DEVLET, ULUS, KÜRESELLEŞME (XII)

Türkiye ve dünya gündemindeki gelişmeler hakkındaki fikirleriniz, yayınladığımız izlencelerin bölümleri hakkındaki düşüncelerinizi paylaşabileceğiniz alan.

DEVLET, ULUS, KÜRESELLEŞME (XII)

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Sal Tem 05, 2016 13:35

DEVLET, ULUS, KÜRESELLEŞME (XII)
Zamanın Fransız Dış İşleri Bakanı Alain Juppé’ye yazdığı mektubu nasıl bitiriyordu Suriyeli Katolik papaz?
“İnsaf, sayın bakan, azıcık onur ve saygınlık..!”
Benzetmek gibi olmasın, ama bir müslüman din adamı, diyelim Diyanet İşleri Başkanı, Türk Dış İşleri Bakanı’na (ve diyelim Serok Ahmet’e) , “İnsaf sayın bakan, azıcık onur ve saygınlık” diyebilir miydi?
Peki neden acaba?
Yanıt çok açık ve net: “İnsaf, onur ve saygınlık sahibi bir din adamı yok” da ondan..
“İnsaf, onur ve saygınlık sahibi bilim adamı”?...
“İnsaf, onur ve saygınlık sahibi”,.. “adam”ı gösterin hiç değilse.
Gösteremiyorsanız, Türkiye’nin Suriye’ye neden bir gecede ‘düşman’ kesildiğini de anlayamayacaksınız demektir.
Kimi ‘demokrat’ların dediği gibi “Esad’ın da canı cehenneme” diyeceksinizdir.
Bu durumda da sizin ‘Devlet’, ‘Ulus’ ve ‘Küreselleşme’yi anlamanız zorlaşacak demektir; çünkü, siz büyük olasılıkla bu yazılanların içinde “Esad ya da Suriye hayranlığı” arayacaksınızdır..
Oysa, hiç ilgisi yok.
Bütün bu çabalar, artık insanlığın küresel boyutta yitirdiği “insaf, onur ve saygınlığı” yeniden kazanması içindir.
‘Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamak’ için..
Strateji ve Felsefe
‘Strateji’ ve ‘felsefe’ insanlığın her aşamasında ve yaşamın her alanında gerekli oluyor.
Ve her ‘strateji’nin altında bir ‘felsefe’ yatıyor. Felsefesiz strateji kurmak ‘yumurtasız omlet’ yapmaya benzetilebilir.
Öncelikle, şu çok ‘bilinen’ ABD’nin ‘neo-kon’larının ‘strateji’lerinin felsefesi’ne bakılabilir.
George W. Bush’un neo-konlardan Savunma Bakan yardımcısı Paul Wolfowitz ile köktendinci hristiyanlardan (protestan) Adalet Bakanı John Ashcroft’un görüşlerinin karışımı bir seçim politikası izlediği söylenmektedir. Yani oğul Bush iki zıt kutubu biraraya getirmiş olmaktadır.
Paul Wolfowitz ise, Alman kökenli Leo Strauss’un tilmizi Allan Bloom ile matematik profesörü ve askerî strateji uzmanı Albert Wohlstetter’ın öğrencisidir. Böylece Wolfowitz’in strateji ile felsefenin bir bireşimini yapmış olduğu söylenebilecektir. Ancak, muhafazakârlıkları Avrupa’dakine benzer biçimde, kurulu düzeni savunma anlamında bir ‘muhafazakâr’lık olmayıp, Francis Fukuyama’nın ‘Tarih’in sonu’nda söylediği gibi; “neo-konlar, şeyleri, sıradüzenli, geleneksel ve insan doğasının karamsar bakışıyla, oldukları gibi savunmayı” değil, Amerika’nın evrensel demokratik değerlerine dayalı ‘model’ini, yani statut quo’yu ‘değiştirmeyi’ istemektedirler. (Wall Street Journal, 24 Aralık 2002).
İçeride, Demokrat Kennedy ve Johnson ile Cumhuriyetçi Nixon’un kurup geliştirdikleri Devlet-Baba (Etat-Providence)’yı; dışarıda da Kissinger’in geliştirdiği ‘politik gerçekçilik’ diplomasisinin değiştirilmesini istemektedirler.
Öte yandan, bu kez soldan gelen Irving Kristol ve Norman Podhoretz ise çıkardıkları Commentary adlı dergiyle, Sovyet Sistemi’ni soldan eleştireceklerdir.
1960’ların ‘sosyal devrimi’, 1970’lerde Ne Marx ne İsa (Ni Marx ni Jésus -Robert Laffont-1970)’ya bırakacaktır yerini.
Yine, içeride Leo Strauss’un 1960’larda külürel ve ahlakî göreceliği, 1980’lerde ‘Politik olarak doğru poltika’lara bırakacatı yerini (Politically correct). Oysa, Michel Foucault, “Bir politik düşüncenin politik olarak doğru olabilmesi, bilimsel olarak sağlam olmasına dayanır” diyordu.
80’li yıllarda, Türkiye’de Turgut Özal’ın yamuk ağzıyla, ‘alternatifini gösterin’e dayandırılacak olan ‘Politik olarak doğru’lar ise, ‘Michel Foucault’un savının tersine, kurulmakta olan yeni ‘ABD stratejisi’nin tam anlamıyla ‘valet’leri [iskambildeki joker ya da oğlanı da denilebilir] olmanın ötesine geçemeyeceklerdi.
1980’lerin sonlarına doğru, Allan Bloom, The Closing of the American Mind [Fransızca’ya (L'Ame désarmée) olarak çevrilecek olan Amerikancılığın Sonu, 1987] başlıklı çalışmasında, “Her şey kültür oldu, diyecekti; uyuşturucu kültürü, rock kültürü, sokak serserisi kültürü vb vb. Kültürel başarısızlık bile bir kültür oldu”.
Allan Bloom’a göre, 1960’larda Leo Strauss’un klasik felsefe metinlerini yorumlaması, Batı uygarlığı’nın kendi kendisini küçümsemesine yol açıyordu. ‘Politik olarak doğru’ denildiğinde, her kültürün karşısına kendisine eşdeğer bir başka kültür dikiliyordu. Hatta, Batı kültürü şöyle dursun, özgürlükleri boğan ve kendisinden başka büyük tanımayan kültürler böylece doğuyordu.
Allan Bloom’un derslerini izleyen Richard Perle ve Kenneth Kristol ise ‘strateji tutkunu’ bir gençliğin öncüleri oldular. Bunlardan Richard Perle, Paul Wolfowitz ile birlikte, Kenneth Adelman için çalışmaya başlayıp, bir yandan Sovyetlere karşı yürütülmekte olan ‘yumuşama politikaları’nı küçümserken, öte yandan Rand Coproration’dan Albert Wohlstetter’ın ‘nükleer silahlanma’ öğretisine sarıldılar.
Bir başka deyişle, bu ‘yeni stratejistler’, karşı tarafı ‘caydırma’ya dayanıp olası bir nükleer savaşı engellemeyi öngören geleneksel Karşılıklı Yıkım Öğretisi [Destruction Mutuelle Assurée (DMA) ya da İngilizcesi (MAD)]’ni yetersiz bulmaya başladılar. Kaldı ki, bu öğreti ‘ahlâk’a da aykırıydı. Hangi Amerikan başkanı ‘karşılıklı bir intihar’ı göze alabilirdi?
O halde, ‘Aşamalı caydırıcılık’ ya da ‘taktik nükleer’ silahlarla ‘kısmî çatışmaları göze almak’ gerekecekti. O zaman da, Sovyetlerle varılan ‘nükleer silahları sınırlandırma’ anlaşmasına gerek kalmayacaktı. Kaldı ki, bu anlaşma Amerikanın ‘nükleer yaratcılığını’ da köreltiyordu.
Tam da bu nedenlerle, Ronald Reagan, Stratejik Savunma Önceliği [Initiative de défense stratagique (SDI)] öğretisini ortaya attı. Albert Wohlstetter’in öğrencileriyle yürütülen bu strateji ‘Yıldız Savaşları’ olarak anılmaya başlandı.
Richard Perle ve Paul Wolfowitz’e, 2000’lerde Yakın-Doğu sorumluluğundan Beyaz Saray ulusal savunma konseyine gelen Elliott Abrams ile savunma bakan yardımcısı Douglas Feith da katılacaktı.
Bu grubun en önemli özelliği, Kudüs’te hangi yönetim olursa olsun, İsrail Devleti’nin uyguladığı politikaları ‘önkoşulsuz’ olarak desteklemekti.
Bu grup, Washington’da kendi ağlarını örerken, National Review, Commentary, The New Republic gibi dergilerin yanısıra, genç "strauss’çu" Andrew Sullivan’ın çıkardığı haftalık The Weekly Standard, Murdoch grubun sahibi olduğu Fox News televizyonu gibi yayım organlarına da egemen oluyorlardı.
Robert Bartley yönetimindeki Wall Street Journal da neo-kon’lar adına militanca savaşıyordu.
Hudson Institute, The Heritage Fondation ya da l'American Enterprise Institute gibi kuruluşlar da think tanks kuruluşları olarak çalışmalara katkı sunuyorlardı. Üstelik, bunlar aile şirketleri gibiydiler; örneğin Irving Kristol’un oğlu, William Kristol The Weekly Standard ‘ı yönetiyordu vb. Polonyalı yahudi olarak 1939’da ABD’ye gelip Harvard’da sovyet yönetimini amansızca eleştiren profesör Richard Pipes’in oğlu Daniel Pipes de Batı’yı tehdit eden islam totalitarizmini eleştirmekteydi.
Ve yine, bu insanlar ‘içe kapanık’ değil ama inceledikleri ülkelerin dil ve kültürlerine ‘hakim’ olup, Patrick Buchanan türü Güney Amerikanvari ‘tepkici popülizm’e düşmüyorlardı.
Neo-kon’lar, hem ‘internasyonalist’ ve hem de dünyada ABD’nin çıkarları için ‘gözlerini budaktan esirgemeyen’ kararlı aktivistler idiler. Yani Nixon ya da baba Bush gibi eski ‘realpolitik’ yanlısı değil, ‘Politically correct’ yanlısı olacaklardı.
Woodrow Wilson’un ‘demokrat’lığı ve salt Amerikan çıkarlarıyla ‘çatışmamak koşuluna’ dayanan Kissinger’ci ‘Realpolitik’ın ‘moda’sı geçiyordu. Bir ‘Yeni model’ kurmak gerekiyordu ve Politically correct’ olması yeterliydi.
O arada, ‘uluslararası kurumlar’ın ‘demokrasiyi’ yaymada yeterli olmadığı da ortaya çıkmış değil miydi? O halde ‘demokrasi’yi yaygınlaştırmanın yeni bir ‘yol’u bulunacaktı.
Yeni ‘Strateji’ böylece kurulduktan sonra, onun ‘felsefesi’ni kurmaya geliyordu sıra.
Alain Frachon ve Daniel Vernet’nin saptadıkları üzere (*), neo-kon’lar ile ne Albert Wohlstetter ve de Leo Strauss’un görüşleri arasında, doğrudan bir ilişki yoktu.
Tersine, neo-konlar ‘strateji’lerini kurduktan sonra ‘felsefi’ temellerini aramaya koyuldular denilebilir.
Bu da, Türkiye’deki, ‘Azez-Mare hattı stratejistleri’ gibi ‘temelsiz’ ve ‘günübirlik’, ‘olanak ve olasılıkların optimumu’nu bulma ‘strateji’lerinin yaygınlaşmasına yol açtı.
Irak ve Suriye’de Ad-dawla al-islamiyya bir stratejinin ‘ürünü’ müydü yoksa bütün stratejiler Ad-dawla al-islamiyya’nın eylem ve gelişmesine göre mi belirleniyordu?
Fransa ve Türkiye gibi ‘derin gelenek’leri olan ‘Devlet’ler nasıl oluyordu da, akşamdan sabaha yeni ‘strateji’ler belirlemek zorunda kalıyorlardı?
Dünya genelinde, artık Devlet adamlarının hiç mi “İnsaf, onur ve saygınlık..!” ları kalmamıştı?
(Sürecek)
Habip Hamza Erdem
(*) Alain Frachon-Daniel Vernet, « Le stratège et le philosophe », Le Monde Diplomatique| 15 Nisan 2003
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1532
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Tartışma ve Fikir Meydanı

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x