Bu Ne Biçim Reislik?...

Bu Ne Biçim Reislik?...

İletigönderen CessA » Prş Kas 22, 2007 9:38

"Savaşa giderken bir, denize girerken iki, evlenirken üç defa düşün."
Bu güzel sözün de vurguladığı gibi evlilik, ilişkilerin anlayış ve samimiyetle, özellikle doğrulukla yürütülmesi gereken ciddi bir müessesedir. Dolayısıyla tarafların bu konuda mutabakata varmadan önce iyi düşünüp, taşınmaları hem kendilerinin hem de evliliğin sıhhati için önemlidir. Evin reisi olarak görülen erkeğin, bir koca olarak, bir baba olarak sorumluluklarını unutması, gözünün dışarıda olması bir evliliğin kâğıt üzerinde olmasa bile fiilen bittiğinin işaretidir. Bu durumda bireylerin hem aile hem de komşular, akrabalar nezdinde bir kredisi, itibarı olmaz.

DEVLET MEMNUN DEĞİL, MİLLET MEMNUN DEĞİL.

Bugünkü siyasi iktidar da tıpkı, eşine ve çocuklarına karşı görevini yerine getirmeyenler gibi, evliliğin ciddi ve sorumluluk yüklü olduğunu ihmal edip, Türk Milletine karşı sorumluluklarını, verdiği sözleri unuttu. Ne devlet ne de millet için bir ‘reis’ olamadı… Bir iktidar olarak Türk Milleti'ne rahat nefes aldıracak iç ve dış politikaları uygulama niyetinde ve kararlılığında olmadı. Herşeyden önce bu iktidar, Türkiye ailesiyle aynı duyguları, aynı heyecanları taşımadı, paylaşmadı. "O zaman 22 Temmuz sonuçlarını nasıl izah edeceksiniz?" diyenlere, bu seçimler konusunda, bu izdivaçtan nemalanmayı devam ettirmek isteyen iç ve dış çevrelerin maddi ve manevi desteklerini yabana atmamaları gerektiğini söyleyelim... Türk Milleti ile bugünkü siyasi iktidar arasında fevkalade önemli bir kan ve doku uyuşmazlığı var. Bugün bu uyuşmazlığın hem devlet hem de millet olarak bizleri büyük sorunlarla başbaşa bırakan işaretlerine şahit oluyoruz.
Kısaca söylemek gerekirse Türkiye Ailesi, evi yönetenlerden memnun değil...
Tam bağımsızlık, ulusal egemenlik ve çağdaşlaşmak Türkiye'nin dış politikasında Ulu Önder'in inşa ettiği temel ilkeler olarak belirlenmiştir. Elbette ki Mustafa Kemal’in, uluslararası ilişkilerde ezilmişlik duygusuna kapılmayan, ülkenin sorunlarına soğukkanlı, gerçekçi ve ilkeli bir şekilde çözüm getiren kişiliği, asker ve devlet adamı kimliği, birbirinden ayrılmaz bu ilkelerin Türk Dış Politikasının temel ilkeleri olarak hayata geçmesinde önemli role sahip olmuştur. Mustafa Kemal'in var olduğu süre içinde kendini gösteren bu ilkeler, bugün 'var olma savaşı' veriyor. Türkiye’nin dış politikadaki temel hedeflerinden ve ilkelerinden uzaklaştığı bir dönemdeyiz.

BAŞROL OYUNCULUĞUNDAN FİGÜRANLIĞA

3 Kasım 2002 tarihi ile birlikte Türkiye'de birçok şey değişmeye başladı. İktidara gelenlerin, devletin temel kurumlarına, onların işleyişine, laik düzene bakışlarındaki şaşılık hemen fark edildi. Bu ülkenin iktisadi yaşamında büyük önemi olan kuruluşlar, ardında taşıdıkları şaibe dosyalarıyla, şaibeli kişilere satıldı. . Başta eğitim ve sağlık alanında olmak üzere 'Sosyal Devlet ilkesinden uzak' bir anlayışın egemen olduğu ülkemizde işsizlik, gelir dağılımdaki adaletsizlik , borçlanma sistemindeki başıbozukluk,olumsuz ticaret dengesi, rejime yönelik saldırılar, medyanın sorumsuzluğu ve yolsuzluklar bir gün olsun gündemden düşmüyor. Bunun sebebinin 'basiretsiz bir hükümetten' kaynaklandığını söylemek herhalde haksızlık olmaz. Hükümet kadrosu içindeki 'bakan etiketli' bazı kişilerin, hem geçmişleri hem de sahip oldukları anlayış ile Türk milletine 'güven vermek' yerine, acı çektirdiklerini görüyoruz. Oldukça fiyakalı ifadelerle sorunlarımıza çare olmak amacıyla uygulamaya konacağı söylenen'Acil Eylem Planı'nın bir 'fiyasko' olduğu ortaya çıktı. Türkiye, özellikle 'kendi içindeki' sorunları, yaraları tedavi edemez durumda. İşte tüm bunlar dış sorunlar karşısında güçlü olmamızı ve milli bir dayanışma oluşturmamızı engelliyor.
Türkiye'nin Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya coğrafyasıyla olan ilgisini dışlamaya asla izin vermeyecek hem tarihi hem de kültürel derinliği var. Ama bu derinlik, iktidarın dış politikada olması gereken kararlılık ve kendine güven ile bir türlü buluşamadığı için Türkiye'nin 'Bölgede etkili ülke' olduğu iddiası havada kalıyor.Türk dış politikasına bugün hakim olanlar, iç huzursuzluğun yanı sıra kararlılık ve kendine güvenden, saygıdan yoksun göründüğü için bölgeye 'hakim' olan Türkiye'yi, bölgede olan bitene 'seyirci' konumuna düşürdü.Başrol oyuncusu, artık 'figüran' rolüne bile razı..

HANİ VERDİĞİNİZ SÖZLER?..
Oysa, 60.Hükümetin Başbakanı, 31 Ağustos'ta sadece 'lafta kalan' Hükümet Programını okurken, bugün içine düştüğü 'hazin tablonun' tamamen dışında sözler etmiş; Kerkük meselesinin bütün etnik ve mezhebi unsurların katılımıyla hakkaniyet ilkelerine dayalı bir çözüme kavuşturulmasının öncelikli olacağını, Irak'ta istikrarsızlıktan beslenen terör tehdidine karşı da her türlü tedbirin en etkin bir şekilde alınacağını, Hiçbir komşu ülke toprağının ülkemize yönelik terörist eylemler için bir üs olarak kullanılmasına izin verilmeyeceğini. Türkiye'nin kendisine yönelik tehdide de, kendisine uzanan dostluk eline de hakkıyla cevap verebilecek güce ve olgunluğa sahip olduğunu söylemişti. Aradan yaklaşık 60 gün geçti. Bugün Türkiye’nin izlediği politik kararlılığın(!) yukarıda hükümet programında yer alan ifadeler ile aynı parametrede olduğunu, paralellik taşıdığını söylemek mümkün mü? Hayır...
Irak’ın toprak bütünlüğünün ve ayrı bir Kürt devleti kurulmamasının Türkiye’nin kırmızı çizgisi olduğunu Mısır'daki 'sağır sultan'bile duymuşken, iktidarın dış politikasının bu temel gerekliliklere itibar etmemesi, sonuçta sadece kendinin değil Türkiye'nin de itibarının yara almasına yol açmıştır. Bu konuda ortaya çıkan politik ve diplomatik esneklik, muhataplar tarafından 'her şeye razı olduğumuz' şeklinde yorumlanmaktadır..
Bu durum, bölgede güçlü bir Türkiye olmasını istemeyen, başta ABD olmak üzere küresel güçlerin de işine geliyor. Bazen oyalayarak bazen de hakaretler ederek, figüranlık rolü de 'önemli bir şeymiş' gibi gösteriliyor. Böylesine düşük profilli bir role razı olan politik aktörler, hem devlet hem de millet olarak sahip olduğumuz maddi ve manevi değerleri de 'önemsemeyerek' Türkiye'nin dış politikadaki 'olmazsa olmazlarının' yani kırmızı çizgilerinin yok edilmesine ve yok olmasına göz yumuyorlar. İşte onun için Türkiye’nin boş bıraktığı bu bölgede Amerika, İngiltere, İsrail bir güç olmaya başladı.
YENİ STRATEJİK ORTAK…
Bakmayın siz George Bush'un, Condolizza Rice'ın 'stratejik ortak' sözlerine. Bölgede Amerika'nın kimlerle ilişki kurduğuna, kimleri kullandığına baktığınızda, kimin Amerika'nın müttefiki olduğunu görürsünüz. Türkiye’nin başına PKK maskesi giymiş katil peşmergeleri musallat eden, üstelik bunlara bir de utanmadan kendi kanlı üniformasını giydiren Amerika, şimdi Türkiye'yi oyalıyor olmanın neşesiyle yeni oyunlar tezgâhlıyor... Türkiye’de bazı siyasetçilerin ‘Oval Ofis Ayarından ’ geçip, ağız değiştirmeleri bu yöndeki kaygıları arttırıyor. Türkiye’yi Irak'taki kukla hükümetle muhatap eden Amerika, Irak'ın kuzeyinde oluşmasını istediği 'Made In USA' damgalı statüye Türkiye'nin karşı çıkmasından, itirazlarından rahatsızlık duyuyor. Beslemelerinin eline verdiği Amerikan silahlarıyla, Mehmetçiklerin katili olan Amerika, şimdi de işgal ettiği topraklarda kendi peydahladığı siyasetçi ve diplomat kılıklı yaratıkların adam yerine konmasını istemektedir. Ama Türkiye'nin siyasi reisi, Büyük Ortadoğu Projesi koordinatörü kartvizitinden olmamak için bu tehlikeye karşı kayıtsız kalmakta hatta ve hatta Amerikan Politikalarına esir olmaktadır
Amerika'nın Türkiye'ye olan yaklaşımı dostça değil, kalleşçedir. Süleymaniye'de Türk askerinin başına çuval geçiren bu stratejik müttefik(!) şimdi de Türkiye'yi tıpkı Irak gibi 'Amerikan müstemlekesi' yapma niyetindedir. Türkiye’nin bugünkü iktidarı ise bu gerçeği görmek yerine bu gerçekten kaçmaktadır.

AŞAĞILANMA VE HAKARETE KARŞI SESSİZLİK..
Bugün Türkiye'nin dış politikada içine düşürüldüğü 'çaresizlik' aslında siyasi iktidarın sahip olduğu aşağılık kompleksinden kaynaklanıyor. Ne yazık ki Bush'un karşısında ayak ayaküstüne atıp, rahat bir tavır sergilemek, bu ezilmişliğin olmadığı anlamına gelmiyor. ABD ve Avrupa Birliği ile ilişkilerimize, Irak Politikası ve Ermeni Soykırımı konusundaki yetersizliğimize, Kıbrıs Politikamıza bakıldığında kendini belli eden ezilmişliğin ve kompleksin Türkiye'ye maliyetinin oldukça pahalı olduğunu görüyoruz.Tabii uğradığımız hakaretler de bu ezilmişliğin cabası...Sadece Sarkozy ile Merkel değil, Avrupa topyekun saldırıyor bize... Avrupa'daki ülkelerin ders kitaplarına bakın, yapılan hakaretleri görmek için…27 ülke 'resmen' bize küfrediyor.Genelkurmay Başkanlığı'nın 27 ülkenin yüzlerce ders kitabında yaptığı araştırmada, Tüm kuşaklara Türkler; işkenceci, namus düşmanı olarak öğretiliyor. Hatta Almanya'da imla kılavuzunda Türk kelimesi 'sahtecilik yapan' olarak tanımlanıyor.Türkiye'den ses çıkmıyor...Milli onur, milli haysiyet onlar önemli değil, varsın bizi aşağılasınlar, biz olgunluğumuzu koruyalım da (!)
HAKARETE MADALYA…
Kendisini ‘kral’ diye tanıtan bir ‘arap ‘ geldi ülkemize… Türk heyetleri Arabistan’a gittiğinde bu ‘Arap’ onları karşılamaz iken, biz niye en yüksek düzeyde O’nu karşılıyoruz? Türkiye’ye geliyor, Anıtkabir’ e gitmiyor. Atatürk’ü tanımayanı biz niye tanıyoruz? Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başbakanı bu adamın ayağına niye gidiyor. Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın bu Arap ile özel ne gibi bir ilişkisi var? O otel odasındaki fotoğraf neyin nesi? Bir itibarın mı bir aşağılanmanın mı resmi? Bu resim, Türk devletinin, Türk milletinin onuruna, haysiyetine saplanmış bir hançerdir. Hem Türkiye’ye geleceksin… Hem ziyaret tarihi olarak 10 Kasım’ı seçeceksin. Üstelik bir de sıkılmadan Türk Milleti’nin Ulu Önder’ine meydan okur… Anayasa’mızın, Türkiye’ye faydalı olanlara verilmesini emrettiği Devlet Şeref Madalyası’nın bu Arap’a verilmesinin anlamı ne?.. Yapılacak olan en onurlu hareket, Meclis’in en kısa zamanda toplanarak, bu aşağılanmayı kabul etmediğini açıklaması ve derhal o şeref madalyasını bu araptan geri almasıdır.
Amerika'nın, İngiltere'nin ve İsrail'in, Türkiye'nin de içinde bulunduğu bölgede bir hedefi var... Ama bir tek bizim hedefimiz yok... Hedeflerin kâğıt üzerinde yazılı olması yetmiyor, pratikte de bu hedeflere ulaşmak lazım... Ama hangi politikayla, hangi diplomat ve politikacıyla hedefe ulaşacağız? Aşağılanma ve hakaretlere sesini çıkaramayanların, bunu siyasi alışkanlık haline getirenlerin Türkiye'yi kahpe tuzaklardan kurtarması mümkün değil. İşte en son 5 Kasım'da gördük... Sınır Ötesi Harekat Bush'un iki lafıyla rafa kaldırıldı. Bush ile Başbakan'ın görüşmesinden memnun olan tek takım var, o da peşmergeler... Başbakan’ın neye 'hamdolsun' dediğini hala kimse anlamış değil...

SUSMA SUSTUKÇA SIRA SANA GELECEK DERKEN…
Amerika, resmen Türkiye’yi çiğniyor... Çiğnemiyor, eziyor...Harekete geçmemiz için ne gerekiyor?
Afganistan ve Irak işgal edilirken,tepkisizliğimize içerleyip, “susma, sustukça sıra sana gelecek” diyorduk…Merak etmeyin kanunsuz güçlerin sinsice sürdürdükleri müstemleke muamelesini, işgalle taçlandırmaları çok uzak görünmüyor..
İşte Türkiye'nin Koloni Valileri bunu bekliyor... Memleketi pazarlayanların, hatta satanların başka ne beklentisi olabilir… Elbette ki bunlar boş hayaller, boş umutlar… Kimse Türkiye’yi, Irak gibi Afganistan gibi duyarsızlığa teslim olmuş milletlerin ülkesi sanmasın… Biz, tıpkı Mustafa Kemal gibi bağımsızlığı karakterimize nakış gibi işlemiş bir milletiz.
Bu memleketi satmaya kalkanlarla da, satın almak isteyenlerle de kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın.
İşgal meraklıları bunu iyi bilsin…




kaynak
Resim
Kullanıcı küçük betizi
CessA
Üye
Üye
 
İletiler: 1164
Kayıt: Prş Nis 26, 2007 14:50
Konum: Rohan

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 8 konuk

x