Düşman İçimizde

Düşman İçimizde

İletigönderen Feza Tiryaki » Sal Şub 09, 2016 18:46

Düşman İçimizde


Doğruya doğru... Niye kıvırtalım, niye onu bunu suçlayıp kendimizi sütten çıkmış ak kaşık sayalım? Gerçekler acıdır...

“Tamburam nerede, deli kış orada!”

Düşmanı, sizi kökünüzden çürüteni başka yerde aramayınız: Düşman içinizde! Düşman içimizde! Düşman biziz! Kendimizi kemiren, içten öldüren yine kendimiziz... Düşman, yetiştirdiklerimiz, besleyip büyüttüklerimiz; düşman, yemek yediği kaba pislemekten utanmayan utanmaz! Elin gâvurunu boşa suçlamayalım, asıl suç o gâvura bu fırsatı verende, yani bizde.

Bu sözleri özelinize de uygulayın, genele de... Sonuç değişmez!

“Tarla cadısı – çarşamba karısı” aramayalım. “Tarağına göre bez, dağına göre kar...” “ Tango yapmak için iki kişiye ihtiyaç vardır.” Bu hainler tek başlarına değil ya... Sen bakmasan, sen ilgilenmesen, sen doyurmasan nasıl ürüyecekler? Nasıl ortalıkta boy gösterecekler, milletin gözüne gözüne sokulacaklar böyle, pis suratlarıyla sırıtacaklar her yerde?

“Körler, sağırlar birbirini ağırlar...”

Sizleri bilmem ama ben artık hiçbir şeye şaşırmıyorum. “Babadan miras kalır ama adamlık kalmaz”mış...

Bu dediklerimize son bir örnek:

Baka baka işin bakanağını çıkarmışlar. Son haberleri, bunların dibe vuran rezilliklerini, Türk askerini bir küçük ilçenin bir evine, bu evin de bir bodrumuna kaç ay uğraştıktan sonra çıkartma (!) yapacak duruma düşürenleri bir an unutun. Bu iç yakan durumu, bu sabah, ülke gazetelerinde, televizyonlarında “Cizre’deki Bodrum Katına Operasyon” diye vermelerinin iki yüzlülüğünü, bunları saran aşağılık – kanlı – dışa bağımlı bölücülüğü şimdilik bir yana bırakın, daha geride kalana, pek üstünde konuşulmayana zamanınızı ayırın bir bakıverin:

“Altınkoza ödülleri sahiplerini buldu.”

Haber, Doğan Haber Ajansı’ndan, 31 Ocak 2016’dan. O günden beri gazete başlıklarına demir atmış, duruyor. Dikkat çeksin diye de Türkan Sultan’ın ( Şoray) bir resmiyle verilmiş haber başlığı. Artistimiz, zamanı durdurmuş havasında eski pozlarından birini vermiş sahnede... Şimdi önce ona soralım: Madem seviliyorsun, hâlâ unutulmadın, senin adından medet umanlar, seni bölücülüklerinde araç olarak kullanmak isteyenler var, senin de seni buralara taşıyan Türk toplumuna gider ayak bir görevin yok mu?

Seni yine oralara çıkardılar, sana ödül verdiriyorlar, senin adından yararlanıyorlar, bu fırsatı kullan. Yerini belli et, Cumhuriyet’in kazanımlarıyla bugünlere geldiğini, Cumhuriyet’imizin can pahasına korunması gerektiğini söyle, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” de. Bölücülük için çevrilen filmlerin konularını yer, böyle bir filmde asla oynamadım, oynamam de, ses getir, böylece Türk tarihine geç, ayakta alkışlan!

Tamam, bunları diyemezsin, o taraklarda bezin yok, siyasetle ilgilenmiyorsun, o zaman kendini kullandırma, en azından bölücülerin ağababası, tescilli bölücü, hapisten Fransa’ya kaçırılan, bir Türk yargıcının katili, adam öldürmekten hükümlü “Yılmaz Güney” adına, “Yılmaz Güney Ödülleri” adında bir ödülü bile olan bu festivali protesto et, benim bölücülerle işim olmaz de!

Sana bu ünü veren, “sultan” sanını takan Türk Ulusu’na karşı hiçbir borcun yok mu?

Adana belediye başkanı, hem de MHP’li imiş, ödül töreninin geciktirilerek İstanbul’da yapılmasını şöyle açıklamış, demiş ki: “Festivalimizin ödül töreni Adana’da yapılacaktı ama o dönemde verilen çok sayıda şehit ve terör olaylarında yaşanan artış nedeniyle ertelenen ödül töreni İstanbul’da yapıldı.”

Geçen hafta bu töreni iç rahatlığıyla yapabildiklerine göre, her gün verilen sayısız şehit, Sur’da kurulan uluslararası bölücü tezgah, terörün aldığı yeni şekil, teröristin – destekçilerinin son azgınlığı önemli değilmiş demek ki...

Fazla gecikmeden, gün bugündür diyerek, birincilik ödülü verdirdikleri, mesajları malum filmleri tanıtmışlar, al gülüm ver gülüm ödüllerini verip kurtulmuşlar.

“Sinemanın Devlerine Onur Ödülleri” adlı ödülün biri. Alan ilk ad da Ayşen Gruda, hani o Pkk’lılara pek sıcak seslenen, teröristin partisi HDP’yi destekleyen, pek bir insancıl bayan artist...


En iyi filmin adı “Abluka” imiş. Şimdi Güneydoğu’da çevrilen canlı ve naklen yayınlanan küresel terör filminin bir benzeri çevrilmiş sanki. Yapımcısı anlatıyor: Filminin baş oyuncuları iki kardeş imiş. Kadir ile Ahmet. Biri katil - kaç kişiyi öldürdüyse - 20 yıl hapislikten sonra şartlı tahliye edilmiş. Emniyet bunu kendine ispiyoncu atamış. Çöplükleri bomba malzemesi var mı diye araştırması için. Kardeşi Ahmet de belediyenin köpek itlaf (öldürme) ekibinin elemanı. Biri çöplükte, diğeri köpek öldürmede görevli. Filmi çeviren muhterem (?) zat kendisi anlatıyor. Biz aptalız ya, anlamayacağız kimi neyi neden anlattığını bu zatın:

“Örgüt, islamcı dışında herhangi bir örgüt. Devrimci ya da etnik, hiç önemli değil. O konuda fikir versek filmin odağı kayardı. Oysa biz devlet tarafından paranoyaya itilmiş, kullanılmış, iki zavallı insanın hikayesini anlattık.”

Örgüt herhangi bir örgütmüş. Devrimci veya etnik hiç önemli değilmiş.... Vay be, devrimci ile etnik terörist birmiş meğer, önemli olan devletin tutumu imiş. Devlet zavallıları kullanıyormuş... Yönetmen (Emin Alper) devam ediyor sözlerine Evrensel adlı bölücü destekçisi gazetede:

“Ama şunu da söyleyeyim. Bu bir yandan iki kardeş hikayesi. İşin politik tarafı çok ön plana çıkıyor.” Sonra filmini açıklıyor:

“... İki apolitik karakter üzerinden bir şey anlatıyor. Politikayı daha çok filmin fonu olarak kullanıyor ama bu ortama dair de bir şeyler söylüyor. Özellikle devlet otoritesine karşı bir şeyler söylüyor.”

Karşısındaki soruyor: “Mahalle girişinde bir arama noktası var. Araçlardan indirilen insanlar aranıyor falan. Ablukadan kasıt bu uygulama mı?”

Bakın hazırlık nereye? Örnek alınan olay ne?

“Abluka konseptini kurarken Cezayir iç savaş filmini tekrar izlediğimi hatırlıyorum. İşgal yani bir tür...iç savaş... Mahalleye yabancı bir gücün yerleşmesi durumu.”

Kendi ağzıyla diyor. Ülkemiz için iç savaş kurgulamış, bunu filme dökmüş, bir de ödüllendirilmiş... Ne zaman? Açılımın saçılımın zıvanadan çıktığı bu günlerde...

İşte yönetmen kendini ele vermiş söyleşideki şu sözleriyle: “Abluka gerçek hayatta daha sert!”

Bu dedikleri ise yasal suç sayılmaz mı? Böyle bir algı veren kurmacaya Türk ulusu nasıl oy vererek birinci seçer? Bu olabilir mi?

“Örgüt üzerinden hiçbir şey söylenmiyor bu doğru. Örgüt üzerinden hiçbir şey söylenmeden, polis ve devletin tavrından bu dünyanın nasıl bir dünya olduğunu biliyoruz. Devletin orada vatandaşı koruma refleksi içersinde olmadığını anlıyorsun. Cezayir savaşındaki gibi bir tür işgal.” Sonra çok bilgili ya bu zat lügat paralamış:

“ Bir tür kolonizasyon, en iyi ihtimalle segregasyon.”

Filmin diğer karakterini de nasıl anlatıyor bakın:

“Ayrıca Ahmet’in hikayesini de metaforik düzeyde okumak lazım. Orada eline silah tutuşturulup köpek itlafında görevlendirilmiş insanların yaptıkları aslında bir tür terörist avı.”

Devletin anlatımı bu da:

“Güvenlikçi zihniyeti net bir şekilde görüyoruz. Beceriksiz, otoriter, çaresiz... Bulabildikleri en son yöntem çöpleri karıştırmak olan bir devlet. Belli ki o bölgede hiçbir kontrolleri yok. Acz içindeler. Duvarlarda yazılar var, barikatlar kuruluyor, çatışmalar oluyor. Burada devleti meşrulaştıracak hiç bir şey yok bence. “

Şu an içinde bulunduğumuz durumu, ülkemizde gözü olan eski düşmanlarımızı, Batı’nın bizi bölme, yönetimimizi değiştirme, böylece topraklarımıza el koyabilme planını, bizi kimlerin yönettiğini bir düşünürseniz, bir de şu günlerde sanat adına yapılanlara, sanatçı geçinenlere bakarsanız, söyleyin ne görürsünüz? Bize Cezayir iç savaşını yakıştırma, bunu da üstelik övünerek açıklama...

Bu söyleşiyi yayınlayan Evrensel’in son haberlerine bir göz atınız. Tunceli’ye ısrarla “Dersim” derler. “Güvenlik güçlerimiz”, gözlerinde, çoluk çocuk öldüren düşmandır, kanlı terör örgütü Pkk ise bir “Kanarya Sevenler Derneği”! Arkasında halk olan (!) büyük güç (?)... Yazarları İlke Işık’ı okuyun, bölücülük görün! Bunlar böyle olmasa, yaftalara daha dün,“Barış Hakikat Müzakere” yazıp kadınların eline verenlerin, ülkelerinin yıkımı için uğraşanların gazetesi bu gibileri niye konuştursun!

*
Gelelim yargıç katili adına verilen ödülü alan filme. Filmin adı:

“Kar Korsanları”.

Burada da devlete, 12 Eylül dönemi diyerek yükleniyorlar. Şu anda iktidarın ve yardakçılarının Anayasa’yı değiştirebilmek, Anayasa’dan Türk Ulusu ‘nu kaldırabilmek için aynı yöntemle kafa karıştırmaları, milleti aldatmaları gibi... Yapmayı istedikleri yeni anayasanın asıl amacı nasıl gizlenip, darbe dönemi, 12 Eylül dönemi denip zaten istemedikleri yerlerini yıllar önce değiştirdikleri bu Anayasa maksatlı kötüleniyorsa, işin içyüzünü bilmeyenler kandırılıyorsa, bu tür filmler de aynı amaçla şu an gündemdedir. Rastlantıya bakın siz! Devlete karşı iki film, aynı anda yarışmada... Filmin tanıtımında yazılı: “Türkiye tarihinin en acımasız askeri darbelerinden birinde, askeri darbenin altında yaşam savaşı veren üç çocuğun öyküsü.” “Bir hesaplaşma filmi.”

Birinci ödüllü film gecekondu semtinde geçiyormuş, 15 yaş üstüne, şiddet, korku ögeleri içeriyormuş; bu film ise Kars’ta çekilmiş, kahramanlarıysa çocuk. Yönetmeni: Faruk Hacıhafızoğlu. İktidarın Kültür Bakanlığı filme iki yüz bin lira ödemiş. Neden bu yardım? Ödüllerin seçimindeki ustalık göz yaşartıyor! Devleti yeren, suçlayan iki film. Tam da en yeni işgal tasarılarının işleme sokulacağı, düşmanlarımızın gemi azıya aldığı günlerde... Diğer filmler nedir, necidir, bakmadım bilmiyorum.

Arslan Bulut yazdı, yeni yazısını bir zahmet okuyun, şu an Kars’ta yine ne dolaplar dönüyor, ne tezgahlar kuruluyor bölücülük, ülkemizi işgal adına, anlayın...

Kars’ı anlatacaksanız düşmanlarını anlatın, üstünde oynanan oyunları anlatın. Bırakın zorlama öykülerle iktidara yalakalık etmeyi, bölücülerin ekmeğine yağ sürmeyi...

Kars şöyle tanıtılırdı eski ders kitaplarımızda. Her satırı sevgi dolu, hayranlık dolu:

“Tarih kitaplarında çok şeyler yazar Kars için... Doğu Anadolu’nun kapısı olarak isimlendirilen serhat şehrimiz Kars’ın milattan öncesine dayanan bir tarihi vardır. Savaşlar Kars tarihinin önemli sayfalarını oluşturur. Bu sayfaların her satırı Kars’ın ayrı bir yönünü yansıtır.

Kars tarihinde savaş vardır, inanç vardır, kahramanlık ve zafer vardır. "

Yönetmen sıradaki filmini demiş: “Bundan sonra sırada Londra'yı anlatan bir film olacak. Benimki Londra'da yaşayan Türkiyelileri...”

Buyrun burdan yakın! “Türkleri” yerine Türkiyeli sözünü ödüllü bu yönetmen, hem de Yılmaz Güney ödüllü (!) yönetmen neden kullanıyor dersiniz? Bu ödüllü filmci, kendine has dili olana ulus denildiğini, kendi dili olmayan devletlerin ulusu için de ülke adına li-lı eklendiğini bilmiyor olabilir mi? Amerikalı diyebilirsin, Avustralyalı , Brezilyalı, Kanadalı... Ama kendine has dili olan Yunan’a Yunanistanlı denmez, Rus’a Rusyalı, Fransız’a Fransalı denmez... İspanyalı denmez, Japonyalı denmez, Türkiyeli denmez! Türk, Türk’tür. Başka seslenemezsin. Pakistanlı de, İsviçreli de, Iraklı de...

İlber Ortaylı bunu bilmeyenlere ne güzel demiştir: “Ey Allah’ın öküzleri, Türk’e böyle diyemezsiniz!” (söz meclisten dışarı)

Ödül için ülkesini kötülemek bizde biraz da modadır. Mutlaka meyvesini yer bunu yapanlar.

Türk’ü, Türk devletini (Türkiye Cumhuriyeti ) kötüleyeceksin, bölücülük edeceksin, ödülü kapacaksın! Nobel ödüllü - kitapları ülkemizde hiç okunmayan, çapraşık – tutuk dili sevilmeyen - “Pamuk” güzel örnektir bu türe. (İkinci örnek de Yaşar Kemal. Neler neler dedi ama ödülü ne hikmetse kapamadı.) Bunun için ne gülünç durumlara düşeceksin ama aldırmayacaksın, nasılsa pişirdiğini yiyen, yediren, seni bilmeden alkışlayanın, bölücü seven, katiline aşık yavşakların istemediğin kadar çok...

Bakın adlar nasıl seçilmiş filmde: “Serhat, Gürbüz, İbo.” Zaten demiş: “ Çocukları farklı etnik gruplardan seçtik.” Bu söz bile yetiyor. Çocukların biri İbo. Ya hepsinin adını kısalt söyle, Sero, Güro, İbo de veya İbrahim’i de İbrahim diye söyle. Söylemezler, yoksa nasıl ayrımcılık yapacaklar? Sonra, bu çocukları bir yerde konuştururken, çocuklardan biri, Amerikan çizgi roman kahramanına öykünüp “Ben Çelik Bilek” diyecek; bu İbo adlıya da, kasıntılı, kabadayı taklidi bir poz verdirip, ”Ben de Yılmaz Güney ula!” dedirtecekler... Niye Yılmaz Güney’sin? Nesine öykünüyorsun? Bunların böyle alıcıları, şaşkın izleyicileri olduktan sonra, sırtları yere gelmez, daha ne ödüller alırlar...

Tanıtımda görüyorsun: Bayrak altında dayak, işkence...

Ne olur bir kere de bir filminizde ülke sevgisini, ulus sevgisini, ülkemizin güzelliklerini, eşsiz yüce gönüllü Türk insanını anlatın... Bölücülüğü yerin, bölücülerin amaçlarını deyin, küresel planları anlatın... Bizi bize sevdirin... Avrupa ülkelerini örnek alın, ulusçuluğu güçlendirin... Kin - ayrımcılık tohumları ekmeyin...

Yazık, elbirliğiyle, ülkemizin tüm değerlerini, yüksek kültürünü, çağdaş - ileri yönünü, Cumhuriyetin kazandırdıklarını, ulus devletimizi didik didik ediyor, güzel – yüce ne varsa ülkemizde kemirgenlere yediriyor, kendi ellerimizle kendi geleceğimizi yok ediyoruz...

Üstelik bir de dilimize saldırıyoruz bunları yaparken. Film adları bile İngilizce tanıtılmış, önce İngilizcesi, sanırsınız ülkemiz sömürge!

Ulusal öğrenci filmlerinde en iyi kurmaca film ödülü İstanbul Üniversitesi’ne. Oynayan da, yöneten de Türk. Filmin adı doğrudan İngilizce:

“Cemalettin Was Here”.

Böyle biraz daha giderse, hep birlikte uyumaya devam edersek, olana bitene boş verirsek, bölücü ve devlet yıkıcılarına karşı yenilgiyi peşin peşin kabul edersek, Cumhuriyet’imize sahip çıkmazsak bunların senaryoları korkarız gerçek olacak...

Sahipsiz tahtayı yel almazsa sel alırmış...

“Benim yaram ağrıyor, senin neren ağrıyor?”

Feza Tiryaki, 8 Şubat 2016
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 988
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x