"DAĞ NEREDE? YANDI BİTTİ KÜL OLDU!"

"DAĞ NEREDE? YANDI BİTTİ KÜL OLDU!"

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzr Eki 30, 2016 20:52

"DAĞ NEREDE?
YANDI BİTTİ KÜL OLDU!"


“Gözlemleme dönemi çoktan bitti. Ne olduğunu, ne olacağını herkes biliyor, bırakın bıkmadan usanmadan bunları anlatmayı, çözümü söyleyin,” diyorlar, toplum önderlerine. Gerçekten her şey biliniyor mu? Toplumumuz bilinçli mi?

Ne gezer? Kimi olanı biteni anlamazlıktan geliyor, rahatını, keyfini bozmuyor, kimi de, “Dur bakayım n’olacak?” diyerek son sahneyi görene kadar aptalı oynamaya kararlı...

Bugün bayramdı: Cumhuriyet Bayramı.

Önceleri ulusal bayramları kutlatmıyorlardı, kısıtlıyorlardı, yasaklıyorlardı... Şimdi artık buna gerek kalmamış... Buldukları yeni “Bayram” yedekte bekliyor, tek yapacakları, yer değiştirtmek. Onu getirip bunun yerine koyacaklar. Yaşayan, gelecek yıl görecek, ne demek istiyoruz anlaşılacak...

Hani o ne olduğunu kimsenin tam anlamadığı, açıklayamadığı “darbe” dedikleri olay var ya, Cumhuriyet Bayramı’nın yerine o olayın günü hazırlanıyor.

Aylardır ilan tahtalarında yazıları, afişleri kaldırılmadan duruyor. Bayramımız dediler, kutlu olsun dediler, kentlere, ilçelere büyük boy duyurular astılar: “Bayramımız Kutlu Olsun!”

30 Ağustos geldi geçti bu duyuruları değiştirmediler, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı bayramdan saymadılar, askere kutlatmadılar. Bayramımız dedikleri o “darbe” günü ise şu günlere kadar tek bayram adı olarak kaldı afişlerde. Haftalarca gece gündüz yemeli içmeli meydan nöbetleri tutturdular, durmadan selalar okuttular, cami mikrofonlarından valilik duyuruları dinlettiler, sonunda toplumu olacaklara alıştırdılar...

Yıl 2016. Kaş’ta Cumhuriyet Bayramı Kutlaması.

2011’de kutlanmayan bayramda oradaydım. 2012’de, yine bayramı izlerken içimde iki duygu çarpışıyordu: Bir, “İpin ucu kaçmış, bu nasıl bayram günü... diyor, umutsuzluğa kapılıyordum; bir, bu ulusu kimse dönüştüremez! Cumhuriyet’e sahip çıkan halka bak!” diye seviniyordum.

Bu kez içimdeki bir “buruk acı...” Geçmiyor...

İlçe bayram gibi süslenmemiş. Hiç süslenmemiş. Burası defnenin, mersinin en bol olduğu yöre. Hani yollarda kurulu taklar? Önemli yapıların kapılarında, girişlerinde süsleme? Nerede o coşkulu halk? Eminim okullar da süslenmiyordur artık... Bayraklar bile karaborsaya düşmüş gibi, bayrak asmaya çekinilmiş... Ana caddede uzun aralıklarla asılı üç bayrakla yetinilmiş. Yine ortalık sessiz. Yastayız gibi. Ne bir marş çalınıyor, ne bir kahramanlık türküsü dinletiliyor...

Üç beş kişi yukardan gelecek okulların bandolu tören geçişini izlemek için bekliyor, kimi, küçük çocuklarının elini tutmuş, bebelerinin eline bayrak vermiş.

Bir şey daha farklı önceki yıllardan. Bayram törenlerine iki okul dışında başka okul katılmamış. Örneğin, İmam Hatip Okulu yok, tek bir meslek okulu dışındaki diğer meslek okulları, liseler de yok. Geçit töreni üç beş dakikada bitiveriyor. Mavi beyaz giyimli meslek okulu öğrencilerinden sonra arkadan gelen yeşil gömlekli Atatürk ilkokulu ve ortaokulu öğrencileri yürüyüp gidiveriyorlar... Halk oyunları oynayacak çocuklar iki okulun arasında yürüyorlar...

Bir iç acıtan yan da şu. Burada yol kıyıları geçen yıldan beri Yunan bayrağının rengiyle boyalı. Mavi-beyaz. Bir mavi renk, bir beyaz renk sürülmüş yol kıyılarındaki beton yükseltilere... Karşıda Kaş’ın koynuna sokulmuş, Yunan egemenliğindeki “Meis” adası. Burada ise, Yunan’ın bayrak rengi ilçeyi sarmış. Hani, anlatırlar, 2 Eylül 1922’de, düşmanın kovulmasından sonra, Atatürk buralarda işgalci Yunan’ın duvarlarını mavi-beyaza boyadığı bir Türk evini görünce: “Bu renk de ne? diye sormuştur... “Düşman boyadı.”yanıtını alınca da “Hemen silin” demiştir... anımsadınız mı?

Tam meydana giriyoruz, o ne, buradaki parkın çaybahçesi kapalı, masaları kaldırılmış. Yerine çevresi şeritlerle çevrili bir fotoğraf sergisi açılmış. Ne düşünürsünüz ilk an? Cumhuriyet konulu bir Atatürk sergisi değil mi? Değil!
Komutanını (general) vuran, sonra kahraman ilan edilen çavuşun resmi en başa, en büyük resim olarak konmuş. Diğer resimler de bir yerin yıkıntısı, anlaşılmayan gruplaşmalar, bir yerlerde toplanan insanlar, anıtlardan görüntüler, yine büyük boy bir resimde bu iktidarın üyeleri...

"Ne anlamı var bunların 1923’te ilan edilen Cumhuriyetimizle, Türkiye Cumhuriyetini çağdaş bir ülke yapan Cumhuriyet devrimleriyle?" demeye kalmadan, fazla düşünemeden, saygı duruşunu, İstiklal Marşı’nı kaçırmamak için aceleyle Atatürk anıtının karşısına, halkın toplandığı yere gidiyoruz. Üstü kapalı bir seyir yeri. Protokol dedikleri bölümde ilk sırada şimdilik boş duran kırmızı deri görünümlü koltuklar. Bunların arkasında, bir iki sıra kaliteli, sırtı saran naylon sandalyeler dizilmiş. Bu kısımda boş yer yok, önce gelenler oturmuşlar. Arkalara adi plastik beyaz sandalyeler konmuş. Buralar da dolu. En arkada boş bir yer buluyoruz. Buranın arkasındaki alçak duvarın üstünde, denize sırtları dönük, beş on askerimiz duruyor, lacivert üniformalı. Sonra oralar da kalabalıklaşınca öte yana geçiyorlar, uçta, kıyıda, ayaktalar.

Bir bayan, bayramın açılışını yapıyor. Kırmızı beyaz giyinmiş, çağdaş görünümlü biri, bir öğretmen olmalı.

Bayramın ilk açılış sözleri okunurken bu kez şaşırmıyoruz. Ne bekliyorduk ki... Bir hafta on gündür basın yayında duyduklarımızdan, hele az önce gördüğümüz, neden niçin açıldığına akıl sır erdiremediğimiz sergiden sonra...

"Selam olsun..." diye söze başlıyor törenin sunucusu. “Hürriyet..." falan derken ilk sözü:

“Selam olsun 15 Temmuz şehit ve gazilerine...” Ardından, “Bize Cumhuriyeti hediye edenlere...” diye sözlerine devam ediyor. “Selam olsun... Selam olsun...”

Kime, kime? Arasından üç ay bile geçmeyen, çok karmaşık bir olayda ölenlere, yaralananlara... Oysa ülkemizde, ülkesinin bütünlüğünü korurken, vatan sınırlarını beklerken terör örgütünün şehit ettiği, yaraladığı, sakat bıraktığı binlerce kahraman var. Bu son günlerde ise her gün bir şehit haberi alıyoruz ne yazık ki, günde en az üç şehit, beş şehit haberi geliyor Güneydoğu’dan... Önce günümüzün şehitlerini, gazilerini selamlacaksanız, nedir şehitleri ayırarak söylenen bu 15 Temmuz söylemi?

Sonra genç sunucu hanım, komutanına seslenen bir askermişçesine, daha bu yaz (31 Temmuz) askeri okullar kapatılmamış, kendisi bir askeri okul öğrencisiymiş gibi sözlerini şöyle bitiriyor:

“Sayın kaymakamım, tören programımızı arz ederim!”

Ne ne? “Arz ederim!" Söyleyen bir sivil, söylenen sivil görevli...

Törenin sonunda o açılan sergi gezilecekmiş. Serginin adı da deniyor. Tam tahmin ettiğiniz gibi:

“15 Temmuz Hürriyet ve Demokrasi” konulu fotoğraf sergisinin gezilmesi...

Saygı duruşu, İstiklal Marşı.

İstiklal Marşı’na katılmamız olanaksız, ağzımızı bile kıpırdatamıyoruz. Ses ayarı öyle güçlü ayarlanmış ki kasetten çalınan marşımızın, marşa katılınsa bile kimse kimsenin sesini duyamayacak...

İlk çığlığımız, protokol dediğimiz yetkililerin, halkı selamlama, bayramı kutlama anından... Kaymakam, yanında belediye başkanı. Hani nerede asker? Hep üçlü (seçilmiş – atanmış- asker) çıkmazlar mıydı bayramlarda bayram kutlamaya devlet büyükleri, devletin temsilcileri? (Seçilmiş: Belediye başkanı. Atanmış: Kaymakam veya vali. Asker: Garnizon komutanı, yani, yörenin en büyük rütbeli askeri.) Sunucu bayan duyuruyor:

“Sayın kaymakamımız törene katılanların Cumhuriyet Bayramını kutlayacaklardır!”

“A... asker nerede? demişim, kaymakam şakalar yaparak bayram kutlamasına çıkınca. Bir an unutmuşum askerin ulusal bayram kutlamalarından çıkarıldığını. Çevremdekiler duydular dediğimi, şöyle bir bakıp kafalarını çevirdiler. Kimseden tık çıkmadı. Yüzlerdeki ifade bile değişmedi. Sanırsınız daha iki gün önce acele çıkarılan bir yönetmelikle asker protokoldan atılmadı, hep böyleydi düzen... O kadar sakin karşılanıyor her yapılan, her yıkılan Cumhuriyet yapısı, Cumhuriyetin adım adım dönüştürülmesi, başka yöne saptırılması...

Sanki bir okul müsameresindeymişiz gibi bayramı kutlama faslı şakayla karışık yapılıyor bu bayramda. Önce küçüklerin (ilkokul- ortaokul öğrencilerinin) karşısına geçiliyor:

“Cumhuriyet Bayramınız Kutlu Olsun!”

Çocuklardan:

“Sağ ol!..”

“Olmadı! Bir kez daha!”

“Cumhuriyet Bayramınız Kutlu Olsun!” “ Sağ ol!.. “Olmadı, tek sesle, Cumhuriyet Bayramınız Kutlu Olsun!” “Sağ ol!..” Üçüncü kez, sonuç nihayet olumlu.

Lise grubunun karşısına geçiliyor:

“Şu kardeşlerinizi örnek alın. Tek seferde!”

“Cumhuriyet Bayramınız Kutlu Olsun!” “Sağ ol!”

“Kaş halkı, sizlerin de, “Cumhuriyet Bayramınız Kutlu Olsun!”

Sonra protokol’a sesleniliyor... Yanıt: “Sağ ol!”

İlk olarak kaymakam konuşuyor, sonra çocuklar şiirler okuyacaklar, halk oyunları oynayacaklar, müzik öğretmenlerinin bir de gitar çalan öğrencileriyle bir gösterisi olacak. Emekli bir yöre öğretmeni hanım da “Ey Türk Gençliği” diye başlayan “Gençliğe Hitabe”yi müzikli, şarkı şeklinde söyleyecek.

Konuşmada, bir iki bildik, klasikleşmiş sözden sonra söz ustalıkla 15 Temmuz’a getiriliyor:

“15 Temmuz’da demokrasiye kastetmiş hainlere... Ya İstiklal ya ölüm diyen atalarımıza... Bin yıllık beraberliğimizi bozmak kolay değildir...”

Bir iki şiirden sonra sıra efelerin oyunlarına geliyor. Ahmet Muhtar Kumral’ın ünlü şiiri “Sancak”, müzik eşliğinde dinletilirken, çocuklar (Atatürk ilk ve ortaokulu öğrencileri) oynuyorlar. Küçük efeler bayrama iyi hazırlanmışlar... Okunan şiirin sonu şöyle:

“Her Türk sana borçludur, canını seve seve
Şehit haberi bizde, müjde gibidir eve
Senin için ölenler ermiştir muradına,
Ah ne tatlıdır ölmek! Vatan, sancak adına.”

Gençliğe Hitabe’yi müzikli okuyan Nevcihan Hanım’ın sunumunu bitiriş sözleri: “İlköğretmenim, Başöğretmenim, Başkomutanım, Büyük Atamızı rahmetle anıyor, üzerine nurlar yağdır Allah’ım diyorum.”

Bir lise öğrencisi, Mithat Cemal Kuntay’ın, o eskiden beri bildiğimiz, “On Beş Yılı Karşılarken” adlı şiirini okudu sonra. Bilmem haksız mıyız, öküz altında buzağı aramada:

“Kim der ki en son rakamlar da delirsin
On beş asır on beş yılın eb'adına girsin.”


Törenin burasında anaokuluna giden küçük bir kız çocuğuna şu dizeleri okuttular ve elindeki bayrağı kaymakama verdirdiler:

“Cumhuriyet çocuklarıyız biz / Ölmek var, dönmek yok diyen/ Atasının ardından gururla yürüyen / Cumhuriyet çocuklarıyız biz.”

Sıra geliyor Atatürk Ortaokulu öğrencilerinin öğretmenleri eşliğindeki gitarlı gösterilerine.

“Benimle oynar mısın?” çalınan, söylenen şarkının adı. Bir popçunun çok eski şarkısı. İzleyenlere soruluyor öğretmen tarafından, tekrarlatılıyor bu söz:

“Benimle oynar mısın? Oynar mısın benimle?”

Sanki bir televizyon yayınındaymışlar, gülmece yayını yapılıyormuş gibi öğretmenleri elinde mikrofon soruyor, birilerini arıyor:

“Büşra, Damla kayıp!.. Nerede onlar?” Ardından ekliyor:

“Neyse kalan sağlar bizimdir.”


Şarkıya devam:

“Su olsam, ateş olsam, göklerdeki güneş olsam, konuşmasam, taş olsam... Yine de oynar mısın benimle?”

Bu şarkı bitiyor. “Haydi perküsyon takımı, buraya gel!” deniyor. Perküsyon ne ola ki? Kim biliyor?

“Perküsyon”, Fransızca, müzikte vurmalı sazların adı. Burada çocuklar, ayaklarıyla yere, elleriyle dizlerine vurdular, bir çalgı çalınmadı. Öğretmen sözlerine devam ediyor:

“ Enteresan bir gösteri olacak. Yüz öğrenci var. Sessizliği sağlayabilsek çok eğlenceli bir şey izleyeceksiniz.” Yeşilli ortaokul çocukları alanın ortasında toplanıyorlar, iki sıralık öğrenci grubu, ellerinde bir çalgı yok. Ne yüz kişisi, yüzün yarısı kadar bile değil sayıları. Aralarında üç efe en önde. Sanki provadalarmış gibi, mikrofonla duyuruluyor:

“Arda yok! İşte Arda!” Arda gelince dört efe oluyorlar, grup tamamlanıyor.

Burada gerçekten işin enteresanlığı (ilginçliği) ortaya çıkıyor: Cumhuriyet Bayramı. Yer Cumhuriyet Meydanı. Hep birlikte okunan ise ne bir şiir, ne bir güzel söz, ne bir bayram şarkısı. Bu bir tekerleme. İlk konuşmaya başlayan bebelere öğrettiğimiz:

“ Komşu komşu, hu! / Oğlun geldi mi?” diye başlayan... Karakedi sorulan... Sonu da şöyle biten bir tekerleme:

“ Dağ nerede?” / “Yandı bitti kül oldu!”

Soluksuz kalıyoruz bu sözler çocuklara yineletilir, coşkuyla söyletilirken...

Çocuklar durdukları yerde yürüme taklidi yapıyorlar. Bir adım öne, öteki ayakla bir adım geriye. Öğretmen ne derse, o söz, çocuklarca bir ağızdan yineleniyor, dizlere vuruluyor:

“Tata tata ti ta!”Çocuklardan: “Tata tata ti ta!” (izleyenlerden alkış sesleri)

“Gümbede gümbede güm güm!” Çocuklar: “Gümbede gümbede güm güm!”

“Güm teke tek!” “Güm teke tek!”

Burada bu gülünç ses taklitleri birden değişiyor. Öğretmen:

“Ay akşamdan ışıktır!” Çocuklar bağırıyor: “Yaylalar, yaylalar!” “Dilo dilo yaylalar!..”

Şimdi, sırada Gençlik Marşı. Bebe tekerlemesi, sonra, gençliğin Gençlik Marşı, aynı çocuklara söyletiliyor. Yürüyüş taklidi yapan çocuklar bu marşı, öğretmenlerinin “Tekle, çiftle!” komutlarıyla, kaldırdıkları ayaklarına elleriyle vurarak söylüyorlar:

Dağ başını duman almış...” (Şak şak-şuk şuk patırtı sesleriyle...)

Atatürk’ün bir anısıyla anımsadığımız, gençleri yüreklendiren geçmişimizin simgesi bir marş katlediliyor...


Öğretmenleri çocukları hemen ödüllendiriyor:

“Yaşayın be, harikasınız!” Sonra yine komut veriyor: “Hazır ol!” Sesleniyor:

“ Bayramınız Kutlu Olsun!” Çocuklardan: “Sağ ol!”

Biz yerimizden fırlıyoruz o an, bu kadar yeter, yoksa buralarda ölüp kalacağız, yüreğimiz dayanamayacak...

Giderken gözümüze sergi alanı takılıyor. Bayramın bitmesini sıkıntıyla bekleyen, tören boyunca sağa sola yalpa atarak amaçsız gezinen, ellerindeki şişelerden su içen, durmadan bir şeyler atıştıran, geçit töreninde görevli, okullu gençlerin bir kısmı buradalar... Orada Cumhuriyet sergisi açılsaydı, en azından tarihimizden bir şeyler öğreneceklerdi, Cumhuriyet nasıl kuruldu, Cumhuriyete nasıl eriştik, birazcık düşüneceklerdi...

Alandan kulağımıza şu sesler geldi en son:

“Belediye başkanım, keman alıyormuş gençlere. Yüzünden ben öyle hissettim...” Toplumun önünde, Cumhuriyetin bayramında, Cumhuriyet öğretmeni belediye başkanından öğrencilerine keman dileniyor, arkasından da dilenci duasını eksik etmiyor:

“Allah razı olsun...”
*
Koca koca okul çocuklarına, bebelerin tekerlemesini söylettiler. Ağaca çıkan karakediyi sorduktan sonra:“Ağaç nerede?” “Balta kesti.” Balta nerede? “Suya düştü!. “Su nerede?” “İnek içti!..” diye süregiden bu tekerlemeyi, “Dağ nerede?” sorusunun bu sarsıcı yanıtı için mi okuttular dersiniz:

“İnek nerede? “Dağa kaçtı!” Dağ nerede?”

“Yandı bitti kül oldu.”
*
Yazık ediliyor ülkemize...

Çok yazık...

Feza Tiryaki, 29 Ekim 2016

Ek: Gece Kaş'taki Fener Alayı'na İlker Başbuğ katılmış, orada bir konuşma yapmış, gidenler anlattılar.
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 986
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x