DEVLET ÜZERİNE (11): ‘Demokratik Değerler’ Demokrasisi

DEVLET ÜZERİNE (11): ‘Demokratik Değerler’ Demokrasisi

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Pzt Eki 05, 2015 3:39

DEVLET ÜZERİNE (11)
‘Demokratik Değerler’ Demokrasisi

Tarihsel gelişimi içinde Devlet’in demokratikleştiği düşünülürken, 1960’lardan sonra ve Lipset’le birlikte demokrasinin devletleştiği ileri sürülür oldu:
“Demokrasi iyi bir yaşam aracı değil, iyi yaşamın doğrudan kendisidir” (*)
Ne var ki, bu iyi yaşamın ‘kendisi’nde, Devlet’i nereye koyacağımız oldukça zor görünmektedir.
‘Sosyal Devlet’, ‘Demokratik Devlet’, haydi ‘Demokratik Sosyal Devlet’’e evet ama doğrudan ve bütünüyle ‘demokrasi’yle tüm yaşamı açıklamanın olanağı var mıdır, sorgulamak durumundayız.
Herşeyden önce, ‘demokrasi’nin ‘adil’ olduğu varsayılmış olmaktadır.
“Eğer ‘üretim ilişkilerindeki adaletsizliği’ burjuvazi politik olarak, yani Devlet gücüyle elinde tutuyorsa, zaten kendisi yaratıyor değildir.” diyor Marx.
“‘Üretim ilişkilerindeki adaletsizlik’, emeğin modern işbölümüyle, modern değişim biçimiyle, rekabetle, yoğunlaşmayla belirlenmektedir. Eşitsizliğin kökeninde, hiç de burjuva sınıfının politik egemenliği olmayıp, tersine, burjuvazinin bu politik egemenliği, kökenini, burjuva ekonomistlerinin ‘evrensel’ ve zorunlu yasalar olarak ortaya koydukları modern üretim ilişkilerinden almaktadır” diye ekliyor.(**)
Burada Devlet’in burjuvazinin elinde bir ‘araç’ olarak düşünüldüğü ve ‘adaletsizlik’ ya da ‘kötü yaşam’ın kökeninde ise, bizim ‘evrensel demokratik değerler’imizin yatmakta olduğu ileri sürülmektedir.
Kapitalist üretim biçiminin geliştiği daha sonraki dönemlerde, Devlet’in göreli de olsa, ‘özerk’, yani ‘sınıflarüstü’ bir niteliğe büründüğünden sözetmiştik.
Böylece, özerk Devlet’in, bu kez ‘Demokratik değerlerin üretimi’ne bizzat katkıda bulunduğu bir aşamaya geldiği de söylenebilir.
Yani, ilerlemeci ideolojiler tarafından geliştirilen ve evrensel olarak benimsenmesine katkıda bulunulan ‘değer’lerle politik karşıtlıklarca Devlet’e dayatılan ‘değer’ler, ‘demokratik değerler’ bütünü olarak Devlet’çe üretilmeye başlanmış olmaktadır.
Tam da bu nedenle, ‘demokratik’ denilen değerlerin ‘adaletsizliğin sürdürülmesi’nin ‘ideolojik dayanağı’ olduğu ortaya çıkarılmış olmaktadır.
O nedenle Marx, “Eğer proletarya burjuvazinin egemenliğini devirecek olursa, burjuva ‘üretim tarzını değiştirebileceği güne değin onun başarısı geçici olacak ve ancak bu değişim sağlandığı zaman burjuvazinin egemenliği de son bulmuş olacaktır” diye yazmaktadır.
Terörizmin ilk kuramını kurduğu söylenen Karl Heinzen’i (1809-1880) eleştirirken, “İnsanlar, diyordu Marx, yeni bir ‘toplum’un ‘maddi koşulları’nı yaratmadan, dünya malı için (biens terrestres) terör yapmalarına, feodal ilişkileri parçaladığından dolayı ancak burjuvalar sevinebilirler”.
Sevinecektirler, çünkü, ‘demokratik’ denilen tüm değerlerin özü ‘burjuva’ kalacaktır.
Ve bu öylesine insafsız, öylesine aşağılık, öylesine ‘kötülük yaratacısı’ olmakla birlikte, ‘iyi yaşamın kendisi’ olarak sunulacak ve öylece benimseneceklerdir.
Karşı çıkmak bir yana, sorgulamak ya da eleştirmek isteyenlerin, bugün bile ‘afaroz’ edileceğinden kimsenin kuşku duymasına gerek yoktur.
Yazılanları buraya kadar okuma cesaretini gösterenlerin bile, ‘acaba?’ diye iç geçirdiklerinden, satırların yazarının kuşkusu olmadığı gibi..
Ne var ki, ‘kuram’ da işte böyle bir şeydir. Bilim de böyle.. İnsan da böyle bir şey olmalı. Varsa ‘hak’kı, ‘İnsan hakkı’ tam da böyle bir şeydir.
‘İnsan Hakları’nın başında gelen, ‘özgür’lük denilen şey nasıl bir ‘şey’dir? ‘Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür’ olmak nasıl bir ‘şey’?
Büyük olasılıkla, ‘Demokratik değerler’iniz başınızda paralansın demekle başlayan bir ‘şey’dir.
Ve çok büyük olasılıkla, ‘en demokratik’ olanın üzerinde ‘en az düşünülmüş’ bir ‘şey’ olduğu söylemekle başlanılan bir ‘şey’.
Söylemeye gerek yok ki, bu ‘demokratik değerler’i ‘politik’ ve ‘ekonomik’ diye ikiye ayırarak biraz daha karmaşıklaştırma yoluna gidilebilir.
Böylece İngiltere’de Gladstone (1868-1874), Fransa’da IInci İmparatorluk (1851-1870) ve Osmanlı’da 1nci Meşrutiyet (1876-78) dönemlerinde ‘politik özgürlük’ yaşanırken ‘ekonomik özgürlük’ten yoksunluk; Sovyet Rusya’da ise (1917-1989) ‘ekonomik özgürlük’ yaşanırken ‘politik özgürlük’ten yoksunluğun olduğu ileri sürülebilmektedir.
Ancak her iki durumda da, ‘azınlığın bencil güdü’leri ‘çoğunluk’ üzerine baskın olmuştur. Bir an için, ‘çok gelişkin’ bir demokraside ‘çoğunluk rejimi’nin iyi işletildiği varsayılsa bile, yukarıda değinilen ‘üretim ilişkileri’ değiştirlemediği sürece, ‘bencil güdüler’in her koşulda baskın geleceği apaçtır.
Kaldı ki ‘demokratik’ sözcüğünün somut bir içeriği de yoktur, sadece bir ‘süreç’in varlığına işaret etmektedir. Demokratik ‘süreç’e uygun ‘seçim’ yapıldığı için ‘demokratik’tir.
Demokratik bir seçimle, Türkiye’de halifeliğin geri getirilmesi için çoğunluğun sağlandığını düşünelim..
Başka ‘demokratik değer’lere seğirtmenin çok anlamı olmayabilir. Seçim seçimdir, demokratik olarak yapılmış ve çoğunluk sağlanmıştır.
Demek ki, içeriği pek anlaşılmayan ve kimi zaman ‘demokratik’ diye seğirtilen ‘demokratik değer’lerin ‘demokrasi’yle ilgileri ya yoktur ya da yanlış kurulmuştur. Tek sözcükle sahtedir. Burjuvadır, alçaktır. Yükseldikçe alçalandır. İnsanı insanlıktan çıkarandır.
1933 yılında Nazi partisinin iktidara gelmesi ‘demokratik’ değil miydi?
İşte bu tür deneyimler sonunda, ‘Anayasa’larla, Devlet yönetimindeki ‘halk egemenliği’ne kısıtlamalar getirilmiştir.
Türkiye’de, sisyasal bir partinin , bilmem ne kadar oy oranıyla bilmem kaç milletvekili çıkardığı, ‘demokratik’ düşünen hiç kimsenin bu ‘gerçeklik’e karşı çıkamayacağı ileri sürülmektedir.
Tamamen ‘burjuva’, kökten ‘sahte’ bir anlayıştır.
Değil %13, %53 oy alsa bile sözkonusu partinin ‘demokratik’ olduğu ileri sürülemeyeceği gibi, ‘seçim’in de ‘demokratik’ olduğu ileri sürülemez.
Türkiye ‘örneği’, demokrasinin köksüzlüğünden öte, Devlet’in kendi özerkliğini ‘Piyasa’da değerlemeye sunmasına benzetilebilir.
Tam da bu nedenle, ‘demokratik değerler’le uyumlu ancak ‘Fikir, vicdan ve irfan’la çelişkili bir durumdadır.
Habip Hamza Erdem
______________
(*) Seymour Martin Lipset, Political Man, 1960, p. 403’ten aktaran Anthony de Jassay, l’Etat
(**) Karl Marx, “La critique moralisante et la moral critique”, Deutsche-Brüseller Zeitung, n° 90-94, 1847
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1531
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Habip Hamza ERDEM

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x