DEVLET ULUS’A KARŞI (IV)

Türkiye ve dünya gündemindeki gelişmeler hakkındaki fikirleriniz, yayınladığımız izlencelerin bölümleri hakkındaki düşüncelerinizi paylaşabileceğiniz alan.

DEVLET ULUS’A KARŞI (IV)

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Çrş Nis 12, 2017 18:24

DEVLET ULUS’A KARŞI (IV)
Türkiye’de, özellikle de ‘çağ ve usdışı’ bir ‘Yeni Devlet’ kuruluşuna yönelik ‘sözde halkoylaması’nın [ki, halkoylamaları, Hegel’in deyimiyle ‘olgunlaşmamış’ uluslarda hep ‘sözde’ olmak durumundadır. O arada, ‘millet millet’ diyen aymaz sürüsünün bilimsel bir ‘millet tanımı’nın olmadığı ve onların ‘sen millî iradeye’ karşı mısın türü anlamsız sorularına yanıt vermeye bile değmeyeceğini belirtelim.] yapıldığı günümüzde; ‘Devlet’ kavramının enine-boyuna tartışılması gereği ortadadır.
Devlet, kuşku yok ki, devleti olduğu toplumun ‘uygarlık düzeyi’ne doğrudan bağlı olup, o toplumun ‘üretim biçimi’nin üst-yapısına göre ‘biçim’lenmektedir.
Toplumların ‘uygarlık düzeyi’ni ise Hippocrate’dan buyana onun ‘coğrafî çeversi’ne bağlayanlar yok değildir.
Nitekim Montesquieu ve Karl Ritter’in, coğrafyanın belirleyiciliğine ilişkin görüşleri, coğrafya o ülkenin ‘yazgı’sıdır biçiminde ‘kesin formül’le dillendirilmeye yolaçmıştır denilebilir.
Oysa yine günümüzde, herkesin kendisine göre yorumlamaya çalıştığı bir ‘etik’ kavramı var.
İşte Hegel’in ‘idealizm’i, büyük ölçüde bu ‘etik yaşam’ın ‘özgürlüğü’ne dayanmakta, bu özgürlüğün olmadığı yerde ‘Devlet’in de olamayacağı sonucuna varmaktadır.
‘Etik’in olmadığı yerde ‘özgürlük’, özgürlüğün olmadığı yerde ‘Devlet’, devletin olmadığı yerde ‘Millet’ olmaz, olamaz demek istemiştir Hegel.
Tam da bu nedenle, ‘Devlet-Ulus’ mu ‘Ulus Devlet’ mi tartışması, bu tür felsefî temeli kurulmadan tartışıldığı için, kaba maddeci (matérilaisme vulgaire) bir yaklaşımla, ben söyledim oldu biçiminde sürgitmektedir.
Şimdi, ülkemizin bunca sorunu, açlık yoksulluk bir yana uzun sürecek bir ‘savaş ortamı’nda, Hegel mi Marks mı, felsefe mi tarih mi diye dudak büken insanlarımıza, bu ‘konu’nun yaşamsal olduğunu göstermek için çabalamaktayız.
Çünkü, felsefe, genel olarak ‘maddî dünya’nın niçin bize böyle göründüğünü sorgulamakla başlıyor.
Sonra, olguları yorumlamak değil ama nasıl değiştirebiliriz, bizim için ‘yararlı’ olan hangisidir, benim için yararlı olan bir diğerine zararlı olmasın sakın diye kendi kendimizi sorgulamakla sürüyor.
Ancak Aristo’nun dediği üzere, “Dün olduğu gibi, bugün de insanları felsefeye yönelten merak (étonnoment) ve hayranlık (admiration) olmuştur”. (La Métaphysique)
Oysa bizde merak, ‘üstüne lâzım olmayan şeylere duyulan ilgi’ anlamında kullanılmıştır.
Abidik Gubidik insanların ‘Devlet adamı’ olabildiği ülkemizde, “İtaat et rahat et”, “bana güven, gerisini merak etme sen” denilen bir ‘sözde felsefe’ yeretmiş bulunmaktadır.
Hayranlık ise, yine felsefede, doğanın ve doğal dönüşümün açıklama ve yorumlamasına yol açan, iç duyguların nesnelleştirilmesi (objevtiver) durumudur.
Sazın ‘ses’inde, metal tellerin titreşimi, yürekte görülmeyen ve her insanın kendisine göre duyumsadığı bir başka ‘hayranlık’ uyandırmaktadır.
O tınıda herkes ayrı bir ‘coşku’, ‘güzellik’ ve bir ‘aşk’ yaşar.
Bir ‘olağanüstülük’, bir ‘doğa-ötesilik’, bir ‘metafizik’.
Felsefe, demek ki, fizikötesini fiziğe indirgeme, fiziği fizikötesine yüceltme sanatıdır.
Bir ‘düşünme eylemi’dir.
Konumuz, Devlet, Millet, Vatan ise eğer, onların ‘doğal hal’lerini anlamak için, onların ‘somut görünüm’lerini açıklamaya çalışıp yorumlamak yetmez, ‘soyut halleri’ üzerine ‘duygu ve düşünce’lerimizle olan ‘çelişki’lerini de ortaya koymamız gerekir.
Herşeyden önce ‘Devlet kutsaldır’ demekle ‘Devlet Dr Recep’tir demek arasındaki uçuruma bakılabilir.
Ne kadar çok ‘düşünmek’ zorunluluğuyla karşı karşıya olduğumuz ortada değil midir?
Tam da burada, ‘şiirsel’ ya da ‘romantik’ bir ‘düşünce’yle tatmin olmak kadar ‘tepkisel’ bir tutumla karşı koymak da sözkonusu olabilir.
Oysa, ‘Us’a, akla en çok gereksinme duyulan yer de burasıdır.
‘Usavurma’ ya da ‘akılyürütme’, böylece, bilimsel çabanın birincil ve onsuz olmaz koşulu olmaktadır.
Ve yine, döne döne, ‘somuttan soyuta’ ve ‘soyuttan somuta’ gidip-gelmemiz gerekmektedir.
Tümdengelimden tümevarıma, tümavarımdan tümdengelime..
‘Devlet’ten ‘Abidik Gubidik bir başbakan’a, Uçuk bir ‘Cumhurbaşkanı başdanışmanı’ndan ‘Devlet’e..
Devlet’i başka türlü anlamanın olanak ve olasılığı yoktur.
‘Bana göre’, ‘sana göre’ ve ‘ona göre’nin ötesinde; ‘akıl’, ‘mantık’, ‘’felsefe’, ‘bilim’ ve ‘çağımız’ ne diyor, ona bakmamız gerekmektedir.
Almanya, Hollanda, ABD ya da Rusya ne diyorun ötesinde, ‘ben ne diyorum’u bulmamız..
Artık başkalarının söyledikleriyle yetinmeyip kendisini ‘Tanrı’ veya ‘Peygamber’ olarak gören birine, seksen milyon da değil sekiz milyar insanı ilgilendiren bir ‘sorumsuzluk’ yüklemenin ‘akıl, mantık, felsefe ve bilim’le ilgisi olabilir mi?
Bunu kaba bir ‘Tayyip duşmanlığı’ olarak da görmemek gerekiyor.
Çünkü insanın ‘Deli biri’ne düşman olması sözkonusu olamaz.
Ancak, ‘Deli’nin delilik etmesine engel olmak da gerekmez mi?
İşte, ‘Devlet’i felsefî olarak ele alacak olan bu yazı dizimizi sürdürürken, Türkiye’de yapılacak olan ‘sözde halkoylaması’na ilişkin olarak, bu kısa açıklamaları yapmak durumunda kaldık.
Yazı dizimizin, daha çok, 17 Nisan’dan sonraki dönemdeki tartışmalar bakımından yararlı olacağını umuyoruz.
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1526
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Tartışma ve Fikir Meydanı

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x