DEVLET ÜZERİNE (10) Bilimsel ve felsefî yaklaşımlar

DEVLET ÜZERİNE (10) Bilimsel ve felsefî yaklaşımlar

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Cum Eyl 25, 2015 22:24

DEVLET ÜZERİNE (10)
Bilimsel ve felsefî yaklaşımlar
Fransa’da Temmuz Monarşisi diye anılan dönem (1830-48)’in belirgin özelliği, 1nci Louis Philippe’le birlikte, ‘Fransa Krallığı’ndan ‘Fransız Krallığı’na geçiş dönemi olması ve Louis Philippe’in de ‘ilk’ Fransız kralı olmasıdır. ‘Ulusallık’ bakımından ‘yeni’ bir adım olmanın ötesinde, kral, halk kesimlerinin ‘aşırılık’ları ile kralların ‘kötü niyet’leri arasında ‘hakem’ görevi görerek, ‘Devlet’in yansızlık ya da ‘özerk’liğinin simgesi olacaktı. Ancak bu yansızlık, 500 000 bürokrat ve 500 000 askeri ile dev bir ‘makina’ sayesinde sürdürülebilecekti.
Üçüncü Cumhuriyet (1870-1940) döneminde, Devlet ‘yönetim’i ile ‘sermaye sınıfı’ arasındaki uçurum daha da derinleşecek, Birinci Dünya Savaşı’nda ise Devlet ekonomideki ‘tekel’ini tümden kurmuş olacaktı.
O arada ‘yüksek’ bürokratlar da ‘yüksek sosyeteye’ eklemleneceklerdir. Böylece, ekonomi politik açısından, kapitalizmin ‘işletmeciliği’, yönetimin sağladığı ‘rant’la boğulacaktır.
Oysa Ren’in doğusunda Otto von Bismarck (1815-1898), 1862’de Prusya’nın başına geçişinden itibaren, ‘yurtdışında savaş’a hazırlık için ‘yurtta barış’a önem verecek, bunu da ‘sosyal devlet’ ilkelerini uygulayarak sağlayacaktır.
Burada durup, Ren nehrinin iki yakasında yaşanan ‘ideolojik kavga’ya yakından bakmak gerekebilir. Denildiği üzere, ‘Fransız Materyalizmi’ ile ‘Alman İdealizmi’ arasındaki kavga. Kimi yerde bu karşıtlık ‘Politik Devrim’ ile ‘Sosyal Devrim’ arasındaki karşıtlık olarak sunulduğu gibi, ‘Fransız Sosyalizmi’ ile ‘Alman İdeolojisi’ arasındaki karşıtlık olarak da sunulabilmektedir.
Resmî ve gayriresmî ideolojiler
XIX. Yüzyıl ‘üniversite dıșı’ çalıșmaların ‘genel kabul’ görmede üniversiter çalıșmalara baskın geldiği bir yüzyıl oldu.
Örneğin, Paris’te, ‘așırı solcular’! çevresinden hukuk doktoru Auguste Ott, Hegel ve Alman Felsefesi bașlıklı çalıșmasıyla, Kant’tan ve özellikle de Hegel’den buyana Alman Felsefesi’nin sistem ilkelerinin sunumu ve ‘eleștirel incelemesi’ni yaptı.
Oysa ‘Ütopik sosyalist’ler ve doğmakta olan Comte’cu pozitivizm, ‘Alman Felsefesi’ni ‘Ren’in karșı kıyısındaki veba’ olarak görmekte idiler.
Yıl 1844’tür.
Rastlantıya bakın ki, Karl Marx ve Michel Bakounine’in her ikisi de 1844 yılında Paris’e yerleșmișlerdir.
Yine aynı yıllarda, Batı üniversitelerine egemen olan spirütüalizme karșı, İtalyan ‘yurtsever’ Guiseppe Ferrari’nin ‘Maașlı Felsefeciler’ bașlıklı kitabı yayımlanır (1849).
Denilebilir ki, Ferrari, kararnameyle bir ‘Devlet felsefesi’, ya da Türkiye’deki yaygın kullanımıyla, ‘Resmi İdeoloji’nin kurulup öğretilmesine karșı çıkmıș ve bilimin aynı zamanda bir politik sorun olduğuna ișaret etmiștir. Böylece, Engels (Sosyalisme utopique et sosyalisme scientifique, 1888) ve Kautsky’den (Les Trois sources du marxisme, 1908) çok önce ünlü ‘Üç Kaynak Kuramı’nın ‘maaşlı hocalarca’ çarpıtıldığını öne sürmüştür.
Daha sonra Lenin (Les trois sources et les trois parties constitutives du marxisme, 1913) bu konuyu yeniden ișlemiștir.
‘Resmî ideoloji’ler, veri bir ülkede marksizmin kitlelerce benimsenen bir ‘kuram’ olduğundan çok; İngiliz ekonomi politiği, klasik Alman felsefesi ve Fransız sosyalizminin eklektik bir biçimde biraraya getirildiği savını ileri sürmüşlerdir (1).
Kușkusuz asıl amaç, ‘tarihsel materyalizm’in bir ‘bilim’ olamayacağını göstermeye çalışmaktır.
Çok daha önemlisi bunun Devlet üniversitelerinde, önyargısız olarak araştırılıp tartışılmasını önlemektir.
Örneğin, Ren’in batı yakasında, 1848 Devrimi ile ikinci Cumhuriyet kurulmuş ama dört yıl geçmeden Louis Bonaparte’la ‘İkinci İmparatorluk’ (1852-1870) dönemine geçilmiştir. Bu dönemin başında üniversitede ‘felsefe kürsüsü’ bile kaldırılmış, Lachelier ile ancak 1864’de yeniden açılabilmiştir.
Ren’in doğu yakasında ise Kürsü sosyalizmi (*) olarak gelişmesini sürdürebilmiştir.
Manş’ın karşı yakasında, 1884’te kurulan Fabien Derneği, ancak 1900 yılına gelindiğinde ‘İşçi Partisi’ni kurabilmiştir.
Buna karşın, Avrupa’nın üzerinde dolanan ‘hayalet’, üniversite içinde olduğundan fazla üniversite dışında gelişmiş; ne var ki ileri sürülen görüşlerin hangisinin ‘bilim’ hangisinin ‘ideoloji’ olduğu konusu sürekli tartışılagelmiştir.
Öyleyse, bilim ve ideoloji arasındaki ilişkileri anımsatmak yerinde olacaktır.

Bilim ve İdeoloji
İdeolojinin temel yapısal özelliği, kararlı durağan ya da değişmez olmasıdır. Gelenek ve yasaların durağan ve kararlı olma özellikleri de onların ideolojik yanlarının baskın olduğunun göstergesidir. Kuram ise dinamiktir ve böylece her an değişmeye açıktır.
Toplumsal bilimler alanında bir çok kuramın, görgül sınamalardaki başarısızlıklarına karşın hiç değişmeden varlığını koruduğu görülmektedir. Bu ayıraca göre böyle kuramlar kuram diye adlandırılıyorsa da gerçekte birer ideoloji özelliğindedirler.
Nusret Hızır’ın yayımlanmamış bir çalışmasında belirttiği gibi “kuramın dinamik olma, ideolojinin ise durağan olma özelliğini kullanarak, ideolojinin, kuramın belirli zamana ve duruma uygulanmış modeli olduğu” söylenebilir.
İdeolojinin, kuramın belirli durumlara uygulanması ve onun statik modeli olduğu kabul edilince, ikisinin de aynı yapıda olduğu, öğeleri arasındaki ilişkilerin benzerliği sözkonusu olmaktadır. Tıpkı kuramda olduğu gibi bir ideolojinin de öğeleri ya da önermeleri biribirlerini tamamlamalı, desteklemeli ve aralarında çelişmeyen bir bütünlük oluşturmalıdır (2)
İdeoloji ile kuram arasındaki ilişkinin, model-kuram ilişkisi olduğunun ortaya konulmasının birçok yanılgının açığa çıkarılması ve bu yanılgıların temizlenmesi bakımından yararlı olduğu ileri sürülmektedir.
Ne var ki, ‘model’ teriminin çok yaygın kullanımı ve yaygın olduğu için de ‘anlaşılmayan’ özelliğine değinilmeden geçilmemelidir.
Hikmet Gökalp’e göre, model kurma, doğası gereği alabildiğine karmaşık olan somutun ciddî bir gözlemini izleyen çok daha zor bir süreçtir. Yani varlık-olayın tarihsel olarak belirlenmiş her eylemi sadece onun yine tarihsel olarak belirlenmiş soyutuyla anlaşılacaktır. Demek ki gözlemin kendisinin gerçekliği (doğruluğu) için kaçınılmaz bir biçimde, bilimsel olarak önceden hazırlanmış bir şemaya gereksinme vardır. (3)
Oysa kuramcı, praxiolojik gözlemini yaptıktan sonra bilimsel olarak temellendirilmemiş tarihsel deneyime yönelmekte, biçimsel mantık gücüyle kimi bulgulara ulaşıp kendi kuramını kurmaktadır. Bu tür bir kuruluşta temel ölçüt yeterli bir uslamlamaya sahip olup olmamaktır. Dolayısıyla da tüm dinsel mesleklerde olduğu gibi deneyimi aşan bir kuram ortaya çıkmaktadır.
Unutulmamalıdır ki, diyor Hikmet Gökalp, ne Niels Bohr, ne Planck ve ne de Heisenberg kuantum fiziği alanında kesinlikle kuramcı olmamışlardır. Klasik fizikteki katı nedensellik bile atomun somut karmaşıklığı karşısında onların çok çeşitli anarşik modelleştirmelerine engel olamamıştır. Soyut, onlara verimli bir tasarım olanağı veriyordu. Elektronların atomun çekirdeği etrafında döndüğü biliniyordu ama çekirdeğin gizemi çözülmemişti. O halde çekirdeği belki de bombalamak gerekiyordu, ama nasıl? İşte tasarım gücü ve buna dayanan bir model ile çekirdeğin gizemi çözüldü.
Bu örnekten anlaşılacağı üzere, doğa bilimlerinde önceden hazırlanmış sağlam bir şemaya dayanan modelleştirmenin, deneyimi aşan mantıksal bir kuramdan çok daha verimli olduğu kanıtlanmış olmaktadır.
Tarih alanına gelince, soyuttan başlamak yani deneyime kadar şemaya sadık kalmak ve modelleştirme öngereklilik olarak ortaya çıkmaktadır.
“Burjuva tarihçiliği, diye yazıyor Georg Lucaks (4), tarihsel bireyi görgül, yani Yavuz’u bıyığı, Kanunî’yi sakalı ya da Mustafa Kemal’i gözlerinin maviliğiyle ele almakta, ama olay-varlığın tarihsel sorumluluğuna girememektediler.
Sözgelimi bu ilişkilerin bireyden bireye ilişkiler olmadıklarını ama köylüden toprak sahibine, işçiden kapitaliste, ezilen ulustan emperyalizme olabileceğini görmek istememektediler. Böylece bu ilişkiler gözardı edilerek, tarihten çıkarılmak istenen kahraman eli-kolu olmayan bir hayalete dönüşmektedir.
Marx’a gelince; Engels’le olan yazışmalarında dediği gibi, “Sözkonusu olan geçmişle gelecek arasında mantıksal bir çizgiyi ortaya koymak değil ama geçmişin düşüncelerini yaşama geçirmektir.”.
Ve Engels’in belirttiği üzere, Marx’ın tüm anlayışı bir öğreti (doktrin) değil, ama bir yöntemdir. Aynı Marx; Alman İdeolojisi’nde “bizim tanıdığımız tek bilim bilimin tarih olduğudur” demektedir. Dikkat edilirse ‘tarih bilimi’dir dememekte, ‘bilimin kendisinin tarih olduğunu’ söylemektedir. (5)
Böylece ‘tarihsel maddecilik’, denildiği üzere, doğa, toplum ve düşüncede, ya da genel hatlarıyla fizikten meta-fiziğe tüm alanları kapsayan bir ‘bilim’ olma savıyla ortaya çıkacaktır.
O günden sonra, tüm felsefe, bilim ya da ideolojiler ‘tarihsel maddecilik’e göre konumlanacak, Ren’in iki yakası ya da Manş’ın öte yakası değil ama Atlantik’in öte yakası dahil, ve o kaynak bu kaynak demeden, ya ‘tarihsel maddeci’ ya da ‘karşısı’nda yeralacaklardır.
Daha sonra Antonio Gramsci (Il materialismo storico et la filisofia di Benedetto Croce, 1932) ve Karl Korsch (Karl Marx, 1938), Marx’ın ‘praxis felsefesi’ ile büyük bir ulusal birliğin egemen kültürü arasındaki ilișkiyi araștırmaya yöneleceklerdir. İkisi arasındaki ‘bağ’ı araștırmak da denilebilir.
Dikkat edilirse, ‘Marksizm’in yetersizliği, marksist kuramın içinden ve ‘yöntem aynı kalmak’ koşuluyla, ‘inceleme nesnesi’ndeki bir değișiklikle olanaklı olmaktadır.
Nasıl Marx, Hegel’e ‘ölü köpek’ demeden Hegel diyalektiğini ‘ayakları üzerine oturtmak’tan sözetmișse; Lenin ya da Mao’nun da marksizme ‘yeni bir açılım’ getirdikleri oranda ‘katkı’larının olduğu söylenebilecektir.
Bu kısa anımsatmadan sonra, üniversite içi ya da dışı, her çalışmanın ‘ideolojik’ ya da ‘bilimsel’ olup olmadıkları çok daha kolay görülebilecektir.

Kathedersozialismus
19ncu yy sonuna doğru Almanya’da ‘Ulusal Ekonomi’yi, savunan bir dizi öğretim üyesinin ‘sosyalist düşünce’ye yakın görüşleri, ‘Üniversite Sosyalizmi’ olarak, aşagılayıcı bir anlamda kullanılıyordu. Oysa terimi ilk kez Heinrich Bernhard Oppenheim’in daha 1871 yılında kullandığı ancak, daha sonra Almanya’nın 1867-1914 yılları arasındaki Sosyal ve Siyasal tarihi’nde yeraldığı görülmektedir.
Daha sonra Otto Ladendorf’un sözlüğünde (1906) yeralır bu terim. Zaten ‘Cathéter’, Almanca masa demek, öğretmen masası. Daha sonra Türkiye üniversitelerinde ‘Kürsü’ olarak kullanılması, büyük olasılıkla, buradan geliyor.
Almanya’nın ‘Kürsü Sosyalist’lerinin başlıcaları, Gustav von Schmoller, Hans Delbrück, Lujo Brentano, Adolf Held, Werner Sombart ve Adolph Wagner’dir.
İstanbul Üniversite’inin ‘ekonomi profesörleri’ bunları iyi tanır. Tanır tanımasa da, ‘sosyal sigorta’dan ilerisi gören Küçükömer-Devitçioğlu ekolüne kadar gelebilir ancak. Daha sonraki kuşaklar için ise ‘küreselcilik’ tüm üniversetelerin ‘genelgeçer’i olacaktır.
Oysa Almanya’da Joseph Shumpeter (1883-1950) bu ‘Kürsü Sosyalist’lerinin ‘ulusal ekonomi’den uzaklaşarak salt ‘sosyal sigorta’ üzerinde yoğunlaşmalarından rahatsızlığını dile getirecektir. Yine de ‘Kürsü Sosyalist’lerinin yönetimindeki ‘Sosyal politika Derneği’, 188 ciltlik ampirik ve kuramsal yayın yapmayı başarmıştır. Ki Almanya’daki Sosyal Demokrat Parti bu görüşlerden olanağı olduğu ölçüde yararlanmıştır denilebilir.
Kaldı ki, Alman Sosyal Demokrat partisi’nin, ‘sosyalizm’e yakın olduğu başlangıç dönemlerinde Rosa Luxembourg’lar, Karl Kautsky’ler ve Eduard Berstein’ler önde gelen ‘düşünür’lerden olacaklardır. Ancak, örneğin, Rosa Luxembourg, ‘kürsü sosyalsitleri’yle ‘sosyalsit bey’ler diyerek dalga geçecektir.
Böylece ‘bilimsel düşünce’nin ‘üniversite içi’nden mi yoksa ‘dışı’ndan mı daha ‘özgür’ bir biçimde gelişebileceği konusuna dönmüş bulunmaktayız.
Denilebilir ki, ‘Bilimsel düşünce’nin gelişiminin, Ren’in iki yakası, Manş’ın karşı yakası ya da Antlantik’in beri yakasıyla ilgisi, sözkonusu ülkelerin ‘toplumsal yapı’larıyla ilişkili olduğu kadar, üniversite içi ya da dışı olmasıyla da yakından ilgilidir.
Eğer Marx, Alman üniversitelerinden birinde ‘kürsü’ alacak olsaydı, ‘üç kaynak kuramı’ (!)nı kurabilecek miydi acaba? Kaldı ki, Marx’ın ‘üç kaynak kuramı’, Hegel’in aşma (Aufhebung) kavramı gözardı edilerek anlaşılabilir mi?
Bu kuramsal tartışmalara bir ara verip, ‘Devlet’in ‘özerk’ ya da olmaması konusuna dönebiliriz.
Gelecek yazıda, 19ncu yy sonuna, Bismarck Almanyası’yla devam edeceğiz.
Habip Hamza Erdem



___________
(*) Ne ‘Kürsü Sosyalizmi’ ve ne de ‘Profesörler Sosyalizmi’ olarak çevrilemeyecek Almanca Kathedersozialismus terimine az ileride değinilecektir.

(1)Çoğu yerde ve o arada Türkiye’de ‘üç kaynak kuramı’, marksizmin beslenme kaynakları olarak, sıradan bir ‘düşünce tarihi’ biçiminde sunulmaktadır. Gülten Kazgan’ın İktisadi Düşüncenin Evrimi bu grupta değerlendirilebilir. Oysa görüleceği üzere, üç kaynak kuramının amacı ‘evrensel geçerlilikte’ bir ‘toplum’ ve ‘Devlet’ kuramına ulaşılmasıdır. Ancak ‘Devlet’ler çoğu kez bu girişimleri ‘yıkıcı’ bulup, YÖK tipi engellerle önlemeye çalışmışlardır.
(2) İlhan TEKELI-Gencay ŞAYLAN, “Türkiye’de halkçılık ideolojisinin evrimi”, Toplum ve Bilim, N° 6-7, 1978, s.44

(3) Bu konuda Hikmet Gökalp’in Socium Paxiologique –Essaie critique (Edition Publisud, Condé-sur-Noireau, 1998)’ini tanıttığımız yazıya bakılabilir : http://dunya48.com/habip-hamza-erdem/81 ... eylembilim
(4) Georg LUCAKS, Histoire et conscience de classe, Ed. Minuit, p.7-21
(5) Zaten Marx’ın ‘eleştirel tutumu’ onu kuramcı olarak değerlendirmemize engel olmaktadır. Marx ‘anlayış’ kategorisine bilimsel ve o anlamda evrensel bir içerik kazandırarak kuantum fiziğinin bilime kazandırdıklarını önceleyerek bir meta-kuram kurmuştur denilebilir. Kantçı ‘ideal’izmle herhangi bir ilişiği olmayan ama bir yandan soyuta ve öznenin sinir sisteminin derin maddeciliğine doğrudan bağlı, öte yandan da tarihin derin maddeciliğine bağlıdır. Ve bu ‘bağ’, herhangi bir ideolojinin etkisinde kalmaksızın ‘bilimsel buluş’ (heuristique scientifique) yöntemiyle daha XIX. Yüzyılda kurulmuştur. Ayrıntısı için bkz: http://www.dunya48.com/habip-hamza-erde ... k-derinlik
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1532
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Habip Hamza ERDEM

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

cron

x