
Ve siyaset ustu bir uslupla
Vatanini ve bu topraklari seven herkesce
Genis katilim saglayabilecegimiz
Kisilere ve hatta kurumlara
Hepimizin saganak halinde ve bir anda
Milyonlarca mesaj yagdirabilecegimiz
Bir platform olusturmanizi rica ediyorum..

Birey olarak birseyler yapabilmemiz icin
Lutfen onayak olun.
Siz, Banu Avar, Nihat Genc, Erdal Sarizeybek vb. gibi
Bu topraklari cok seven taninmis insanlar da
Buna dahil olursa katilim cok daha hizli
ve genis olacaktir tahmin ediyorum..

İnternetin gucunu kucumsemeyelim.
Lutfen inceleyip cevap yazar misiniz?
Kullanıcı küçük betizi
blackkcode
Üye
Üye
 
İletiler: 1
Kayıt: Çrş Ağu 22, 2012 16:13


Şu dizine dön: Devlet ve Siyaset

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x