Darbeleri okuma kılavuzu -4- / Selcan TAŞÇI

Darbeleri okuma kılavuzu -4- / Selcan TAŞÇI

İletigönderen Oğuz Kağan » Sal Mar 02, 2010 10:33

Darbeleri okuma kılavuzu -4-

‘ABD istemedikçe Türkiye’de darbe olmaz’

TBMM Başkanvekili ve MHP İstanbul Milletvekili Meral Akşener, Kahramanmaraş’ta düzenlediği basın toplantısında, darbelerin arkasındaki gücün ABD olduğunu söyledi. Bir dönem İçişleri Bakanlığı da yapan ve 28 Şubat’ı birebir yaşayan, tanık siyasilerden olan Akşener, “Garip bir durumla karşı karşıyayız. Hilmi Özkök sübut bulmamış darbe suçuna iştirak etmemiş anlaşılıyor ama iddialar ışığında görevini savsaklamıştır. Türkiye’de ABD’nin onayladığı darbeleri yapan paşalar serbest. Yani asıl darbeci paşalar serbest. Sübut bulmadan, hayal halinde kağıtlara döküldüğü öne sürülen ama ABD’den yeşil ışık almadığı için darbe teşebbüsüne girişememiş emekli paşalar da soruşturmaya uğruyor. Türkiye’de ABD istemedikçe darbe olmaz, şu anda ABD darbe istemiyor” dedi.

Noam Chomsky, ’Sam Amca Ne İstiyor’ kitabında, 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki dünya düzeninin, savaş başlamadan tasarlandığını yazar. “Büyük Alan Projesi”ne göre her bölgeye Amerikan ekonomisinin ihtiyaçlarına uygun özel işlev yüklenecek, Üçüncü Dünya ülkeleri de hammadde kaynağı ve pazar olarak sömürülecektir. Kendisi için en büyük tehdit olarak “ulusçuluğu” gören ABD, iktidara gelmesini mutlaka önleyecek ya da bu tür yönetimler iktidara gelecek olursa, onları iktidardan indirip, özel yerli ve yabancı sermaye yatırımlarına, ihracat için üretim yapılmasına ve kârların ülke dışına serbestçe çıkarılmasına taraftar olan hükümetleri başa geçirecektir. Türkiye’de bu projenin tatbikine şahit olmuş isimlerden olan Akşener’in sözleri, Chomsky’nin tezi çerçevesinde değerlendirildiğinde ortaya çıkan sonuç “darbeler” olmuyor mu?


Keşke hiç “dost” olmasaydık

2. Dünya Savaşı’ndan sonra çeşitli yer ve zamanlarda ‘Türkiye’nin bağımsızlığı’na vurgu yapan ABD Başkanları’nın nihai hedefi, Orta Doğu ve Akdeniz’deki çıkarlarını tehdit eden Sovyetler’e karşı bir tampon bölgeye sahip olabilmekti.

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Truman Doktrini’nin yasalaşmasının ertesi günü 23 Mayıs 1947’de, Amerika’ya şöyle diyordu: ”Amerikan yardımı, cihan barışının devamı ve yenilenmesi uğrunda kendisine düşen büyük rolü tamamıyla benimsediğini gösteren ümitlerle dolu bir işarettir. “


Savaş dayatması

1941 yılı Haziran’ında Türk-Alman Dostluk Anlaşması’nın imzalanmasına iki gün kala 23 Haziran 1941’de, İngiltere’ye sipariş edilen 4 denizaltı ve 4 muhripi teslim almak için Mersin’den hareket eden Refah Şilebi’nin bir torpido ile vurularak batırılması sonucu 167 denizcimiz şehit oldu.

Türkiye-Almanya Kredi Anlaşması’nın imzalanmasına aylar kala 14 Temmuz 1942’de Çanakkale Boğazı’nda mayına çarpan Atılay denizaltımızı batırıldı ve 90 askerimiz şehit oldu.

23 Şubat 1945’te Türkiye ile yardım anlaşması imzalayan ABD’nin tek şartı vardı: 2. Dünya Savaşı’nda tarafsız kalacağını açıklayan Türkiye’nin Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmesi. Aynı yıl 26 Haziran günü, San Francisco’da toplanan Birleşmiş Milletler konferansına katılabilmenin şartı da aynıydı; 1 Mart 1945’e kadar Almanya ve Japonya’ya savaş açmış olmak! (NATO’ya girmemiz için de ABD’nin bir başka düşmanına, Kore’ye karşı savaşmamız gerekecekti.)

10 Ağustos 1945 günü, 2. Dünya Savaşı’nın tek galibi vardı: 1. Dünya Savaşı’nda izlediği stratejiyi tekrarlayan ABD! Amerika bu savaşın başında ”tarafsızlık“ ilan etti ve bu savaşta da el altından İngiltere-Fransa ittifakını desteklemekten geri durmadı. İlkinde Almanların, savaş gemilerine sladırdığını bahane etmesi gibi, bu kez de muamma olan 1941’deki Pearl Harbor olayını gerekçe göstererek savaşa dahil oldu. Topraklarından uzakta süren savaşta üretimini üçe katlayarak, dünya bütçesinin yüzde 50’sini tekeline, dünya coğrafyasının da en az o kadarını yörüngesine aldı.


Rus ve ABD yayılmacılığı

Savaştan ”yayılmacılık“ stratejisi ile çıkan ikinci devlet olan Sovyetler Birliği, savaşa, son 2 ayda, ABD’nin dayatmasıyla dahil olan Türkiye ile imzaladığı dostluk anlaşmasının geçersiz olduğunu ilan etti ve Kars, Ardahan, Artvin ile Boğazlarda askeri üsler istedi. Dışişleri Bakanı Vyacheslav Mikhaylovich Molotov, Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’e ’Türk-Sovyet sınırının, Sovyetler Birliği lehine değiştirilmesi, Kars ve Ardahan’ın verilmesi ve Boğazlar rejiminin değiştirilmesi’ taleplerindeki ısrarlarını iletti.

Postdam Konferansı’nda, Montrö’yü değiştirme konusunda Sovyetlerle anlaşan ABD, sadece bir kaç ay sonra, Sovyetler’in İran’daki asker sayısını arttırması karşısında, görünürde ”zayıf bir devletin haklarına saygı duymayan Sovyetler Birligi’yle işbirliğinin güç olması“, özde ise, İran petrollerinin Sovyet kontrolüne girmesi ve dünya hammadde dengelerinin degişmesi riskini alamadığı için tavrını tamamen değiştirecekti.


‘Welcome Missouri’

Daha önce Sovyetler’i tahrik edebileceği düşüncesiyle, Akdeniz’e filo göndermek konusunda tedirgin olan ABD’nin, Washington’da görevli Türk Büyükelçi Münir Ertegün’ün naaşını, Amerikan donanmasının ünlü savaş gemisi Missouri ile gönderme kararıyla ile Sovyetler Birliği’ne ”İran’dan derhal çekil“ notasını aynı gün vermesi tesadüf değildi.

ABD Türkiye’yi kullanarak Sovyetler’i tehdit ederken, Türk basını büyükelçimizin naaşının kruvazör yerine dünyanın en büyük savaş gemilerinden biriyle gönderilmesini ”dostluk eseri“ sayıyordu. Missouri’nin Haydarpaşa Limanı’na demirlediği gün, tıpkı ’Menderes’i silmeye hazırlanan Eisenhower’ın gelişinde olduğu gibi, bazı gazeteler ”Welcome Missouri“ manşetleri attı.

Bu olay vesilesiyle ’Missouri Sigaraları’ dahi üretildiğini düşününce, belki de o manşet, emperyalizmin savaş gemisini posta pulları çıkararak, sokaklarını yıkayarak karşılayan bir ülkenin ’durum tespiti’nden başka birşey değildi.

Missouri ile İnönü’ye ”dostluk beklentisi“ni ileten Truman, aynı gün yaptığı ordu konuşmasında ”Gözlerimizi Yakın ve Orta Doğu’ya çevirdiğimiz zaman vahim meseleler arzeden bir bölge ile karşılaşıyoruz. Bu bölgede geniş tabii kaynaklar vardır. En işlek kara, hava ve deniz yolları buradan geçmektedir. Bu bakımdan büyük iktisadi ve stratejik önemi vardır. Fakat bu bölgedeki milletlerin hiçbiri ne yalnız, ne de birlikte, kendilerine yöneltilecek bir tecavüze karşı koyabilecek kadar kuvvetlidirler. Böyle olunca da Yakın ve Orta Doğu’nun bu bölge dışı büyük devletler arasında kuvvetli bir rekabet alanı olduğunu ve bu rekabetin birdenbire bir çatışma doğurabileceğini kestirmek kolaydır“ diyecekti.

Bu konuşma Chomsky’nin ”Alan Projesi“ dediği planın uygulamaya geçtiğini gösteriyordu.


Bağımsızlık hikaye oldu

II. Dünya Savası sırasında aldığı borçların silinmesini düzenleyen anlaşmayla gözü boyanan Türkiye, kendi milli çıkarlarıyla ilgili olarak Sovyetler’e vereceği nota konusunda ABD’ye danıştığı gün bu projenin, artık resmen parçasıydı. Türkiye’nin dış politikasını nasıl belirlemesi gerektiğine, 15 Ağustos 1946’da yaptığı toplantı ile Beyaz Saray karar vermiş ve Türkiye ”ABD açısından Orta Dogu ve Akdeniz’de çok büyük sorunlar yaratacak“ Sovyetlerle ilişkisini bu temele oturtmuştu. Truman’ın ”... Türkiye’nin bağımsız olarak kalmasının önemi büyüktür“ sözü buraya kadardı.


İngiltere emperyalist misyonunu ABD’ye devretti

Truman Doktrini’nin ilanını takip eden günlerde Ulus Gazetesi, Amerika’yı dünyanın “barış kurucusu” ilan etti. O “barış kurucu”nun, ihracat gelirleri azalan, Sovyet tehdidine karşı ordusunu terhis edemediği için ağır maddi yükümlülük altında olan Türkiye’nin, 1945 yılı sonundaki 300 milyon dolarlık kredi talebini reddettiği unutulmuş, kimse “Bayram değil seyran değil...” ile başlayan o malum soruyu sormamıştı. Aslına bakılırsa, 1-1.5 yıl içinde neyin değiştiği açıktı: İngiltere Orta Doğu’daki emperyalist misyonunu ABD’ye devrediyordu.

21 Subat 1947 günü, İngiliz Büyükelçilik sekreteri Lord Inverchapel’in, ABD Dışişleri Bakanlıgı’na telefonuyla, ’devir teslim töreni’ için ilk adım da atılmış oldu. Savaşta yara alan İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’a yaptığı ekonomik / askeri yardımı sürdüremeyecek duruma geldiğini bildirerek, “Batı’nın çıkarlarının savunulması” adına bu iki ülkeye desteğin ABD eliyle sürdürülmesini teklif etti. Yunanistan’ın “planlanmamış” bir iktidar ile Sovyetler’e yaklaşması, yahut Türkiye’nin, ’Doğu Bloku’na dahil olması “Orta Doğu’nun kaybedilmesi” demekti. ABD’nin, Soğuk Savaş boyunca Türkiye için ’geliştirdiği’ bütün ekonomik, siyasi ve hatta kültürel politikaların çıkış noktası da, yeni filizlenen bu “küresel rekabet” olacaktı.


Düzen bekçiliğinin ilanı

Orta Doğu çıkarlarına, vuslata ermeden vedayı göze alamayan ABD, 1 Nisan 1947’de Türkiye ve Yunanistan’a İngiliz yardımını üstlenme kararı aldı. Truman, Amerikan Kongresi’nde yaptığı konuşmada, Türkiye’nin ulusal bütünlüğünün sağlanmasının, “Orta Doğu’da düzenin korunması için gerekli” olduğunu söyledi. Orta Doğu’da düzenin tesisi Türkiye’ye bağlı olmaktan çıktığı gün, “Türkiye’nin ulusal bütünlüğü” ABD için “gereksiz bir detay” hatta “bertaraf edilmesi gereken bir engel“e dönüşebilir ve bu ’dostluk’ politikaları tersyüz olabilirdi. Truman Doktrini olarak geçen konuşmadan sonra yasalaşan yardımın sınırları ’Türkiye ve Yunanistan’a 400 milyon dolarlık maddi destek, sivil ve askeri personel gönderilmesi ve seçilecek Türk ve Yunan personelin ABD’de egitilmesi’olarak belirlendi. ABD’de yetişen ”seçilmiş“ siyasi, asker, akademisyen ve hatta milliyetçi/İslamcı, devrimci ’idealistler’in Türkiye’ye katkılarına(!) ayrıca değineceğiz.

22 Mayıs 1947’de yürürlüğe giren Truman Doktrini uyarınca iki ülke de aldıkları yardımı, ABD’nin bilgi ve onayı olmadan ”amacı dışında“ kullanamayacak, ABD’nin yardımın yerinde kullanılıp kullanılmadığını teftişe gelecek denetçilerine istedikleri her türlü bilgi verilecek, ABD’li gazetecilerin ülkede istedikleri gibi gezip incelemelerde bulunmalarına izin verilecekti.


Yeni Düyun-u Umumiye

Bunun ”yeni bir Düyun-u Umumiye“ demek olduğunu izaha çalışan ve bugün olduğu gibi ”marjinal“ olarak yalnızlaştırılan bir grup aydın dışında herkes mutluydu. Ulus Gazetesi’nde yazan ve sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olacak olan Nihat Erim olayı şöyle yorumlamıştı: ”Şimdi dünyanın en kuvvetli cumhuriyetinin bizim yanımızda yer aldığını öğrenmiş bulunuyoruz. (...).“

YARIN: DÜNYA HÜKÜMETLERİ


Selcan TAŞÇI, YENİÇAĞ, 27 Şubat 2010
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"


Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."



http://www.guncelmeydan.com/pano/tayyip-erdogan-a-gonderilen-cfr-muhtirasi-kuresel-ihale-t18169.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/abd-disisleri-abdullah-gul-u-biz-yetistirdik-t23656.html
http://www.guncelmeydan.com/pano/dun-malta-surgunleri-vahdettin-bugun-ergenekon-tayyip-t18151.html

KAÇAMAYACAKSINIZ!
Kullanıcı küçük betizi
Oğuz Kağan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 12355
Kayıt: Sal Oca 27, 2009 23:04
Konum: Ya İstiklâl, Ya Ölüm!

Şu dizine dön: Darbeleri Okuma Kılavuzu - Selcan TAŞÇI

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x