Dokuzuncu basamak. . .

Dokuzuncu basamak. . .

İletigönderen Seçkin ERGÜN » Cum May 17, 2013 14:25

. . .6-7-8, dokuzuncu basamağa geldiğinde basmamaya özen gösterip onuncuya geçti. Merdivenden inerken içinden basamakları sayması dokuzuncu basamağın gıcırtısıyla salonda oturan babasına yakalanmadan sokak kapısına ulaşabilmek içindi. Annesi hesapta yoktu!

-Tam zamanında indin oğlum, sofra hazır sayılır.
-Okuldan arkadaşlarla buluşacağız anne. Size afiyet olsun. Öyle alçak sesle söylemişti ki, annesi söylediklerinin tek kelimesini bile anlamamıştı ama sessiz konuşmasının sebebini anlamıştı.

Salonun kapısından olup biteni seyreden Hayrettin Paşa “Yemek biraz beklesin hanım. Bizim gecikmiş konuşacaklarımız var” deyip buz gibi suratıyla arka bahçeye yöneldi.

-Sonra konuşsak baba?
-Hayır!
. . .
-Peşinden koştuğunuz adamı iyi tanırım. Hiç aynı birlikte bulunmadım, ama hakkında hep iyi şeyler duydum. Askerlikte bize iyi adamların peşinden maceraya atılmayı değil, Devletin başı Padişah Efendimize sadakati öğrettiler. Ve bizim yeminimiz de namusumuz da bunun içindi. Boğazımızdan yıllarca Padişah Efendimizin lokması geçti. Hainlik edemeyiz.

-Baba. . .

-Sus! Sözümü kesme! Evet, işgal altındayız. Anadolu işgal altında. İstanbul işgal altında. Her yeni güne başka işgal haberiyle uyanıyoruz. Herkes etimizden bir parça kopartabilmek için saldırıyor. Siz! Sizler. . . gençliğin verdiği cüretle, ateşle buna karşı koyabileceğinizi sanıyorsunuz. Belki de koyabiliriz. Ama ya olmazsa!? Başka savaş olmayacak. Tüm gücümüzü bir maceraya seferber edip kazanamazsak bu toprakları sonsuza kadar kaybederiz. Karşınızdaki gücün muazzamlığını bilmiyorsunuz. Bir mağlubiyet daha kaldıramayacak kadar düşkün olduğumuzu da. Ayrıca, savaş yapılacaksa, eğer bir savaş yapılacaksa bu ancak Padişah Efendimizin sancağı altında olur. Bugünün iyi niyetli maceraperestleri yarın “Vatan Haini” durumuna düşecek. Tabii sen ve arkadaşların da! Ben buna asla izin vermem!

-Baba. . .

-Sözümü kesme dedim!

-Konuşacağız sanıyordum. Mektup yazsan da olurmuş.

-Oğlum, bir Paşanın oğlu hain olamaz.

-Yanılıyorsun baba, sadakat yeminini Padişahın nezdinde vatana ettiniz, boğazımızdan geçen de Padişahın bahşettiği kırıntı değil, milletin lokmasıydı. Sadakat kişiye değil vatana olur ve asıl sen, bir Paşa hain olamazsın!. . .duyulan son söz Hayrettin Paşanın “Küstah!” haykırışı ve Enver’in yüzünde patlayan tokadın yankısı oldu. . .
. . .

Bir hafta geçmek bilmedi. Diplomayı almak için 4,5 ay sabretmenin üzerine Anadolu’ya geçmek için kararlaştırılan gün için bir hafta daha beklemek çok zor gelmişti. Bir hafta odasından hiç çıkmadı. Sadece yemek çağrıları için aşağıya iniyordu. Her inişinde dokuzuncu basamağa takvimden bir yaprak daha yırtar gibi özellikle sert ve keyifle basıyordu. Geri kalan zamanını odasında yatağa oturup diplomasını seyrederek geçirdi. Diplomaya askeri celp pusulası gibi hayranlıkla ve sevinçle bakıp uzun uzun hayaller kuruyordu.
. . .

Merdivenden yukarı çıkarken dokuzuncu basamağı atladığını fark edip gülümsedi. Merdivenler betondu ve bulunduğu yer hastaneydi. Yanında refakatçi gelen asker kapıyı çalıp başını içeri uzattı. Doktor ve hemşire sedyede giyinen askerle konuşuyordu.
-Birliğine gittiğinde söyle iki hafta sonra kontrole getirecekler. Burada yatırırdım ama boş yatak yok. Hadi evladım. Başını kapıya çevirdi, “Kapıda dikilmeyin, geçin şöyle.”
Refakatçi asker Enver’i kolundan tutup sandalyeye oturttu. Enver omuzlarını dikleştirdi. Alnında biriken teri elinin tersiyle sildi. Geri kalan tüm gücünü tebessüm edebilmek için kullandı. Doktor başını okuduğu kağıttan kaldırmadan donuk bir ses tonuyla,

-Neyin var?

-Bişeyim yok aslında. Beni boşuna getirdiler buraya. Dinletemedim!

Doktor çok sinirlendi, refakatçi askere bakıp

-Oyun yerimi burası? Adam bir şeyim yok diyor.

-Komutanım gönderdi. . .

Enver başka kurtuluşun olmadığını anlayıp karnını açtı,

-Kızmayın hemen. Şurada küçük bir yara var, Komutanım tedbir olsun diye gönderdi. İyiyim ben.
Doktor oturduğu sandalyeden hafif doğrulup yaraya doğru uzandı. Sahiden küçük bir yaraydı. Öfkesi yatışmıştı, tekrar donuk ses tonuna dönüp ,

-Sedyeye git hemşire pansuman yapıp sarsın. Ondan sonra da git.
Enver’in sandalyeden kalkmak için doğrulmasıyla yere düşmesi bir oldu. Doktor sanki bu anı bilip de bekliyormuş çevikliğiyle atılıp Enver’i kapaklanmak üzereyken tuttu. Refakatçi askere “Ne dikiliyorsun be adam! Tut da sedyeye taşıyalım” diye bağırdı. Üzerindeki üniformayı komple çıkarttıklarında sırtındaki sakladığı yaralar ortaya çıktı. Karnındaki yara gerçekten de küçüktü ama sırtındakiler hiç de öyle değildi. Şarapnel parçaları birkaç yerde derin yaralar açmıştı.
. . .

Hasan’ın bira kadehi epeydir masada duruyordu. Masaya geldiğinde zaten dibindeydi, hiç elini sürmedi. Biri gelmeden çabucak her şeyi anlatmak istiyordu. Hem çabucak anlatmak istiyor, hem anma merasimi tadında hakkını vermek istiyordu. Çabucak anlatma isteği ağır bastı. Kadehinden sondan bir önceki yudumu alıp, gelmekte olan üçüncü kişiyi hisseder gibi geri kalanı bir çırpıda anlattı;

-Babamı tedavi sonrası dinlenip iyice istirahat etsin diye Ereğli’ye göndermişler. Bir gün kahvede otururken annemi görmüş. Bu kadınla evlenmek istiyorum demiş. Bu kadın dul, kocası askerde ölmüş demişler, olsun demiş. Evlenmişler. Evlendikten 5 ay sonra cepheye gitmiş, 4 yıl sonra dönmüş. 4 ay ya kalmış ya kalmamış tekrar cepheye gitmiş, 5 yıl sonra dönmüş. Sonra birkaç kez daha kısa süreliğine cepheyle evi arasında gelip gitmeler olmuş. Katıldığı savaşların ikisinde Atatürk’ün birliğindeymiş. Bu geliş gidişlerinde çocukları olmuş. İlki kız, adını Fidan koymuş. İkinci gelişinde bir kızı daha olmuş, Halide adını koymuş. Sonra ben doğmuşum, 10 Kasım 1938’de!. . . İstanbul’da, alnına silahı dayadığı anda gelmiş benim haberim. Silahı masaya koyup, “adı Hasan olsun” demiş.

Epeydir duran kadehinden son yudumu içtikten sonra “ Babam beni hem çok sevdi, hem nefret etti. Her ikisini de layığıyla yaptı. Tıpkı hayatından hiç eksik etmediği dokuzuncu basamak gibi. Bazen özenle basmak istediği, bazen basmaktan sakındığı dokuzuncu basamak oldum. . .”

-Hayrettin Paşa’ya ne oldu?

-Mezun olup Anadolu’ya geçtiği günden sonra hiç görüşmediler.

-Babası affetmedi mi? Macera değil zafer olduğunu gördükten sonra bile mi? Hain değil kahraman olduktan sonra bile mi?

-Görüşmemeleri utançtan dolayı.

-Utanç mı? Babanın kahramanlığı babasının utancı oldu, yüzüne vurmak olmaz diye mi?

-Hayır, senin dediğin dokuzuncu basamak. Bugün basarsın sevincin olur, yarın atlarsın canını yakar. Asıl utanç, gittiği gün babasına yazdığı “eve şehit döneceğim” notuydu!.. .
Kullanıcı küçük betizi
Seçkin ERGÜN
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 58
Kayıt: Pzt Tem 04, 2011 22:01

Re: Dokuzuncu basamak. . .

İletigönderen NURİ BABA » Cum May 17, 2013 15:49

Sevgili Seçkin ; çok keyifli ve çok duygusal bir yazıydı...Eline emeğine yüreğine sağlık...

Yazı hakkında övücü binlerce sözcük yazılabilir ama aynı ufka bakmanın güzelliği bizlere yetiyor...

Güzel sözcükler, bırak yüreğimizde kalsın...

Sevgilerimle...
Kullanıcı küçük betizi
NURİ BABA
Üye
Üye
 
İletiler: 22
Kayıt: Pzt Haz 27, 2011 18:23

Re: Dokuzuncu basamak. . .

İletigönderen Seçkin ERGÜN » Cmt May 18, 2013 10:53

Övücü binlerce sözcüğün her birinin hikayesi olan adamlar için olduğunu biliyorum.
Güzel sözcükleri, yüreğimizde biriken güzel sözcükleri hakkımız olan aydınlık günlerde söylemek umuduyla. . .

Sevgilerimle...
Kullanıcı küçük betizi
Seçkin ERGÜN
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 58
Kayıt: Pzt Tem 04, 2011 22:01


Şu dizine dön: Seçkin ERGÜN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x