Fethullah Gülen'in 'emniyet' çalışması

Genel & Güncel Konular

İletigönderen borabey » Prş Ağu 14, 2008 16:54

Fethullahçı Müslümanlar Uyanın!

Rıza ZELYUT


'La ilahe illallah, Muhammedür resulullah!' diyen ve buna da gönülden iman edenlere sesleniyorum:

Siz; İslam dünyasına karşı Haçlı savaşı başlatan Amerika'nın yanında olmak ister misiniz? Sanmıyorum.

O zaman; hem Müslüman görünüp hem de Amerika için çalışan kişilerden uzak durun.
Burada açıkça, Amerika'nın emrine girmiş bir propaganda uzmanı olduğu anlaşılan Fethullah Gülen'den söz ediyorum. Bu kişi, İslam'a değil, ABD'ye hizmet ediyor.

'Allah, dünya gemisinin kaptanlığına Amerika'yı oturttu.' diyerek beyaz batılı Hıristiyan emperyalizmini meşrulaştıran o değil midir?

Milliyet'ten Can Dündar'ın naklettiği bilgiler Fethullah Gülen'in ABD tarafından yetiştirildiğini bir kez daha ortaya koyuyor. Çünkü; Amerika'da hazırlanan siyasi-stratejik raporlarda hep onun adı geçiyor. ABD çıkarına hizmet edecek İslam anlayışının lideri olarak o örnek veriliyor. Ve Amerika; bu çizgidekilere yıllardır muazzam para ve siyasi destek veriyor.

Can Dündar'ın pazartesi günü aktardıklarına bakar mısınız:

'Bahsedeceğim raporlar 'Rand Coorparation' imzasını taşıyor. Amerikan dış politikasına yön veren bu etkili 'fikir fabrikası', Donald Rumsfeld, Condoleezza Rice, Francis Fukuyama gibi uzmanlarıyla tanınıyor. (...) Rand Coorparation, Amerikan yönetimi için bir rapor hazırlayıp 2 şey tavsiye etti:

1) Türkiye'deki İslami hareketi daha yakından tanımalı, onların ideolojileri hakkında daha yakından bilgilenmeli ve diplomatlarını eğitmeliyiz.

2) ABD'nin İslamcı akımın ılımlı üyeleriyle resmi olmayan ilişkiler kurması yararlı olacaktır.'

1999'da ABD Dışişleri Bakanlığı'nca hazırlanan 'Din Hürriyeti Raporu'nda Fethullah Gülen'den 'ılımlı İslami lider' olarak bahsedilecekti.

Sonra Cheryl Barnard'ın raporu geldi. (...) O da 2003'te 'Sivil Demokratik İslam Raporu' hazırladı. (...) Rapora göre, ABD'ye en iyi müttefik 'ılımlı İslamcılar'...

Nasıl desteklenecekleri konusunda şunları öneriyor:

'Çalışmalarının, görüşlerinin yayımlanması ve dağıtılmasına maddi katkı yapılacak.

Daha geniş kitlelere özellikle gençlere ulaşmaları teşvik edilecek.

Sivil toplum kuruluşları kurmalarına, eğitim için yer bulmalarına ve politik süreç içinde gelişmelerine destek olunacak.

Görüşlerini yaymak için web sitesi, okul, enstitüler kurmalarının önü açılacak.
Ilımlı İslamın kitlelerin alternatifi olması sağlanacak.'

(...)Raporun sonundaki 'Derin strateji' bölümünde daha somut öneriler var. Şöyle denmiş:

'Ilımlı İslamcıların cesur sivil liderler olmasına çalışılmalı. Demokrasi, insan hakları, kadın hakları konusunda etkili politikalar geliştirmeleri sağlanmalı. Sivil toplum örgütleri oluşturarak Ilımlı İslamcı liderlere yardım edilmesine çalışılmalı...' Fethullah Gülen'in örnek olarak verildiği ılımlı İslamcıların ekonomik güç eksikliği dile getirilip maddi destek yapılması önerilmiş.'

Can Dündar perşembe günü de yazıya devam edip 26 Mart 2007 tarihinde yaylımlanan Rand Corparation'ın yeni raporundan aktarmalar yapıyor.

Burada Fethullah Gülen, 'Hıristiyan ve Yahudilerle diyalog çalışması başlattı. İki kez Patrik Bartholomeos ile görüştü. 1998'de Papa'yı ziyaret etti; İsrail'in hahambaşı ile buluştu' denilerek örnek dinsel lider seçiliyor.

Raporda; ABD yönetimine Türkiye'yi etki altına almak için de şu kesimlerimizin desteklenmesi öneriliyor:

'Liberal ve laik Müslüman bilim adamları ve aydınları, genç ılımlı Müslüman akademisyenler, toplumsal önderler; kadın hareketi öncüleri, ılımlı gazeteciler ve yazarlar.'

Desteklenenlerin başında da Fethullah Gülen ve çevresi geliyor. Para ve siyasi destek bu kesime yağıyor. 'Gülen'cilerin okulları, yurtları, dershaneleri Amerikan dolarları ile böyle yaygınlaştırılıyor.

Amerika onların bankacılıktan tutun da kargoculuğa kadar Türkiye'nin bütün sektörlerinde öne çıkarttırıyor. Hükümet, bu konuda ne gerekiyorsa yapıyor.

Fakat, aynı Amerika; İslam dünyasına karşı Haçlı savaşını yürütüyor. Müslümanların kanını hunharca akıtıyor. Fethullah Gülen, bu saldırıda ABD'nin yanında yer alıyor.

Şimdi; ona inanan samimi Müslümanlara sesleniyorum:

Elinizi vicdanınıza koyup öyle karar verin. Haçlı emperyalizmin silahlı gücü Amerika'nın bu kadar desteklediği birisinin siz Müslümanlara bir faydası olabilir mi?

Bu dünyada değil öbür dünyada...
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Prş Ağu 14, 2008 16:55

"Fethullahçı-Amerikan ilişkileri bilinenden daha derin ve karanlıktır"

Türkiye'deki genel kanının aksine en büyük fişlemeyi Fethullahçı grup yapmaktadır. Milli İstihbarat, JİTEM, Emniyet Güçleri Türkiye çapında yeterli ölçülerde istihbarat çalışması yapamamaktadır. Oysa Türkiye'deki insanlar üzerinde en büyük ve ayrıntılı fişleme operasyonunu gerçekleştiren grup Fethullahçılardır. Çünkü Fethullahçıların Türkiye'deki tüm okullarda, Üniversitelerde, Yargıda, Emniyet Teşkilatında, Devlet Yurtlarında, Bakanlıklarda, tüm özel ve devlet teşeküllerinde yeterince yandaşları bulunmaktadır.

Bu Fişleme operasyonu şu şekilde gerçekleşmektedir:

Fethullahçı yandaşlardan bulundukları ortamdaki yandaşlarına insanları müspet ve menfi olarak ikiye ayırmaları istenir.

Menfi yani olumsuzlar özel olarak fişlenir. Müspet yani Fethullahçı oluşuma olumlu bakanlar ayrı olarak fişlenir.

Bu fişlemeler Ankara, İzmir, İstanbul, Amerika ve diğer yerlerdeki merkezi noktalarda toplanır. Gerekli yerlerde Fethullahçılara yardım edilir, referans sağlanır. Fethullahçıların genel fişleme metodu şu şekildedir. Her insana rakamsal bir değer verilir. Buna göre:

GENEL FİŞLEME METODU

1.lik: Hizmetten uzak (Fethullahçılığa uzak)
2.lik: Nisbeten ılımlı (Fethullahçılığa açık)
3.lük: Geleneksel (Dini eğilimi olan)
4.lük: Fethullahçılığı bilen (Eğilimli)
5.lik: Fethullah Hoca Müridi
Ehli Beyt: Kızılbaş
Ehli Tarik: Tarikat ehli
RADİKAL: CİHAD TARAFTARI, MÜCAHİD OLMAYA EĞİLİMLİ, FANATİK! GÖRÜŞLERİ OLAN...

Bu veriler doğrultusunda, öğrencilerden, öğretmenlere, memurlara, askerlere, hakimlere, tüccarlara kadar her türlü konumda olan insanlar fişlenir. Bu listeler merkezlerde toplandıktan sonra gerekli yerlerde kullanılır. Ancak üst noktalarda bulunan bazı Fethullahçılar bu listeleri bazı çıkarlar karşılığında yabancı istihbarat teşkilatlarına sızdırmaktadır.

Yabancı İstihbarat Ajansları gerektiği yerlerde bunları kullanmaktadır. Tabi bu istihbarat ajanslarının ilgilendikleri gruplar, Fethullahçı olan kadrolar değildir. Özellikle CİA bu listelerdeki aşırı komünist, aşırı Kemalist ve özellikle CİHADÇI MÜSLÜMANLARLA ve CİHAD EĞİLİMİ OLAN EHLİ TARİKLARLA İLGİLENMEKTEDİR. BÖYLECE CIA, MİT YAHUT EMNİYET İLE ULAŞAMADIĞI BİLGİLERE FETHULLAHÇILARIN YAPTIĞI ÇALIŞMALARLA ULAŞMAKTADIR. BÖYLECE EL KAİDE, İBDA C, ÇEÇEN MÜCAHİDLER GİBİ ETKİN OLAN CİHADÇI MÜSLÜMANLARI BU LİSTELERE GÖRE DEĞERLENDİRMEK DAHA KOLAY OLMAKTADIR. TABİ BU SIZDIRMALARI BÜTÜN FETHULLAHÇILARIN YAPTIĞINI SÖYLEYEMEYİZ. ANCAK FETHULLAHÇI İŞBİRLİKÇİ AJANLAR BU FAALİYETLERİ PERİYODİK OLARAK GERÇEKLEŞTİRMEKTEDİR. NURETTİN VEREN SENDROMUNDA OLDUĞU GİBİ İÇ AJANLAR BU FAALİYETLERE KARIŞMAKTADIR.

SIZDIRMALAR

Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı bu tür şahıslar arasındadır. Ekrem Dumanlı 2005 Haziran, 2005 Eylül, 2005 Kasım aylarında İstanbul Şişli'de, Beşiktaş'taki evlerde CIA yetkilileriyle görüşmüştür. Bu şahsın Emniyet'in derin kişilikleriyle karanlık ilişkileri olduğu sabittir. Ayrıca El Kaide mücahidlerinin saldırı yapacağı istihbaratını alan CIA, Ankara'da 2004 yılında Kemal adlı Fethullahçı avukatla Balgat'taki bir evde görüşmüştür...

Burada CIA iki yönlü oynamaktadır. Fethullahçılarla dolaylı olarak ilişki kurarken, Fethullah Gülen'in takıyye yapıp yapmadığınnı araştırmak için bir ajan görevlendirdiği bilgiler arasında kaydedilebilir. Yani bu noktada CIA Fethullahçılara güvenmemekle birlikte, iç işbirlikçilerin fişlemelerinden yararlanmak için bu verileri kullandığı açıktır. Bu yakın CIA-Fethullahçı ilişkileri doğrudan olmamakla birlikte Fethullahçılara bazı avantajlar sağladığı söylenebilir.

Amerika'da bazı Fethullahçıların mesela New Jersey'de Arap-İslam kökenli öğrencilerin arasına sokularak istihbarat çalışması yapması karşılığı parasal gelir elde ettikleri de bir gerçektir.

Örneğin Selim isimli bir Fethullahçı'nın New Jersey'de Mısır uyruklu Ahmad Kasım isimli öğrenciden cihadçı faaliyetler hakkında bilgi edinmek istediği, mücahid kardeşin olumlu karşılaması karşısında Arap kökenli öğrencilerin evlerine gittiği ve bu kişilerin isimlerini CIA ajanlarına sızdırdığı bir gerçektir. Ahmad Kasım, Muhammad Ezzet, Tarık al Jeyshi isimli kardeşler bu fişleme neticesinde FBI ve CIA tarafından takibe alınmıştır. Şu an bu kardeşler takibat altındadır. Ayrıca bu faaliyetlere New York'ta Ahmad Nawaz Sherif adlı Pakistan uyruklu bir Fethullahçının katıldığı da tespit edilmiştir.Bu işbirlikçide aynı faaliyetlerle Arap kökenli öğrenciler arasında istihbarat yapmaktadır.

Fethullahçı Türklerden bazılarına Green Kard uygulaması ve bir zorluk çıkarılmadan Fethullahçıların kolaylıkla Amerika'da iş ve okul bulabilmesi CIA faaliyetleriyle paraleldir. Şuan tüm Fethullahçı eğitim kurumlarında Green Card uygulaması yönündeki teşvikler bu zaviyede değerlendirilmelidir. Dolayısyla Fethullahçı-Amerikan ilişkileri bilinenden daha derin ve karanlıktır.

Amerika ve tüm dünyada El Kaide oluşumlarında Fethullahçılar tampon görevini görmek için Amerikalılar tarafından istihdam edilmektedir. Çünkü El Kaide'ye doğrudan ajan sokamayan CIA fethullahçılarla lokal dirsek temaslarıyla El Kaide oluşumlarını yerinde tespit etmektedir. Potansiyel El Kaide mücahidlerini eylem sürecine geçmeden Fethullahçılar aracılığıyla yoketmek CIA için büyük bir avantaj sağlamaktadır.

Buradan hareketle anti cihad propagandası yapan Fethullahçı grupların yayınları İslam açısından çok büyük bir tehlike olmasa da çıkarcı ve zaaflı Fethullahçı ŞAKİRDLER Amerika'nın gelecekteki favori muhbirleridir. Bu yüzden fethullahçılar rahatlıkla dünyanın her yerine yayılmaktadır. Tabi bu yayılış sürecinde saf müslümanların enerjileri ve paraları harcanmaktadır. İşte bu gerçekten üzüntü oluşturan bir durumdur.İslam'ın kurtulması için emeğini sarfeden saf Anadolu müslümanı bu beyin yıkama sürecinde dolaylı yoldan Amerikan çıkarlarına yardım etmektedir.

Fethullah Gülen ilahi bir vasıfla kitlelere empoze edildiğinden otoritesi tartışılmaz (Kadiri Mutlak) rolündedir. Ancak Fethullah Gülen bir beşerdir. Ne vahy ne de başka bir şey almaktadır. Peygamberlerin bile zelleleri varken, masum ve günahsız İmam! Fethullah Gülen'in bu süreçte hata etmedeğinden bahsetmek büyük bir hamakattir.
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Prş Ağu 14, 2008 16:56

CIA TÜRKİYE RAPORU
CIA’nın 88 sayfalık raporunun girişinde şu cümleler dikkat çekiyor: "İslam Dünyası kendi değerlerini ve doğasını tanımlamanın kavgasını yaşıyor. Peki ABD’nin bu kavgadaki öncelikleri neler? Önce İslamiyet’ten kaynaklanan şiddetin önlenmesi, sonra ABD’nin İslamiyet’e karşı olduğu imajından kaçınılması ve daha sonra da İslam dünyasının demokratikleştirilmesine yönelik atılacak radikal adımların planlanması...İslam dünyası şu an gelişme yoksunluğu ve globalleşme ile uyumsuzluk sorunlarıyla boğuşuyor ve bugüne kadar İslam dünyasında çare için bulunan milliyetçilik, Pan-Arabizm, İslam devrimi vb. kavramların da bu çözümde yetersiz kaldıkları görülüyor."

Bu tanımlamadan sonra raporda İslam dünyası 4 başlıkta şöyle kategorize ediliyor:

"1) Köktendinciler: Demokratik değerleri redderler ve İslami değerlerle yönetilen otoriter bir devlet biçiminden yanadırlar.
2) Tutucular: tutucu bir toplum isterler ve modernleşme ve değişim konularına kuşkulu yaklaşırlar.
3) Ilımlılar: İslam dünyasının, globalleşmenin bir parçası olmasından yanadırlar ve İslam’da reform ve modernleşme isterler.
4) Laikler: Din ve devlet işlerinin ayrışmasından yanadırlar. Batı türü demokrasiden yanadırlar ve dini kişi düzeyine indirgemeye çalışırlar."

Bu kategorilendirmenin ardından ABD yönetiminin yapması gerekenler raporda şöyle sıralanıyor:

"Önce "Ilımlı İslamcılar" desteklenecek: Çalışmaları ve görüşlerinin yayınlanması ve dağıtılmasına maddi katkı yapılacak, daha geniş kitlelere ve özellikle gençlere ulaşmaları teşvik edilecek, sivil toplum kuruluşları kurmalarına, eğitim için yer bulmalarına ve politik süreç içinde gelişmelerine destek olunacak, görüşlerini yaymak için web sitesi, okul, enstitüler kurmalarının önü açılacak ve Ilımlı İslam’ın kitlelerin alternatifi olması sağlanacak. Köktendinciler'e karşı tutucular desteklenecek: Bu amaçla, her iki grubun ittifak kurmalarının önüne geçilecek, tutucular'la Ilımlı İslamcılar'ın ittifak kurmaları sağlanacak ve tutucu eğitim kurumlarında Ilımlı İslamcılar’ın görüşlerinin yayılmasına çalışılacak, tutucu İslamcılar arasında özellikle Sufizm’in taban bulması için uğraşılacak. Laikler, duruma göre desteklenecek: Laikler’in köktendinci tehlike karşısında ABD ile aynı görüşte olmaları için uğraşılacak ve bu durum laiklerin milliyetçilik ve sol akımlara yanaşması önlenerek gerçekleştirilecek. Köktendinciler'le etkili mücadele edilecek: bu konuda da köktendincilerin terör eylemleri sürekli gündemde tutulacak, gazetecilerin köktendinci akımlar içindeki yolsuzlukları, baskıları, moralsizliği sürekli gündemde tutmaları sağlanacak, aralarındaki bölünmeler hızlandırılacak."

Raporun daha sonraki bölümlerinde kategoriler daha detaylı olarak anlatılıyor ve Türkiye’yi ilgilendiren bölümler başlıyor. Örneğin Köktendinci gruplar arasında El Kaide ile birlikte Kaplancılar da sayılıyor. Laik kategoriye en iyi örnek olarak Türkiye’deki Kemalistler gösteriliyor ve aslında milliyetçilik vb akımlar nedeniyle aslında laiklerin ABD"ye çok yakın bakmadıkları da raporda yer alıyor. Peki bu durumda en iyi ittifak olarak kim kalıyor? Rapora göre bu durumda en iyi ittifak Ilımlı İslamcılar’la yapılabilir...

Ve sıkı durun raporun 38. sayfasında, Ilımlı İslamcı olarak Türkiye”den Fethullah Gülen’in adı örnek olarak veriliyor. 39. sayfada da Ilımlı İslamcılar’ın en büyük eksikliklerinden birinin "ekonomik güç" olduğu vurgulanıyor ve maddi açıdan desteklenmeleri isteniyor. Raporda Türkiye’nin Ilımlı İslam için iyi bir maden oluşturduğu tespitinde bulunularak, bu konuda Türkiye’deki iktidarın desteklenmesinin altı çiziliyor.

Raporun daha sonraki bölümlerinde kategorilendirilen İslami grupların, kadın, evlilik, cihad, demokrasi, eğitim vb. konulara nasıl baktıkları da ayrıntılarla inceleniyor.

Raporun son bölümünde "Derin Strateji" başlığı altında da, ilk başta verilen "Yapılacaklar" daha da detaylandırılıyor. Burada en ilgi çekici olanı da, "Ilımlı İslami bir lider oluşturulması" başlığı altında ortaya çıkıyor: "Ilımlı İslamcılar’ın cesur sivil liderler olmasına çalışılmalı ve demokrasi, insan hakları, kadın hakları konusunda etkili politikalar geliştirmeleri sağlanmalı. İslam’ın bir üst kimlik olduğundan çok, insanlarının kimliklerinin bir parçası olduğu işlenmeli, sivil toplum örgütleri oluşturarak Ilımlı İslamcı liderlere yardım edilmesine çalışılmalı..."

Tabii raporda Türkiye’yi, Irak’ı ve tüm İslam dünyasını ilgilendiren bölümler ve hepimize tanıdık gelecek "uygulama önerileri" bulunuyor... Biz burada sadece raporu kısaca özetledik...

Bilmek sabır ve araştırma istiyor. Bilen, bulmacayı daha kolay çözüyor...

Kaynak: Rand.org "Cıvıl Democratıc Islam: Partners, Resources and Strategıes”
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Prş Ağu 14, 2008 17:00

AJAN ŞEBEKESİ: FETHULLAH CEMAATİ

FETULLAH AJANLARI DİĞER PARTİLERE SIZMAKTALAR!


Fethullah, Ajanlarını AKP dışında diğer partilere yönlendirmektedir! Bunlardan birisi de: İstanbul birinci bölge, birinci sıra adayı; GAZETECİLER VE YAZARLAR VAKFI BAŞKAN YARDIMCISI ZAMAN YAZARI NEVVAL SEVİNDİ...

Fethullah şebekesine, düne kadar dinsel bir cemaat olarak bakıldı, hatta bu bakışın içinde biraz hoşgörü ve sempati de vardı!!! Ama zaman içinde takke düştü kel göründü!!
İçlerinde gerçekten inanmış saf Müslümanları bir kenara ayırırsak, Fetullah'ın Müslümanlıktan öte İslam'ı yok etmek için organize edilmiş bir ajan olduğunu görürüz!!
Bizim gözden kaçırdıklarımız zamanla, daha bariz olarak ortaya çıktı!

Gördük ki; salt dinsel inançlarını yaşamaya çalışan bir cemaat değildir. Uluslararası alanda at koşturan, son derecede tehlikeli bağlantılarıyla, ekonomik kaynakları ile, eğitim kurumlarıyla, ülkemizin yüz yüze olduğu tehdit ve tehlike dizinidir..
Fetullah şebekesi, "ABD ve İNGİLİZ ALAŞIMLI" oralarda dizayn edilmiş, İslam'ın içini boşaltıp Türklüğü acz içine düşürmekle görevlendirilirmiş bir Vatikan kuklasıdır!!

Fethullahçılar, mevcut ekonomik kaynaklarını yapılabilecek en akılcı ve en değerli alana, eğitim yatırımına tahsis ettiklerinden, diğer şeriatçı yapılanmalara kıyasla, ülkemizin sadece bugününü değil, daha çok geleceğini tehdit etmektedirler.

--- TSK'ya sızmakta zorlanan ama buna rağmen yılmaksızın girişimlerini sürdüren fethullahçılar, istihbarat birimlerindeki kadrolarını, alternatif silahlı kuvvetler olarak algılamaktadırlar. Bununla birlikte adliye ve mülkiye kadrolaşması ise, bu gücü daha da pekiştirecek ve devletin içten ele geçirilmesini ya da bir başka ifadeyle devletin kansız teslim alınmasını temin edecektir.

1980'li yılların başlarından itibaren polis okullarına ve polis akademisi'ne sızarak burada kadrolaşan ve daha sonra personel, eğitim, bilgi-işlem, terörle mücadele, istihbarat gibi birimlerde kökleşmeye çalışan Fethullahçılar, istihbarat birimlerinin yanı sıra, var oldukları her yerde ve ortamda, şeyhleri F.Gülen'in kaset ve kitaplarındaki "tedbir ve temkin","taktik ve strateji" içeren direktiflerinin gereğini yerine getirerek bugünkü güç düzeylerine erişebilmişlerdir.

Ankara DGM, F. Gülen iddianamesi'nde şöyle denmektedir:

"F.Gülen gurubunun başta milli eğitim ve emniyet teşkilatı olmak üzere bütün devlet kadrolarına sızma çalışmaları yaptığı ve önemli ölçüde muvaffak olduğu bilinmektedir."

İstihbarat Daire Başkanlığı'nın 10 Mart 1992 gün ve 1992/79 sayılı yazısında şöyle denilmektedir:

"...Ankara polis koleji öğrencilerinin % 50'sine yakın bir kesimi ile çeşitli şekillerde temas kuran örgüt elemanları, kendilerine yakın olanlar üzerindeki ajitasyon çalışmalarını sistemli olarak yürütmektedirler."
Yukarıda belirtilenlerin büyük bir bölümü gerçekleşmiştir!!

"...Gelecekte Emniyet Teşkilatı’nın bürokratlarını oluşturacak Polis Koleji öğrencilerinin, koleje seçiminden itibaren her aşamada sistematik bir çalışmanın yürütüldüğü görülmektedir."

Emniyet Genel Müdürlüğü'nce yayınlanan istihbarat bülteninin 70 no'lu nüshasından bir alıntı:

"GURUBA AİT, ÜLKEMİZDE FAALİYET GÖSTEREN EĞİTİM-ÖĞRETİM KURUMLARINDAN BAZILARI AŞAĞIDA BELİRTİLMİŞTİR:

İzmir Yamanlar Fen Lisesi,
İstanbul Fatih Koleji,
İstanbul Safiye Sultan Kız Lisesi,
Mersin Yıldırım Han Lisesi,
Ankara Samanyolu Lisesi,
Van Serhat Lisesi,
Denizli Server Lisesi,
Erzurum Aziziye Lisesi,
Erzincan Otlukbeli Lisesi,
Eskişehir Ertuğrul Gazi Lisesi,
Sakarya Işık Lisesi,
Manisa Şehzade Mehmet Türk Lisesi,
Aydın Nizami Erkek Lisesi,
Fatih Üniversitesi."

YAYIN ORGANLARI

Gurubun yayın organları arasında "Sızıntı Dergisi, Yeni Ümit, Aksiyon, Zaman Gazetesi, Samanyolu TV", kuruluşları arasında da "Akyazılı orta ve yüksek eğitim vakfı, Türkiye Öğretmenler Vakfı, Türkiye Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı" gösterilmiştir.

ANKARA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ'NCE HAZIRLANAN RAPORDAN BİR ALINTI:

"F. Gülen'in oluşturduğu örgüt, devletin laik yapısını yıkmak amacıyla kurulmuş olup, istişare kurulu, bölge imamları, şehir imamları, semt imamları, ev imamları gibi illegal yapılanmayla bütün ülkeyi bir ağ gibi sarmıştır. Yine bu illegal yapılanmaya bağlı olarak yurt içinde ve yurt dışında legal görünüşlü şirket, okul ve vakıflara sahip bulunmaktadır. Bu legal ve illegal yapılanması ile büyük ve güçlü görünüm arz eden örgüt, halk üzerinde bir manevi cebir ve baskı yaratmaktadır."

Göz önünde tutulması gereken önemli bir husus; fethullahçı örgütlenmenin, emniyet teşkilatı içinde bugüne kadar niçin çözülemediğidir. Bunun da en önemli nedeni, çözecek makam sahiplerinin, birtakım siyasal denge hesapları ve de koltuk endişeleri ile konuya soğuk bakmaları, risk üstlenmemeleridir.

İŞTE BİRTAKIM GARİPLİKLER:

--- 10 Kasım 1996'da "inancımıza saygı duyulmadığı bir dönemde, içim kan ağlayarak bugünkü törenlere katıldım" sözleriyle ünlenen Kayseri Eski Belediye Başkanı Refah Partili Şükrü Karatepe hakkında DGM'nin bilirkişi olarak atadığı Prof. Dr. Ali Şafak, Karatepe’yi aklayan bir rapora imza atanlar arasındadır. Şafak, polis akademisi'nde görevinin başındadır!

--- Polis Kolejindeki toplam 731 öğrencinin %53'ünü oluşturan 388 öğrencinin, fethullahçı yapılanma içinde yer aldığı belirtilmektedir. 2001 yılı mezunları arasında bu oran %67 olarak kaydedilmektedir.
Şimdi bu şahıslar emniyet içinde önemli noktaları tutmuş bulunmaktadırlar!!

FETULLAH - CIA İLİŞKİSİ:

Yayınlanan bir raporda "Etki Ajanı-Nüfuz Casusluğu" kavramının tarihsel süreçte anlatılması ve örneklendirilmesi amaçlanmıştı. Söz konusu raporda "Türkiye'deki Etki Ajanı Borsası: Fethullahçılar" ara başlığı altında aşağıdaki bilgiler yer almıştır:

"......SÖZKONUSU HOCAEFENDİLERDEN BİRİ OLAN ZAT, KALABALIK MAİYETİYLE (BUNA 24 SAAT YANINDAN EKSİK OLMADIĞI SÖYLENEN DOKTORLARI DA DAHİL) PENNSİLVANIA EYALETİ’NDE PHILADELPHIA YAKINLARINDA ÖZEL BİR ÇİFTLİKTE YAŞIYOR. ÇİFTLİĞİN BULUNDUĞU BÖLGENİN FBI KORUMASI ALTINDA, REFAKAT MEMURLARININ GÖZETİMİNDE OLDUĞU VE BURALARDAKİ ÇİFTLİKLERDE YAŞAYANLARA BİRİNCİ DERECEDE ÖZEL ÖNEME SAHİP KORUMA PROGRAMININ (COUNTUR-SURVEILLANCE FAALİYETİ) UYGULANDIĞI KAYDEDİLİYOR."

"......GERÇEKTE BU ÇİFTLİĞİN, CEMAATİN GAZETESİNİN SORUMLULARININ DA ARALARINDA BULUNDUĞU, ABD YASALARINA GÖRE KURULAN ALTIN NESİL VAKFI ADINA FBI TARAFINDAN FETHULLAHÇILARA 1991'İN BAŞINDA TAHSİS EDİLDİĞİ VE AYNI YILIN ORTALARINDA YÖK YA DA MEB BURSU İLE BU ÜLKEYE GÖNDERİLEN
FETHULLAHÇI YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİLERİNİN BİR YAZ KAMPI OLUŞTURARAK, SÖZKONUSU ÇİFTLİKTE ÖRGÜTLENME TOPLANTILARI GERÇEKLEŞTİRDİKLERİ BİLİNİYOR."

"ŞİMDİ HOCAEFENDİLERİN HEPSİNİ MASUM VARSAYALIM:

A) ABD'DE İKAMETİN YASAYLA BELİRLENMİŞ KATI KOŞULLARI BULUNMAKTADIR. HİÇKİMSE YASAL OLARAK, RESMİ BAŞVURU YAPMAKSIZIN VE DE GEREKÇESİNİ BELGELEMEKSİZİN (DEFACTOR STATÜSÜ HARİÇ) BU ÜLKEDE 6 AYDAN UZUN BİR SÜRE KALAMAZ.

......HOCAEFENDİLERİN TÜMÜNÜN YEŞİL KARTA SAHİP OLMALARI TEKNİK AÇIDAN OLANAKSIZ, ÇÜNKÜ YASAL KOŞULLAR UYMAMAKTADIR.

......GERÇEKTE, ABD’DE DERİN DEVLET KORUMASI ALTINDAKİ HOCAEFENDİLERİN, 'KAÇ!' KOMUTUNU ALDIKLARI ANDAN İTİBAREN CIA İLTİCA VE TARAF DEĞİŞTİRME DEPARTMANININ ACİL PLANINA DÂHİL OLARAK KENDİLERİNE TANIDIĞI KOLAYLIKLARDAN YARARLANDIKLARI BİLİNMEKTEDİR. BU ARADA, MERVE KAVAKÇI GİBİ ABD VATANDAŞLIĞINA ALINMIŞLARSA O BAŞKA.

B) HOCAEFENDİLERİN ALDIKLARI İLKOKUL MEZUNU EMEKLİ MAAŞI İLE BUNCA SÜRE ABD'DE NASIL (HEM DE MAYO FETHULLAHÇI KLİNİĞİ DAHİL) TEDAVİ GÖRÜP, 24 SAAT SÜREYLE DOKTOR GÖZETİMİNDE NASIL KALABİLDİĞİNİ; ÇİFTLİKTE RUTİN HARCAMALARIN YANISIRA, KAHYA, AŞÇI GİBİ PERSONELİN MAAŞLARINI
NASIL ÖDEYEBİLDİĞİNİ; HER HAFTA ONLARCA, BAZEN YÜZLERCE MİSAFİRİN AĞIRLAMA MASRAFINI NASIL KARŞILAYABİLDİĞİNİ KERAMETLE AÇIKLAYAN MÜRİTLERE İNANMAK NE DERECEDE OLANAKLI!..

C) FETHULLAHÇI YAPILANMA, CIA'NIN ÖNGÖRDÜĞÜ TARİKAT (SÖZDE SİVİL TOPLUM CEMAATİ) MODELİNE -MORMON, MOON, SCYENTOLOGY VD. GYBY- TIPATIP UYMAKTADIR.

......LEGAL, DEVLET KARŞITI OLMAYAN, SALT DİNSEL YA DA SİYASAL FAALİYETLERDE BİLE BU OLAĞANÜSTÜ GİZLİLİĞE GEREK DUYULMAZKEN, FETHULLAHÇILARIN BU AŞIRI DUYARLILIĞININ ÖZEL NEDENLERİ OLSA GEREKTİR. BU ÖRGÜTSEL YAPI VE GİZLİLİĞE VERİLEN AŞIRI ÖNEM, FETHULLAHÇILARIN BİR AJAN ŞEBEKESİ(AGENT NET) OLDUĞUNA İLİŞKİN KUŞKULARI KUVVETLENDİRMEKTEDİR."

"......CIA NEZDİNDE TÜM FETHULLAHÇILAR, 'WALK-IN' TABİR EDİLEN BİR KATEGORİDE TUTULMAKTADIRLAR; YANİ KENDİ AYAKLARIYLA VE GÖNÜLLÜ OLARAK AJANLIK HİZMETİNİ TALEP EDEREK GELMİŞLERDİR. FETHULLAHÇILARA GÖRE, NASIL HUMEYNİ ZORUNLU SÜRGÜN SONRASI BİR GÜN İRAN'A DÖNMÜŞSE, HOCAEFENDİLERİ DE ÖYLE ANLI ŞANLI BİR BİÇİMDE DÖNECEK VE DODRUDAN ÇANKAYA'YA OTURACAKTIR. BU BEKLENTİNİN DEVAMINDA, ABD’YSE, KÜRESELLEŞME ÖNÜNDE EN TEHLİKELİ BİR ULUS-DEVLETİ ORTADAN KALDIRMANIN, YERİNE KENDİ ILIMLI, UYSAL MÜSLÜMAN PATRİĞİNİ GETİRMENİN NİMETLERİNİ GÖRECEKTİR. BİR YANDAN ABD YLE İLİŞKİYİ SÜRDÜREN FETHULLAHÇILAR, DİĞER YANDAN VATİKAN, FENER RUM PATRİKHANESİ, MUSEVİ HAHAMBAŞISI DERKEN, FARKLI ÜLKELERİN İSTİHBARAT SERVİSLERİ TARAFINDAN YÖNETİLEN-YÖNLENDİRİLEN ÇEŞİTLİ ULUSLARARASI KURULUŞLARLA DA FLÖRT ETMEYE BAŞLAMIŞLARDIR."

FETHULLAH-ALMANYA BAĞLANTISI:

"ALMANYA İLE DE TEMAS KURAN FETHULLAHÇILAR, ALMAN DIŞ İSTİHBARAT SERVİSİ OLAN BND BAĞLANTISI DOLAYISIYLA ALMANYA'NIN İÇ İSTİHBARAT ÖRGÜTÜ OLAN FEDERAL ANAYASAYI KORUMA TEŞKİLATI'NIN DESTEĞİNİ DE OTOMATİKMAN ALAN FETHULLAHÇILAR, YAKLAŞIK 2.400.000 VATANDAŞIMIZIN YAŞADIĞI BU ÜLKEDE, 'HİMMET PARASI' TOPLAMA VE YANDAŞ-MÜRİT KAZANMA AMACINA YÖNELİK OLARAK KÖLN, HANNOVER, MÜNYH, AUSBURG, STUTTGART GYBY, TÜRKLER'İN YOĞUN OLARAK YAŞADIKLARI TÜM ŞEHİRLERDE 'Y.BURG A.Ş.' GYBY ŞİRKETLERİN YANISIRA, 'DOST YOLU DERNEDY, TÜRK-ALMAN AKADEMİSYENLER BİRLİĞİ, İSLAM DİN BİRLİĞİ' GYBY ÇOK SAYIDA AKTiF ÇALIŞAN ÖRGÜTE SAHİP OLMUŞLARDIR."

FETHULLAH - İNGİLTERE BAĞLANTISI:

"İNGİLTERE DE OKUL AÇAN VE LONDRA'DA BÜYÜK BİR MERKEZ BİNASI SATIN ALAN FETHULLAHÇILAR, İNGİLTERE’NİN DÂHİLİNDE YABANCILARA DÖNÜK FAALİYET GÖSTEREN MI5 VE DIŞ İSTİHBARAT SERVİSİ MI6'NIN UZAKDOĞU'YA YÖNELİK FAALİYET GÖSTEREN DEPARTMANI(CIFE) VE ORTADOĞU'YA YÖNELİK FAALİYET GÖSTEREN DEPARTMANI (MEIC) İLE OKULLAR KONUSUNDA MÜŞTEREK ÇALIŞMA YÜRÜTMEKTEDİRLER."

FETHULLAHÇI İSTİHBARATÇILARIN OPERASYONLARI:

DEVLETİN GÜCÜNÜ, DEVLET SAVUNUCULARINA KARŞI KULLANMA AŞAMASINA GELMİŞ OLAN FETHULLAHÇILARIN, OPERASYONEL ANLAMDA KAYDA DEĞER BAŞARILARI MEVCUTTUR. OPERASYONLARINDA, AMACA ULAŞMADA HER YOLU MÜBAH SAYAN VE HER TÜRLÜ SINIR TANIMAZ FIRSATÇILIK, AHLAKSIZLIK, TAKİYYE UNSURLARINI İÇEREN BİR KONSEPT ÇERÇEVESİNDE HAREKET EDEN FETHULLAHÇI İSTİHBARATÇILARIN KULLANDIKLARI YÖNTEMLER ŞUNLARDIR: TELEFON DİNLEME, TEHDİT, SAHTE BELGE ÜRETİMİ VE MONTAJ, ÇARPITILMIŞ BİLGİYE YÖNELİK KAMPANYALAR, HIRSIZLIK, KUNDAKÇILIK, ŞANTAJ AMAÇLI KADIN PAZARLAMA VE GÖRÜNTÜ KAYDI, HER TÜRLÜ İLLEGAL KAYIT KULLANIMI (BÖCEK, GİZLİ KAMERA VB.), RÜŞVET, GASP, DARP, BİLGİSAYAR SAHTEKÂRLIKLARI, EV VE İŞYERİ KURŞUNLAMA, EMNİYETİ SUİSTİMAL, HÂKİM KİRALAMA VE DİĞERLERİ...

FETHULLAHÇI İSTİHBARATÇILAR TARAFINDAN "HASIM" KABUL EDİLEN KİŞİ VE KURULUŞLAR ALEYHİNE YÜRÜTÜLEN DEZENFORMASYON FAALİYETLERİNDEN BAŞLICASI, ÇARPITILMIŞ VEYA TAMAMEN UYDURMA BİLGYLERE DAYALI SAHTE BELGELER ÜRETMEKTİR; TEKNİK DEYİMLE "FABRİKATÖRLÜK" YAPMAKTIR.

FETHULLAHÇILARIN ADLİYE'YE İLK SIZMA GİRİŞİMLERİ CHP-MSP KOALİSYONU DÖNEMİNE KADAR GİTMEKTEDİR. 12 EYLÜL SONRASINDA, ADLİYE'DEKİ KADROLAŞMA ÇABALARI SONUCUNDA, YARGI MENSUPLARI ARASINDA "GÜMÜŞ YÜZÜKLÜ" OLARAK ADLANDIRILAN BİR GURUBUN GİDEREK GÜÇ KAZANDIĞI KAYDEDİLMEKTEDİR.

--- EMNİYET İSTİHBARAT DAİRESİ TARAFINDAN "EMNİYET TEŞKİLATI'NDA FETHULLAHÇI YAPILANMANIN VAR OLDUĞU"NU TESBİT EDEN BİR ARAŞTIRMA RAPORUNUN SONUÇ BÖLÜMÜ, TÜYLER ÜRPERTECEK BİR HÜKÜM İÇERİYORDU:

"ÖNLEM ALMAKTA GECİKİLDİDİ TAKDİRDE, TARİH SAYFALARI ARASINDA KALAN BABAİLER İSYANINDAN ŞEYH BEDRETTİN VE ŞEYH SAİD'E KADAR UZANAN DİN GÖRÜNÜMLÜ İSYANLARIN BELKİ DE EN CİDDİ, EN SİNSİ, EN KAPSAMLI VE EN TEHLİKELİSİ OLABİLECEĞİNE İŞARET ETMEK YANILTICI BİR TAHMİN OLMAYACAKTIR."

FETHULLAH ÖRGÜTLENMESİ

TEPEDEKİ İSİM: FETHULLAH GÜLEN

BAŞYARDIMCI: İSMAİL BÜYÜKÇELEBİ

LATİN AMERİKA İMAMI: LATİF ERDODAN

AVRUPA İMAMI: ABDULLAH AYMAZ (İSMAİL YEDİLER)

MEDYA VE SANATÇILAR SORUMLULARI:

GAZETECİLER VE YAZARLAR VAKFI BAŞKANI HARUN TOKAK,

GAZETECİLER VE YAZARLAR VAKFI BAŞKAN YARDIMCISI CEMAL UŞŞAK!

ZAMAN YAZARI NEVVAL SEVİNDİ!!

ESNAF-PARA KONTROLÜ: ALİ BAYRAM

YÖK-ÜNİVERSİTELER: PROF. DR. ŞERİFALİ TEKALAN

SİYASİ PARTİLER: HÜSEYİN GÜLERCE

YAYINLAR: ALAADDİN KAYA

BÜYÜKÇELEBİ'NİN BAKANLAR KURULU

İSMAİL BÜYÜKÇELEBİ'NİN YAKIN ÇEVRESİNE AKP İÇİNDEKİ "ADAMLARI"NI ŞÖYLE ANLATTIĞI BELİRTİLİYOR:

"ABDULLAH GÜL, ABDÜLKADİR AKSU, CEMİL ÇİÇEK, HÜSEYİN ÇELİK VE MEHMET AYDIN, BAKANLAR KURULU'NDA BİZİ TEMSİL EDİYOR."

BÜYÜKÇELEBİ'NİN SAYDIĞI İSİMLER ŞÖYLE DEĞERLENDİRİLİYOR:

"ABDULLAH GÜL'ÜN, GÜLEN'E YAKINLIĞI BİLİNİYOR.

CEMİL ÇİÇEK'İN, 'FETHULLAH GÜLEN TÜRKİYE'YE DÖNEBİLİR' AÇIKLAMASI!

AKSU'NUN EMNİYET İÇİNDEKİ 'FETHULLAHÇILARA' GÖZ YUMMASI,

DİYANET'TEN SORUMLU! DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN'IN 'DİNLERARASI DİYALOG'CU OLMASI!

HÜSEYİN ÇELİK'İN GÖNÜLDEN 'NURCU' OLMASI, BÜYÜKÇELEBİ'NİN BU SÖZLERİNİ GÜÇLENDİRİYOR.

SON OLARAK HÜSEYİN ÇELİK'İN, GÜLEN'E YAKINLIĞIYLA BİLİNEN ÇALIK GRUBU'NUN 17 TEMMUZ'DA EĞİTİM KOMPLEKSİNİ AÇMASI, BU İLİŞKİLER AĞININ KANITLARINDAN."

SONUÇ OLARAK, MİT RAPORUNDA DA BELİRTİLDİĞİ GİBİ, F.GÜLEN GURUBUNUN;

KISA VADEDE; DEVLET KADEMELERİ VE TSK BÜNYESİNDE KADROLAŞMA ÇABALARINI ARTTIRACAĞI VE AYRICA HÂLİHAZIR ÇİZGİSİNİ DEĞİŞTİRMEYEREK, UZLAŞMACI TAVIR VE UYGULAMALARINI AYNI ÇERÇEVEDE SÜRDÜRECEĞİ,

ORTA VADEDE; UZLAŞMACI VE BARIŞÇI POLİTİKASINI DEĞİŞTİREREK, UZUN VADELİ AMACI OLAN ŞERİATA DAYALI TÜRK İSLAM DEVLETİ KURULMASI İÇİN İLK GİRİŞİMLERİNİ BAŞLATABİLECEĞİ, BU MAKSATLA ALIŞILMIŞ TUTUM VE UYGULAMALARINDA, DEVLET VE TOPLUMUN KABUL EDEBİLECEĞİ DOZAJDA YOKLAMALAR YAPARAK ESAS AMACA ULAŞACAK ZAMANI BELİRLEYECEĞİ,

UZUN VADEDE; KENDİ YETİŞTİRDİĞİ MÜRİTLERLE, ÖZELLİKLE ÜST DÜZEY BÜROKRATİK MAKAMLAR DAHİL, YÖNETİMDE KESİN SÖZ SAHİBİ OLACAK ŞEKİLDE DEVLETİN TÜM ORGANLARINDA KADROLAŞABİLECEĞİ,

KADROLAŞMANIN SAĞLAYACAĞI AVANTAJLA, KENDİSİNE EN BÜYÜK ENGELİ TEŞKİL EDEN TSK'YA SIZABİLECEĞİ,

UZLAŞMACI GÖRÜNÜMLÜ POLİTİKASIYLA VE AYNI ZAMANDA SAĞLAYACAĞI DIŞ DESTEKLE TÜRKİYE'DEKİ TÜM TARİKAT VE MEZHEPLERİ EYLEM BİRLİĞİNE YÖNELTEREK, BİRLEŞTİRİCİ BİR DİNİ LİDER DURUMUNA GELEBİLECEĞİ, BU AŞAMADAN SONRA;

KENDİ PARTİSİNİ KURARAK VEYA ELE GEÇİRDİĞİ BİR SİYASİ PARTİYİ DESTEKLEYEREK, SİYASİ İKTİDARI ELE GEÇİREBİLECEĞİ VE SON AŞAMADA DA; BU GİDİŞİN ENGELLENMESİ HALİNDE, ÜLKEMİZ İÇİN VE CUMHURİYETİMİZ İÇİN İLERİYE DOĞRU DAHA BÜYÜK BİR TEHDİT VE TEHLİKE HALİNE GELEBİLECEĞİ BİLİNMELİDİR.
_________________

" Memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri Şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakrü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve Şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur! "
M.KEMAL ATATÜRK

http://www.temizeller.org / Mehmet DALMAZ
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

Rahmetli Necip Hablemitoğlı anısına

İletigönderen borabey » Prş Ağu 14, 2008 17:02

ORGANİZE SUÇLAR VE FETHULLAHÇILAR
Dr. Necip Hablemitoğlu
Kırım Dergisinde yayınlanan “Fethullahçı İhaneti”(1) başlıklı yazının hemen ardından başlayan gelişmeler, Türkiye’deki ve A.B.D.’ndeki şeriatçı dayanışmanın boyutlarını da gözler önüne serdi. Fethullahçısı, ışıkçısı, yeni asyacısı ile seriatçıların önemli bir bölümü, “ataları Said-i Kürdi ile Hocaefendilerine (!) hakaret edildiği, dil uzatıldığı” gerekçesiyle ilk kez açık olarak maskelerini indirdiler ve gerçek yüzlerini ortaya koydular. Görünen yüz, asla ve asla “Türk”ün yüzü değildi!.. Türk’e ve Türklüğe de alenen saldıran bu iğrenç yüzü sahiplenenlerin sayısı -gerek Basında ve gerekse internette- hiç de az değildi.

Böylece, meşru müdafaa haklarını (!) kullandıklarını sanan bu müritler güruhu, şahsımın yanısıra Atatürk ve Gaspıralı İsmail Beye de kin kustular. Bu hakaret ve karalama kampanyasına ilk tepki gösterenler arasında “Kırım”ın yanısıra “Yeni Hayat”ın da bulunması, şeriatçı kesimde gerçek bir paniğe yol açtı. Nedenine gelince, düne kadar takiyye yaparak “daha çok dindar”, “birazcık da milliyetçi” görünen mevcut tarikatlar, özellikle de nurcular ve fethullahçılar, kendilerinin Türkçü kesimde yargılandığını ve bu sürecin genel olarak Türk sağında da devam edeceğini farkettiler. İşte bu panik içinde kendi gazetelerinde yayınladıkları yazı serilerinde, gönderdikleri mektuplarda ve aracılar vasıtasıyla ilettikleri mesajlarda az bilinen ya da üzerinde pek durulmayan birtakım çelişkilerini de (2) ortaya koydular:

A. FETHULLAHÇI ORGANİZASYON VE YASAL STATÜSÜ

Gelen tepkilerin çoğunluğunda, fethullahçılığın bir tarikat olmadığı; hatta nurculukla bile ilişkisinin bulunmadığı; cemaat tanımının da yetersiz kalacağı vurgulandı. Fethullahçılık adına bir tüzel kişilik bulunmadığı; zaten fethulllahçıyım diyen bir kesimin hiç var olmadığı; fethullahçılık tesmiyesini din düşmanı laik çevrelerin yakıştırdığı iddia edildi. Aynı şekilde, demokrasinin kurallarına göre oynadıkları için her zaman ve her yerde var olduklarını; yasalar önünde ve müslümanların vicdanında sınırsız bir dokunulmazlığa sahip bulunduklarını önesürenlerin sayısı da az değildi. Bu iddialar, Türkiye’de fethullahçılığın yeniden tanımlanmasının ve somut bir statüye yerleştirilmesinin gerekliliğini ortaya koydu. Fethullahçılık, bir tarikatın ismi değildir, doğrudur. Cemaat kelimesi de tanımlamada yetersiz kalmaktadır, bu da doğrudur. O halde fethullahçılığın siyasal hayatımızdaki konumu, literatürdeki karşılığı ile hukuk sistemimizdeki statüsü nedir? Türkiye’nın Türk Silâhlı Kuvvetleri dışındaki anayasal kurum ve kuruluşlarının fethullahçılara karşı gösterdiği sorumsuzluğun gerisinde neler yatmaktadır? Türk Devletini iç ve dış tehdit odaklarına karşı koruyup kollama gibi anayasal ve de tarihsel bir misyonu üstlenen Türk Silâhlı Kuvvetleri, 28 Şubat Kararlarında fethullahçılarla ilgili olarak neleri gözardı etmiştir? İşte somut değerlendirmeleriyle fethullahçı yapılanma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünü ve yarınları için bu yapılanmayı yoketmek yolundaki pratik öneriler:

Dinsel, Siyasal ve Toplumsal Yapılanma:
Hocaefendi (!) başlangıç itibariyle (çıraklık ve kalfalık dönemlerinde) nurcudur. Bir başka ifadeyle, manevi dünyası, bir aracının, Said Nursi’nin risale ve söylemleri üzerine bina edilmiştir. Ancak, ustalık yani olgunlaşma dönemiyle birlikte muhteşem gerçeğe (!) ulaşarak, “tarikat zamanı değil, hakikat zamanı” diyerekten kendi bağımsız cemaatini kurmuştur. Hocaefendiye (!) göre, nurcu hareket, Osmanlı kültürünün ve koşullarının yarattığı bir harekettir. Kendisi ise “Türkiye’ye özgü, bir İslâmi modernleşme yaklaşımının ana damarları üzerinde yürüyen bir cemaat organizasyonu” kurucusudur. Günümüzde, Said Nursi ile hocaefendi (!) ilişkisi çok muğlâk olup, geride kalmıştır. Nurcuların eli kalem tutan, işadamı, gazeteci, esnaf, öğretim üyesi, öğretmen ve bürokrat kesiminin çoğunluğunu kendi cemaatine çeken hocaefendi (!) için müritleri, “oluşumda Said Nursi ve eserleri, hocaefendinin kişiliği yanında çok zayıf kalır” diyebilme noktasına gelmişlerdir. Yine de içlerinde geldikleri örümcek yuvasını inkâr etmiyenler de yok değildir. Örneğin, yakın bir süre öncesine kadar nurcu kesimin, şimdilerde de fethullahçıların “en ünlü” ve “kaliteli” yazarlarından emekli astsubay Ömer Okçu -adının arapça olmasına karşın anlaşılmaz biçimde Hekimoğlu İsmail lâkabını yeğlemektedir- sözkonusu makaleme tepki olarak yazdığı mektubunda eski ve yeni şeyhine olan bağlılığını şöyle uzlaştırmaktadır:

“... Ben Said Nursi’yi ve eserlerini 1953’den beri tanırım ve onun talebesiyim. Şu anda on bir ton kitabım var, yirmi beş kitap yazdım. Zaman gazetesinde ve diğer dergilerde yazılarım çıkıyor.... Ve Necip Bey yazısının sonunda Atatürk’ten cümleler almış. O da o şemsiyenin altına girmiş.... Ben bu yazıyı Zaman Gazetesinde yayınlamayacağım, çünkü Fethullah Gülen Hoca Müslümanların aleyhinde bir şey yazarsanız hakkımı size helal etmem demiştir” (3).

Fethullahçıların kadrosu, doğal olarak sadece eski nurculardan ibaret değildir. Sahip oldukları ekonomik, siyasal, imaj-propaganda ve eğitim gücü, leşe üşüşen sinekler örneği hemen her tarikattan kitlesel katılımları da beraberinde getirmiştir. Politikaya girmek; devletten teşvik ya da ihale almak; üniversitelerde yönetici olmak ya da akademik yükselme sağlamak; önemli merkezlere kaymakam, vali, emniyet amiri ya da müdürü, hakim, savcı atanmak; şube müdürlüğünden müsteşarlığa kadar bürokraside bir yerlere gelmek; çocuklarını eğitmek, sağlık sorunlarını gidermek ya da iş bulmak ve benzeri konularda çıkar sağlayan, nimet dağıtan bir organizasyon olarak fethullahçılar, Türkiye’deki tüm tarikatlar ve şeriatçı örgütler açısından cazibe merkezi haline gelmiştir. Nurcular ve nakşiler en fazla mürit kaybına uğrarken, bu organizasyona en az mürit kaptıranlar da süleymancılar ve kadiriler olmuştur. Sözkonusu cazibe merkezi sadece şeriatçılar için mi sözkonusudur?!. Elbette ki hayır!.. Propaganda malzemesi olarak kullanabilecekleri, kişisel çıkarına düşkün emekli subaylar, tanınmış masonlar, başta II. Cumhuriyetçiler olmak üzere dünün en hızlı solcuları, ateistleri olan gazeteciler, öğretim üyeleri, sanatçılar -inançları ve yaşamları ile tam anlamıyla farklı olsalar da- yüksek danışmanlık ücretleri; program, makale, kitap, konferans başına ödenen yüksek telif ücreti ve yolluklarla bu organizasyona kapılanabilmişlerdir.

Fethullahçı bataklığını en fazla geliştiren ise, başta M.H.P. olmak üzere tüm sağ partiler olmuştur. Türk-İslâm sentezi adı altında uydurulan yapay ideoloji, Türk sağındaki Türklük bilincini yoketme pahasına siyasal ümmetçiliği ön plana çıkarmıştır. Müridin şeyhi dururken siyasal bir lidere saygı duyamayacağını, bağlanamayacağını kestiremeyen kısır politikacılar, fethullahçı ve benzeri yapılanmalara gaflet içinde yataklık etmişlerdir. Bunun sonucunda, ortaya çıkan manzara: Türklük düşmanı hizbullahçı militanlarla, dar-ül harpçilerin, kaplancıların, Nizam-ı Alem Ocakları ya da Ülkü Ocakları mensuplarının aynı sloganları atmaları; benzer söylemleri paylaşmalarıdır. Bir başka örnek vermek gerekirse, Türklük bilincinin tarihi ocağı olan Türk Ocakları, hocaefendilerinin(!) yayınlarının dağıtımını yapmak, kendisini “yılın adamı” seçmek, Türk Dünyasını cemaate dahil etmek gibi sapkın bir misyon üstlenmiştir. Kısaca, Washington’un erleri, kendilerine modern alp-erenler, Horasan erleri yakıştırmasında bulunarak Türk sağını iğfale devam etmektedirler...

Ülkemizin sağ politikacıları gibi, sol çizgideki politikacıları da, fethullahçıların abartılı reklam gücünden fazlasıyla etkilenmiş görünmektedir. D.S.P. fethullahçılarla tam bir uzlaşma görüntüsü verirken, C.H.P. bu organizasyonla mücadeleden kaçınıp adeta görmemeyi, yok saymayı yeğlemektedir. Başta küçük taşra politikacıları olmak üzere, önümüzdeki genel seçimlerde milletvekili olmak isteyen öğretim üyeleri, bürokratlar fethullahçıların desteğini almak üzere adeta yarışa girmişlerdir. Seçim süreci, bu açıdan fethullahçıların gücüne güç katarken, kaybeden ulusal bütünlüğümüz, barışımız ve de geleceğimiz olmaktadır. Fethullahçılar, oy potansiyeli açısından bakıldığında, gerçekte tabanı olmayan ama yetişmiş kadrosu, ekonomik kaynakları ve de önemli dış desteği bulunan şişirilmiş bir balona benzemektedir. Hocaefendileri (!), her seçim dönemi boyunca siyasal parti tercihi konusunda sessiz kalıp ancak son birkaç gününde, oy tercihinde tabanı serbest bıraktıklarını açıklamaktadır. Oysa bu ülkenin aydınları çok iyi bilmektedirler ki, bu organizasyonun müritleri ve sempatizanlarının oyları, kapatılan Refah Partisinden başka hiçbir yere gitmemiştir, gitmez de. Tıpkı, kendilerinden başka hiç kimseyi gerçek müslüman kabul etmeyen, imam-hatip ya da ilâhiyat mezunu hocaların arkasında namaz kılmayı reddeden süleymancıların Refaha oy vermesinde olduğu gibi. Fethullahçıların kendi siyasal partilerini kurmaları, ülke barajının altında kalmalarının ya da Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasının kaçınılmaz olması nedeniyle mümkün değildir. Onlar, reklamla şişirilmiş organizasyonları ile mevcut siyasal sistemi, partileri ve seçmeni ile iğfal etmeyi, laik hukuk düzenini ise içten içe kemirmeyi tercih etmektedirler...



Örgütsel Yapılanma
Fethullahçılar, olası bir devlet soruşturmasına uğramak ve yargılama sürecine girilmesini önlemek amacıyla yapılabilecek hukuki deyimle her türlü muvazaaya, dinsel ifadeyle takiyyeye ya da hile-i şer’iyyeye, halk deyimiyle de sahtekârlığa başvurmaktadırlar. Örneğin, organizasyonun sahip olduğu tüm medya kuruluşları, sık sık kendilerinin hocaefendileri (!) ile hiçbir ilgileri bulunmadığını açıklamaktadırlar. Kâğıt üzerinde doğrudur. Yurt dışındaki yüzlerce okulun, yurt içindeki yüzlerce okul, dersane, yurt, binlerce ışıkevi ve hatta malûm üniversitenin bile hocaefendi (!) ile herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. Kâğıt üzerinde doğrudur (bu kurumlar, “F. Çağ A.Ş.”, “F. Fetih A.Ş.” gibi yaklaşık 100’e yakın şirketin sahipliğinde görünmektedir). Hatta, bu organizasyonun ve hocaefendinin (!) başta sigorta alanında olmak üzere, çoğu devletin kaynaklarını ve masum halkın yardım duygularını sömüren şirketleri de “bulunmamaktadır”, tabii kâğıt üzerinde. Bu organizasyonun bu olmayan şirketleri, doğal olarak devletten teşvik, düşük faizli kredi, ihale de almamakta; saf inançlı Anadolu insanından hiçbir yasal güvencesi olmayan güvene dayalı kâğıtlarla mevduat da toplamamaktadır. Devlete laik olduğu için vergi vermekten kaçınan şeriatçı sermaye, hatta şehir ve kasabaların küçük esnafları bile her ay muntazam biçimde ve doğal olarak bu organizasyona trilyonlar da akıtmamaktadır. Tabii hepsi kâğıt üzerinde...

Fethullahçı organizasyon, yüzlerce eğitim kurumu ve binlerce yurt ve ışıkevinde her yıl yüzbinlerce Türk gencini ailesinden koparma ve devletine-rejimine düşman etme; sonra onların eğitiminden işine, evlenmesine kadar tüm hayatını kontrol altına alma çalışmaları da yürütmemektedir, kâğıt üzerinde. Hatta, yirmi yılı aşkın bir süredir Polis Akademisinde “koridor başkanlığı”ndan, “sınıf başkanlığı”na kadar inen bir örgütlenme ile henüz tanışmış bile değillerdir. Emniyet, Adalet, İçişleri, Eğitim ve Sağlık teşkilâtları başta olmak üzere devlet içinde kadrolaşma çalışmalarıyla da hiçbir ilgileri bulunmamaktadır. Örneğin, “28 Şubat Kararlarından sonraki genel tasfiyeye ve de Aralık Şûrasında atılan 86 subay ve astsubayın 53’ünün bizden olmasına rağmen hala 30 valimiz ve yüzlerce kaymakamımız görevde; geçtiğimiz ay Danıştay’da bir Daire Başkanı seçtirdik” diyenler kendilerinin dışındadır. Israrla Türk Silâhlı Kuvvetlerine sızmak isteyenler de onlar değildir; Y.A.Ş. kararı ile Orduyla ilişkisi kesilenlere de iftira edilmektedir. Milli Güvenlik Kurulu’nun çeşitli birimlerinde kendileriyle bağlantılı danışmanları da sözkonusu bile değildir. Tabii hepsi kâğıt üzerinde...

Fethullahçı organizasyonun bölge imamları marifetiyle yönetildiği külliyen yalandır. Bu toplantılara ilişkin olarak elde edilen ve hocaefendinin (!) ses ve görüntüsünü -talimatlarının içeriğiyle birlikte ortaya koyan- kasetleri de aslında montajdır. Fuller, Henze gibi C.I.A. görevlileri, hocaefendinin (!) doğru yolu buldurduğu müritleridir. Hatta, tüm C.I.A., yakın bir gelecekte tümüyle ışıklandırılacak ve kardeş organizasyon olarak İslâm ümmetine hizmet edecektir. Onların gösterdiği her yere gitmek; “ılımlı İslâm” temsilcisi olarak okul açmak; kırmızı pasaportlu Amerikalı öğretmen istihdam etmek; C.I.A. şemsiyesi altında özellikle Rusya’da K.G.B.’yi ve mafyayı aşmak ne ulvi bir başarıdır, ne büyük bir İslâmi misyonerliktir. New York’un en pahalı ve gösterişli binası olan “Empire State Building”in 43. katındaki lüks büro bile, neredeyse Nobel Barış Ödülüne aday gösterilecek kıymetteki hocaefendinin (!) A.B.D.’ndeki tedavisine yardımcı olma işlevini yerine getirmektedir. Bu teveccühe lâyık olabilmek için hocaefendinin gösterilen her yere, örneğin Diyanet İşleri Başkanı dururken Türkiye’yi resmi pasaportla temsilen Papa ile buluşmaya gitmesi; Türklük düşmanı ortodoks din adamlarıyla sevgi-barış pozlarında fotoğraflar çektirmesi; sonra Türkiye Cumhurbaşkanı’nın elinden “yılın adamı” ödülünü alması ... kısaca bunların hepsi “faydalı ve hayırlı işlerdir”. Ama bir de yanlış anlayan “fesatçılar” olmasa!..

28 ŞUBAT KARARLARI SÜRECİNE KATKI ÖNERİLERİMİZ
P.K.K., Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelmiş en büyük iç ve dış tehdit organizasyonudur. Fethullahçılar da, Türkiye’nin laik hukuk sistemine, Türklük bilincinin kökleşmesine, Cumhuriyet bireyi oluşumuna, tam bağımsızlığımıza yönelmiş en büyük iç ve dış tehdit organizasyonudur. P.K.K.’lılar açıktan açığa silahlı ve politik kavga yolunu seçerken; fethullahçılar sessizce ve sinsice devleti içten ele geçirme yolunu yeğlemiştir. P.K.K.’lılar insanımıza sadece kan ve gözyaşı verirken; fethullahçılar, eğitime yaptıkları akılalmaz yatırımlarla ve propaganda teknikleriyle körpe beyinleri yıkamakta, kendi sistemine ve hatta ailelerine yabancılaştırmakta, militanlaştırmaktadır. P.K.K. yalnızca yoketmektedir. Fethullahçılar ise, devletin ve rejimin varlığına kasteden kadrolaşma ihanetinin yanısıra, Türkiye’de, kısmen eğitim ve sağlık alanında; Rusya’da, Balkanlarda ve özellikle Irak’daki Türk azınlıkların eğitimi alanında somut, bazı önemli hizmetler gerçekleştirmektedir, ama sadece kısa vadede. A.B.D. ile Türkiye’nin çıkarlarının örtüştüğü sürece. Uzun vadede siyasal ümmetçiliği öngören, ipleri dışarıda bir şeriatçı organizasyonun, Türkiye ve Türk Dünyasına kısaca her an ihanet beklentisinden başka ne faydası olabilir ki?!.

Fethullahçılar, kendi organizasyonlarını ifade için hukuk sistemimizde ve de literatürde yeri olmayan bir sıfatı önesürmektedirler: “Sivil Toplum Cemaati”... Bir grubun N.G.O yani Sivil Toplum Örgütü olabilmesi için evrensel nitelikte kabul edilen birtakım asgari koşullara sahip olması gerekir: Önce legal yani yasalara uygun olarak tüzel kişiliğinin bulunması; sonra örgüt içi demokrasinin tam işlerlik halinde bulunması (kaydı hayat koşuluyla yönetimin sözkonusu olmadığı bu yapılanmada seçim esastır) bir zorunluluktur. Fethullahçı organizasyonun kendine yakıştırdığı bu sıfat, en cahil, IQ’su en düşük insanları bile güldürecek bir saçmalığı ifade etmektedir. Fethullahçılar, A.B.D.’de görmeyi alıştığımız en ileri reklam ve propaganda yöntemlerini kullanırken, diğer yandan da Türkiye içinde klasik “şark kurnazlığı” içinde hareket etmekte; kâğıt üzerinde ispatlanamayacağını düşündükleri suç niteliğindeki eylemlerini birbiri ardına işleyebilmektedirler.

O halde, bugüne kadar Türkiye’de politikacıların, adli kurumların ve hatta Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesinin telaffuz bile etmediği gerçek sıfatı açık açık ifade etmek gerekirse, fethullahçılık cürüm işlemek için oluşturulan bir teşekküldür. Anayasal düzeni değiştirmek için Devleti elegeçirmeyi amaçlamak, cürümlerin yani suçların en ağırıdır. Ayrıca, yandaşlarını koruyup kolladığı için de mafya türü çıkar ağırlıklı bir organizasyondur. Fethullahçılık, hem laikliğe karşı işlenen suçlar, hem de organize suçlar kapsamında değerlendirmeye alınması acilen gerekli bir oluşumdur. Nasıl mı?!. Fethullahçılık, olumlu-olumsuz her türlü propagandayı reklam unsuru kabul edip geometrik biçimde büyüyen, devletin bünyesini elegeçirmeye çalışan -tabiri caizse- habis bir urdur. Bu habis urun kesilip atılması için önce “dokunmak” gerekir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dokunulmazlığı olan Hadep’li milletvekillerine haklı olarak ve kararlı biçimde “dokunmuştur”. Yurt dışına kaçanların söylemleri, bu dokunmanın haklılığının somut kanıtlarıdır. Sıra, kaçınılmaz bir biçimde fethullahçılara gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, fethullahçı organizasyonla ilgili savunma mekanizmasını bir an önce harekete geçirmek zorundadır. Bu organizasyon, kabul edilebilir inanç ve fikir özgürlüğü sınırlarını çoktan aşmış; laik hukuk sistemimizi ve de Anayasal düzenimizi yıkma noktasına gelmiştir. Özetle kaydetmek gerekirse, eğitim ve teknolojiye yatırım yaparak adım adım devleti elegeçirmeye çalışan fethullahçı organizasyon, mevcut kadrosu ve ekonomik-siyasal ve de dış destek-propaganda gücüyle Cumhuriyet Tarihimizin gelmiş-geçmiş en tehlikeli örgütüdür. İşte başlangıç için, devletin yetkili makamlarına bu cürüm teşekkülünün dağıtılması için bazı somut öneriler:

Fethullahçı organizasyon, her ay, Türkiye’nin hemen her tarafında müritleri olan işadamlarından ve esnaftan makbuzsuz-kayıtsız trilyonlarca lira toplamakta; dış yardımlarla birlikte toplanan bu paralar, okul-dersane-yurt ve evlerin giderlerine sarfedilmektedir. Aynı şekilde, yurt dışında 300’ü aşan okulun masrafları da çantalı öğretmen-kuryeler vasıtasıyla elden karşılanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre, her ne ad altında olursa olsun Valiliklerin izni olmaksızın para toplanması suçtur. Keza, yurtdışına illegal yoldan para çıkarmak da kaçakçılık kapsamında suçtur. Aynı şekilde fethullahçı işadamları da, Rusya Federasyonu, CIS ülkeleri ve Balkanlara yaptıkları yatırımlar için çantalı öğretmen-kuryeleri kullanmakta; kayıt korkusuyla, legal yollardan yani banka havale işlemlerine başvurmaktan kaçınmaktadırlar. Kâğıt üzerinde sözkonusu okulların sahibi görünen şirketlerin ve bağlantılı işadamlarının muhasebe kayıtlarında yapılacak ciddi bir çalışma, fethullahçı organizasyona büyük bir darbe indirecektir. Bu yolla, özellikle Rusya, Balkanlar ve diğer Türk Cumhuriyetlerinde mafyaya kaptırılan, rüşvet olarak dağıtılan, batırılan milyonlarca doların, bir başka ifadeyle Türkiye’nin zaten kıt kaynaklarından yapılan illegal aktarımın boyutları da saptanmış olacaktır. Kuryelerin ve tahsildarların saptanması, ilgili şirketlerin muhasebe kayıtlarına ulaşılması devlet için “çocuk oyuncağı” sayılır. Halihazırda eksik olan, niyettir, kararlılıktır, siyasal iradedir.
Fethullahçı organizasyonu, Türkiye’nin en büyük sivil istihbarat örgütü ve arşivini oluşturma yolunda girişimlerini sürdürmektedir. Kendi organizasyonları açısından potansiyel risk taşıyan politikacılar, gazeteciler, T.S.K. Komuta kademesinde yer alan hedef subaylar, bürokratlar, öğretim üyeleri vd. hakkında “yerlebir” etmeye yönelik ya da en hafifinden “şantaj” değeri taşıyan ses ve görüntü kasetlerinin, her türlü ailevi-yakın çevre ve de kişisel istihbari bilgilerin bir merkezde toplanmakta olduğuna ilişkin duyumlar gelmektedir. Türk yasalarına göre böyle bir oluşum, girişim aşamasında olsa bile ağır suçtur. Bu duyumların doğruluğunun araştırılması, Türk istihbarat birimlerinin deneyim ve yeteneği dikkate alındığında hiç de zor değildir.
Fethullahçıların muvazzaf subayların yanısıra, askeri eğitim kurumlarına sızma girişimleri öteden beri kamuoyunca bilinmektedir. Yüksek Askeri Şûra’nın onurlu bir kararlılık ve gerçek vatanseverlilikle bu tür sızmalara karşı radikal önlemlere başvurması, fethullahçı organizasyonu hiç ama hiç caydırmamaktadır. En az 10 yıl ya da daha ötesine yatırım yapan fethullahçı organizasyon, yatılı kurslarında militanlaştırdıklarından (kazandıklarından) emin oldukları çok zeki ve başarılı öğrencileri, askeri eğitim kurumlarına girmeye yönlendirdikleri de bilinmektedir. Fethullahçı ya da başka tarikat veya radikal dini grup üyelerinin Y.A.Ş. kararlarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihraç edilmeleri, bu sapkınlara müritleri nezdinde aksine itibar sağlamaktadır. Türk Silahlı Kuvvetlerine organize biçimde sızmak, dışarıya bilgi akışını da sağlamak demektir. Askeri mevzuata göre, böyle bir eylem, girişim halinde olsa bile suçtur ve ceza gerektirmektedir. Bundan sonra, şeriatçı faaliyetler kapsamında meselâ fethullahçı bilinen subay ve astsubaylara T.S.K.’nden ihraç cezası verilirken, arkalarındaki hocaefendi (!) örneği başta olmak üzere deşifre olmuş organizasyon yöneticilerinin de sorgulanıp yargılanmaları gerekir. Bir başka ifadeyle, devlete karşı cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturanların yaptıklarının yanlarına kâr kalmaması kaçınılmazdır ve en etkili mücadele yoludur. Bu öneri, kararlı, radikal sonuçlarıyla birlikte, şeriatçı örgütler için de caydırıcı nitelik taşımaktadır.
Fethullahçı organizasyon içinde yer alan başta medya kuruluşları olmak üzere tüm şirketlerin muhasebe kayıtlarının incelenmesi, organizasyonun kirli-yasadışı ilişkilerinin çorap söküğü gibi çözülmesine yolaçacaktır. Organizasyonun kamuoyu nezdinde sözcülüğünü yapanların yanısıra, kilit yöneticilerin de (özel kalem müdürleriyle birlikte) gözaltına alınmaları ile başlatılacak yasal süreçte, yoğun sorgulama yöntemlerinin uygulanması da bu mafyavari yapılanmanın çözülmesinde önemli etken olacaktır. Tipik bir örnek olarak, öncelikle Polis Akademisi ile birlikte, devleti temsil eden, devletten maaş alan ama fethullahçı organizasyonun militanı olarak hareket eden mülki yöneticiler arasındaki kadrolaşmanın tüm boyutları ile ortaya çıkarılması gerekmektedir. Kamuoyundaki tereddütlerin giderilmesi, karşı propagandaya izin verilmemesi ve de stratejik devlet kuruluşlarının bu safralardan temizlenmesi için konuyla ilgili skandal nitelikli bilgi ve belgelerin, anlamsız gizliliklerden kaçınılarak halka maledilmesi şart görünmektedir. Bu örnekte de fethullahçı olarak temayüz eden üst düzey organizasyon yöneticilerinin sorgulanması ve yargılanması, çözülme sürecinin hızlanmasına katkıda bulunacaktır.
Üniversitelerde yönetici konumundaki fethullahçıların tasfiyesi ve diğer şeriatçı kadrolaşmanın çözülmesi için Y.Ö.K.’na istihbari bilgi akışı sağlanmalı ve bu doğrultudaki tasfiyeler düzenli olarak denetlenmelidir. M.G.K., (T.İ.B. dahil) öğretim üyesi danışmanlarını, konferansçılarını yakın izlemeye almalıdır. Keza, üniversitelerin yanısıra, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi ve de Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu da sürekli büyüteç altında tutulmalıdır. Aynı şekilde, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, İslâmiyetin özünde ruhban benzeri aracılara yer olmadığını; sonradan çıkan tarikat ve cemaat benzeri organizasyonların müslümanlar arasında bölünmeye ve çok yönlü istismara yol açtığını ve devlet düşmanlığına kadar gittiğini kitle iletişim araçları vasıtasıyla sık sık gündeme getirmesi ve vurgulaması gereklidir. Diyanet İşleri Başkanı’nın, hocaefendiyle (!) görülecek onur ve yetki hesaplaşmasının zamanı gelmiştir.
T.B.M.M., fethullahçı ve benzeri şeriatçı nitelikli tarikat ve organizasyonları tüm boyutlarıyla ortaya çıkarmak için mutlaka “pişmanlık yasası” çıkarmalıdır. İtirafçılara cazip ceza indirimleri sağlanmalıdır. Bu taktirde önemli bir bölümü çıkar ilişkilerine dayalı organizasyonun darmadağın olması kaçınılmaz görünmektedir.
Fethullahçı organizasyona müdahale, yasal çerçevede ve ödünsüz olarak uygulanmalıdır. Tüm olasılıklar önceden dikkate alınmalıdır. Örneğin, A.B.D. Büyükelçisi ya da İstanbul Konsolosu, olası destek girişimlerine karşı önceden uyarılmalıdır. Keza, sadece medya kuruluşlarının kapatılması, ekonomik gelir kaynaklarının kurutulması gibi geçici önlemlerle yetinmek de çözüm getirmeyecektir. Bir örnek olarak, bu organizasyonun TV kuruluşu kapatılsa ya da Kablo TV’den çıkarılsa, büyük bir olasılıkla Med TV’nin yayın yaptığı uydu ve ülkeden yayınını sürdürme şansı sözkonusu olacaktır. Önemli olan, elebaşılarını yurtdışına kaçırmadan, gereğini -yasalar çerçevesinde- Türkiye’de “tam dokunarak” yerine getirmektir...

SONUÇ: İki basit soru, iki anlamlı cevap:

Soru: Yurt içinde ve dışında yüzlerce eğitim kurumuna; yetişmiş küçümsenemeyecek ölçüde militan bürokrat kadrosuna; adeta küçük bir eğitimci ordusuna; beyinleri yıkanmakta olan yüzbinlerce öğrencinin barındığı yurt ve evlere; her ay ortada dolaşan trilyonlarca liralık gelir kaynağını tahsil eden, nakleden ve sarfeden tahsildar, kurye ve mutemetlere; yurtdışı temsilciliklere; malûm servis yetkilileri ile işbirliğini gerçekleştiren iyi yetiştirilmiş koordinatörlere; çok sayıda şirkete, derneğe, vakıfa ve basın-yayın kuruluşuna; istedikleri ve gerekli gördükleri kişilere devlet makamlarını peşkeş çekebilme, milletvekili seçtirme ya da danışmanlık vererek satın alma rahatlığına; etkili bir imaja, reklam ve propaganda gücüne sahip, devleti ele geçirme iddiasındaki bir suç organizasyonunun gerçek yöneticisi, sadece ilkokul eğitimi almış hocaefendileri (!) olabilir mi?!.

Cevap: Cevap zaten sorunun içinde.....






Soru: Fethullahçılar nereye koşuyorlar?!..

Cevap: Türkiye Cumhuriyeti’nin barış, huzur ve iç güvenliği için bir başlangıç olarak önce askeri hapisanelere!..

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Türklük bilincinin simgesi, ulusal birliğimizin ortak paydası, çağdaşlaşmanın öncüsü, ATATÜRK’e sevgi ve rahmetle...

Türkiye’yi ortaçağın karanlıklarına, siyasal ümmetçilik batağına çekmeye çalışan din tâcirlerine, yabancı servis ajanlarına, kısaca Türklük düşmanlarına lânet ve nefretle...



DİPNOTLAR:

* İletişim için (e-posta) : hablemit° ada.net.tr

1. Dr. Necip Hablemitoğlu, “Fethullahçı İhaneti (1)”, Kırım, 24: Tem.-Eylül 1998, s. 3-8.

Olumsuz tepkiler için bkz. Oğuz Çetinoğlu, “Dr. Hablemitoğlu’na Cevap: İhanet Değil, Hizmet Var”, Kırım, 25: Ekim-Aralık 1998, s. 27-28; Yard.Doç.Dr. Alâeddin Yalçınkaya, “Ruslar Türk Ülkelerinde Yaptıkları Tahribatlarda Ceditçileri Kullandı: Ceditçilerin Bilinmeyen Yönleri”, Tarih ve Medeniyet, 55: Ekim 1998, s. 26-31; M. Latif Salihoğlu, “Fikir Çarşımız: İsnat ve İftiraya Cevap (1-5), Yeni Asya (bizzat yazarı vasıtasıyla e-posta yoluyla şahsıma gönderilen bu 5 gün arka arkaya yayınlanan yazının tarihlerini tespit edemedim. Eleştiri sahibi yazarın tam beş gün süren yazılarının ruhunu (!) ve seviyesini (!) yansıtan bir cümlesi: “Ve Bay Hablemitoğlu! Evvelâ, ağaç tepesine çıkarak yazı yazılmaz diye bir kaide mi var? Said Nursi’nin hayranlık uyandıracak bu ender hâlini, siz neden küçümsemektesiniz?” İnternet ya da posta vasıtasıyla doğrudan gönderilen çok sayıda küfür ve tehdit dolu mektubun yanısıra, Hollanda’dan dünyanın 65 ülkesine dağıtımı yapılan ve S.O.T.A. (Türkistan ve Azerbaycan Araştırma Merkezi) tarafından hazırlanan “Türkistan Bülteni”nde bu tepkilerden yayınlananlar olmuştur. Aynı bültenin müteakip sayısında (23 Aralık 1998, Sayı: 1998: 048) yayınlanan cevabım şöyledir:
“T-N Ortamında Gaspıralı’ya saldırmanın, Türklüğe hakaret etmenin cazibesini acı bir biçimde öğrenmiş bulunuyorum. Yüzlerce mektup ve e-mail yağdı, paketlerle risale-i nurlar gönderildi. Hakaretler, küfürler, tehditler birbirini izledi. Hiç şikâyet etmiyorum, çünkü ben bunları resmen hak ettim. Hiç olmazsa bu Türklük düşmanı şeriatçıların maskeleri bu vesileyle bir kere daha indi ve iğrenç yüzleri ortaya çıktı. Bu arada, kaydetmeliyim ki, Gaspıralı, Atatürk ve diğer aydınlanmacı önderlerin arasında şahsıma da hakaret edilmesinden ayrıca onur duydum. Her ne kadar Dr. Buğra Atsız, Sefa Martin Yürükel, İhsan Yokuş, Doç.Dr. Timur Kocaoğlu gibi az sayıda arkadaşımızın moral desteği olmuşsa da, ben yine T-N ortamında sessiz kalmayı yeğleyen çoğunluğun, Gaspıralı’ya olan saldırıyı içlerinden de olsa kınadıklarına inanıyorum. T-N’de yayınlanan iki olumsuz eleştiride doğrudan şahsıma yapılan hakaretleri, bir karşı fikir, bir eleştiri diye değerlendirmek mümkün değildir. Etik açıdan bu kişisel sataşmalara cevap hakkım doğmuştur. Sayın Tütüncü’nün bu yazdıklarımı T-N’de yayınlamasını rica ve talep ediyorum:

Tüm eleştirilerde Gaspıralı’ya hakaretler (din düşmanı, rus işbirlikçisi, rusdan da beter, insan bile değil vb.) yinelenmiştir. Ama yüzlerce eleştiri mesajı içinde en ağır hakareti T-N’de Sayın Nail Ünlü yapmış ve Gaspıralı İsmail Beyi Nurculuk ekolü içine dahil etmiştir. Ayıptır, günahtır Sayın Ünlü. Gaspıralı İsmail Bey, Rus Hükûmetine, misyonerleri ve de panslavistlere karşı savaşım verirken, sizin “insan güzeli” hocanız daha dünyaya bile gelmiş değildi. Kısaca, bunca eleştiri içinde Gaspıralı’yı nurcu kabul etmekle O’na iltifat ettiğini, onurlandırdığını sanan bu kişiye ve Gaspıralı’yı geçen sene Türkiye’yi ziyaretinde çocuklarına tarih öğretmek için hem de NURCU KİTAPLARI SATAN BİR KİTAPÇIDAN aldığı kitap sayesinde tanıdığını yazan Texas-Houston’dan Sayın Kasap’a söyleyecek bir söz bulamıyorum. Anlıyorum ki, İhlâs Holding, Hüseyin Hilmi Işık, Said-i Kürdi, hocaefendi (!) kendileri için herşeyden ve herkesten, Türklüğün önderlerinden daha da önemli ve hatta “mukaddesmiş”; Allah onlara bilgi, akıl ve iz’an nasip eylesin!..
Tüm eleştiri mesajlarında olduğu gibi, Sayın Ünlü, “hayatında beş kuruş parayı hayır yahut amaç için harcıyamayanların, maaşının ve kazandıklarının çeyreğini hatta yarısını verenleri anlamaları mümkün değildir” cümlesine yer veriyor. Yazıktır, İslâmiyette ibadet de, iyilik de gizlidir. Sizin İslâmiyetin ulviliğinden, erdemlerinden haberiniz yok. Bir kısmınız din adına sömürülüyor, bir kısmınız din adına sömürüyor. Benim gibi İslâmiyet ile gurur duyan samimi müslümanları bu yolla töhmet altına sokamazsınız. Türk üniversitelerinde paltosuz kışı geçiren, açlıktan ders sırasında bayılan öğrenciler var. Sokak çocukları var. Kışın yakacak bulamayan nice çaresiz fakir insanlar var. Ben bunları görüyorum. Yaptıklarım Allah ile benim aramda. Üstelik maaşımın yaklaşık yarısını bu devlete vergi olarak anında ödüyorum. Vergi kaçırmıyorum. Kula kulluk etmiyorum. Ailemin rızkını da hiçbir şekilde nurcu, fethullahçı, nakşi, süleymancı, kısaca devlet ve rejim, Türklük düşmanı şeriatçı sapkın tahsildarlara kaptırmıyorum. Aramızdaki farklardan biri de bu.
Adıgeçenlerle şahsım arasındaki farklar elbette bu kadar değil. Örneğin, sözkonusu Gaspıralı’ya saldırıyı içeren makalenin İhlâsçıların yayın organında nasıl çıktığını anlayamadıklarını ifade ediyorlar. Anlayamadıkları daha o kadar çok şey var ki!.. Aynı şekilde, CIA, KGB, KIP, Mossad, M15-M16 gibi gizli servislerin Türkiye’de ve Türk Dünyası içinde çalışmalarının sözkonusu olmadığını, bunun benim kişisel vehmim olduğunu belirtiyorlar. Onlara göre ben “zihnini yabancı istihbarat birimleri ile bozmuş” biriyim. Aslında düşman benim ve benim gibilerin kafası içinde. Asla böyle servisler yok, ben uyduruyorum, etrafımda bir korku çemberi uyandırmaya çalışıyorum. Yazık, hem de çok yazık!.. Bilgisizliğin, cehaletin ve gafletin ve dolayısıyla ihanetin ancak bu kadarı olur. Sanıyorum, Sayın Ünlü ABD’de yaşıyorlar, bir anlamda yabancı servislere adres veriyorlar. Allah kendilerine selâmet versin, vatanımızı bunlardan uzak tutsun!..
Eleştirilerin tümünde dikkat çeken ortak bir yön daha var ki, o da şu: Eleştiri sahipleri, kendilerine uhrevi, ilahi bir hava vererek, dinsel kimliklerini bir “kadı” havası içinde kullanmaya özen gösteriyorlar. Kendilerinden olmayanları kategorize ederek yargılıyorlar ve sonuçta “din düşmanı” yaftasını yapıştırıyorlar. Sanırsınız ki, bunlar hâşâ Allah’ın özel olarak yarattığı ruhban tosuncuklar!.. Oysa biliriz ki dinimiz en son ve en gelişmiş din. Ruhbanlık yok, kula kulluk etmek yok!.. İslâmın özünde gerçekte mezhepler, tarikatlar ve bu anlamda cemaatlar da yok!.. O halde bunlar hangi delikten çıktılar, hangi örümcek yuvalarında ortaçağın engizisyon mahkemelerini kurup da Gaspıralı’yı, Atatürk’ü, şahsımı ve de aynı çizgide yer alan tüm Türk aydınlarını yargılama hakkını kendilerinde buldukları gibi soruların cevabı ile değerli vakitlerinizi almak istemiyorum. Zaten bilen biliyor.
Şeriatçılara göre Gaspıralı’nın önemli olmadığını hepimiz gördük. Saldırgana kınama yok, çünkü o da kendilerinden. T-N ortamında ürküntü yaratmamak için Gaspıralı’yı da nurcu daire içine alarak konuyu kapatma peşindeler. Ancak tüm eleştirilerde bir başka ortak yön daha var: Bunca yazdıkları arasında kesinlikle Hz. Peygamberimizin adı geçmiyor. Kur’an-ı Kerim’den de hiç bahsedilmiyor. Ama varsa yoksa Said-i Kürdi ve hocaefendileri!.. Yazdıklarına baktığınızda, dünyanın ekseninde yalnızca onlar var. Hocaefendilerinden önce Türklük, Türk Tarihi, Türklüğe hizmet ve hatta sanırsınız ki İslâmiyet bile yok. Herşey kendileri ile başlayıp kendileri ile devam ediyor. Sanki dünya bile onların boynuzlarında dönüyor. Milat kavramı kalkmış hocaefendiden önce, hocaefendiden sonra olmuş. Risale-i nurlar, hocaefendinin kitap ve kasetleri, hâşa dinin temel direği. Hz. Peygamberimize saygı yok!.. Kur’an-ı Kerim’e önem yok!..
Ya Atatürk?!. Zaman gazetesinin yazarı İsmail Hekimoğlu mektubunda Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Atatürk’e atıfta bulunarak şahsımı şu cümle ile kategorize edebiliyor: “Ve, Necip Bey yazısının sonunda Atatürk’ten cümleler almış. O da o şemsiyenin altına girmiş”. Hangi şemsiye, onu açıklamıyor; Türkiye Cumhuriyeti yasaları önündeki sorumluluğunu hatırlıyor ve mesaj verip geçiştiriyor. A.B.D.-Saratoga’dan Dr. Mehmet Cirit, Türk yasaları yerine A.B.D. yasalarına tabi olmanın rahatlığı içinde takiyye denen riyakârlığı yapmadan, Atatürk’ü minare yıktıran, Uşak şehrini bombalatan bir “şerefsiz” olarak nitelendiriyor. Yunanlılara sevgi mesajı sunarken, Atatürk’e kin kusuyor. Ekrem Kasap, ümmetçi ülkücülüğünü ilân ediyor ve Gaspıralı’yı savunan yazımı fesat çıkarıcı yazı olarak nitelendiriyor. Ayrıca IQ ve ahlâksal düzeyini, tarikat-cemaat terbiyesini sergileyerek, şahsım için “kuzu postuna bürünmüş ayı” yakıştırmasında bulunurken (kurt değil) çekincesini de not düşüyor. Ali Bayram, hocaefendisine “... Beyefendiyi bugün bütün dünya biliyor ve her kesimden insanlar takdirle karşılıyor, gerek doğulu gerek batılı ilim ve fikir adamları onun karizmatik bir insan, hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük bir değeri olduğunu kabul ediyorlar” biçiminde vıcık-vıcık yağ çekebiliyor. Nail Ünlü, yazdıklarımı laikçi-sol söylemi olarak nitelendirirken, bu söylem sahiplerine “sol dangalaklar” yakıştırmasını yapabiliyor. İşte fethulllahçı usulü sevgi, barış, hoşgörü, saygı örnekleri!.. Ne diyebilirim ki, Allah lâyıklarını versin!.. Adres belirtmeksizin müstear adlarla hakaret ve tehdit mesajları gönderenlere de âcizliklerinden ötürü sadece acıyorum, tabii biraz tiksinerek...
T-N’de yayınlanan eleştirisinde, Sayın Ünlü, benim bilgisizce değerlendirme yaptığımı iddia ediyor ve örnekle veriyor. Ben Cumhuriyet Tarihçisiyim. İddia sahibinin izbe tekkelerde çürüttüğü ömrü kadar arşivlerde çalıştım. İlâhiyat Fakültesi’nde Atatürk İlkeleri ve Devrim Tarihi dersini verdim. Hangi tarikat ve cemaatin hangi kökenden geldiğini, çıkara dayalı işbirliklerini, çelişki ve düşmanlıklarını en iyi bilenlerden biriyim. Türkiye’deki ideolojik sağ-sol örgütler konusunun uzmanıyım. Tarikat ayaklanmalarının ve dış bağlantılarının üzerinde yıllarca çalıştım. Fethullahçılar, ışıkçılar, nurcular (cemaatler dahil) bir tarihçi olarak ilgi alanımın içinde. Sayın Ünlü, kendileri ile nurcular arasında somut bir ilişki olmadığını, hatta ortada bir reddin olduğunu iddia ediyor. Oysa, mektup sahiplerinden biri olan İsmail Hekimoğlu, dürüstçe şu satırları yazıyor: “Ben Said Nursi’yi ve eserlerini 1953’den beri tanırım ve onun talebesiyim.... Bana göre Said Nursi büyük bir İslâm alimidir... Bu yazıyı Zaman gazetesinde yayınlamayacağım. Çünkü Fethullah Gülen Hoca Müslümanların aleyhinde bir şey yazarsanız hakkımı size helâl etmem demiştir”. Sayın Ünlü, siz kimi kandırıyorsunuz?!. Demek ki, sözkonusu gazetelerde hedef gösterilenlerin tümü müslüman değil ki, aleyhte yazılar yayınlanabiliyor. Kimin müslüman olup olmadığına ancak Allah karar verir, fethullahçı sapkınlar değil...
Eleştirilerin tümünde, Kırım kökenli olmam dolayısıyla fethullahçıların Kırım’a eşsiz ve unutulmaz hizmetlerine nankörlük ettiğim vurgulanıyor. Ayıptır. Kırım davası, fethullahçılardan da önce vardı. Hatta Gaspıralı’dan önce, 1783’den bu yana var. Fethullahçıların Kırım’daki ikibuçuk okulu ve birkaç küçük ölçekli fabrika girişiminden söz etmek için Rusya’da 6000’den fazla usulü cedit okulunun açılmasına öncülük eden Gaspıralı İsmail Beyi yok farzedemezsiniz. İttihat ve Terakki döneminin Teşkilât-ı Mahsusası’ndan bu yana varlığını sürdüren Kırım Milli Merkezi’ni de yok sayamazsınız. ICC ve Milli Fırka’nın devamı niteliğindeki siyasal yapılanmaları da gözardı edemezsiniz. Kişisel açıdan şahsımı da devre dışı bırakamazsınız. Sizin hocaefendinizin (!) henüz İzmir’de esamesi okunmazken, 1968’den itibaren aktif biçimde Kırım davası için çalışmaktayım. 1974’de İstanbul-Boğaziçi Yayınevinde yayınlanan “Türksüz Kırım: Yüzbinlerin Sürgünü” adlı kitabımın sonrasında sürgünü konu alan ikinci bir eser henüz Türkiye’de yayınlanmış değil. Başta Kırım olmak üzere tüm Türk Dünyası ile ilgili olarak en zengin kişisel arşivin sahibiyim. Bilenlerle bilmeyenler bir değil. Üstelik, ima ettikleri gibi hayatımın hiçbir döneminde solcu olmadım. Komünist emperyalistlere mücadele kapsamında yayınlarım var. Samimi bir müslüman olmakla her zaman gurur duydum. CKMP döneminde, Türk millliyetçilerini iğfal amacıyla ortaya atılan Türk-İslâm sentezi gibi temelsiz, yapay, saçma ideolojiye karşı çıktığım, okulumda Ötüken dergisini sattırdığım için Atsızcı suçlamasıyla bu partiden ihraç edildim. 1970’den bu yana, Türkçülüğün siyasal partisi olmayacağına dair inancımı muhafaza ediyorum. Türkçü ümmetçi olmaz ama samimi dindar olabilir. Sözlerim ve eleştirilerim, bugüne kadar dindar ve biraz da milliyetçi görünerek Türk milliyetçilerini iğfal etme alışkanlığını sürdüren ümmetçi, şeriatçı şarlatanlara, üçkâğıtçılara, ahlâksızlara, şaklabanlara. Sevgili fethullahçılar, nurcular ve diğerleri, beni ve benim gibi milyonlarca Türk aydınını siz yargılayamazsınız. Allah hakkınızda en hayırlısını versin!..
SONUÇ: SOTA Türk Dünyasının internetteki sesi. Lütfen Sota’nın aktivitelerini tarikat-cemaat borazanı gibi görme ve kullanma çabası içine girmeyin. Sota’da müslüman olmayan Türklerin de hakları var. Benim gibi düşünen milyonlarca insanı bu kadar rahat yargılayabilen, Gaspıralı ve Atatürk gibi önderlere rahatça hakaret etme hakkını kendinde görebilen sapkın şeriatçıların, Gagauzlar, Karaimler, Yakutlar ve diğerleri hakkındaki düşüncelerini tahayyül etmek bile istemiyorum. Sota’da İslâm Dünyasının sorunları da yeralsın, destekleyelim ama tarikat-cemaat nifakı, bozgunculuğu girmesin. İzin vermeyelim. Hiç kimseyi düşünce ve inançlarından ötürü rahatsız etmeyelim. Bu açıklamaya cevap vermek isteyenler, hatta kinlerini kusmak isteyenler için adresimi veriyorum (hablemit°ada.net.tr). Kimse bana cevap verme adı altında Sota’yı kullanarak Türklüğe hakaret etmesin. Türklüğe, Türkçülüğe, Gaspıralı ve Atatürk’e, Türkiye Cumhuriyeti’nin başta laik hukuk sistemi olmak üzere temel yapısına ve ilkelerine dil uzatılırsa, anında karşılık verileceğinden de kimsenin şüphesi olmasın. Sayın Yürükel’in deyimiyle, bu duyarlılığı göstermek için Türk aydınlarına davetiye göndermek gerekmiyor. Türkiye’yi ve Türk Dünyasını savunmak hepimizin asli görevi. Sevgilerimle. Dr. Necip Hablemitoğlu”.



3. Zaman Gazetesinin yazarı Ömer Okçu’nun “Hekimoğlu İsmail” müstearıyla gönderdiği 2.12.1998 tarihli mektup. Ayrıca, lehte tepkiler için bkz. Kürşat Karacabey, “Gaspralı’ya Gerici Saldırı”, Yeni Hayat, 50: Aralık 1998, s. 24-26 (Sayın Av. Karacabey’in bu değerli eleştirisi, Kırım dergisinin 25. sayısında aynen iktibas edilerek yayınlanmıştır); Av. Ünsal Aktaş, “Başyazı: Gaspıralı mı? Hiç Önemli Değil!..” Kırım, 25: Ekim-Aralık 1998, s. 1-3; yine aynı derginin aynı sayısında yayınlanan yazılar için bkz. Hablemitoğlu, “Şeriatçıların Atatürk’ten Sonra Yeni Hedefi: Gaspıralı’ya Saldırı” (s. 3-19) ve “Eleştirilere Cevaplar” (s. 32-34); İhsan Yokuş, “Gaspıralı’ya Hakaret” (s. 31). Ayrıca bkz. İrfan Ülkü, “Meğer Gaspıralı da Rus Ajanıymış”, Orta Doğu, 21 Ekim 1998.
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Prş Ağu 14, 2008 17:06

Fethullah’ın Copları -1
(Zübeyir Kındıra)


Şarj Evleri
Ankaralı olmayan bazı öğrenciler de gidecek bir "ev" bulmuşlardı.
Sonraları 'Işık Evleri' olarak literatüre geçecek 'Nurcu Tarikatı'nın evleri başta olmak üzere Süleymancı, Nakşibendi tarikatlarının 'dershane' adı verilen evleriydi bunlar. Bu evlere giden birçok Polis Koleji öğrencisi olduğunu tüm öğrenciler ve okul yönetimi de biliyordu. Ancak, o tarihlerde bunu engellemek ya da soruşturma açmak için doğrudan ve ciddi sayılabilecek bir girişim yapılmadı. Çünkü, henüz rahatsızlık verecek bir boyuta ulaşmamıştı ve "rejime yönelik tehlike" oluşturacak bir yanı olduğu düşünülmüyordu. Yıllar geçtikçe devletin hemen tüm kurumlarında ve yargı organlarında, 'tehlike' olarak algılanan bu evlerle ilgili inceleme, araştırma hatta soruşturma açılabildi. Ama biraz geç kalındı. Çünkü, o tarihlerde bu evlere gidenler ve orada yetişenler artık, bu 'Işık Evleri' ile ilgili açılacak soruşturmaları engelleyebilecek, amacından saptırabilecek güce sahip oldular.

'Işık Evleri", Gülen örgütlenmesinin temelidir. Gülen, kendi ideolojisine göre İnsan yetiştirmek, genç beyinleri yıkamak için "eğitim ve öğretim" amacıyla kullandığı bu evlere; vaazlarında ve kitaplarında 'Işık Evi' dışında başka adlar da verir. 'Şarj Evleri', 'İbn-i Erkam Evleri' bu adlardandır. 'Şarj' sözcüğü bilerek seçilmiş bir sözcüktür. 'İbn-i Erkam' ise İslam tarihine dayanılarak verilen bir addır. İbn-i Erkam sahabedir. Yani Hazreti Muhammet döneminde yaşayan Müslümanlardan biridir. İslam tarihçilerine göre; İbn-i Erkam herkesin dışladığı, birlikte görünmekten, konuşmaktan kaçındığı bir dönemde Muhammet'i evine almıştır. Bu nedenle evi nurla, yani ışıkla dolmuştur.

Gülen 'İbn-i Erkam evlerinde' yetişmeden, sabırla pişip olgunlaşmadan yapılan her işin "ham hayal" olduğunu savunur. Gülen'e göre bu evler "Müjde ve muşlunun en karanlık ve karamsar günlerinde billur bir avize gibi asılı durduğu, hiyerarşik sistemin, yaratılışa uygun prensiplerin devlet bazında temsil edilmesinin İlk adımı, ilk şartı olan evlerdir.", "Ahir zamanda gelerek dini tahrip eden deccalin bir daha hortlamak üzere öldürüldüğü evdir."

Gülen'in vaazlarında ve kitaplarında anlattığı 'Işık Evleri', bu cemaatin hücreleri durumundadır. Fethullah Gülen'in bu evlerle ilgili söyledikleri ve yazdıkları oldukça ilginç. Gülen'in 'Günler Baharı Soluklarken Çağ ve Nesil-5' adlı kitabından "Işık Evleri" ile ilgili anlattıkları şöyle:

"Işık evler, ışık süvarilerinin kışlaları, hak erenlerin halvethane ve zaviyeleri, gözlerini ilim ve marifetle açıp-kapayan kudsilerin varidat iklimleridir. Tadını, havasını, rengini, rahiyasını ötelerden bulan ışık evler, dünyada, ıtkba yamaçlarına kurulmuş ve fızikötesi alemlerin rasathaneleri gibidirler. Onların aydınlık ikliminde en müptedi insanlar bile, mikro alemin en sırlı koridorlarında rahatlıkla dolaşabilir... ve makro alemin en girift , en ürpertici derinliklerini bir solukta geçer; geçer de, hareket noktasının aydınlığı sayesinde kara deliklerin merkezine ışıktan tahtlar kurarak inanca açık sinelere tefekkür, ma 'rifet ve zevk-i ruhani tayfları salarlar. "

Gülen'in tanımlamasına bakınca bu evlerde yetişenlerin, insanüstü varlıklar biçimine dönüştüğü düşünülebilir. Gülen'in sözlerini sürdürelim:

"Işık evler, hangi şehir, hangi mahalle ve hangi sokakta bulunursa bulunsun Ötelere açık iç yapılarının renizi olan kapıları, pencereleri ve binaların ön cephesinden caddeye sarkan cumbaları gibi balkonlarıyla, her zaman emsali evlerden birkaç adım ötede bulundukları hissini uyarır ve sonsuza açılmaya namzet ruhlar için adeta birer terminal, birer liman vazifesi gördüklerini hatırlatırlar... ışık evler çevrelerindeki bina yığınları itibariyle, tıpkı hale içindeki yıldızlar topluluğuna nur ayetini tefsir eden bir mehtap veya ebedi nur, ebedi huzur arayanların firdevslere ulaştırma yolunda kurulmuş birer han gibidirler..."

Gülen, evleri övmeyi sürdürürken, büyülü, mistik bir hava vermeyi; şiirin ve müziğin etkisini kullanmayı da unutmaz:

"Bu evlerde herkes hemen her zaman, tabii, düşüncesinin berraklığı ölçüsünde hem kendi benliğinin derinliklerinden hem de bütün varlığın ruhundan kopup gelen bir şiiri dinler gibi olur... ve yine bu evlerde, uyanık her gönül, ışık çağından günümüze kadar uzayıp gelen renk renk ve asırlara sinmiş, pek çok hatıraların, hatıraların bağrında tüllenen hülyaların inşirah veren veya inleten birer name haline geldiğini duvar hisseder...

Bu evlerde idrak edilen aydınlık gün ve gecelerin içinde insan adeta bir saadet rüyası yaşar... bu büyülü dünyada her şeyi neş 'eye , sevince çeviren Öyle sihirli anlar ve dakikalar olur ki, insan buğu buğu dört bir yandan gelip ruhunu saran bayıltıcı mutluluklar karşısında, muvakkaten dahi olsa, dünyada olduğunu unutur ve hu tatlı rüyadan kat 'iyen uyandırılmak istemez..- "

Gülen'in "Işık Evleri" ile ilgili sözleri Hasan Sabbalvın sahte cennetine ne kadar da benziyor? Gülen, daha da ileri giderek, cennet esintilerinin bu "Işık Evlerinde" estiğini ileri sürecek kadar abartılı sözler söyleyebiliyor:

"Bu evlerde, imanı, ibadeti, duayı, zikri, fikri, uhuvveti, vefayı ötelere ait derinlikleri ile dııyup-yaşama bahtiyarlığına erenler, adeta her an yeniden doğar, baharlar gibi duygularıyla ye.şerir, derken çeşit çeşit varidatla dolgunlaşan o kendilerine has hava, bütün gönüllerin bir saadet va'diyle kaplar ve çok defa onların, hayra açık sinelerinde Cennet yaylarının ferahlatıcı esintileri duyulur.

Onların nazarında, yeryüzündeki bütün toplanıp-dağılmalar. gelip-gitmeler, askerin kışlada, talebenin mektepte toplanıp dağılmasından, gelip gitmesinden farksızdır. Toplanırken talim ve terbiye için toplanırlar; dağılırken de bu kışla ve bu mektepte elek ettikleri teiniz duygu, nezih düşünce, güzel ahlak, imanlı fazilet ve Yaradan 'la irtibatlarının mükafatını almak için dağılırlar....Işık evlerinde hava kararıp, gece o sihirli atmosferiyle her yanı sarınca, birden bire her şeyin dili ve edası değişir; her ses, her kalp atışlarının ritmine uyar, her söz bir büyü halini alır... açık beyan yerini remizlere, işaretlere bırakır... ve evin içi sabah saatlerinde güneşe uyanan bir kovana döner... derken sırlı ve sihirli gelip gitmeler başlar. Çiçek- kovan arası gelip-giden arılar gibi ışık almak ışık vermek ve nurdan düşüncelerle petekler örmek için bu büyülü konup kalkmalar ta gece yarılarına kadar sürer...

Işık evler gelmiş-geçmiş mukaddes binaların en veliidu, en doğurganıdırlar; oralarda ışığa uyanan herkes, hemen karanlıkla hesaplaşmaya geçer. Bu itibarladır ki. ışık evlerinin çoğalıp gelişmesi tasavvurlar üstü ve hendesidir...ne asırlık karanlık düşünceler ne her yerde onlar için bir tuzak kurup bekleyen karanlık ruhlar ne de onları yakın takibe alan dış kaynaklı sapık zihniyetler, birer tecelli sırrı ile zuhur eden bu aydınlık evlerin çoğalma hızını engelleyemez ve onların önünü kesemez...Nasıl kesebilir ki, onlar...sürekli gelişip çoğalmaya göre programlanmıştır... "

Gülen'in 'Işık Evleri' ve 'Işık Süvarileri' deyimleri, "karanlık güçlerle" mücadele için bu evlerden mutlaka geçmek gerektiği yolundaki yönlendirmeleri, bu evlerin insan ruhuna verdiği mutluluk duygularını abartılı bir şekilde sunuşu, dikkate değer. Bir mücadele, kavga varsa, bu kavganın iki tarafı olması gerek. Gülen'in "asırlık karanlık güç" diye tanımladığı, kavganın öteki tarafı rejim ve varolan rejimde erki elinde tutanlar değil midir? 'Gülen'in talebelerine' "her yerde tuzak kurup bekleyen" varolan rejimden başka ne olabilir ?

Gülen "Işık Evlerinin" geçmişine, cemaate yaptığı hizmetler ve büyüyüp, gelişmesine ilişkin düşüncelerini de şöyle dile getiriyor:

"...evet, baskının baskıların ve baskın ihtimallerinin tehdidi altında bile ışık süvarileri hiçbir zaman ışık etrafında bir araya gelmekten, ışık alıp-vermekten, ışık solumaktan, ışıkla gerilmekten ve zulmetlerin bağrına ışık göndermekten geri kalmadılar...

Işık evlerinin, kudret ve irade esintileriyle tohumlar gibi dört bir yana saçılıp, zuhur ve tecelli yamaçlarında çoğalmasıyla, hikmet ve inayet düzlüklerinde büyüyüp gelişmeleri, gelişip kabuk değiştirmeleri aynı zamana rastlar. Evet, belli bir döneme kadar birer birer, ikişer ikişer çoğalan ışık evler mübarek bir zaman diliminde birdenbire hendesi katlanmaya geçer ve onar onar. yirmişer yirmişer artmaya başlar...ve yine aynı dönemde, küçük ünitelerin yanında, aynı zevk aynı rahiya, aynı tad, aynı hava ve aynı ruhta, tıpkı birerli kandillerin yerine çok lambalı avizelerin alması gibi bu minik hizmet yuvalarının yerlerini daha kompleks ışık kaynakları ve birerli yıldız mahiyetindeki münferit evlerin yerlerini de içinde güneşlerin kol gezdiği galaksiler gibi, bütün dünyayı kucaklayan entegre ışık evleri alır...

Evet, bugün büyüğüyle-küçüğüyle' ışık evler yıllar ve yıllar imana, imandaki huzur ve itmi'nana susamış gönüllere rahmet yüklü bulutlar gibi. gönderdiği bol bol 'ab-ı haya!' re insanımızın gönül tepelerine saldığı marifet, muhabbet, ruhani zevk şualarıyla diriliş üfleyen bir İsrafil sür'u ve vicdanlarını şahlandıran Cebrail solukları olmuştur. Evet. onlara uğrayanlarda pek çok menfi hisler silinmiş, İnat ve karşı koyma düşünceleri kırılmış, müdavimleri de kendilerini, cennet koridorlarında temaşadan temaşaya koşan seyyahlar gibi görmeye, hissetmeye başlamışlardır...

... Onların ışık evlerin derinliklerinde hissettikleri, hissedip yaşadıkları rengarenk hayatı, onlarla ayın duygu ve aynı düşünceyi paylaşmayanların ... hele şartlanmış dimağların, bedenine yenik düşmüş ruhların kendi çalım ve gururu altında ezilmiş bahtsızların duyup anlamaları mümkün değildir.

Her akşam, işinden, okulundan . dairesinden ayrılıp bir "vaha "ya koşuyor gibi. ışık evlere koşup gelenler, bu evlerin kendilerine has büyüleyici duygularına dalar, şurada-hurada zihinlerine ilişen kötü duygu ve tutkulardan sıyrılır başları cennetlere ulaşmış gibi derin bir huzura ererler. Her akşam ve her vazife dönüşü ışık evlerin müdavimleri için, hayata yeniden dönüş ve kendilerini idrak ediş demektir...

Biz hepimiz, mabetleşen bu ışık evlerin gölgesinde varolmanın, yaşamanın, ümitlenmenin, ölçülü bulunmanın ne demek olduğunu daha iyi anlar, kendimizce hayatı daha derinden kavrar ve varlığı daha farklı buluruz. Güya her gün onlara ulaşacağımız ana kadar birer kadavraymışız da onlara ulaşınca, kudretten ilahi nefhalara ermiş gibi, dirilip, başkalaşıp ötelere uyanıp ve birer mana insanı haline geldiğimizi hissederiz... bizler, çok defa bu sihirli muhitte, hazların en erişilmezine, itmi'nan ve sükunun en baş döndürücülerine erer, her şeyi bir aşk'ü şevk neşvesi içinde tanır, duyar ve kendi kendimize, 'yoksa bu yaşadığımız hayat cennet hayatı mı? " diye mırıldanırız.

Bugün bu sahip olduğumuz bütün müesseseler; bir dönemde yokluğun bağrına atılan bir küçük çekirdekten meydana gelmiş devasa bir ağaca benzetilebilir. Evet, karanlıkların birbirini takip ettiği bu dönemde yakılan bir mum misali, açılan küçücük hücreler, ardından ışık evler ve daha büyük kompleksler tıpkı Hz.. Muhammed'in nurunun bir sperm mahiyetinde ilk sebep olarak bütün arz ve semanın esasını teşkil ettiği gibi, onur-u a zamın vesayetinde avın şeyi yapmışlardır.

İlk dönem itibariyle Islami tebliğ ve irşad hareketinin başlangıcına baktığımızda Allah Rasülü de bu işe hu tür evlerle başlamıştır. Evet bir evle başlamıştır...Emeviler de. Ömer Abdülaziz etrafına aldığı üç-beş insanla ve mini bir hücreyle işe başlamıştır...İmanı Gazali de aynı yolu takip etmiştir. Aslında ilk ışık çağında İmam rabbani're, ondan da günümüzün büyük çilekeşi Beddiüzzüman Hazretlerine kadar, belli dönemlerde ümmet-i muhammed'e mürşitlik yapan bütün üstün kametler hep aynı yolu takip etmişlerdir. "

Gülen kendisini, sıraladığı İslam tarihinin bu önemli isimleriyle özdeşleştirip, "Işık Evleri" sistemini kurdu. Polis Koleji öğrencileri de bu "Işık Evleri" ile ilk tanışan ve en çok giden topluluğu oluşturdu. Polis Koleji'nin ilk hazırlık sınıfı öğrencileri olan devre arkadaşlarımın ve sonraki yıllarda gelen alt devrelerimizin götürüldüğü bu 'Işık Evleri', Cebeci, Demetevler, Aydınlıkevler, Keçiören, Abidinpaşa gibi kenar semtlerde, gözden uzak yerlerdeydi:

Hafta İzinlerinde Nurculuk Dersi

"Medrese, zaviye gibi işleyen 'Şarj Evleri'... Bu evler meçhul evlerdir. Bu evler sizin bildiğiniz gibi evler, minaresi olan, ezan okunduğu zaman herkesin içine girdiği malum evler değildir. Meçhul ev. Kelime karakteristik olarak seçilmişi ir. Belirsiz evlerdir. Bunlar belli olmazlar, çünkü o evlere girip,çıkan insanlar yakın takiptedirler. Elden geldiğince evler kamufle edilmelidir." Fethullah Gülen

1979 yılı Polis Koleji için her açıdan önemli bir yıldı. Polis Koleji dört yıllık öğretim süresi uygulamasını o yıl, ilk kez başlattı. Koleje ilk hazırlık sınıfı öğrencileri geldi. Hazırlık sınıfında sadece yabancı dil eğitimi verilecekti. Haftada 50 saate yakın dil eğitimi veriliyordu. Bunun için okul kadrosuna İngilizce ve Almanca dili üzerine uzman çok deneyimli öğretmenler alındı. Dil laboratuvarları kuruldu. Yeni öğrenciler için yeni bir sınıf katı oluşturuldu. Bu sınıflar onarımdan geçirildi. Duvar boyaları yenilendi. Yeni sıralar getirtildi. Soft adında, o yıllarda Hacettepe Üniversitesi filoloji bölümü öğrencilerinin öğreniminde kullanılan özel kitaplar alındı. Hazırlık sınıfı öğrencileri için hazırlanan dershaneler, eksiksiz ve tertemizdi.

Ancak bu arada, bu öğrenciler için okul dışında da yeni 'dershaneler' oluşturulmuştu. Bu dershaneler, "hayır sahiplerinin” ve vakıfların desteğiyle Ankara'nın çeşitli semtlerinde kiralanan evlerdi. Gülen'in 'Işık Evleri', 'dershaneleri' için potansiyel öğrenciler Polis Koleji'ne gelmişti ama henüz 'dershaneye' götürülecek kıvamda değillerdi. Polis Koleji'nde ders yılının başladığı ilk günlerde, 'kıvama getirme' çalışmaları başladı. Önceki yıllarda bu dershanelere giden, bu dershanelerin mevcudunun arttırılması için birilerince, "adam kazanmakla" görevlendirilen üst sınıf ağabeyler, hazırlık sınıfı öğrencileri arasında 'adam kapma' ya da 'şarja uygun olanları seçme' işine giriştiler. Okulun zemin katında, kalorifer dairesinin hemen üstünde ve mutfağın karşısında bulunan mescidi kendi renklerinde olan öğrencileri saptamak, kıvama getirmek için kullandılar.

Sonraları 'imam' sıfatıyla karşımıza çıkacak bu kişiler, bir başka ve daha doğru deyişle 'Işıkçılar' gizli, sessiz ama bir o kadar da sistemli bir uğraşı içindeydi. Gürültü çıkartmıyorlar, güçlerini sergilemekten kaçınıyorlar, sürekli olarak mağrur, hoşgörülü, kaderci bir görüntüde ama sıkı bir biçimde çalışıyorlardı. Gösteriş onların işi değildi. Onlar 'ilahi bir inanışın' verdiği psikoloji içinde ve 'imamlarından aldıkları talimatlar' doğrultusunda her gün yeni bir genci saflarına katmaya çalışıyorlardı.

Bunun için mescide gelen hazırlık sınıfı öğrencileri ile derhal temasa geçildi. Bu kişiler yakın izlemeye alındı. Bu öğrenciler aracılığıyla, mescide gelmeyen ancak, ideolojik eğilimi kendilerine yakın, ailesi dindar olan öğrencileri belirlemeye çalıştılar. İlk hafta sonu iznine çıkmadan önce eve götürülecek hazırlık ve 1. sınıf öğrencileri saptandı. Üzerinde günler, haftalar boyu çalışılmış çocukları, ürkütmemek için, "Polis Enstitüsü'nden -yeni adıyla Poiis Akademisi- hemşehrin de gelecek. Sizi tanıştırırız. Enstitülü ağabeylerin evi var. Oraya gidip, yemek yiyeceğiz, sohbet edeceğiz" aldatmacasıyla evlere davet ettiler. Bazıları da, yabancı oldukları Ankara'yı "tanıtma", "rehberlik etme" bahanesiyle kandırılarak, 'Işık Evleri'ne götürüldü. Mescide gidenler ve rengini açıkça ortaya koyan öğrenciler "din alimi ağabeylerle tanışacağız" denilerek 'Işık Evleri'ne götürülmeye hazır hale getirilirdi. Bir kez götürülen ve 'Işık Evleri'ne uygun olan öğrencilere, yeni öğrenciler bulması ve üst sınıftaki deneyimli imam ağabeyleriyle tanıştırması görevi verildi.

Çoğu yoksul olan bu çocuklara, gidecekleri evde yemek yenileceğinin söylenmesi, gidilecek yerin çekiciliğini arttırıyordu. Üstelik üst sınıflarla iletişim kuruluyor, korunmaya almıyorlardı. Bu psikoloji bile genç öğrencilerin, istemeseler de evlere götürülmelerine karşı çıkmamaları için yeterliydi. Bu öğrenciler, tarikatın eğitim sorumlusu olan üst sınıftan bir 'ağabey' gözetiminde topluca okuldan çıkartılırdı. Otobüs ya da dolmuş paraları, görevli ağabeyce karşılanarak, gidilecek semte götürülürdü. Gidilen evler, kenar semtlerde, gözden uzak sokaklardaydı. Evlerin bulunduğu sokak başlarında gözcüler, eve baskın yapılması olasılığına karşılık sürekli olarak nöbet tutarlardı.

1979 yılı ve izleyen yıllarda 'Işık Evleri'ne öğrenci götürme sistemli bir hale geldi. 1979 yılında hazırlık sınıfına başlayan öğrencilere yönelik "adam kazanma" yöntemi, henüz birkaç yıllık, yeni bir uygulama olsa da, başarıyla yürütüldü. O yıldan sonra da bu operasyon hız ve güç kazanarak sürdü.

1979 yılında Gülen'in 'Şarj Evleri'ne, yalanlarla öğrenci götürenler ve bu grubun içinde olanların hemen tümü hala Emniyet Teşkilatı içinde en kritik noktalarda görev yapıyorlar. Müfettiş raporlarında, MİT kayıtlarında, MGK'ya sunulan belgelerde 'Fethullahçı' olarak gösterilen polisin, komiser, amir ve müdürlerinin büyük çoğunluğu bu dönemde 'Işık Evleri'nde yetiştirilenlerdir. Bu polislerin adları, o dönemdeki çalışmaları ve ilişkileri gün geçtikçe daha açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu kişilerin, ilişkilerini ve çalışmalarını bugün de sürdürdükleri biliniyor.

80'li yıllarda 'Işık Evleri'ne yeni öğrenci götüren ve ders aldıranlar arasında olanlar; daha sonra Emniyet Teşkilatının önemli kademelerinde görev yaptılar. Kuşkusuz, o dönemde 'Işık Evleri'ne gidenlerin hepsi Fethullahçı olmadı. Ama büyük çoğunluğunun adı kayıtlara Fethullahçı olarak geçti. Bu kişilerin öğrencilik yıllarında başlayan 'faaliyetleri' kimi zaman komik denilebilecek kadar garip, kimi zaman da acılarla dolu ilginç anılar olarak belleklere yer etti.

Polis Koleji ve Polis Akademisi'nde öğrenim gördükleri dönemde ve sonraki yıllarda 'Işık Evleri'ne gidenler, öğrenci götürenler ve daha sonra adları müfettiş raporlarına, yargı dosyalarına geçenler, 'Işık Evleri'ne götürüldükten sonra "tuzağa düştüm" diye şikayette bulunanlar, 'Işık Evleri'ni kendi çıkarı için kullananlar ve "Işık Evleri'ne yalnızca dinsel inançları için gidip, cemaatle ilişki kurmayanlarla ilgili bir çok anım var...

5 Puanlık Fethullah Duası

"Eğer Hoca efendinin duasını okursan, sınavda 5 puanın garanti. Geri kalan 5 puanı da kendin alırsın artık" dedi, son sınıf öğrencisi Nursal Mutlu. "Bak. İsmail'in, Ayhan'ın dersleri kötüydü. Duayı ezberlediler, şimdi her sınavda yüksek not alıyorlar" diye de duanın gücünü ve inandırıcılığını vurgulamaya çalıştı.

"Peki . Ver o zaman ben de okuyayım" dedim. Nursal, "o kadar kolay değil" der gibi. yüzüme baktı:

- Olmaz, öyle şey! Sen, hem çok ham, hem de kapkarasın.Önce aklanman gerek. Süt gibi aklanınca duayı veririm. Bizden uzak durmamalısın, mescide gidip namazını kılmalısın, risale ezberlemelisin. Ayrıca, hafta sonlan kız peşinde koşacağına, tiyatro sinema gibi yerlere gidip, günah İşleyeceğine bizimle birlikte eve gelip, ders dinlemen gerek. Ondan sonra bu duayı sana da veririm.

- Sen ver. Yarınki sınavda deneyeyim, Eğer dediğin gibiyse,bir daha hiçbir namazı, dersi kaçırmam, söz.

Söz verdim ama kandıramadım. "Sınıf geçiren mucize duayı" İsmail ya da Ayhan'dan alabilirdim, belki. Ama Nursal duayı kendisi vermediği gibi; yandaşlarına da duayı bana vermemeleri konusunda öğütte bulundu. Nursal'dan izinsiz duayı elde etmem olanaksızdı...

Kuşkusuz, o yaşlarda, sınıfımı emeksiz, mucizeye dayanan bir biçimde geçmek düşü çok hoştu. Öteki arkadaşlarım da, bu "mucize duayı" elde edince: neler yapabileceklerinin düşüyle yanıp tutuşuyorlardı. Yalnızca sınıf geçilmezdi bu duayla. Sevmediğimiz kişilerin başına bela, sevdiklerimize mucize armağanlar sunabilirdik. Belki, güzel kızları kendimize aşık eder, kolay para bile kazanabilirdik. Yolculuğa çıkmadan okunursa, kazadan korunur, sigara içerken ya da nöbette uyurken, komiserlere yakalanmazdık. Bütünlemeye kalmayacağımız için güzel, kesintisiz bir yaz tatili geçirirdik.

"Mucize duayı" elde edemedim. Nursal Mutlu, bana yalnızca bu duanın varlığından ve yapabileceklerinden söz etti. Benim için gerisi gelmedi. Çünkü 'Işık Evi'ne gidişime rehberlik eden Nursal Mutlu ile o günden sonra bir daha karşılaşmamaya özen göstermiş, tüm çağrılarını karşılıksız bırakmıştım. Dahası, beni "Işık Evi'ne götürenlerle ilgili okul yönetimine şikayette bile bulunmuştum. Sanıyorum, bu konuşmayı yaparken; kendisiyle ilgili şikayette bulunduğumu bilmiyordu. Aradan geçen bir yıl içinde de bir kez bile kendileri ile konuşmamış, bir daha görüşmemiş, 'Işık Evi'ne ikinci kez gitmemiş biri olarak, şimdi, küçük bir sohbet sonrası, "büyük ödüle" konabilecek kadar şanslı olduğumu düşünmem çok da akilci değildi.

"Öğretmenlerin gözünü bağlayacak duayı" bana vereceğine hiç de inanmadan, istekte bulunmuştum. Böyle bir dua olabileceğine inanmam için onu alıp. denemem, sonucunu görmem gerekiyordu. Duayı ben alamadım ama devre arkadaşlarımdan bir çoğu. derslerinde bu dua nedeniyle başanlı olduklarına inanmamız için bize yeminler ettiler. Sınav öncesi duayı içlerinden üç kez okuduklarında, birdenbire zihinlerinin açıldığını, kitapta bir kez okuyup geçtikleri konuların gözlerinin Önüne geldiğini ileri sürüyorlardı. Belki de Nursal, gerçekten bir dua verdi bu arkadaşlarımıza. Belki de psikolojik bir etkisi vardır. Bunu bilemem. Polis Koleji öğrencilerinin, "zihin açan bir dua" okuyarak, sınavda başarılı olduklarına inanmaları, inanılmaz gelebilir. Ama bu gerçekti ve bu tür inanışlarla yetişen Polis Koleji Öğrencileri şu anda Emniyet Teşkilatının en kritik noktalarında suçlu avındalar.

Acaba şimdi de dua okuyarak suçluları bulunacaklarına mı inanıyorlardır?

21 Kuru Üzüm

O yıllarda Nursal ve yandaşlarının, "mucizeler yaratan dualarının" dışında başka ilginçlikleri de vardı. Örneğin; Nursal ve yandaşlarının öncülük ettiği, sabah kahvaltısından önce 21 adet kuru üzüm yemek moda olmuştu.

Neredeyse her öğrencinin dolabında kuru üzüm bulunur, sabah yataktan çıkınca ilk iş olarak üzüm yenilirdi. Ulus meydanındaki kuruyemişçi, Polis Koleji öğrencilerine kuru üzüm yetiştiremiyordu. Hafta sonlan yüzlerce öğrenci kuru üzüm. paketleri ile okula dönüyordu. Çekirdeksiz kuru üzüm bulanlar şanslıydı. Üzüm paketleri yatakhanelerdeki dolaplarda korunuyordu. Sabahları, üzümcü öğrenciler yatağından kalkar kalkmaz, dolabını açıyor ve üzüm saymaya başlıyordu. En kötüsü, birbirine yapışan üzümlerin, uykulu gözlerle fark edilmemesiydi.

21 adet kuru üzüm yemek sünnetti. 20 ya da 22 olması sünneti bozardı. Bu nedenle sayım işlemi inanılmaz bir dikkatle yapılırdı. Yatakhane katında her sabah kuru üzüm sayan öğrenciler komik bir görüntü oluşturuyordu. Bu görüntüyü alay konusu yapanlara ise "Amerikalı bilim adamları araştırmışlar. Sabahları ilk yenen yiyeceğin vitamini doğruca beyne gidiyormuş. Beynin gereksinim duyduğu tüm vitaminler de kuru üzümde varmış. Hafızayı güçlendiriyor, dersleri daha iyi algılamamıza yardımcı oluyor. Hazreti Muhammet her sabah 21 üzüm yerdi. Bu nedenle güçlü bir hafızası vardı. Siz de yapın. Peygamberin yaptığını yapmak, sevaptır. Hem hafızanızı güçlendirir, derslerinizde başarılı olursunuz hem de sevap kazanırsınız " diye savunma getiriyorlardı.

Modanın aşırı bir biçimde yaygınlaştığı bir gün sabah etüdünde Tuncerin, "Bu nasıl sünnet? Peygamberin de her sabah 21 adet kuru üzüm yediğini söylüyorsunuz ama Arabistan çölünde üzüm yetişiyor muydu acaba? Hiç düşündünüz mü?" diye sorması kafaları karıştırdı. Tuncer'in sorusuna yanıt veremeyen devremizin üzümcüleri, etüt arasında üst sınıf ağabeylerinden, büyük bir olasılıkla Nursal Mutlu'dan yanıtı öğrenip, bir sonraki etüt saatine yetiştirdiler:

- Üzüm ve hurma aynı türden meyvelerdir. Peygamberimiz hurma yermiş. Biz hurma bulamayız. Üzüm yemek sünnete aykırı değil. Beynin alacağı vitaminde de eksiklik olmaz. Çünkü, hurma da üzüm de aynı vitaminleri içeriyor. Önemli olan niyettir. Üzümü, hurma niyetine yediğinizi düşünmeniz sevap kazanmanız için yeterlidir.

Buyrun...

Tuncer'in bu tür soruları oldukça çoktu. Bir başka gün. Hz. Muhammet'in çok akıllı olduğunu söyledi. Mescitçi arkadaşlarımız, kulak kesildiler:

- Bence, o dönemde Araplar temizliğe dikkat etmiyorlar diye Muhammet, "günde 5 defa abdest alın" diyerek, hijyeni öğretti. Spor yapmıyorlar diye günde 5 defa egzersiz yapmalarını sağladı. Hac ziyaretini ticaretin gelişmesi amacıyla zorunlu saydı.

Tuncer'in bu sözleri üzerine sınıfta büyük bir tartışma hatta küfürleşme yaşanmıştı. Üzümcülerin. Tuncer'e yönelik kızgınlıkları uzun süre dinmedi.

Sanıyorum hala da dinmemiştir...
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Prş Ağu 14, 2008 17:08

Fethullah'ın Copları -2
(Zübeyir Kındıra)

Işık Evi Çengeli
Nursal Mutlu'yu bana ilk tanıştıran sınıf arkadaşlarım Mus­tafa Erdağ ile İsmail Kara'ydı.
Nursal Mutlu'nun sesi yumuşaktı. Hiçbir zaman sesini yük­selttiğine tanık olmadım. Karşısındakinin gözlerinin içine baka­rak konuşuyor, asla kırıcı bir söz söylemiyordu. Üst sınıfların karşısında esas duruşta durulması gerekirken, Nursal esas duruş beklemiyordu. Üst sınıf gibi değil, konuştuğu kişinin devre arkadaşıymış gibi davranıyordu. Kısacası güven veren bir yapı­sı vardı. Oysa, Nursal'ın "o dönemin okul imamı" olduğunu öğrenmem ve bende uyandırdığı bu güvenin yok olması uzun sürmedi.

Nursal Mutlu, benimle birlikte onlarca Polis Koleji öğrenci­sini 'Işık Evleri'ne götürdü. Bulgaristan doğumlu Nursal, bu grubun en ateşli ismiydi. Açık propaganda yapmaktan çekin­meyen, cemaatin felsefesinin öğrencilere aktarılmasında, "anla­tıcı" rolünü ve görevini üstlenen Nursal Mutlu, "okul imamıy­dı." Tarikat bağlantısı saptanarak Emniyet Teşkilatından u-zaklaştırıldı. Bilebildiğimiz, bağlantısı saptanabilen ve hakkın­da işlem yapılıp, ilişkisi kesilen tek kişiydi Nursal...

Nursal'ın bana tanıştırdığı Mustafa Bağrıaçık ve Abdullah Bostan da tıpkı kendisi gibi güler yüzle yaklaşıyorlardı, bizlere. Oysa. Mustafa Bağnaçık'ın aslında hiç de sakin yaratılışlı biri olmadığını daha sonraları gördük. Gerçek karakteri çok geçme­den ortaya çıkan Bağnaçık. öğrencilere karşı katı davranışları ve küfürlü konuşmaları ile anılarda yer etti. öğrencilere sık sık. "tükürürüm ağzına" diyen Bağrıaçık'ın, bu sözünü bir gün yeri­ne de getirdiği teşkilat içinde kulaktan kulağa yayıldı. Bağrıaçık'ın, suçüstü yakaladığı bir öğrencinin ağzını zorla açtırarak, tükürdüğü hala konuşuluyor.

Bağnaçık'ın adı. 28 Ağustos 1992 tarih ve B.05.1.EGM.4.-06.00.14.I1 l.ve Sor.(F).92.S303 sayılı Emniyet Genel Müdür­lüğü Teftiş Kurulu Başkanlığının Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne gönderdiği dava dosyasında yer aldı. Bu dosya­ya eklenen listede 82'nci sırada adı yazılan Bağrıaçık, Polis Koleji ve ardından Polis Akademisi'nde öğrenci iken 'Işık Evleri'ne en sık gidip gelen ve bu evlere yeni öğrenciler götüren isimlerdendi.

Polis Akademisi'ndeki öğrenciliği yıllarında kendisine, sınıf komiserleri içindeki yandaşları tarafından, okul içinde etkin ve ayrıcalıklı bir görev olan "baş mümessillik" görevi verildi. Baş mümessil olarak öğrenciler arasında ayrımcılık yaptığı, kendi yandaşlarını koruyup, "kendisi gibi düşünmeyenlere" karşı sert ve yanlı davranışlar gösterdiği, bir çok öğrenciyi haksız yere suçlayıp, ceza aldırdığı, 1992 yılında yapılan bir ihbarda ileri sürüldü. Bu ihbar sonucu soruşturma açıldı. Yukarıda belirtilen belge, bu soruşturma sonucunda hazırlandı.

Bağrıaçık, öğrencilik yıllarındaki bu ayrıcalıklı görevini "başarı" ile yürüttüğü için, mezun olduktan sonra da "uzmanı olduğu yere", Polis Akademisi'ne ataması yapıldı.

Hemen tüm 'Fethullahçı soruşturmaları'nda adı geçen Mustafa Bağrıaçık, yine kendisi gibi soruşturma dosyalarının tanınmış ismi Talip Tuncer ile yakın arkadaştı. Tuncer'in adı listede, Bağrıaçık'tan 40 sıra Önce yani, 42'nci sırada yer aldı. Bağrıaçık ile Talip Tuncer. yalnızca 1 yıl birlikte okudular, ama bu süre derin bir ilişki kurmalarına yetti.

Bağrıaçık'ın. tarikatın verdiği "kızlardan polis olmamalı'' di­rektifini uygulamak için çalıştığı kayıtlara geçti. Izmir Polis Okulu sınavına görevli olarak giderken, örgütten geldiğini bil­dirdiği bir listeyi, diğer yandaşlarına gösterip, bu listedekilere sınavda yardımcı olunmasını da istedi. 1992 yılında yapılan Fethullahçı soruşturması-sonucunda ataması çıktı. Halen Şanlı­urfa Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürü ola­rak çalışıyor.

Abdullah Bostan. Bağrıaçık'ın aksine güler yüzlü görüntü­sünü hiç bozmadı. Her zaman cana yakın kişiliğiyle sempati toplayan Bostan da 'Işık Evleri'ne en çok öğrenci götürenlerden biriydi. Halen Emniyet Teşkilatında müdür yardımcısı olarak görevde.

Sınıf arkadaşlarımın tanıştırdığı, bu yeni yüzlerle çabucak arkadaş olduk. Ilerleyen günlerde, küçük topluluğumuz giderek kalabalıklaştı. Yeni yüzler, topluluğa katıldı. Sanırım, ekim ayının ikinci hafta sonuydu. Okula o yıl başlayan hazırlık dev­resine ilk kez hafta sonu izni verildi. Izinden önceki içtima için sıkı bir hazırlık yapılıyordu. Yatakhane koridorunda ayakkabı­lar boyanıyor, temiz giysiler giyiliyordu. Üst sınıflar çarşı (ha­rici) giysilerini, hazırlık sınıfı öğrencileri, henüz resmi giysiler verilmediği için, sivil takım elbiselerini ütülüyordu. Bayrak töreni ve denetime hazır girmek için tüm öğrenciler bir telaş içindeydi. Büyük bir heyecanla hafta sonu neler yapacaklarını da konuşuyorlardı. Sinemalar, kızların takıldığı cafeler. Gençlik Parkı, Kızılay, ucuz yemek veren lokantalar sohbetlerin ana konusuydu.

Mustafa Erdağ, Ismail Kara, Sabri Dilmaç ve Nursal Mutlu. hazırlık sınıfının yatakhane katında bir araya gelmişler, sessizce ve gizli gizli bir şeyler konuşuyorlardı. Sonra bir başka öğren­ciyi yanlarına çağırıyor, kısa bir konuşma sonrası yeni birine yöneliyorlardı. Bir süre sonra bana doğru geldiler. Hafta sonu Polis Enstitüsü'nden ağabeylerle birlikte olacaklarını ve arala­rında Gaziantepli bir hemşehrimin de olduğunu söylediler. 'Bizimle gel istersen' dedi Nursal.

Ben, sinemaya gitmek istediğimi ve bazı arkadaşlarımla bu konuda sözleştiğimi söyledim. Nursal diretti:

- Öğleden sonra da sinemaya gideriz.

Hem Ankara'yı yeteri kadar bilmediğimi, bir arada olmanın izin gününü kolaylaştıracağını da sözlerine ekledi, öyle bir ısrar vardı ki. korkmamanın olanağı yoktu. Ama ısrar eden bir üst sınıftı. Zorunlu olarak önerilerine olumlu yanıt verdim.

Cumartesi sabah kahvaltıdan sonra içtima yapıldı ve çıkış izni verildi. Mustafa. Ismail ve ben birlikte çıktık okuldan. Istanbul yoluna uzanan yokuşu indik. Atatürk Orman Çiftliği kavşağındaki otobüs durağına geldiğimizde Nursal Mutlu'yu , I.Y , Sabri Dilmaç, Lütfü Ersoy ve başka bazı hazırlık ve üst sınıf öğrencileri ile birlikte durakta bekler bulduk. Hemen yan­larında Mustafa Bağnaçık ve 7-8 kişilik bir başka grup vardı. O grup içinde T.Y., T.A. Z.Ç. ve başka bir çok Öğrenci vardı. Biz, Kızılay-Cebeci otobüsüne bindik. Biletlerimizi Nursal Mutlu dağıttı. Mustafa Bağnaçık ve yanındaki topluluk bir başka yöne giden otobüse bindi.

Yolculuk sırasında Nursal'ın 2. sınıf öğrencileriyle fısıltı ile konuşmaları dikkat çekiciydi. Nedense Nursal'ın davranışları değişmişti. Topluluk içinde Özel bir rolü varmış gibi davranı­yor, yanındakilerden bazıları da ona bu rolüne uygun karşılık veriyordu. Bu, acemi öğrencilerce "üst sınıf psikolojisi" olarak algılandı. Fısıltı ile konuşmalarının gizli bir gezintinin gereği olduğunu akşam okula dönerken anlayabildim. Biz, acemi öğ­renciler ise yol boyunca yüksek sesle espriler yapıyor, şakalaşı­yorduk.

Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden sonraki durakta indik. Sağ­daki geniş ve yokuş caddeye saptık. Nursal, caddenin ikinci sokağının başında beklememizi söyledi. Biz beklerken, üst sınıftaki öteki öğrencilerle birlikte birkaç apartman ilerideki bir terzi dükkanına gittiler. Bir süre sonra sivil giysilerle geri dön­düler.Ardından yürüyüş yeniden başladı. Yokuşun başındaki bü­yük camimin Önünden sola giren sokağa sapıldı. Bir çoğumuz hala nereye ve ne için gittiğimizi bilmiyorduk. Sokağın başında Nursal'm isteği üzerine küçük toplulukları bölündük. Iki hazır­lık sınıfı öğrencisinin yanma bir üst sınıf Öğrenci verildi. Du­varlarında beyaz badana boyasıyla "MHP", "Kahrolsun Komü­nizm" yazılarının bulunduğu bir apartmandan içeri ayrı ayrı girdik.

Tarikat Evi ve Ders

Cebeci semtindeki "Işık Evi' birinci kattaydı ve sokağa ba­kıyordu. Evin her odası ve salonu halılarla kaplıydı. Eve girer girmez. 25 yaşlarında gülen bir yüz, yeni gelenleri karşıladı. BizI salona aldılar. Nursal en son gelen topluluktaydı. Nursal, eve girerken, konuklan karşılayan kişiye kadronun tamam ol­duğunu belirten bir işaret verdi. Herkes salona alındı. Salonda ikinci bir kişi vardı. Ve birkaç dakika sonra evin arka odaların­dan birinden gelip, konuklan selamladıktan sonra yine geldiği gibi. hızlıca salondan ayrılan başka bir kişi...

Evde 15 kişi kadar olmuştuk. Önce, "selamünaleyküm" faslı geçildi. Memleketler, mezun olunan okullar, ailelerle ilgili sorular soruldu. Nedense o evdeki kişilerin soyadları yoktu. Ilk adlan da Ali. Ahmet, Ömer gibi çok bilinen türdendi. Çok geç­meden "din eğitimi" başlandı.

Öğrencileri karşılayan kişi, kalın, yeşil ciltli bir kitabı kü­tüphaneden alıp. okumaya başladı. Ayakta okuyordu. Ilk ders "Allah'a açılan 11 Pencere" idi. Okuyucu, pencereleri ve an­lamlarını tek tek. yavaş yavaş okuyordu. Her bölüm sonunda öğrencilere sorular soruyor, anlayıp anlamadıklarını denetliyor­du.

Ders öğle saatlerine kadar sürdü. Öğlen ezanı okununca der­se ara verildi. Sessizce, ezan dinlendi ve ardından evin banyo­suna topluca gidildi. Banyo, abdest alınması için özel olarak onarım görmüştü. Tıpkı camilerde olduğu gibi, rahatça abdest alınabilmesi için, oturulacak yerler yapılmış, kurna haline geti­rilmişti. Sıra halinde beş ya da altı musluk vardı. Yan yana abdest alındı. Abdest almasını bilmediğimi söylediğim Mustafa Erdağ, hemen yanıma oturdu ve abdest in nasıl alınacağını, alçak bir sesle öğretti.

Sonra, salona serili seccadelerin başına geçip, saf tuttuk. Bu kez kitap okuyanın yanında sessizce durup, dersi "denetleyen" kişi, imam olarak talimatlar vermeye başladı. "Uyduk hazır olan imama" denilerek niyet edildi. O güne kadar hiç namaz kılma­dığım için. yine Mustafa Erdağ'a dönüp, "Ben namaz kılması­nı bilmiyorum" diye fısıldadım. Mustafa, aynı fısıltıyla yanıtla­dı beni:

- Sus. Benim yaptıklarımı yap, yeter. Sonra öğrenirsin nasıl­sa!

Acemice namaz kıldık. Namaz sonrası imam, yüksek sesle dua okudu. Ruhuna fatiha okunanlar arasında Said-i Nursi de vardı, din şehitleri de ... Ama ne Atatürk ne de Kurtuluş Savaşı şehitleri vardı.

Namaz sonrasında, o ana kadar hiç görülmeyen iki kişi, sa­lona bir yer sofrası açtı. Bu kişilerin, mutfakta çalışmakla gö­revli oldukları anlaşılıyordu. Kuru fasulye, pilav ve salatadan oluşan yemek yenildi. Yemek sonrası sigara içmek isteyen öğrencilere, tatlı-sert bir azar geldi. Sigara, dince 'mekruhtu' ve "o evde" sigara içmek yasaktı. Zaten üst sınıfların yanında sigara içmek Polis Koleji Disiplin Yönetmeliği'ne göre de suçtu.

Diş fırçalamak yerine misvak kullanmak sünnet olduğu için, evin eski müdavimleri birer misvak çıkartıp, dişlerine sürtmeye başladılar. Yedeği olanlar, yeni öğrencilere misvak dağıttı. Bana da bir tane misvak düştü.

Hiç zaman yitirilmeden dersin ikici bölümü başladı. Kitabın anlattığı "pencereler" okunup, yine "iyi anlaşıldı mı?" diye sorular soruldu. Ders okula dönme saatine yakın tamamlandı ve bir sonraki hafta sonu. öteki "pencereler"in tanıtılacağı bildi­rildi. Derslere sürekli gelinmesi sıkı sıkı öğütlendi. Namaz kıldıran kişi. yeni öğrencileriyle sırayla sohbet etti. Sohbetin amacının, hangi Öğrencinin eve geleceği sürdüreceğinin sap­tanması olduğu açıkça belli oluyordu. Sonra evden ayrılma zamanı geldiği bildirildi.

Karşıladıkları gibi güler yüzle uğurladılar, bizi. Evden çıktı­ğımızda şaşkınlık içindeydik. Haftalardır okulda kapalı kalan, çocuk yaştaki bu gençler ilk kez dışarı çıkıyor ve hiç bilmedik­leri bir evde garip bir din dersi içinde günlerini geçiriyorlardı.Yine küçük topluluklara ayrılarak evden çıktık. Sinemaya, cafeye gidilecek zaman kalmamıştı. Üst sınıflar giysi değiştirdi ve okula dönüldü. Dönüş yolunda topluluk tümüyle dağıldı ve okula ayrı ayrı girildi.

O akşam, öğrencilerden bazıları bir tuzağın içine düştükleri­ni anlayıp, yaşadığı serüveni başkaları ile paylaştı. Böylece, "tarikat evlerine" giden başka öğrenciler de olduğu ortaya çıktı. Bursalı , güleç yüzlü, başarılı bir emniyet amiri olarak şu anda görevde olan Tuncer Avcı ve Tekirdağlı Ender Gündüz de 'Işık Evleri'ne götürülenlerden yalnızca ikisiydi. Sıra arkadaş­larım olduğu için akşam etüdünde o gün yaşadığım "garip" deneyimi onlarla paylaştım. Ender, kendisinin de o evlerden birine götürüldüğünü anlattı:

İyi Gezmeler Çocuklar

"Size Ankara'yı gezdireyim" dedi. son sınıf Öğrencisi Mus­tafa Aydın. Ender, ağabeyi Mustafa'nın 'gezme' derken, 'Işık Evi' gezmesini kastettiğini nereden bilebilirdi ki? Lütfü Ersoy, K.D. Sabri Dilmaç ve Ender, birlikte çıktılar, gezmeye! Okul­dan çıkarken, 2. sınıf öğrencisi H.C. ile karşılaştılar:

- Nereye gidiyorsun?

- Mustafa ağabey bize Ankara'yı gezdirecek.

- Tabii. Mustafa ağabeyiniz sizi iyi gezdirir!

Sesindeki kızgınlığa, bakışlarındaki Öfkeye bir anlam vere­mediler ve Mustafa ağabeyleri ile gezmeye gittiler. Nerede gezeceklerini bilmeden.

Oysa H.C. Mustafa Aydm'ın "toy öğrencileri" nerede gezdi­receğini çok iyi biliyordu. Aydın, yeni öğrenci kazanma ve onları 'Işık Evleri'ne götürmekle görevli olanların önde gelenlerindendi. Öğrencilik yıllarında sürdürdüğü bu çalışması son­rasında mezun olur olmaz Polis Akademisi'ne sınıf komiseri olarak atandı. Mescide gitmeyenlerin korkulu rüyasıydı. Adı Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün hazırladığı "Fethullahçı Po­lisler Listesinde" beşinci sıraya yazıldı.

Mustafa Aydın, Ender ve arkadaşlarını Polis Koleji'nden alıp, doğruca Polis Enstitüsü'ne götürdü. Öğrenciler okulun bahçesinde beklerken, Mustafa Aydın okul kapısına kadar yü­rüdü. Orada birileriyle konuştu. Bahçede bekleyen yeni arka­daşlarım gösterip, bîr şeyler anlattı. Sonra birlikte yürüyerek, Kızılay'a, oradan Kurtuluş Parkı yönüne gittiler. "Yorulduk" diyerek, TED Koleji yanındaki bir parka oturdular. Rastlantı bu ya; tam da o sırada bir Polis Enstitüsü öğrencisi geldi. Mustafa Aydın ve Sabrı Dilmaç"ı adıyla selamladı. Ötekilere yalnızca selam verdi. "Ne yapıyorsunuz burada?" diye sordu. Mustafa Aydın. "Yorulduk, dinleniyoruz. Kardeşlerimize Ankara'yı gezdiriyorum" diye yanıtladı. Enstitü öğrencisi. "Şu yakında bizim bir evimiz var. Üzerime sivil giysilerimi giyeyim. Sonra birlikte gezeriz" dedi.

Birlikte yürümeye başladılar. TED Koieji'nin birkaç yüz metre yakınındaki bir eve gittiler. Ender, kapı girişinde çok sayıda ayakkabı görünce, "Ağabey, sizin konuklarınız var, gali­ba. Biz girmeyelim" diyecek oldu; ama daha sözünü bitirme­den, olumsuz yanıt geldi. "Olur mu? Girin. Yabancı kimse olmaz bu evde" diyerek, neredeyse zorla yeni arkadaşlarını eve aldılar.

Eve girdiklerinde: sağ taraftaki odada ilahi sesleri duydular. Odada kalabalık bir topluluğun video ya da ses kasetinden ilahi dinlediği anlaşılıyordu. Yeni gelenleri sol taraftaki odaya gö­türdüler. Taban, yeşil ve mavi halılarla kaplıydı. Odada sadece sedir, kanepe türü oturacak eşyalar vardı ve başka hiçbir eşya yoktu. Odada yalnızca, Polis Enstitüsü 2. sınıf öğrencisi Musta­fa Sağlam, vardı.

Yeni gelenler odaya girince Sağlam, "Hoş geldiniz kardeş­ler" diyerek, yer gösterdi. Selamlaşma bitmeden, sakallı biri daha geldi odaya. "ODTÜ'lü bir öğrenci arkadaş" diye tanıtıl­dı. Yeni gelenleri tanıtmak görevi de Mustafa Aydın'a düştü. "Ender kardeş. Lütfü kardeş..." diye. konukları tanıştırdı. Ama Sabri Dilmaç'ı tanıştırmadı. Sakallı, Sabri'yi önceden tanıyordu ve "Hoş geldin Sabri kardeş" diye selamladı onu.

Sakallı, hiç zaman yitirmeden hemen bir kitap çıkarttı ve "Biraz kitap okuyalım" diyerek, okumaya başladı. Cennet, ce­hennem, namaz, günah gibi kavramları anlatıyordu, kitap. Ender'in hoşuna gitmedi. En iyisi dinliyormuş gibi görünüp, din­lememekti. Ilgisiz şeyler düşünmeye başladı. Dalıp gitti. Ama Sakallı hemen anladı, dinlenmediğini: "Sen yeşil gözlü. En son ne dedim?"

Ender, şaşırdı. Yanıt veremedi. Sakallı, son okuduğu bölümü bir daha yineledi. Yine sordu. Yine yanıt alamadı. Ama o hiç kızmadan, sabırla bir daha okudu, sonra bir daha sordu. Ta ki, Ender, okuduğunu sözcük sözcük yineleyene, "anladım" diyene kadar, sürdü bu durum. Sakallı, hiç kızmadı, ses tonunu hiç yükseltmedi, "yeşil gözlü çocuk" anlayana kadar sabırla, yeni­den okudu aynı tümceleri.

Sakallının dersi saatlerce sürdü. Bir süre sonra, kitap oku­mayı bıraktı ve "Yemek zamanı" dedi. Sofra kuruldu. Yemekte, 'Işık Evleri'nin alışılmış yemekleri, kuru fasulye, pilav ve salata vardı. Içecek olarak su ikram edildi. Ender, yemeğin içinde muska, okunmuş su olabileceği endişesiyle, yemedi. "Karnım aç değil" diyerek, bir köşede oturup bekledi.

Sıkılana Hacı Bayram Gezintisi

"Ağabey ben sıkıldım, gitmek istiyorum" dedi Ender. Ye­mek sofrası kalktıktan hemen sonra. Sesinde bir kızgınlık vardı. Bunun üzerine Aydın, sakallıya baktı. Aldığı işaret sonrasında. "Haydi hep birlikte gidelim" dedi ve evden çıktılar.

Ve, Ankara'yı tanımayı sürdürdüler. Ama tanıdıkları yer, Hacı Bayram Camii oldu. Hacı Bayram yokuşunda Mustafa Aydın, bir kitapçıya girdi. Bir süre bir şeyler konuştuktan sonra geldi ve yol arkadaşlarını. Cami'nin içine götürdü. Lütfü, K.D. ve Sabri, Mustafa Aydın'la birlikte abdest alıp, namaz kıldılar. Ender'i de zorladılar. Ama Ender, "Ben namaz kılmasını bilmi­yorum" diye, geri çevirdi bu öneriyi. Mustafa Aydın ise En­derle yan yana namaz kılmak için diretti: "Olsun. Önemi yok. Bizi izlersin." Ama Ender'e kabul ettiremedi namaz kılmayı. Ötekiler na­maz kılarken, Ender bahçede bekledi.

Ender, bu 'gezmeden' oldukça tedirgin olmuştu. Okula dö­nüş zamanı geldiğinde, en çok sevinen de oydu. Polis Kole-ji'nin kapısından girer girmez, doğruca H.C.'in yanında aldı soluğu. H.C. "İyi gezdirdi mi sizi Mustafa ağabeyin?" diye sordu. Kızgındı. Ender, ürkek, pişman ve korku içinde yaşa­dıklarını anlatınca; daha da kızdı. Olanları okul yönetimine anlatmasını önerdi. Ender, kendisine bir zarar gelmeyeceğine inanınca, o gece nöbetçi olan Selami komisere gittiler. Komi­ser, Ender'i dikkatle dinledi. Sonra, "Sen merak etme koçum, hallederiz. Şimdi git. bir daha da bu tiplerle bir yere gitme" dedi.

İhbarcılar 'Sakıncalılar Listesinde'

Neredeyse tıpatıp aynı "Işık Evi serüveni' yaşadığımız En­der'in öyküsünün sonunda, okul yönetimine durumu anlatması bana da güven verdi. Üst sınıftan, "tarikatçılarla" ilgisi olma­yan, "iyi ağabeylere" gidip yardım istemek konusunda anlaştık.

Gece etüdünden sonra üst sınıftan H.C. O. T. ve Ş. B.'ye olanları anlattık. Bir daha o evlere gitmek istemediğimi söyle­dim. "Artık bize emanetsiniz, korkmayın bir daha size yaklaşamazlar" diye garanti verdiler. Gerçekten de yaklaşamadılar. Ama o günden sonra peşimizden de ayrılmadılar.

Bir süre sonra okul yönetiminden bizi çağırdılar. Ender Gündüz, KD. T.A. ve başka bazı arkadaşlarla birlikte komiser­lere "Işık Evi" konusunda yazılı şikayet dilekçesi verdik. Bizleri o evlere götürenleri, bizimle giden devre arkadaşlarımızın kimler olduğunu ve dahası o evlere gitmeyi sürdürenleri tek tek yazdık, Bizden dilekçe aldıktan bir hafta sonra Selami komise­rin başka bir kente ataması çıktı. Okuldan ayrılırken bizi yanı­na çağırıp, "Ben başka bir yere atandım, gidiyorum. Ama şika­yet dilekçenizi işleme koyduk. Ahmet Kocabal komiseriniz ilgilenecek. Onunla konuşun" dedi.

Ahmet Kocabal'a ve Savaş komiserlere gittik, ifademizi yi­neledik. Ancak, bu görüşmeden bir hafta sonra Ahmet Kocabal'ııı da atama yazısı geldi. Yaptığımız ihbarın atanan komiserlerimizin anılarında kalacağını sanıyorduk. Ama öyle olma­dı. Dilekçelerimiz bir yerlere gitmişti. Ama bizim amacımıza uygun sonuç doğuracak yerler değildi. Şikayetimizin hangi amaca hizmet ettiğini daha sonra anladık:

Giden komiserlerin yerine atanan yeni komiserlere verilen "Sakıncalılar Listesi"ne girmemize hizmet etmişti, dilekçeleri­miz. Bir süre sonra okula yeni atanan komiserlerden Ali Osman Kahya, Ender Gündüz koridorda karşılaştı. Kahya, Polis Koleji'nde göreve başlayalı, yalnızca birkaç gün olmuştu. Bu karşı­laşma sırasında yaşananlardan "Sakıncalılar Listesi"ne girdi­ğimizi net olarak anladık. Ali Osman Kahya. "Sen Ender Gün­düz müsün?" diye sordu. Ender, "Evet" dedi. "Tekirdağlısın değil mi?" diye ikinci sorusunu sordu. Ona da olumlu yanıt alınca. Kahya, başını "Sen görürsün" gibilerinden salladı ve gitti.

O günden sonra da her an Ender'in peşinde oldu. Ender, bu olayı bize anlattıktan sonra. Kahya'nın bana davranışlarına daha dikkatle bakmaya başladım. Gerçekten de Polis Koleji yıllarımda en çok peşimde olan, beni en fazla rapor edip, ceza aldıran ve en çok tokat yediğim komiser, Ali Osman Kahya oldu. Tabii ki, yalnızca ben değildim Kahya'nın listesinde olan. Kahya, okulun "en acımasız komiseri" adını da boşa alma­dı:

İğneyle Uyanmak

Ali Osman Kahya, elindeki iğneyi, koğuştaki öteki öğrenci­lerin şaşkın bakışları arasında Cengiz Kaypak'ın baldırına sap­ladı. Canhıraş çığlıklarla uyanan Cengiz, karşısında komiser Ali Osman Kahya'yı görünce, biraz sonra yiyeceği dayağın korku­suyla, iğnenin acısını unutup, hemen ranzadan aşağı indi ve tuvalete doğru yöneldi. Ancak, yolunu kesen komiserin tokatla­rından kurtulamadı.

Ali Osman Kahya, aşırı sert ve sinsi yanı ile tanındı. Göğüs kılları, hiç boşluk bırakmadan, tüm boğazını kaplayarak sakal­ları ile birleştiği için; öğrenciler arasında "kıllı" lakabıyla bili­nen Ali Osman Kahya, sabahları geç uyanan, sigara içen "ko­münist" Öğrencilerin baş belasıydı. Aynı anda, aynı suçu işler­ken yakaladığı öğrencilerden "mescitçi" ya da "Işık Evi müda­vimi" olanları rapor etmez, "kara listesinde" bulunan 'komünist' öğrencileri rapor edip, ceza aldırırdı. Okul yönetimine ise "O öğrenci bir daha suç işlemeyeceği sözünü verdi. Takdir yetkimi kullandım ve onu rapor etmedim" diye savunma yapardı.

İğneyle uyandırmak, geç uyananları uyandırma yöntemle­rinden yalnızca biriydi. Başka silahlan da vardı. Bir başka nö­betinin sabahında yine CengIz'in koğuşuna daldığında bu kez. plastik bir kolonya şişesini silah olarak seçmişti. Cengiz'in yüzüne kolonya fışkırtarak uyandırdı. Dayak korkusuyla esas duruşa geçen Cengiz'e bu kez tokat atmadı. Öteki uyku düş­künlerini, aynı yönlemle uyandırmak için. gözleri kolonanın yakıcı acısından yaşlar içinde kalan Cengiz'i Öylece bırakıp yürüdü, gitti.

Bir başka Ali Osman Kahya nöbetinin sabahı. Bu kez elinde bir palaska vardı. Geç uyanan öğrencilerin hepsi palaska daya­ğından nasibini aldı. Ben de palaskadan kısmetime düşeni al­dım. Ancak, öncekiler gibi pek de yaratıcı olamadığı bir başka nöbetinin sabahında. Cengiz'i uyandıracağım derken, az daha sakatlanıyordu. Üst ranzada yatan CengIz'in yüzünü, pikeyi kaldırmadan aradı, bulamadı. Kalça bölgesini hedef alıp, bastı şaplağı. 'Pofff' diye bir ses çıktı. Ama yataktan hiçbir hareket gelmedi. Ikinci sonra üçüncü tokadı yapıştırdı. Yine hareket görmeyince bu kez tekme atmaya çalıştı. Üst ranzaya boyu yetmediği için, dengesini yitirdi ve iki ayağı yerden kesildi. Büyük bir gürültüyle, sırt üstü beton zemine çakıldı. Canının acısı, kızgınlığını daha da arttırdı. Tırmanıp, üst ranzaya çıktı. Başladı tepinmeye. Ancak yataktan hiçbir ses. hiçbir kıpırtı yoktu. Işte o zaman pikeyi kaldırmayı akıl edebildi. Pikeyi çek­tiği anda koğuştaki öğrenciler, korkuyu bir yana bırakıp, bastı­lar kahkahayı.

Cengiz, o sabah erkenden kalkmış, yatağının içine yastıkları bir insan görüntüsü gibi dizip, üzerine pikeyi örttükten sonra, gitmişti. Kalk borusundan önce kalkıp giyinen Cengiz Kaypak, erken uyanmış olmasına rağmen. Ali Osman'dan o sabah da sopa yemekten kurtulamadı. Hem de daha öncekilerden daha acımasızca atılan bir dayaktı.

Ali Osman Kahya, yalnızca benim, Ender'in ya da Cengiz'in peşinde değildi. Uzun bir üstesi vardı. Kahya'nın Listedekiler, okulu bitirinceye kadar, inanması güç olaylar, korku dolu gün­ler yaşadılar.

Ali Osman Kahya, listesinde olanları yakından izliyor, her fırsatta ve her gerekçeyle rapor edip, ceza puanı almalarını sağlıyordu. Kahya ve yandaşı Öteki komiserler, en ufak olayda acımasızca dayak atıyor, öğrencilere göz açtırmıyorlardı. Sık, sık üst aramaları yapıyorlar, özellikle "komünist" öğrencilerin üzerinde başta sigara ve yasak yayın olmak üzere, rapor etmeye kanıt oluşturacak materyaller arıyorlardı. Ancak tek tek arama yapmak zor olduğu için, içlerinden birinin nöbetçi olduğu ge­celer, diğer yandaş komiserleriyle birlikte, toplu üst araması yaparlardı. Bu baskın aramalarda, öğrencilerin üzerlerinde, dolap ve sıra kapaklarında sigara, alkollü içecekler, yasak yayın aranırdı. Ancak, mescide devam edenler aramadan Önce bu komiserler tarafından uyarılırdı. Birkaç saat öncesinden gelen "arama yapılacağı" bilgisi bu topluluğa yakın olanların kulağı­na fısıldanır, önlem alınırdı.

Ali Osman Kahya'yı, en çok uğraştıran Cengiz Kaypak ile polislik yaşantısı boyunca çok uğraşıldı. Kaypak'ın sicili bo­zuldu, rütbesi durduruldu. Cengiz'i 1996 yılında bir trafik kaza­sında yitirdik. Ali Osman Kahya ise Polis Koleji'nden sonra Ankara Emniyet Müdürlüğü bünyesinde çeşitli görevlerde bu­lundu. Ankara'dan sonra Horasan İlçe Emniyet Müdürü oldu. Şu anda bir taşra ilinde, İl Emniyet Müdür Yardımcısı olarak görev yapıyor.

Ali Osman Kahya için Emniyet Teşkilatı içinde genel kanı, 'Gülen Örgütünün önderlerinden biri' olduğu yönünde. Adı, İstihbarat raporlarından, müfettiş soruşturmalarına, Kırıkkale DGM'ye sunulan belgelere kadar her Gülen soruşturmasında yer aldı. Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün yaptığı inceleme sonucunda hazırlanan ve Ankara DGM Savcılığına sunulan 'Işık Tarikatına' mensup polisler listesinde, Mustafa Aydın'dan sonra altıncı sırada Ali Osman Kahya'nın adı var.

Yeşilay’cıya Sigara Tokadı

Yoğunluğundan sigara içildiğini anladı. Doğruca Ender'e yö­neldi:

- Çıkart sigara paketini.

- Bende paket yok, komiserim.

Mustafa Sağlam, bir tokat attı ve "Sigara içiyordun" dedi. "Hayır" yanıtını alınca bir tokat daha attı. Yine, "Sigara içiyor­dun, kabul et" dedi. Ender, sigara içmediğini yineledi. Bir tokat daha geldi. Bu soru yanıt ve tokat ilişkisi aynı biçimde sürdü ve Sağlam, arka arkaya altı tokat attı. Tam yedinci tokadı atacaktı ki. 'tiryaki' dayanamadı:

- O değil ben sigara içtim. Ender, hiç sigara içmez. Yeşilay'cıdır.

Sağlam, durdu. Kaşlarını çattı. Bir süre ne yapacağına karar veremeden öylece kaldı. Ve sonra çıkıp gitti.

Mustafa Sağlam, şu anda Emniyet Teşkilatı'nda Müdür. Adı, Ali Osman Kahya'nın adının beş sıra altına. 12. sıraya ya­zıldı.

Elinde liste ile gezen yalnızca Ali Osman Kahya değildi. Listecilerden biri de Ender'in, Kurtuluş'taki 'Işık Evi'nde karşılaştığı Mustafa Sağlam'dı.

Mustafa Sağlam, sessiz, ketum biriydi. 'Işık Evleri'nde eğitmen imam olarak tanındı. Öğrenci tavlamakla görevliydi. Ama Ender Gündüz'ü tavlayamamıştı. Bu nedenle okulda en çok Ender'in peşinde gezdi.

'Işık Evi'nden Kaçan İrticacı Olur...

"Işık Evi" serüvenimizin üzerinden iki yıl geçti. Bir gün En­der'i ve beni yönetim katına çağırdılar. Müdürün odasında bir müfettiş vardı. İlkin Ender'i sorguya aldılar. Kapıda beş altı öğrenci daha vardı. Bizler ne olduğunu anlamadan, korku için­de bekliyorduk. İçerde olanları ise daha sonra Ender'den öğ­rendik:

Müfettiş, sürekli irticacılıkla ilgili suçlamalar yöneltiyordu. Bir terslik vardı. Ender irticacı olmadığını kanıtlamak için açıklamalar yapıyordu ancak, müfettişi bir türlü inandıramıyor­du. "Ben irticacı değilim, o eve zorla götürüldüm'' diye nere­deyse bağırmak zorunda kaldı. Gözleri dolmuş, dizleri titreme­ye başlamıştı :

- Oğlum, kendi el yazınla "Işık Evine" gittiğini açıklamışsın ya! İrtica toplantıları yapılan evlere gittiğini itiraf etmişsin.

Ender bu sözler üzerine anladı, neden irticacı damgası yedi­ğini:

- Müdürüm ben o evlere zorla götürüldüm ve bir kez gittikten sonra gelip, ihbar ettim. Kapıda bekleyen arkadaşlarım da öyle. Sürekli gidenler, öğrenci götürenlerin hiçbiri burada değil.

Müfettiş, şaşırdı. Ender'i o zaman dinlemeye başladı. Ender, yaşadıklarını, okulda yaşananları anlattı. Bildiği 'Işık Evi' sa­kinlerinin adlarını saydı. Soruşturma başlatılınca, okul yönetimi zor durumda kalmış, bu evlere gidenleri gizlemek için: 'Işık Evi' ihbarında bulunanların adlarını müfettişe vermişti. Ama o evlere sürekli gidenlerin, öğrenci götürenlerin adları nedense müfettişe verilen listede yoktu :

- Tamam oğlum, sen git. Ben gerekeni yapacağım. Ender'den sonra bizi dinleyen müfettiş. Öykünün perde arka­sını çok iyi anlamış olacak ki, düşünceli ve şefkatli bir ses to­nuyla konuştu bizlerle.

Birkaç ay sonra bu kez Polis Enstitüsü'nden Başkomiser İb­rahim ve Kemal Özcan geldi. Yine aynı isimler çağırıldı. Yine ilk olarak Ender'i sorgu odasına aldılar. Yine aynı biçimde irticacılıkla, Gülen'in "Işık Evleri'ne gitmekle suçladılar. En­der, irticacı olmadığını kanıtlamak için, bu kez daha çok uğraş­tı. İbrahim başkomiser yakasından tutup, "Sen irticacısın, itiraf et, Etmezsen yakarım çıranı" diye dakikalarca sarstı. Sesi kori­dorda bekleyen bizlere kadar ulaşıyordu. Neden sonra sesler kesildi. Bir süre sonra Ender, panik halinde, korku dolu bakış­larla çıktı odadan. Ama Ender yine müfettişleri inandırmıştı. Koridorda bekleyen Öteki öğrencilerle görüşmediler bile.

Hiç kimseye ceza gelmedi. Soruşturmanın genişlediğini ve çok uzun süren bu soruşturma sonrasında Mustafa Aydın başta bazı 'Işık Evi müdaviminin' altı ay kıdem durdurma gibi, küçük cezalar aldığını yıllar sonra, rastlantı eseri öğrendik.

Polis Akademisi'ne geçtiğimizde Ender'in sınıf komiseri Mustafa Aydın oldu. İbrahim Azcan, K.K. Mustafa Sağlam da mezun olunca okula tayin edilmişlerdi. Ender'in 'Işık Evi' se­rüveni ve sonrasındaki ihbar unutulmamış olacak ki, sürekli olarak peşindeydiler. Sicil amiri Mustafa Aydın olduğu için Ender, her an tetikte yaşıyordu. Her adımına dikkat etmek zo­rundaydı. Okul takımında birlikte futbol oynadığı R.C.D. ile yakın bir ilişki kurmuştu. R.C.D. da Mustafa Aydın ile yakın dosttu. Daha sonra 'ülkücü' olduğu gerekçesiyle dışlandı. En­der, ceza alıp, okuldan atılmamak için R.C.D.'dan yardım istedi. Bir süre sonra yanıt geldi:

- Ender, geçenlerde evde toplandık. Mustafa Aydın senin ih­barından dolayı altı ay ceza almış. Kendine çok dikkat et. Seni mahvedecekler. Ben bir şey yapamam.

Ender, daha fazla özen göstermeye başladı, disipline. Her türlü baskıya karşı direnerek ama güçlükle bitirebildi okulu. Kurada İzmir'i çekti. Bu kentte, N.T.. A.B.. S.Ç. ile birlikte aynı evi paylaştı. Önce bir karakola, oradan Çevik Kuvvet Şubesi'ne atandı. Bu da yetmedi. aynı evde kaldığı üç arkadaşıyla birlikte Hakkari'ye gönderildi. Tüm bu olanlara karşın, iyi bir polis olabilmek için, direnmeyi sürdürdü.

Twenty-four

Ancak, dil sınavında yaşadıkları çileden çıkmasına yetti: İzmir'den 21 komiser yardımcısı, komiser ve baş komiser dil sınavı için sözlü sınava girdiler. Sınavda Ender'e adını, soyadı­nı sordular. Söyledi. Sonra, "İngilizce biliyorsundur. Söyle bakalım 24 ne demek?" diye sordular. Onu da yanıtladı. Dışarı çıkarttılar. Ender'le birlikte aynı sınava başvuran, Talat Şahin de benzer bir sınav yaşadı. Sonuçlar açıklandığında yalnızca ikisi sınavı kazanamamıştı.

İzmir Emniyet Müdürü devreye girdi. Ortaokul mezunu, kadrodan gelme komiserlerin tümünün kazanabildiği ingilizce sınavını Polis Koleji öğrencilerinin kazanamamasının nedenini araştırdı. Nedeni saptadı. Siyasi oyunlar oynanıyordu ve ''irti­cacı parmağı" vardı. Son anda liste değişti ve Ender ile Talat da sınavı kazandılar.

Birlikte, Ankara'daki yazılı sınava girdiler. İzmir'den gelen ekip içinde, sadece Talat Şahin ile Ender Gündüz, sınavda başa­rılı oldu. Ötekiler elendi. Ender İspanya'ya, Talat, Moskova'ya görevli olarak gönderildi. Ama yaşadıkları, bu iki genç polisi mesleklerinden soğutmuştu. Talat, hiç dönmedi. Bir süre sonra istifa etti. Ender ise bir kez daha Türkiye'de şansını denedi. Kısa süre sonra "aynı zihniyetin baskısı" ile karşılaşınca, istifa edip, İspanya'ya döndü...

Ender, şu anda İspanya'da yaşıyor. BM'ye bağlı uluslararası bir kuruluşun güvenlik şefi. Türkiye'den ve Türk polis yöneticilerinden göremediği ve hak ettiği ilgi ve saygıyı orada buldu­ğunu söylüyor. Türk polislerine değil ama yargıçlarına da bir mesajı var:

- Fethullah Gülen davasında ifade vermek istiyorum...

Talat Şahin de Moskova'da ticarete atıldı. 10 yıl kadar bu kentte yaşayan Talat, 2000 yılında Türkiye'ye döndü. Uluslara­rası ticaret yapıyor.

"Işık Evleri" ile ilgili ihbarda bulunanlar, 'Işıkçı'lardan uzak durabilenler, evlere gitmeye karşı çıkanlar, tarikat tuzağına düşmekten kurtuldu. Ama, 'solcu' ve 'komünist' damgası yedi. Bir kısmı okuldan ve meslekten uzaklaştı. Güçlükle okulu bitirebilenler, polisin "üvey evlatları" olarak yaşam savaşı vermeyi sürdürdü. Bir çok arkadaşımız ise, o evlere gitmekten kaçınma­dı. Gidenlerin büyük çoğunluğu da iyi bir "Fethullah Gülen hizmetkarı" oldu.

Fethullah'a hizmetkar yetiştirmek için, öğrencileri "Işık Evleri"ne götüren başkaları da vardı.
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Prş Ağu 14, 2008 17:11

YURTDIŞI FAALİYETLERİ
a. Amacı

Fethullahçılar, yurt dışı faaliyetleriyle tüm irticai unsurlar içerisinde en çok dikkati çeken grubu oluşturmaktadır. F.Gülen, tarikatın yurtdışı açılımları için, başta ABD olmak üzere Hıristiyan Batı Dünyasının önemli bir tehdit olabileceğini değerlendirerek, bu çevrelere karşı ılımlı bir dini lider görüntüsü çizmeye özen göstermektedir.

Yurtiçinde hedeflenen noktaya büyük oranda ulaşıldığı kanaatine varan anılan grup, planlı bir şekilde yurtdışı örgütlenmesine yönelmiştir. Bu yönelişte;

Sosyal-ekonomik ihtiyaçları fazla olan yeni Türk devletleride taban oluşturmak,

* İran’ın Şii’lik propogandasının etkisini kırmak,

* Finans ihtiyacını karşılayacak şirketlerin ticari açılımlarını sağlamak,

* Bu devletlerde ihtiyaç duyulacak bürokratik kadroları yetiştirmek,

* Türk-İslam Birliğini oluşturmak temel amaç olmuştur.

Dünya İslam Birliğini gerçekleştirmek isteyen F.Gülen’in, Müslüman ve Türk olmayan devletlerde faaliyet göstermesinin amacı ise;

* Kendine bağlı bürokratik kanalların oluşturulması,

* Globalleşmenin sonucu oluşan bilgi transferlerini hedefi doğrultusunda kullanma,

* Kendine bağlı kişilerin refah düzeylerini artırarak etki alanını genişletmektir.

b. Eğitim Faaliyetleri :

Fethullahcılar; hem kendi yandaşlarına ekonomik menfaat temin etmek, hem de, Türkiye’de gerçekleştirmeyi hedef aldıkları İslam devletine, uluslararası alanda destek sağlamak için yurt dışında okul açma faaliyetlerini büyük bir hızla sürdürmektedirler.

Bunun yanında, söz konusu okullarda, ileride devleti yönetecek nitelik ve nicelikli kadroyu yetiştirerek, bu kesimin Türkiye’de kurulacak İslami devlete sempati ile bakmasını sağlamayı amaçladıkları bilinmektedir.

F.Gülen, 1992 yılında başlattığı yurt dışı açılımı çerçevesinde, toplam 45 ülke/özerk bölgede;

* 17 üniversite/yüksekokul,

* 246 lise,

* 11 İlkokul,


* 16 yabancı dil ve bilgisayar merkezi,

* 5 üniversiteye hazırlık kursu,

* 6 öğrenci yurdu

olmak üzere toplam 232 eğitim kuruluşunu faaliyete geçirmiştir.

Bu müesseselerde, toplam 40 bin’i aşkın öğrenci bulunmaktadır. F.Gülen Nurcu grubunun, eğitim alanındaki bu yatırımlarının toplam değerinin, 350 trilyon TL. civarında olduğu da bilinmektedir.

F.Gülen “okullar imparatorluğunu”nu neden başka yerde değilde Orta Asya’da açtığı hususunu; Asya’nın elden kaçırılabileceğini, Türk yatırımcısı, işadamları ve eğitimcisinin Asya’ya sahip çıkmadığı takdirde diğer ülkelerin bölge ülkelerine sağlayacakları menfaatlerle Asya’yı ele geçirebileceklerini, insanların, Devletin Asya Ülkelerine açılım yapmaması durumunda bile vakıf, dernek ve şirketler aracılığıyla o bölgelere giderek bölgeyi etkisi altına almaya çalışan ülkelere karşı bir set oluşturması gerektiği sözleriyle belirtmiştir.

1996 sonbaharında birçok ünlü gazetecinin götürülüp, gezdirildiği Orta Asya’daki özel okullarda büyük övgü ile söz edilmiş, İngilizce ile modern eğitim verdikleri yazılıp çizilmiştir.

Ancak, o bölgeden gelen bazı işadamları ve öğrenciler tarafından “okullar imparatorluğu”nun görülmeyen yüzünün olduğu da iddia edilmektedir. Bu iddialarda; ders dışındaki saatlerde, genelde din eğitimi ve cemaatin propagandası yapıldığı, referans kitaplarının çoğunun şeriatçı yayınlar arasından seçildiği, cemaatin Türkiye’deki uzun vadeli hedefleri arasında laikliğin kaldırılması gibi söylemlerin olduğu belirtilmektedir.

Mevcut yurt dışı okulların ülkelere dağılımı incelendiğinde; Türk şirketlerinin ağırlıklı olarak faaliyet gösterdiği ülkeleri tercih etmesi dikkat çekmektedir. F.Gülen’in, uygun koşulların bulunduğu Batı Avrupa ülkelerinde ve özellikle Almanya’da organize olmayıp, SSCB’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını kazanan ülkelerde, ABD’nin nüfuz alanını genişletme çabalarıyla aynı dönemde yaygın ve organize bir güce kavuşmuştur. Bu durum, F.Gülen grubunun daha ziyade Avrupa alanı dışında Amerikan etkinliği altındaki veya ilgi alanındaki bölgelerde geliştiği belirtilmektedir.

F.Gülen yurtdışındaki okulların finans kaynağının nasıl temin edildiği şeklinde kendisine yöneltilen sorulara; paranın cemaate bağlı kişilerden (müritlerinden) bağış yoluyla sağlandığını, ayrıca, Asya’daki işadamlarının da kazançlarının bir kısmını bu okullara aktardıkları cevabını vermektedir.

Ancak, bu okulların faaliyetlerini yakından bilen kaynaklarca; yurtdışındaki okulların kar amacı gütmeyen vakıflar tarafından kurulmakta olduğu, bu ülkelerin çoğunluğunda bu tür vakıfların mali denetimlerin dışında bulunduğu, Türkiye’den götürülen öğretmenlere, 12-15 bin dolar arasında maaş ödeniyormuş gibi gösterilip paranın büyük bir bölümünün Türkiye’ye transfer edildiği, gerçekte öğretmenlerin hesabına 500-600 dolar yatırıldığı belirtilmektedir.

F.Gülen grubunun okul açmış olduğu ülkelerde, öncelikle kendisine bağlı şirketler kurarak, okul yapımı ve idamesinin bu şirketler ve adı geçen ülkelerde bulunan işadamları tarafından desteklendiği bilinmektedir.

F.Gülen grubunun özellikle Türk Cumhuriyetlerinde etkili olduğu; Türkmenistan, Özbekistan ve Azerbaycan gibi ülkelerde bürokrat düzeyinde taraftarlarının bulunduğu bilinmektedir. Bu ülkelerde ticari faaliyet gerçekleştirmek isteyen Türk İşadamlarının ise karşılaştıkları zorlukları aşabilmek için söz konusu grubun yardımına ihtiyaç duyduğu, bunun karşılığında ise bir bedel ödediği, ödenen bu bedelin ise Fethullahçılar tarafından başta eğitim olmak üzere çeşitli alanlarda kullanıldığı bilinmektedir.

Ayrıca yurt dışında faaliyet gösteren bu okullar için para transferi ve teminat mektubu vermek gibi işlemleri karşılamak amacıyla kurduğu Asya Finans kurumundan istifade edilmektedir. Asya Finans’tan önce bu gibi işlemlerin Faysal Finans tarafından yürütüldüğü Türk insanının ortak düşüncesidir.

Özet olarak, F.Gülen grubuna bağlı okullar, cemaate bağlı işadamları tarafından doğrudan veya kurdukları vakıflar aracılığıyla finanse edilmektedir. Bu işlemde iki tarafın karşılıklı menfaati söz konusudur. F.Gülen okullar açarak şeriat devletine giden yolda mürit sayısını artırmakta, iş adamları ise bu okullar vasıtasıyla o ülkedeki ticari ilişkilerini geliştirmektedirler. Yurtiçinden o ülkelerde yatırım yapmak isteyen işadamları da kaçınılmaz olarak F.Gülen Cemaatine başvurarak bağış yapmakta, karşılığında ticari menfaatlerini sağlamaktadırlar.

F.Gülen’in yurt dışı yatırımlarına yönelik kaynaklarının bir kısmının ise bazı Batılı Ülkelerce sağlanmakta olduğu, bunda da amacın, Ortadoğu ve Afrika kökenli radikal İslami faaliyetlerin etkisini kırmak olduğu Türk basınınca kamuoyu gündemine getirilmiştir.

Ancak, dış güçlerin F.Gülen’e verdiği bu yurt dışı kaynağın karşılığı olarak, onu kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirmeleri bilinen gerçektir.

c. Diğer Dini Kesimlerle İlişkileri :

F.Gülen, başka din ve tarikat liderlerinin ileri gelenleri ile görüşmeler yaparak, bu görüşmeleri kendi hedefleri doğrultusunda kullanmak istemektedir. F.Gülen’in Papa II nci Jean Paul ile görüşmesinin, yaratılmak istenen ılımlı bir dini lider imajının uzantısı olduğu bilinmektedir.

Ayrıca, bu görüşmede; Türkiye’de rahip yetiştiren bir Ruhban okulu açılmasını destekleyeceği konusunda garantiler verdiği cemaatin yaptığı faaliyetlerden anlaşılmıştır.

F.Gülen, hükümetin bilgisi dahilinde, Papa II nci Jean Paul’ün daveti üzerine, 09 Şubat 1998 günü Vatikan’da Papa ile görüşmüştür. Görüşme, İslam ve Hıristiyan dünyasını temsilen “Dinler arası diyalog” zemininde olmuş ve F.Gülen, uluslararası platformda “Türkiye’deki İslami kesimin lideri” olarak gösterilmiştir. Söz konusu görüşmede F.Gülen’in Papa’ya;

(1) Antalya, Tarsus, Efes ve Kudüs gibi bazı kutsal yerlere müşterek ziyaret,

(2) Üç büyük dinden liderlerin işbirliği ile, ilki Washington’da olmak üzere, muhtelif dünya başkentlerinde bir konferans serisinin gerçekleştirilmesini,

(3) Öğrenci değişim programı çerçevesinde, Ş.Urfa-Harran’da bir ilahiyat okulunun kurulması hususlarını teklif ettiği Türk medyasında yazılmıştır.
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Prş Ağu 14, 2008 17:15

YURTİÇİ FAALİYETLERİ
F.Gülen’in, faaliyetleri tüm yurt sathında yaygın bir görünüm arz etmekle birlikte, özellikle Samsun-Adana ekseninin batısında kalan illerde ve üniversite çevrelerinde, doğuda ise, Erzurum’da yoğunlaşmaktadır.

a. Eğitim Faaliyetleri

F.Gülen grubunun yurtiçinde 199 okulu, 201 dershanesi, 25 bin kapasiteli 240 yurt ve pansiyonu mevcuttur. F.Gülen grubunun kontrolündeki bu okullar, İmam Hatip liselerinin orta kısımlarının kapatılmasından sonra irticai kesim tarafından rağbet edilen eğitim kurumları haline dönüşmüş, 200 civarında vakıf ve 200 civarında şirket tarafından desteklenir hale getirilmiştir.

F.Gülen’in, Türkiye’deki etkili çevrelere ılımlı görünme politikası eğitim kurumlarına da yansımış ve söz konusu yüzlerce okulda, devletin laiklik konusundaki isteklerine uygun düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Nitekim, bu tavrı da basına yansımış ve okullarda türbanlı olarak görev yapan bayan öğretmenler başlarını açmış, hatta erkek öğretmenler “İslamcılara” ait bıyık biçimlerine son vermişlerdir.

Fethullahçılar, örgütlenme ve faaliyetleri ile “Devlet İçinde Devlet’’ özelliği göstermekte ve özellikle grubun okulları, Milli Eğitime alternatif bir anlayışla yönetilmektedir. Sözkonusu okullarda görev yapacak öğretmen ve idareciler grubun önde gelenleri tarafından tayin edilmektedir.

Fethullah Gülen Nurcu grubuna ait bazı okul ve dersanelerde, kız-erkek öğrencilere gündüz ve yatılı olarak ayrı binalarda eğitim verilmekte, böylece, yarının kuşakları olan öğrenciler, okul çağında siyasal islamın zihniyeti ile yönlendirilmektedir.

Öte yandan, günümüzde F.Gülen grubu tarafından dersane kavramının değişik bir boyutta ele alındığı görülmektedir. Nurcu gruplar, çok önem verdikleri gençlik kesiminin kazanılması için öğrenci evlerini aynı zamanda dershane olarak da kullanmaktadırlar. Yetişmiş öğrencilerin sorumlu olduğu evlerde, Nurculuk ve diğer dini konularda bilgiler verilmektedir.

Nurcu grupların gençlik kesimine yönelik eğitim çalışmalarından birisini de kamplar oluşturmaktadır. Öğrencilerin tatil ihtiyaçlarının karşılanmasının yanısıra, cemaat şuurunun yerleştirilmesi amacıyla F.Gülen grubu tarafından başlatılan kamp tertiplenmesi uygulamasının, organizasyon ve katılım yönünden son dönemde önemli ölçüde arttığı bilinmektedir. Son dönemde, F.Gülen grubu tarafından meslek sahibi yetişkinlere yönelik olarak da kamplar tertiplendiği gözlenmektedir. Söz konusu bu kampların cemaat içerisinde sorumlu düzeye gelmesi muhtemel şahısların meslek içi eğitimlerine yönelik olduğu bilinmektedir.

Eğitim amaçlı etkinlikler kapsamında, dersane ve kamplar vasıtasıyla sürdürülen çalışmalarda, eğitim materyali olarak Risale-i Nur Külliyatı ile F.Gülen grubunun çıkardığı yazılı, sözlü ve görsel nitelikli dökümanlar kullanılmaktadır.

b. Kadrolaşma Faaliyeti

F.Gülen Nurcu grubu; hedefi olan laik, demokratik ve sosyal hukuk devletİ yerine, şer’i yasaların hakim olduğu İslam Devletini kurabilmek amacıyla, devlet kademelerinin mutlaka ele geçirme doğrultusundaki çabalarını sürdürmektedir.

Fethullah Grubu Nurcular, öncelikli hedef olarak; Milli Eğitim Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri ile Emniyet teşkilatını seçmiş olup, kadrolaşma faaliyetlerinde Milli Eğitim Bakanlığı’na özel önem vermişlerdir. Bu kapsamda, anılan Bakanlıktaki kadrolaşma faaliyetlerinde F.Gülen grubunun belirli mesafe kaydettiği, atama ve tayinlerde etkili oldukları bilinmektedir.

c. Basın - Yayın Alanındaki Faaliyetleri:

F.Gülen’in, eğitime verdiği önemin bir benzeri de basın-yayın alanında görülmektedir. Okul ve kitap arasında ilişki kurmuş ve bu nedenle de gazete, dergi, kitap, radyo ve TV konularında kısa sürede büyük atılım gerçekleştirmiştir. Nitekim, Fethullahçılar tarafından, biri İngilizce olmak üzere 17 yayın çıkartılmaktadır. Bunlar;

(1) Fountain Dergisi

(2) Sızıntı Dergisi

(3) Yeni Ümit Dergisi

(4) Yeni Ses Gazetesi

(5) Köprü Dergisi

(6) Karakalem Dergisi

(7) Ekoloji Çevre Dergisi

(8) Samanyolu Dergisi

(9) Zirve Dergisi

(10) Vuslat Dergisi

(11) Galaksi Dergisi

(12) Aksiyon Dergisi

(13) Mutlu Genç Dergisi

(14) Ümit Dergisi

(15) Can Kardeş Dergisi

(16) Sun Dergisi

(17) İndependent Türk Dergisi’dir.

Ayrıca Fethullah Gülen grubu;

Günlük tirajı ortalama 250 000 olan Zaman Gazetesi ile Türkiye’de en çok satılan dergi olan Sızıntı Dergisi, siyasi ve aktüel konulara yer veren Aksiyon dergisi söz konusu yayınlar arasında dikkat çekmektedir.

Bunun yanısıra;

(1) Samanyolu TV (İstanbul),

(2) Selam TV (Siirt),

(3) Merkür TV (Van)

İsimli televizyon kanalları ile,

(1) Yıldız FM (Adana),

(2) Dünya Radyo (Ankara),

(3) Şimşek FM (Bursa),

(4) Radyo Şira (Elazığ),

(5) Afşin FM (K.Maraş),

(6) Samanyolu FM (İzmir),

(7) Cemre FM (Mardin),

(8) Filiz FM (Muş),

(9) Doğuş FM (Muğla),

(10) Rize’nin Sesi Radyosu (Rize),

(11) Burç FM (Tokat),

(12) Esra FM (Van)

radyo kanalları bu grubun basın-yayın faaliyetlerine verdiği önemi gösterdiği kadar, bu alanda ne denli etkin bir güce sahip olduklarını da göstermektedir.

F.Gülen’in, ılımlı, yasal bir konum kazanma ve bu yolla geniş kitlelere hitap etme politikası basın-yayın faaliyetlerinde de kendisini göstermiştir. F.Gülen’in bu amaç doğrultusunda basın-yayın faaliyetlerini 10 kişilik uzman bir gruba incelettiği, bu grubun;

(1) Dine saplantılı yazılar yazanların yerine, daha ılımlı ve milliyetçi çizgide olan yeni yazarların görevlendirilmesi,

(2) Başta laiklik olmak üzere, Atatürk ilkeleri ve onlara göre biçimlendirilmiş, T.C. Anayasası ve yasaları çerçevesinde faaliyette bulunarak; hedef kitleleri genişletmek ve imajını yükseltmek olduğu bilinmektedir.

d. Sermaye Alanındaki Faaliyetleri:

Nurcu grupların, bilinen en eski ve etkili maddi kaynak temin çalışmaları; fitre, bağış ve kurban derisi toplama çalışmalarıdır.

Bununla birlikte gelişen, yaygınlaşan hatta uluslararası boyut kazanan günümüzdeki sözkonusu kaynaklarla idame ettirmenin zorluğunu gören anılan kesim, bol ve sürekli kazanç temini yönüyle ticari hüviyetli yatırım yapmaya yöneltmiştir.

Ancak, Nurcu grupların bu ticari yönelişte taban kazanma ve taraftar kitleyi genişletme amacını da gözönünde bulundurarak özel okul, medya kuruluşları gibi, yatırımlara ağırlık verdikleri gözlenmiştir.

Bu hareket tarzı doğrultusunda yapılanmayı başlatan F.Gülen grubu, ulaştığı potansiyelle de diğer gruplara oranla önemli gelişme göstermiştir.

Anılan grubun önemli ölçüde öğrenci ve gençlik kesimini hedef alan yatırımları meyanında, otomotivden gıda pazarlamacılığına kadar çok geniş alanda faaliyet göstermek amacıyla açtığı 230 şirketin 117’sinin eğitim amaçlı kuruluş olması dikkat çekicidir.

F.Gülen grubu, bahsekonu eğitim amaçlı şirketler vasıtasıyla yurtiçinde 199 özel okulu ve 201 dersaneyi faaliyete geçirmeyi başarmıştır. Öte yandan anılan grup yurtdışındakı okulların finansmanında karşılaşılan güçlüğün aşılması maksadıyla yeni projelere yönelmiş ve bu meyanda sigortacılık alanında Işık Sigorta ve faizsiz bankacılık alanında Asya Finans’ı kurmuştur.
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Prş Ağu 14, 2008 17:24

Fetullah Gülen’den sınır ötesi operasyon!

Uzun bir süredir K.Irak’ta faaliyet yürüten Gülen Cemaati’nin, şimdi de üniversite ve basın yayın kurumları oluşturmak üzere kapsamlı bir çalışma başlattığı öğrenildi.

Cemaatin yetkilileri bu amaçla Kürt Hükümeti Kültür Bakanı Felakeddin Sabur Hamud ve hükümetin medya alanındaki etkili isimlerinden Şero Qadır ile bir görüşme gerçekleştirdiler.

Edinilen bilgilere göre, Gülen’in K.Irak’ta kurmak istediği üniversite için Hewlêr ve Süleymaniye’de iki ayrı yer üzerinde duruluyor. Bu amaçla da K.Irak Bölge Başkanı Mesut Barzani’nin yardımcılığını yapan Kusret Resul ve yine Barzani’nin özel Ofis Müdürü Dr. Abdulselam ile görüşmeler yapıldığı kaydediliyor. Şimdilik 700 öğrenci kapasiteli olması planlanan üniversite için cemaat yetkilileri öğretim üyesi kadrosu oluşturmak ve şimdiden öğrenci kaydetmek amacıyla da çalışmalar yapıyorlar. Bu çerçevede özellikle Türkmen öğretim görevlileri ile de görüşmeler yapılıyor, söz konusu öğrenci kadrolarının da şimdiden kayıtlarla dolduğu, öğrenci talebinin de özellikle bölge hükümetindeki yetkililerinin çocukları olduğu belirtildi.

SAĞLIK ALANINDA YENI YATIRIMLAR
Gülen Cemaatinin K.Irak’taki yatırımları çerçevesinde sağlık alanında da önemli yatırımlar gerçekleştiriliyor. Geçtiğimiz yıl içerisinde Hewlêr’de Özel Sema hastanesini açan cemaat, burada göz kliniklerinin yanı sıra dahili hastalıklar servislerini de kurdu. Bu hastanede cemaatin kurumlarında görev yapan öğretmen, memur ve öğrencilere bedava sağlık hizmeti verilirken, cemaate yakın kişilere de yüzde 50 indirim yapılıyor.

PARA TRANSFERLERI SAĞLAMA BAĞLANDI
Bu arada Gülen Cemaatinin finansal kurumlarından biri olduğu bilinen Atasoy Kuyumculuk’un da geçtiğimiz yıl K.Irak’ta şubeler açmaya başlamasının da buradaki cemaat yatırımlarının finansmanına dönük olduğu belirtiliyor. Hewlêr’de ilk şubesini açan Atasay Kuyumculuk, resmi açılış ruhsatını almak konusunda da önemli sorunlar yaşadı. Yakın geçmişte hükümetle ilişkiler ile bu sorunun çözülmesi sonrasında, Irak ve Türkiye arasındaki para transferinde bu kurumun önemli bir işlevi yerine getirdiği belirtiliyor. Iraklı bazı yetkililer, bu kurumun, Irak’tan Gülen cemaatinin elde ettiği finansal kaynakları Türkiye ve başka ülkelere transfer ettiğine dikkat çekiyorlar.

GÜLEN CEMAATININ IRAK’TAKİ BAZI FAALİYETLERİ
Fetullah Gülen cemaati, ilk olarak 1994 yılında başlattıkları K.Irak’taki eğitim kurumları kurma çalışmalarını her geçen gün büyütüyor. Buradaki okul sayısını hızla artıran cemaat, Özellikle Irak’taki eğitimin merkezi durumunda olan Hewlêr, Süleymaniye ve Kerkük’te yoğunlaşıyor. Cemaatin K.Irak’ta bilinen bazı eğitim kurumları şunlar:

Hewlêr:
-Fezalar Eğitim Kurumları
-Işık Dil Merkezi
-Işık Ilköğretim Okulu
-Nilüfer Kız Koleji
-Işık Erkek Koleji

Süleymaniye:
-Süleymaniye Kız Koleji
-Selahattin Eyyubi Erkek Koleji
-Selahaddin Eyyubi Dil Merkezi

Gülen cemaatinin Kerkük’te de bir okulu ve bir dil merkezi bulunuyor. Bu kapsamda söz konusu üç kentte farklı disiplinleri bir araya toplayan eğitim kurumları içerisinde dil merkezleri, kolejler ve ilköğretim okulları dikkat çekiyor. Bu okullara ilginin yüksek olması da, bu kurumlarda İngilizce eğitim verildiğinin belirtilmesi etkili oluyor. Bu nedenle bölgenin önde gelen iş adamları ve hükümet yetkililerinin çocukları okullardaki kayıtlarda öncelik alıyorlar. Gülen Cemaatinin bu okullarında, İngilizce, Türkçe, Arapça ve Kürtçenin Sorani lehçelerinde dersler veriliyor.

ASYA GÜLEN’E TEPKİLİ, KÜRTLER İTİBAR EDİYOR
Fetullah Gülen cemaatinin Türk-İslam sentezli ideolojik yayılmacılığı başlattığı ilk bölge Asya idi. Türkî cumhuriyetler ve Rusya’da başlatılan bu faaliyetler, daha sonra bölge ülkeleri tarafından kuşkuyla karşılandı ve bazı ülkeler bu faaliyetleri yasakladı. Örneğin 1999 ve 2000 yıllarında Gülen cemaatinin Özbekistan'daki okulları kapatılmıştı. Bu kapamada, Özbekistan Devlet Başkanı İslam Kerimov’a düzenlenen suikastın bizzat Gülen okullarında görev yapan kişilerce düzenlendiği iddiası belirleyici olmuştu. Bu iddiaların araştırılması sonucu okulları kapatılan ve çalışanları sınır dışı edilen Gülen Cemaatine Rusya da eskisi gibi sıcak bakmamaya başladı.

Rus Güvenlik Servisi’nin yaptığı çalışmalarda, Rusya’da okul kuran dernek ve vakıfların CIA ile bağlantıları bulunduğu ve istihbarat faaliyetlerinin yanı sıra, bulundukları alanlarda ideolojik çalışmalar içinde oldukları ortaya çıkartılmıştı. Bunun üzerine Rus hükümeti de Gülen Cemaatine karşı benzer bir yaptırım uygulamaya başlamıştı.

Ancak 1994 yılında K.Irak’ta başlatılan Gülen Cemaati faaliyetleri, halen bölge yönetimi tarafından da önemli bir risk olarak görülmüyor. Cemaat okullarında İngilizce eğitim verilmesi, öğrencilerin Türkiye’ye gönderilmesi ve seçkin olanakların sağlanması bunda etkili oluyor. Bölge hükümetinde yetkili kişilerin çocuklarının bu okullarda yer alması da yasal zeminde cemaatin etkili kişilerle kurduğu ilişkileri güçlendiriyor ve yaptırımlarla karşılaşma riskini azaltıyor.

Bu haberlerden çıkardığımız sonuç ise şu oluyor: Türk Ordusu’nun K.Irak’a girmesi Gülen cemaatinin bölgedeki çıkarlarını yerle bir edecek ve hedeflerine ulaşmada büyük bir deprem yaratacak. Fetullah Gülen’e ait bütün radyoların, televizyonların, gazete ve dergilerin neden bangır bangır “K.IRAK’A GİRİLMESİN” propagandası yaptığı şimdi daha iyi anlaşılıyor...
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Prş Ağu 14, 2008 17:27

Fethullah Gülen’in sanal kimliği ve gerçek kimliği arasındaki zıtlığı benimsemiş olduğu “Makyavelizm” açıklar

Bilindiği gibi “Center for ınterfaith Dialog”, dinler arası diyalogu geliştirmeye yönelik faaliyetleri destekleyen, farklı din ve kültürde olan toplumların, hoşgörü ve barış içinde yaşamasını sağlama maskesi takınmış, sivil toplum kuruluşu süsü verilmiş bir Fet(h)ullah Gülen ayağıdır. Türkçesiyle bu “Dinler Arası Diyalog Merkezi”nin İletişim koordinatörü ise Dr. Hasan Kılıç’tır.

Hasan Kılıç, 2000 yılı Gazete manşetlerinde UMUT Operasyonu çerçevesinde adı çok sık geçen bir isimdi. İstanbul Barosu’na kayıtlı bir avukat ve Selam Gazetesi’nin eski imtiyaz sahibi olan Hasan Kılıç, Uğur Mumcu’nun katil zanlılarının elebaşısı olarak yakalanmış kişiydi. İfadesinde Necdet Yüksel’in de adını vererek Ahmet Taner Kışlalı ve Bahriye Üçok Suikastları’nın aydınlanmasını sağlamıştı. Eşi de şaşkınlık içinde, Hasan Kılıç’ın sık sık Ankara’ya ve İran’a gittiğini, onu tüccar sandığını itiraf etmişti.

Bu küçük hatırlatmadan sonra, şu an “Dinler Arası Diyalog Merkezi”nin iletişim koordinatörü olarak görev yapan Kılıç’ı, son haliyle “barış-sevgi-hoşgörü” mesajları vererek küçük patronu Fet(h)ullah Gülen’i inciten haberler ile mücadele çabası içinde görüyoruz. Bu çabayla kendilerine yakın gördükleri makam ve mevki sahibi inançlı kimselerden ruhani liderimiz diye bahsettiği Gülen adına ricalarda bulunuyor. Gülen ve ekibinin adının bazı talihsiz olaylara alet edilmek istendiğini, “andıç” ve “emekli bir orgeneralin günlüğü” hususlarıyla en ufak bir ilişkilerinin olmadığını, “hocalarının/ruhani liderlerinin” bu konuda kamuoyunu aydınlatıcı yönde faaliyetlerde bulunulmasını özellikle rica ettiğini bildiren mektuplar gönderiyor.

Birincisi, Müslümanlıkta “ruhani lider” diye bir kavram yoktur. Dinler arası diyalog demek bukalemun gibi renkten renge bürünmek mi demektir? Amaca ulaşmak için her yolu, her dili ustalıkla kullanan, her kılığa bürünen bir kişilik sergileniyor. Günlük dilde “amaca ulaşmak için her yol mubahtır” şeklinde kullanılan bu felsefi yönelimin adı “Makyavelizm”dir. Makyavelizmde, "amaç, aracı meşrulaştırır", hatta kutsallaştırır. Amaca ulaşmayı son kertede rasyonelleştiren, şiddet ile yönetimi ele geçirmeyi ya da her yola başvurup "köşeyi dönmeyi" öngören böylesi bir zihniyet-ideoloji, politik ya da psikolojik tavır, kişide tüm norm sistemlerini, moral anlayışlarını da alt üst eden bir erozyon yaratır. Bu açıdan Gülen cemaatine hizmet eden ne varsa hepsinin ortak özelliği çok rahat görülebilen ve hiçbir ustalığın örtbas edemeyeceği bir “içi başka dışı başkalık” durumudur.

Fethullahçı yapılanmanın, amacına ulaşabilmek için tipik makyavelist bir anlayış içinde, bırakın Papa'yla ya da Ortodoks Rum Patriği'yle, şeytanla bile işbirliği yapabileceği çok rahat görülebiliyor. Sadece bu ikiyüzlülüğü, samimiyetsizliği, riyakarlığı algılamak yeterli. Ordu karşısında olup da ordu dostu görünme çabalarını görmek bile tek başına yeterli bir ipucudur. İşte fethullahçıların sergilediği bu ahlâki düzey, dinsel-siyasal karışık platformda da kendini gösteriyor. Bugüne kadar, nurculuktan geldiklerini ancak onu aştıklarını; tarikat olmadıklarını; olsa olsa “sivil toplum (cemaati)” olarak nitelendirilebileceklerini söyleyen fethullahçılar, siyasal koşulların değişmesiyle Bediüzzaman olarak nitelendirdikleri şahsın risalelerine daha fazla atıfta bulunmaya başladılar. Bir başka ifadeyle bu konuda takiyyeden vazgeçerek nurcu kimliklerine yeniden büründüler. Bu taktik, zamanın koşullarına göre şekil alan maneviyatın akışkanlığı halidir. Bundan yola çıkarak Gülen’in temel hayat felsefesinde varolan önemli bir tutarsızlığa ve rahatsızlığa dikkat çekmek isterim; hep maddeyi kötüleyen ve yücelttiği maneviyatı da en akışkan haliyle kullanarak aslında kimliksizlik-kişiliksizlik örneği sunan şizofrenik kişilik belirtileri gösteriyor. Gülen’in Papa cenaplarına yazdığı övgü dolu mektuptaki şu sözler buna güzel bir kanıttır aslında:

“Dünyada iki tip insan vardır. Bazıları kendilerini topluma adapte etmeye çalışır. Diğer bazıları ise topluma uymaktansa toplumu kendi değerlerine adapte etmek ister. Toplum bütün ilerlemeleri bu ikinci tip insanlara borçludur”. Gülen’in kendisini bu ikinci tip insanlara dâhil ettiği açık. Peki, sormak lazım, kasetlerinde “deccal” dediği Gazi Mustafa Kemal Atatürk hangi gruba dâhildir acaba?

Bu inanılmaz hastalıklı ideallerle Fethullahçı organizasyonun makyavelist yaklaşımı, dış ilişkilere yansıdığında Türkiye Cumhuriyeti, 84 yıllık tarihi boyunca karsılaştığı en büyük tehdit odağı ile var olma savaşına girmek zorunda bırakılıyor.. Bugün, ABD güdümüne giren, yarın çıkarları için gerekiyorsa pekâlâ Almanya, İngiltere, İran, S. Arabistan, hatta Libya, ya da bir başka ülkenin güdümüne girebilir. Bunun adı riyakârlık ve de hiç şüphesiz ahlâksızlıktır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük şanssızlığı ve de eksikliği, devletine sahip çıkacak cesarete ve kişiliğe sahip yeterli vatansever din görevlilerinin yetiştirilememiş olmasıdır. Cumhuriyet yönetimi altında irticai faaliyetlerin 84 yıldan bu yana sürmekte olduğunu; tarikat ve radikal İslâmi grupların gerçek dinde yeri olmadığını en iyi bilenler, din görevlileri olmalıdır. Milyonlarca saf-dindar insanımız, bu odakların elinde dinine ve devletine karşı yabancılaştırılmaktadır. Her yıl yüz binlerce saf insanımız bu din tâcirlerinin ağına düşüyor ve cemaate ödenen himmet paralarına katkıda bulunuyor.

İslâm Temsilcisi sıfatıyla Papa ile görüşmek Fethullah Gülen’e kaldıysa, camiler kışla, minareler süngü, müminler devletine karşı düşman neferi, İmam Hatip Liseleri ve İlâhiyat Fakülteleri şeriatçı yapılanmaların ön bahçesi olduysa, bu durumda devlet kurumlarının kendilerini tepeden tırnağa bir sorgulama vakti çoktan geldi de geçiyor demektir. Bir kişi, onların ifadesiyle bir fani, kendi tanıtımı için, ruhani bir lider olarak dünyaya pazarlanmak için bir organizasyon kuruyor, iletişim danışmanları tutuyorsa, bu yapılanların kutsal dinimizle hiçbir bağlantısı yok demektir. Artık bu yapılanlar, dünyada şan ve şöhret, güç ve iktidar mücadelesi haline gelir ve siyasetin bir parçası olur. Eğer öyleyse milleti dinî ve ilâhi değerlerle kandırmanın bir anlamı yok. Mertçe çıkın ortaya, gerekirse siyâsi bir parti kurun, veya kurulu olanlardan birini açıkça destekleyerek milletin karşısına çıkın. Öyle ahiretten ve cennet-cehennemden söz ederek yalan dünyadaki küpünüzü doldurmaya kalkışmayın.

Doğru düşünme yeteneğini kaybetmemiş her insan bilir ki, dini yaşamak için tarikatlara gerek yoktur, ibadette yeter ki samimi olunsun. Olay çıkarmak, din ile devleti, milleti, cumhuriyeti karşı karşıya getirmeye çalışmak şeytana hizmet etmekten, hainlikten başka bir şey değildir. Cumhuriyetle İslâmiyet’i karşı karşıya getirmek mi bu toplumu ilerletecek? Tam tersi, Gülen cemaatinin karanlık ellerini bu ülkenin üzerinden, özellikle saf ve kalbi vatan sevgisi ile dopdolu olan insanlarımızın üstünden çekmesi yeterli. Bırakın insanlar akıl-bilim ışığında aydınlık yarınlara koşsunlar, araya takozlar yerleştirmek takıntısından vazgeçin. Eğer kalbinizde birazcık gerçek iman varsa.

Sadi Yeşilkaya / Bursa

Yorumlar
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Prş Ağu 14, 2008 17:28

"FETHULLAH GÜLEN MÜSLÜMAN DEĞİL!"
AZERBAYCAN İLAHİYATÇILAR BİRLİĞİ BAŞKANI AKİL ALESKER:
“Fethullah Gülen Müslüman değil!”



“Dini camianın içinde olan bir insan olarak Fethullah Gülen’i çok yakından izledim. Ermenilerin olduğu gibi bunların da arkasında ADL var. Fethullah Gülen’in okullarının mezunları Türk dilini o kadar iyi bilmiyor, İngilizce’yi biliyor. Fethullah Gülen Türk devletinin bazı yetkililerinin eilyle Azerbaycan’a giriyor.”
Azerbaycan’da çıkan Yeni Çağ gazetesi kurucusu ve başyazarı Akil Alesker, Ulusal Kanal’da Filiz Öntaş’la Haber Zamanı programının konuğu oldu. Azerbaycan açısından Ermeni sorununu konuşmak üzere konuk olan Alesker, Fethullah Gülen’le ilgili önermli açıklamalarda bulundu. 2003 yılından bu yana Azerbaycan İlahiyatçılar Birliği Başkanı olan Akil Alesker, Azerbaycan’da doğdu. Yüksek Öğrenimini Bakü Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde tamamladı. Türk Cumhuriyetleri arasında öğrenci değişim programı kapsamında bir yıl İzmir 9 Eylül Üniversitesi’nde eğitim aldı. Azerbaycan Milli İlimler Akademisi Doğu Enstitüsü’ne İslam ve Hristiyan diyalogu üzerine tez verdi. Azerbaycan’ın Reyting, Elçi, Milli Yol, Milli Gazete gibi gazetelerinde gazetecilik yapan Alesker, daha sonra Yeni Çağ gazetesini kurdu. Yeniçağ gazetesinin Fethullah Gülen’e karşı manşetleri dikkat çekiyor. Ulusal Kanal’a konuk olan Alasker, Fethullah Gülen tarikatı hakkındaki görüşlerini, Yeni Çağ gazetesini, Azerbaycan açısından Ermeni meselesini anlattı.


FETHULLAH’IN FAALİYETİ İSLAM İÇİN VE TÜRK BİRLİĞİ İÇİN DEĞİL


ULUSAL KANAL- Yeni Çağ gazetesinin nasıl bir çizgisi var? Bize gazetenizi tanıtır mısınız?

AKİL ALESKER- Bizim temel hedefimiz vatanımızı, milletimizi ve dinimizi parçalamak isteyenlere itiraz etmek. Bu itirazı en sert şekilde delillerle susmadan öne sürmek istiyoruz. Yeni Çağ gazetesi bir yıldan uzun süredir yayınlanan haftalık bir gazete. Esas amacımız vatanımızı tehlikelerden korumak. Bunlar 1300’lerin piyonları. Bunların içinde Ermeniler ve çeşitli gruplar var. Yeni Çağ savaşan insanların gazetesidir.

ULUSAL KANAL- Yeni Çağ gazetesinin Fethullah Gülen’e ilişkin çok önemli manşetleri oldıuğunu görüyoruz. Fethullah Gülen’in oradaki faaliyetleri nedir? Azerbaycan’a nasıl bir zarar verdiğini düşünüyorsunuz?

ALESKER- Ben İlahiyat Fakültesi mezunuyum. Dini camianın içinde olan bir insan olarak Fethullah Gülen’i yıllardır çok yakından izledim. Bunlar Müslüman olamaz. Bunları faaliyeti İslam için, Türk birliği için değil. Bunlar İslam bayrağı altında Azerbaycan’a sokulan bir gruptur. Ermenilerin olduğu gibi bunların da arkasında ADL (Anti Defamation Legue:”Türkler Ermenilere soykırım yaptı” diyen Yahudi kuruluşu) var. Amerika’nın Türkiye’deki en büyük ortağı Fethullah Gülen’dir. Kendisinin Hoşgörü ve Diyalog kitabına bakın. O kitabın siparişçisi kimdir? Ve aynı zamanda Fethullah Gülen’in Vatikan seferini organize eden grubun adı da Zaman gazetesinin yazdığı şekilde ADL’dir. Biz insanlarımıza bu gücün İslam değil şer güç olduğunu söylüyoruz. Egemen güç İslam’a karşı bir savaşa girişiyor. Egemen güç hiçbir zaman 95 ülkede İslami bir kurumun olmasını istemez. Ama Fethullah Gülen 95 ülkede faaliyet gösteriyor ve bu her geçen gün artıyor. Bir taraftan Ermeni soykırımı yalanıyla, Karabağ sorunuyla, Hrant Dink’in ölümüyle Türk dünyası karalanmaya çalışılıyor. Diğer taraftan da Türk okulları adı altında Fethullah Gülen Azerbaycan’a geliyor. Fethullah Gülen’in okullarının mezunları Türk dilini o kadar iyi bilmiyor, İngilizce’yi biliyor. O zaman bu Türk okulu değil İngiliz okulu.


TÜRK DEVLETİNİN BAZI YETKİLİLERİ YOLUYLA AZERTBAYCAN’A GİRİYORLAR


Biz bunların Azerbaycan’ın İçine yayılmasına karşı savaş başlattık. Biz Azerbaycan’ın Türkiye’nin durumuna düşmemesi için çalışıyoruz. Bunlar hedeflerine ulaşmak için bütün yolları deniyorlar. Azerbaycan’ın dindar ailesini ve gençlerini ele geçirmek istiyorlar. Bugün Azerbaycan iktisadında bunların çok büyük bir rolü var. Azerbaycan’a gelen şirketlerin birçoğu Fethullahçı yapının içinde. Türk devletinin eliyle Azerbaycan’a büyük paralar sokarak Kafkas Medya Kurumu gibi medya kuruluşları vasıtasıyla örgütlenmeye çalışıyorlar. Ölüm tehditleri alsak da biz mücadelemize devam edeceğiz. Azerbaycan’da tarihten gelen bir dini tolerans var. Azerbaycan’da hiçbir zaman Yahudi, Hristiyan, Müslüman birbirine girmez. Bunlar onu sokmak istiyorlar. Fethullah Gülen Türk devletinin bazı yetkililerinin eliyle Azerbaycan’a giriyor. Türk devletinden ricamız bunların önüne geçmeleridir.


Ermenileri bugün Amerikalılar yarın İngilizler kullanır


ULUSAL KANAL- Ermeni sorununun Azerbaycan açısından önemi nedir?

ALESKER- Esas Ermeni’yi maşa gibi kullanan kuvvetlere bakmak gerek. Bugün Karabağ sorununun çözülememesinin esas nedeni dış güçlerdir. İlham Aliyev, “Bu mesele sulh ile çözülmez ise Azerbaycan’ın savaşa hazır bir ordusu var” demiştir. Ermenistan’ın bir tarihi yok. Ermeniler kullanılmaya hazır bir kuvvet. Onlardan bugün Amerikalılar yararlanır, yarın İngilizler. Azerbaycan’ın petrolü var. Avrupa’nın çok önemli eksperlerinden biri “bu petrol olduğu sürece bu sorunlar olacak” dedi. Onlar bunun için Azerbaycan’ın her zaman baskı altında kalmasını istiyorlar. Karabağ sorunu bitecek bir başkası başlayacak. Türk dünyasıyla Azerbaycan arasında daha sağlam ilişkiler kurulsa, Ermenilere karşı Türk dünyası birliği mümkün olacak. Erivan’daki Ermeni ile Los Angeles’taki Ermeni arasında çok iyi bir irtibat var. Ama Türkiye ile Azerbaycan arasında bu bağlantı yok.


Yeni Çağ’ın Fethullah’la mücadelesi


Yeni Çağ gazetesinin arka arkaya yaptığı Fethullah Gülen karşıtı yayın dikkat çekiyor. Gazetenin 24 Haziran'da attığı “Bir ABD projesi Fethullah Gülen” manşetinde dinler arası diyalog ve bunun perde arkası anlatılıyor. Haber iç sayfalarda “Bir gönül şeytanını portresi” başlığıyla sunulmuş. 2 Eylül’de attığı manşette ise “Fethullahçılar ve Mooncular aktifleşiyor” yazıyor.

İçeride Fethullah Gülen’in Ermeni soykırımını tanıyan ADL şirketinin siparişi ile kitap yazdığı anlatılıyor. Gazetenin “Üç Büyük Tehlike: Gülen, Topbaş, Sumkur” başlıklı yazısında Nakşibendi tarikatının hocalarından diye anılan Osman Nuri Topbaş’ın son seyahatini Abdullah Gül’ün yardımıyla hayata geçirdiği belirtiliyor.

“Gülen Tehlike” başlıklı yazıda ise Fethullah Gülen’in o zamanlar sağ kolu olan Nurettin Veren’in Turgut Özal’ın talimatıyla Azerbaycan’a gittiği bilgisi yer alıyor. 29 Eylül tarihli gazetede Fethullahçılığın Azerbaycan’da Süleyman Demirel ve Tansu Çiller’in himayasinde geliştiği söyleniyor.

Aydınlık,16.09.2007
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Prş Ağu 14, 2008 17:29

Fethullah'ın Gücü...

Hikmet ÇETİNKAYA


Fethullahçı Fatih Koleji, ağaçlandırma alanı olarak onaylanmış 30 dönüm yeri 49 yıllığına kiralamış...

Güzel!..

Peki Fatih Koleji' nin sahibi görünen şirket kaç YTL ödeyecek 30 dönüm araziye 49 yıl için?

Her yıl için 4 bin YTL!..

Dere yatağı ve ağaçlandırma alanı olarak onaylanmış alan Fethullah'ın eline geçince akan sular durur...

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, 49 yıllığına toplam 201 bin YTL 'ye kiraya verilen Hazine alanına "imar izni" verince değeri hemen 90 milyon dolara yükselmiş...

Fatih Koleji' nin sahipleri Hazine alanlarına ağaç dikmeyecekler, inşaat yapacaklar...

İnşaatlar bitince değeri 500 milyon doları aşacak...

Büyükşehir Belediyesi ön imar izni verdi...

Karar büyük olasılıkla CHP 'nin ret oyuna karşın geçecek...

Böylece Fethullahçı Çağ Öğretim İşletmeleri köşeyi dönecek.

AKP'li belediyeler ne yasa tanıyor ne de hukuk!..

Yandaşlarını, tarikat şeyhlerini kayırıyor!..

Türkiye 1950' den bugüne dek böyle bir dönem geçirmedi.

İhaleye fesat karıştıranlar bugün Çankaya Köşkü'nde!..

Atatürk Havaalanı 'na çok yakın bir yerde olan Hazine alanı Büyükşehir Belediyesi 'nce niçin ihaleye çıkarılıyor?

Ortada bir rant var!..

Hazine alanına okul yaptırılmak isteniyorsa neden öteki özel okullara değil de Fethullahçı Fatih Koleji'ne veriliyor?

Hazine arazisi okul yaptırılmak için veriliyorsa, bunun yasal yönü açık olmalıdır.

Ortada haksız bir rekabet var. Kayırma var. Fethullahçıların AKP üzerindeki etkisi var. Fethullah ile Abdullah Bey, Tayyip Bey ilişkisi var...

***

Said-i Nursi 'nin (Nurculuğun) "eğitimi elinize geçirin" mesajıyla hareket eden Fethullahçılığı, 1980 sonrası Kenan Evren ve Turgut Özal destekledi...

Fethullah Gülen, 1986'dan bugüne değin geçen sürede "eğitim şirketleriyle" atağa geçti, CIA destekli okullarını kurdu. Adına da "Türk Okulları" dedi.

1990'lı yıllarda Bülent Ecevit 'i de etkileyen Fethullah, ABD'ye kaçtıktan sonra daha da yükselişe geçti.

Fethullah Ankara 'da Samanyolu, İstanbul' da Fatih, İzmir' de Yamanlar Koleji' ne gözü gibi bakar.

Fethullah Okulları' nın ilişkiler zinciri çok ilginçtir. Çağ Eğitim AŞ de pay sahibidir.

Çağ'ın yönetim kurulu üyelerinden Ali Rıza Tanrıseven, Hüseyin Döğme, Zaman gazetesini yayımlayan Feza Gazetecilik AŞ'de de pay sahibidir.

Çağ'ın yönetim kurulu üyelerinden Ali Rıza Tanrıseven, Hüseyin Döğme aynı zamanda Asya Katılım Bankası' nın eski yönetim kurulu üyesidir.

Bir önemli nokta daha var:

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş' ın dünürü Mustafa Şevki Kavurmacı da Asya Bank'ın yönetim kurulu üyesidir.

Fatih Koleji'ne gelince...

Önceleri bu konuya çok değindim. Fatih Koleji yönetimi 29 Ekim, 23 Nisan ve 19 Mayıs gibi "ulusal bayram" larımıza öğrencilerin katılmasını istemez. Bir gerekçe bulurlar hemen:

"O tarihlerde öğrencilerimiz matematik olimpiyatlarına hazırlanıyorlar."

Fethullahçılar son 20 yılda iyice palazlandılar, Türkiye'yi yönetir hale geldiler.

Işıkevleri özellikle İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin, Antalya, Malatya, Trabzon, Samsun' da, Malatya'da, Elazığ' da, Güneydoğu'da çoğaldı.

***

Fethullahçılar yargıda, poliste, eğitimde çok etkililer. Abdullah Bey, Fethullah'ı ABD' ye her gidişince ziyaret eder.

Eski ülkücülerin büyük bölümü bugün Fethullahçı oldu. Bunlardan birisi de Mümtaz'er Türköne 'dir...

Eşi Özlem Hanım AKP'den milletvekili seçildi. Yani Fethullah'ın kontenjanından.

Okan Bayülgen 'i dövecekmiş, eşine "Özlem" dediği için. Okan kardeşim, aman dikkat et. Fethullah Gülen müritlerini döver. Mümtaz'er ise seni dövebilir. Bay Mümtaz'er Fethullah'a çaktırmadan içki içer. Okan! Ne olur ne olmaz, geceleri ortalıkta görünme!..
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Prş Ağu 14, 2008 17:30

F.GÜLEN'İN YENİ DİN FETVALARI...
F.Gülen'in ortaya koyduğu yeni dininde her şey kendine ait hezeyan ve ütopyasına göre anında uygulanır, hem de şeksiz şüphesiz.

Cuma namazı hutbelerinde f.gülenin sızıntı ve akademi köşelerinde yayınlanan yazılarından veya kitaplarından bir bölüm okunur altuni zade fem dershanesinde ve yamanlar kolejinde .

Allaha dua ve niyaz etmek için dua kitabı olarak da yine kendisinin icat ettiği ASHABI BEDİR VE UHUT OKUNUR (İslam tarihinden günümüze dek ilk defa) şahısların ismi Allah’ın ismi gibi dua edilecek konuma getirilerek sahabenin sözde sevgisi ile şirk günahı işlenir.Öğrenci yurtlarında gece ablalar ve abiler ile...

Hıristiyanlıkta ve Yahudilikte olduğu gibi azizlerin, keşişlerin sevgisi diye, BAŞ TACIMIZ OLAN ŞEHİTLERİMİZ

İfratlar ile yarı tanrı, olağan üstü kişiler olarak karşımıza çıkar.

MÜBALAĞA GİZLİ YALANDIR.

ŞÖHRET AYNI RİYADIR ,KALBİ ÖLDÜREN ZEHİRLİBİR BALDIR.

Kuran okumak isteyenlere de F.gülenin, Suat Yıldırıma yazdırdığı içinde 498 adet Tevrat ve İncil ayetleri karışık olarak hazırlanan kuran meali zaman gazetesi tarafından ücretsiz yüz binlerce dağıtılır.

NE HİKMETSE HİÇ BİR İSLAMİ KAYNAK YOKTUR BU İNCİLLEŞTİRİLEN KURAN DA.

Fıkıh mevzuunda ki operasyon da sadık kul, prof .Faruk Beşer’e verilir. F.Gülen’in fıkhı kitabı .Faruk Beşere yazdırılarak zaman gazetesi tarafından yüz bin baskıyla hipnozlaşmış cemaat üyelerine dayatılır.

F. GÜLEN Aynı zamanda Bedi-üz-zaman Saidi nursi , prof Seyit Kutuplardan öte ,alim olmadan da öte (MÜCEDDİT OLDUĞU, AÇIKÇA ZAMAN GAZETESİNDE İLAN EDİLİR(ama ne mütevazılık örneği )

Hiçbir akademik kuruluş ve heyete danışmadan asırlık İslam fıkhı tek başına F.gülenin görüşlerine göre değiştirilir ve uygulamalar başlar;

İşte ilk fetva :

ASYA FİNANS =BANKA ASYA…….OLSUN (tık yok koyunlardan, emriniz olur beyim)

BANKA HARAM DİYE kutsal zaman gazetesi ve Samanyolu TV yirmi yıl banka reklamı almamıştı. ESKİGÜLENİN……EMRİ İLE.

ABD SONRASI YENİ GÜLEN HERYOL NEWYOK.

F. GÜLEN ARTIK HİDAYETE ERDİ KEŞFİ KERAMETİ AÇILDI

Artık iki GÜLEN vardır . ABD ÖNCESİ GÜLEN ,ABD SONRASI GÜLEN

LAİLAHEİLLALLAH Muhammed un Resulullah da çok mühim değildir onun için. İSEVİ MÜSLÜMANLIK DA CENNETE GÖTÜRÜR İbrahim’i dinlerin hepsi ortaktır denir

ve başkent Ankara değil Newyork ta denebilir

ABD bütün İslam dünyasını kıtır kıtır doğrasa ,çocuk kadın demeden kan gölüne çevirse de, ABD kutsaldır kusursuzdur mutlaka onun etrafında toplanmak ve onun emrinde olmak gerekir de denir.

işte F.Gülenin yeni dininden örnekler .

işte ılımlı İslam ihaneti huzurlarınızda.

ABD OLMASINDA ÇİN Mİ, RUS MU , OLSUN DİYEREK SARMAŞIK RUHLU İNSANLAR YETİŞTİREREK

KURANIN ,İMANIN ,TÜRKLÜĞÜN ŞAHSİYETİNDEN SIYRILIP

VATANINI VE DİNİNİ SATTIĞINI NASIL ÖRTEBİLİR.

KURAN İNANÇLI İNSANI ,KÖKLERİ ÇOK SAĞLAM DALLARI GÖKLERE YÜKSELMİŞ,HİÇ BİR FIRTINADA SARSILMAYAN, EĞİLMEYEN ULU BİR AĞAÇLA MİSALLENDİRMİŞ ,

SARMAŞIK OLARAK DEĞİL.

TAKIYYE NE MAKSATLA OLURSA OLSUN İSLAMİ BİR AHLAK OLAMAZ BU YOLLA KAZANILAN BAŞARILARA ALLAH İTİBAR ETMEZ.

ALLAHIN DİNİNDEN BOL KEPÇE VERİLEN TAVİZLERLE HAÇLI RUHU TATMİN EDİLEMEZ.

ARAMIZDAKİ DERİN UÇURUM DOLDURULAMAZ...

http://www.nurettinveren.net/modules/ne ... storyid=50
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

Bu ne kardesim..?

İletigönderen seezeey » Prş Ağu 14, 2008 18:49

Borabey....

Sen bizi kalp krizinden oldurmeye mi calisiyorsun kardesim, inan okuyamadim artik bunyem kaldirmiyor.

Aklim agelen tek soru su: "Butun bu olanlar karsisinda kim calisiyor? Neler yapiyor?"

"Allah" askina ne olur birileri yazsin yoksa karamsarliktan olen ilk insan ben olacagim....

--engin
Kullanıcı küçük betizi
seezeey
Üye
Üye
 
İletiler: 16
Kayıt: Pzt Tem 07, 2008 7:17

Önceki

Şu dizine dön: Genel - Güncel Konular

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x