Cumhuriyetin saygınlığına DAMAT FERiT GÖLGESi / Sinan MEYDAN

Tarihçi - Yazar

Cumhuriyetin saygınlığına DAMAT FERiT GÖLGESi / Sinan MEYDAN

İletigönderen Oğuz Kağan » Pzt Mar 20, 2017 13:00

Cumhuriyetin saygınlığına DAMAT FERiT GÖLGESi

İşgal yıllarında Batılı emperyalist ülkeler her fırsatta Osmanlı temsilcilerini aşağılardı. Emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşı'nı kazanıp Lozan Antlaşması'nı imzalayarak tam bağımsız, saygın ve onurlu bir Cumhuriyet kurduk. Cumhuriyetimizin bu saygınlığını ve onurunu korumak milli görevimizdir…

Geçen hafta Hollanda'da miting yapmak isteyen Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun uçuş izni iptal edildi. Çavuşoğlu Hollanda'ya alınmadı. Kara yoluyla Almanya'dan Hollanda'ya girmek isteyen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya da Rotterdam'daki Türk elçiliğine sokulmayıp sınır dışı edildi. Kaya, Almanya üzerinden Türkiye'ye döndü.

Hafta boyunca bu kriz tartışıldı. Bu krizi, Avrupa'nın Türk düşmanlığıyla açıklayanlar olduğu gibi, referanduma yönelik planlı bir oyun olarak değerlendirenler de oldu ki ben de o kanıdayım. Öyle ya da böyle gerçek şu ki, Hollanda'nın Türkiye Cumhuriyeti'nin iki bakanını ülkeye sokmayıp birini sınır dışı etmesi, yakın tarihimizin “en onur kırıcı” olaylarından biridir.

İşgal yıllarında Başbakan Damat Ferit'in Fransa'da yaşadığı olaylar bile bu olayın yanında devede kulak kalır.

DAMAT FERİT FRANSA'DAN KOVULMUŞTU

15 Mayıs 1919'da Yunan, İzmir'e çıktı.

1 Haziran 1919'da bir Osmanlı heyeti Paris Barış Konferansı'na davet edildi.

Başbakan Damat Ferit başkanlığındaki heyet, 6 Haziran 1919'da bir Fransız zırhlısıyla yola çıkıp 12 Haziran'da Paris'e vardı.

Osmanlı heyetine Paris'te karşılama töreni yapılmadı. Fransız gazetelerinin ifadesiyle, “Fransız Dışişleri Bakanlığı'nın sıradan bir memuru Osmanlı heyetine yol gösterdi.”

Heyete, öteki devletler de küçültücü davranışlarda bulundu. Heyet üyeleri Fransa'da tutuklu muamelesi gördü.

Damat Ferit, 17 Haziran'da Onlar Konseyi'nde yaptığı konuşmada -Osmanlı sanki I. Dünya Savaşı'nı kaybetmemiş gibi- imparatorluğun aynen korunmasını istedi. Savaşta İttihatçılarla Almanların kabahatli olduğunu anlatarak tüm Trakya'nın, Arap topraklarının, hatta Kıbrıs ve Mısır'ın sultana/halifeye bırakılmasını önerdi. Onlar Konseyi bu öneriyi sert bir şekilde reddetti.

Görüşmeler sırasında Osmanlı heyetine “Impudence”, (küstahlık, hayâsızlık) gibi ağır sözler söylendi. (Cahit Kayra, Sevr Dosyası, 2. bas. İstanbul, 2004, s. 78-81)
ABD Başkanı W. Wilson, Damat Ferit'in anlattıklarının “Bir hiç!” olduğunu söyledi.

İngiliz Dışişleri Bakanı Bolfur, Damat Ferit'e çok ağır bir cevap verdi. Wilson bu cevabı, “Mükemmel! Layık oldukları cevap budur!” diyerek alkışladı.

Fransız Başbakanı Clemenceau da Damat Ferit'e aşağılayıcı bir cevap verdi. Öyle ki, delegelerden Rıza Tevfik, özel açıklamasında, “Clemenceau bizi iyi bir haşladı…” diyecekti.

W. Wilson, Dörtler Konseyi'nin 25 Haziran tarihli toplantısında Türklerin kesin olarak İstanbul'dan atılmalarını ve tüm Boğazlar bölgesinin Türklerden alınmasını istedi. Damat Ferit'in verdiği muhtırayla ilgili olarak da “Bunun güzel bir şaka!” olduğunu söyledi. Osmanlı heyetinden “Gülünç üç adam!” diye söz edildi.

Resim

Toplantı zabıtlarını tutan tercüman Paul Mantoux'un kayıtlarına göre Damat Ferit'in muhtırası okunduktan sonra İngiliz Başbakanı Lloyd George gülerek, “Bu heyet ve muhtırası, tatlı şakalar!” dedi.

W. Wilson ise “Ben bu kadar aptalca bir şey görmedim!” diye ekledi.

L. George, “Bu muhtıra Türklerin siyasi kabiliyetsizliklerinin en güzel örneğidir!” dedi.

Bunun üzerine W. Wilson, alaycı bir üslupla, “Böyle bir belgeye cevap vermek lazım mı?” diye sordu.

L. George, “Bolfur'un mektubuyla cevap hazırdır” karşılığını verdi.

Bu görüşmelerden sonra İngiliz Başbakan Lloyd George, Osmanlı Başbakanı Damat Ferit'in “Paris'ten kovulmasını” teklif etti. ABD Başkanı W. Wilson da bu teklifi kabul etti ve Damat Ferit, heyetiyle birlikte Paris'ten kovuldu.

İşin ilginç tarafı, bu aşağılanmaya rağmen Damat Ferit İngiliz taraftarlığından hiç vazgeçmedi.

Osmanlı heyetini uğurlamaya hiç kimse gitmedi. İstanbul'a dönmek için Paris'ten ayrılan heyet yolda birçok güçlüklerle karşılaştı, aşağılayıcı işlemlere maruz kaldı. Örneğin pasaportlarına Fransız Teğmen Le Reverend el koyduğu için, heyetin İsviçre'nin Cenevre kentine girmesine izin verilmedi. Delegeler saatlerce sınırda bekletildi. (Salahi, R. Sonyel, Mustafa Kemal Atatürk ve Kurtuluş Savaşı, C.1, Ankara, 2008, s. 239).

Damat Ferit başkanlığındaki Osmanlı heyeti 6 Temmuz 1919'da Paris'ten Lozan'a geçti. Heyet, İsviçre-Romanya yoluyla perişan bir halde 15 Temmuz 1919'da İstanbul'a döndü.
Osmanlı heyetinin Paris'ten kovulmasını Akşam Gazetesi “Barış heyetimiz hiçbir şey yapmayı başaramayarak garip bir tarzda geri dönüyor”, Fransız Journal Gazetesi “Ayıptır!”, Yunan Hestia Gazetesi ise “Ayıp değil, çok iyi oldu!” diye verdi.

DAMAT FERİT'E BİLE BU KADARI YAPILMAMIŞTI

Hiç kuşkusuz, Fransa'dan kovulan Damat Ferit, I. Dünya Savaşı'nda yenilmiş, toprakları işgal altında, can çekişen bir ülkenin başbakanıydı. İngiltere ve Fransa, işgalci ve düşman ülkelerdi. Öyle bir ortamda Osmanlı Başbakanı Damat Ferit'in Fransa'da çiçeklerle karşılanması, el üstünde tutulması beklenemezdi. Nitekim kendisiyle alay edildi, küçük düşürüldü, aşağılandı. Ancak bu olaydan 97 yıl sonra, geçtiğimiz hafta, Hollanda'dan sınır dışı edilen Fatma Betül Sayan Kaya, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'nin bir bakanıdır. Ortada herhangi bir savaş durumu da yoktur. Türkiye Cumhuriyeti işgal altında bir sömürge ülkesi de değildir. Böyle bir ortamda bugün Hollanda'da Bakan Kaya'ya yapılanlar, dün Fransa'da Başbakan Damat Ferit'e yapılanlardan çok daha onur kırıcıdır.

Bu çirkin olay, eğer söylendiği gibi gerçekten referanduma yönelik bir tertip ise ki, öyle görünüyor, vah halimize!

SAYGIN CUMHURİYETİN ÖN SÖZÜ LOZAN

Oysaki Türkiye Cumhuriyeti dünyanın en saygın ülkelerinden biriydi. Emperyalizme karşı dünyanın ilk başarılı bağımsızlık savaşını verip dost-düşman herkesin saygısını kazanmıştı.
Türkiye, cephedeki askeri zaferini masadaki diplomasi zaferiyle taçlandırmak istiyordu.

9 Kasım 1922'de Sirkeci'den Doğu Ekspresi'yle Lozan'a hareket eden İsmet Paşa yolda, 13 Kasım'da başlaması gereken konferansın bir hafta ertelendiğini öğrendiğinde Le Matin Gazetesi'ne şu açıklamayı yaptı: “Bütün bir milleti, bütün bir orduyu belirsiz bir mütareke halinde tutmak kolay değildir. Bu gecikmenin, Türk Milleti ve Büyük Millet Meclisi üzerindeki etkisi ne olabilir? Bu soruya generallerimizin cevap vermesini isterim!” İsmet Paşa sözlerini şöyle bitirdi: “Sizlerle, samimi ve sıkı işbirliği kurmak amacımızdır. Ama karşınızda bir koloni değil, hür bir millet vardır, tabii değil eşittir.” İsmet Paşa, 12 Kasım 1922'de Müttefiklere bir nota verip konferansın bir an önce toplanmasını istedi. Bunun üzerine 13 Kasım'da Curzon ve Poincare, gecikme için İsmet Paşa'dan özür dileyerek konferansın kesin olarak 20 Kasım'da toplanacağını bildirdiler.

Lozan'da konferans salonunda Türkiye'ye Bulgaristan, Romanya ve Sırbistan delegelerinin oturduğu masada yer ayrıldığını gören İsmet Paşa, buna itiraz ederek Türk delegelerinin de İngiltere, Fransa ve İtalya delegeleriyle aynı masada oturmalarını sağladı.

İsmet Paşa eğer konferansın açılışında İsviçre Cumhurbaşkanı'ndan başka Müttefiklerden herhangi biri konuşacak olursa kendisinin de mutlaka konuşacağını belirtti. Nitekim Lord Curzon'un konuşması üzerine İsmet Paşa da kürsüye gelerek bir konuşma yaptı.

İsmet Paşa Lozan'da 3 ay boyunca, Atatürk'ün ve TBMM'nin kendisinden istediği gibi tam bağımsızlık için savaştı.

30 Ocak 1923'te Lord Curzon, Müttefikler adına İsmet Paşa'ya bir barış taslağı sundu. Ali Naci Karacan'ın ifadesiyle “Sevr'in bir başka türlüsü” olan bu tasarıyı İsmet Paşa reddetti ve Atatürk'ün talimatıyla Lozan'dan ayrılıp Türkiye'ye döndü. Lord Curzon bu durumu “İnanılmaz”, olarak nitelendirdi.

Emperyalizmin 4 yıl önce Damat Ferit'e yaptıklarını şimdi İsmet Paşa'ya yapması mümkün değildi. Çünkü Türkiye emperyalizme karşı zafer kazanmış bir ülkeydi, İsmet Paşa da o bağımsız ülkenin onurlu ve gururlu temsilcisiydi. Türkiye kendi gücüne güveniyordu. Nitekim konferans dağılır dağılmaz Atatürk ordulara “Hazır ol!” emri verdi. İzmir limanında demirli Fransız savaş gemilerini limandan kovdu. Lozan'da kapitülasyonların kaldırılmasına yanaşmayan Müttefiklere, ekonomik bağımsızlığa verdiği önemi göstermek için İzmir İktisat Kongresi'ni düzenledi. Bunun üzerine 3 ay sonra Müttefikler, Türkiye'yi yeniden Lozan'a davet ettiler. İsmet Paşa yeniden Lozan'a gitti, 3 ay daha mücadele ederek 24 Temmuz 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin tapusu Lozan Antlaşması'nı imzaladı.

Lozan, bugüne kadar, 94 yıllık kesintisiz bir dış barışı sağladı.

ATATÜRK'ÜN DOSTLUK VE BARIŞ CUMHURİYETİ

Atatürk Türkiye'sinin saygınlığı iki temele dayanıyordu. 1. Emperyalizme karşı verilen tam bağımsızlık savaşı, 2. “Yurtta barış dünyada barış” diye formüle ettiği insanlık ideali…

Atatürk, dünyanın en zor coğrafyasında adeta bir barış vahası yaratmak istiyordu. Önce komşularıyla sonra dünyadaki tüm bağımsız ülkelerle dost ve kardeş bir barış ülkesi kurmaktı amacı…

Atatürk Türkiye'si, çevresindeki uzak-yakın neredeyse tüm ülkelerle dosttu. Kurtuluş Savaşı yıllarında kurulan Sovyet dostluğu hep devam etti. Atatürk Türkiye'si, -daha dün savaştığı Yunanistan dâhil- tüm Balkan ülkeleriyle ve -Hatay sorununun muhataplarından Suriye dâhil- tüm İslam ülkeleriyle de dosttu. 1934'te Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya arasında Balkan Antantı imzalandı. 1937'de de Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Sadabat Paktı kuruldu.

Resim

Atatürk Türkiye'si dünyadaki “barış” çabalarının da öncülerindendi. Örneğin 1928'de barışı korumak için kurulan Kellog Paktı'na Türkiye 1929'da üye oldu. 1928'te Milletler Cemiyeti'nin düzenlediği Silahsızlanma Konferansı'na katıldı. 1932'de, İspanya ve Yunanistan'ın girişimleriyle Milletler Cemiyeti Genel Kurulu'nun davetini kabul ederek Milletler Cemiyeti'ne üye oldu. 1935'te Milletler Cemiyeti'nin Lahey Sürekli Adalet Divanı'na katıldı.

Atatürk, Sovyet dostluğu, Balkan Antantı ve Sadabat Paktı ile Tuna'dan, Ege Denizi'nden Basra Körfezi'ne, Sibirya'dan Himalayalar'a kadar uzanan bir “barış ve dostluk kuşağı” oluşturmayı başardı. Bugüne kadar dünya yüzünde anlaşmalara dayalı en büyük barış kuşağını Atatürk kurmuştur.

Atatürk, barış paktlarıyla tüm dünyanın bir barış kuşağıyla çevrilmesinin mümkün olacağını düşünüyordu. Mayıs 1935'te Amerikalı gazeteci Gladys Baker'in “Birçok bölgesel antlaşmaların barışın korunması için etkili olduğunu zannediyor musunuz?” sorusuna şu cevabı vermişti:

“Esas amaç, bütün milletlerin, devletlerin paktıdır. Bu kadar büyük bir kurum yaratmak amacına giderken ondan önce herkesin kolaylıkla görüşebileceği, anlaşabileceği dar ve belirli sınırlar içinde anlaşmaya başlamaktan daha doğal bir şey olamaz. (…) Bölgesel anlaşmalar, barışı koruyucu ve dolayısıyla çok insani teşekküllerdir. Bölgeler büyüdükçe bu insani düşüncenin yavaş yavaş bütün dünyayı kapsaması mantıksal bir gidiş değil midir? Her anlaşma iki kişi arasında olsa dahi insanlık için çok faydalıdır. Yeter ki anlaşmalar insan mutluluğunu yüksek amaç bilmiş olsun” (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. 27, s. 261-262)

Atatürk, bu düşüncesini hayata da geçirdi. Türkiye, 1920-1938 arasında dört kıtada, toplam 56 bağımsız devletin 37'sinde diplomatik temsilcilik açtı. Türkiye, 1921-1938 arasında, 17 yılda, dünyadaki 56 ülkenin 40'ıyla dostluk antlaşması imzaladı. Atatürk, bu 56 bağımsız ülkenin başındaki cumhurbaşkanı, kral, kral naibi vb. toplam 115 devlet başkanının tamamıyla temas kurdu. (Bilal Şimşir, “Cumhuriyetin Barışçı Dış Politikası Üzerine”, Cumhuriyet Kazanımları, Ankara, 2014, s. 81-92).

13 Temmuz 1923'te The Saturday Evening Post yazarı Isaac F. Marcosson, Atatürk'e “Dünyanın bugünkü hastalığı için ilacınız nedir?” diye sormuştu. Atatürk bu soruya şöyle cevap vermişti: “Aptalca şüphe ve güvensizlik değil, akıllıca işbirliği.”

* * *

94 yıl önce Atatürk çok saygın bir Cumhuriyet kurdu. Ancak son 15 yılda Cumhuriyetimizin bu saygınlığına birçok defa Damat Ferit gölgesi düştü…

Sinan MEYDAN, 20 Mart 2017
https://twitter.com/smeydan
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Sinan MEYDAN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x