DNA

DNA

İletigönderen Seçkin ERGÜN » Pzt Ağu 22, 2011 13:15

İlkokul birinci sınıfın hemen başlarında o küçücük parmaklarımızla yaptığımız daire ve düz çizgileri beğenmeyen öğretmenimiz ödev olarak daha fazlasını yapmamızı isterdi. Taa ki yazmanın hakkını, ruhunu yakalayana dek bu ödevler sürüp giderdi.


Parmakların arasındaki kalem kağıt üzerinde hareket edip de aklımızdakileri, yüreğimizdekileri “yazı” denen eyleme dönüştürmeyi, an’a şahitlik etme duygusuyla yapardık.


Yılbaşı kartının arkasındaki küçücük alana yazılacak birkaç satırın kısalığına inat edercesine mektup tadında olabilsin diye verdiğimiz çabanın bizi usulca soktuğu şair ruhundan yaladığımız zarfın berbat yapışkan tadıyla sıyrılırdık.


Elle ya da daktiloyla yazılan yazı da, yazılanı okumak da emek işiydi. Ve bu emeğin her satırında yüreğimizin, aklımızın, kişiliğimizin onurlu parmak izlerini taşırdı. Sınıf arkadaşımızın kaybettiği mektubu tesadüfen biz bulsak, daha ikinci satırda bu mektubun kime ait olduğunu anlardık.


Eski kalem ve yazı emekçileri onurlu insanlardı. Köşe yazarı, edebiyatçı, şair. . . hepsi kalemine namusu gibi sahip çıkar, her türlü dünyevi değerlerin üzerinde tutardı.


Her ne olduysa bilgisayar ekranına klavye ile yazmaya başlamamızla oldu. Kelimeler yetim sahipsizliğiyle hoyratça kullanılıp değersizleştirildi. Vatan, şehit, özgürlük, Sevgili, kan, hain, hatta Atatürk bile sıradan ruhsuz ve değersiz şekilcikler haline geldi. Değersizleşen şeye sahip olmamak kendini değersiz gibi hissetmeni gerektirmez mantığını çürümüş beyninde kuranlar hızla “Yandaş Medya” saflarında yerini aldı. Daha düne kadar “şeytan” diye adlandırdıkları ABD’yi iki tuşa basarak Pensilvanya’ya sığdırıp bildikleri tüm kutsal değerlerin inkar edercesine AKP’yi savunmaya geçtiler.


Hadi o dinci takımının Atatürk Cumhuriyetiyle giriştikleri savaşta her yolu mübah saymalarını anlarız. Ya onlara şirin görüp devasa boyutlara ulaşan yeşil sermayeden bir parça tırtıklamak için kalemini (klavyesini) satanlara ne demeli? Karşılarında taklalar attıkları o yobaz takımı düşlediği düzene geçtiği anda ilk onların kellesini alacağını bilmiyorsa İran örneğine baksınlar.


Düşman uçaklarının saldırısı sırasında erken uyarı amaçlı çalan sirenler ile Tayyip’in yaptığı müsaitseniz bayramdan sonra geleceğiz açıklaması ne kadar da eşdeş. Türkiye gibi bir ülkede yaşıyorsanız açıklamaların ve gelişmelerin birden fazla anlamı olduğunu öğreniyorsunuz. Başbakanın yaptığı bu açıklamanın PKK’ya yönelik bir uyarı niteliği taşıdığını sanıyorduk ama bu hem bilinen bütün terörle mücadele kurallarına aykırı, hem de PKK’nın artan saldırılardan muhatabın onlar olmadığı anlaşılıyor. Bu beyanatın ertesi günü Fatih Altay’lı 1.400 kişilik tutuklama listesi olduğunu söyleyince olay biraz şekillenmeye başladı.


2007 yılındaki sınır ötesi harekat için yapılan hazırlık gibi bir durum olmadığına göre neden bayramdan sonrası için tarih veriliyor? İran ordusunun biraz hırpalamasıyla korkup “saldırıyı kesin topraklarınıza bir daha girmeyiz” diyen Murat Karayılan nedense bizim ordudan çekinmiyor. O da biliyor ki orduyu harekete geçirecek siyasi irade şu an yok.


Hukukçu ve medya tarafından hakkında eleştiri yapılamayacak tutuklama ve gözaltına alma, PKK için yapılacak olanlardır. Başbakan PKK için “20 gün sonra görürsünüz siz” sözünü işte bu gözaltılar için söylüyor. Ergenekon ve Balyoz davalarında sıkça gördüğümüz üzere, yakalanacak birkaç PKK’lının yanına şu an dışarıda olan, AKP’ye muhalif olup da sesi çıkan kim varsa tutuklanacak. Gizli ! tanık ifadeleri, birkaç montaj ses kaydı, emniyette hazırlıkları bitme aşamasında olduğu anlaşılan sahte belgeler bu tutuklamalara dayanak arayan atanmış savcılara yeter de artar bile. Sonra hepimiz o an son umut kırıntılarının da ezildiğinin farkına varmadan ana haberlerde şaşkınlıkla olan biteni seyredeceğiz. Peşinden ikinci dalga, hemen ardından üçüncü dalga. Öyle bir haber bombardımanı olur ki biz ne olduğunu anlayana kadar iş işten geçmiş olur. Tıpkı daha öncekilerde olduğu gibi.


En son yapılan hain saldırının ardından üç günde 457 hedefi !vurduğunu açıklayan Genel kurmay başkanlığı bunun yanında, yeri belli olan kampları bombalayacak bomba ve uçak varken ve bu 457 hedef’in yeri biliniyorken illa teröristlerin askerimizi paramparça edip DNA testi yaptırmaya mecbur bıraktıktan sonra mı bunu yapmak gerekiyordu diye açıklama yapması gerekiyor. Bu nasıl silah arkadaşlığı? Bu nasıl vatan savunması? Sen vurursan ben de vururum mantığı nasıl olabilir? Bu ordunun genel Kurmay Başkanı geçici ateş kes talimatı veren Abdullah Öcalan mı? Bu doğru değilse, o hedefleri vurmak için siyasi iradenin emri bekleniyorduysa, o zaman Genel Kurmay Başkanlığı bunu da açıklamalı. Hatta açıklamayı sorumluları tutukladıktan sonra yapmaları daha doğru olur. Her bir şehidin adli tıbba gidecek DNA testinden sonuç olarak Habur’un kurgusunu yapan siyasi irade, yani AKP çıkar. Testin olduğu zarfı kimin yalaması gerektiği de belli olduğuna göre. . .


KUZEY

Elinde cetvel ve pergeliyle,
Yine ortaya çıktı Azrail
Devşirilirken yeniden Atlas
Kan revan içinde doğuyor Güneş
İlk kez bu kadar tutsak,
İlk kez bu kadar çaresiz,
İlk kez gecenin karanlığından ötürü,
Bir kez olsun suçlanmamış Ay"ı kıskanarak.
Bu ne sonu gelmez mecburiyet...

Akan her damla kanı
Suç ortağı telaşıyla
Ve gönülsüz fahişe kızgınlığıyla
Kurutma çabası ne korkunç ceza
Elmas bir buz çağı
Anca soğutur bu öfkeyi

Korsan, çelik kancasıyla şair ve bilgeyle eğleniyor
Sevgilinin hakkı olan ne varsa
Hepsini dev reklam panolarında tüketmekle
Bunu çoktan haketmişlerdi
Olan düşlerine koynunda can veren Sevgili'ye oldu.
Ne kadar da emindi gelecek olandan
Zaten hiç kimse adil bir son olacağını söylemedi ki...

Tam yakalamışken, sen dönmeye kalktın
Oysa ben sana gelecektim
Bunu sana söylememiş olsam da
Kuzeye kadar olmasa da
Gelecektim...
Sahi sevgili,
Kuzey senin ne yanın?
Kullanıcı küçük betizi
Seçkin ERGÜN
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 58
Kayıt: Pzt Tem 04, 2011 22:01

Şu dizine dön: Seçkin ERGÜN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x