Taksim, 8 Şubat 1919;
İstanbul'a 23 Kasım 1918'deki "Doğu Orduları Komutanı" ünvanıyla ilk gelişinde umduğu merasimle karşılanmayan Fransız general Franchet d'Espérey, belli ki bunun kinini içinde biriktirmiştir.
Galata rıhtımından karaya ayak bastığında, önüne Türk bayrağını sererler. Atıyla bayrağımızın üzerinden geçen d'Espérey, Şişhane yokuşundan o zamanlar Cadde-i Kebir olarak bilinen İstiklâl Caddesine maiyetindeki "zafer alayı" ile birlikte çıkar. Atını Fransız Büyükelçiliğine doğru sürerken, caddede toplanan Ermeni ve Rumlar kendisini "Yaşasın Fransa, yaşasın Franchet d'Espérey" diye bağırarak alkışlarlar.

(General d'Espérey Taksim'de)
***
Bunun üzerine Süleyman Nazif, Hadisat gazetesinde "Kara Bir Gün" adlı aşağıdaki makalesini yayımlar;
"Fransız generalinin dün şehrimize gelişi dolayısıyla bir kısım vatandaşlarımız tarafından yapılan gösteriler, Türk'ün ve İslam'ın kalbinde ve tarihinde sonsuza kadar kanayacak bir yara açtı.
Aradan asırlar geçse ve bugünkü hüznümüz ve bahtsızlığımız sevince ve mutlu bir talihe dönse bile, yine bu acıyı hissedecek ve bu hüzünle üzüntüyü çocuklarımıza ve soyumuzdan gelecek olanlara nesilden nesile ağlanacak bir miras olarak terkedeceğiz.
Almanya orduları 1871 senesinde Paris'e girdikleri sırada, Büyük Napolyon'un zaferlerini kutlamak için dikilmiş olan zafer takının altından geçerlerken bile Fransızlar bizim kadar hakaret görmemişti.
Ve bizim dün sabah saat dokuzdan onbire kadar hissettiğimiz üzüntüyü ve azabı duymamıştı. Çünkü ‘‘Fransız’’ namını taşıyan her kişi, çünkü yalnız Hristiyanlar değil, Yahudi Fransızlarla Cezayirli Müslümanlar, o millî matem karşısında aynı keder ve utanç ile ağlamış ve kızarmışlardı.
Biz ise millî varlıklarının ve dillerinin devamını bizim alicenaplığımıza borçlu olan bir kısım halkın hay-huy şamatasıyla, bu aziz matemimize en acı hakaretlerin birer tokat şeklinde atıldığını gördük.
‘‘Buna müstehak değildik’’ diyemeyiz. Müstehak olmasaydık, bu felakete düşmezdik.
Her milletin hayat sayfalarında birçok talihler ve bahtsızlıklar vardır. Fransa Kralı Birinci Fransuva'yı Şarlken'in zindanından kurtarmış ve koca Viyana şehrini defalarca kuşatmış bir ümmetin kader defterinde böyle bir kederli satır da gizli imiş.
Araplar’ın güzel bir sözü var:
‘Isbır feinne’d-dehre lá yesbır’ (Sen sabret, çünki zaman sabretmez) derler."
***
İşgal kuvvetleri, işgalle ilgili her türlü yazıyı sansürlemektedir. Yazıdan haberdar olunca çok sinirlenen General d'Espérey, Süleyman Nazif'i kurşuna dizdirmek istese de maiyetindekiler engel olurlar.
"Kara Bir Gün" makalesi sonradan hem basın, hem de İstiklâl Savaşı tarihimizin en meşhur makalelerinden biri olacaktır.

(Kara Bir Gün makalesinin Osmanlıca orijinali)

(Süleyman Nazif. Diyarbakır, 1870 - 4 Ocak 1927, İstanbul)
***
Haydarpaşa Tren Garı; 13 Kasım 1918,
İşgale gözleriyle şahit olan Mustafa Kemal'in içi kan ağlamaktadır.
Yine de bir ara yaveri Cevat Abbas (Gürer) Bey'e dönerek, kendinden emin bir ses tonuyla o tarihî cümleyi söyler;
"Geldikleri gibi giderler"

(Mustafa Kemal yaverleri Salih Bozok, Şükrü Tezer ve Cevat Abbas Gürer ile birlikte, 1918)
***
13 Kasım 1918'de başlayan işgâl, Kurtuluş Savaşımız sonucunda imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile sonlanır.
Ve 4 Ekim 1923,
Kibirli d'Esperey'in 8 Şubat 1919'da Galata'da atına çiğnettiği bayrağımızı, bütün İşgal Kuvvetleri Komutanları birer birer ve sırayla selamlayarak İstanbul'u terk ederler.

(İşgal Kuvvetleri Komutanları bayrağımızı selamlarken)
***
Çanakkale'deki baş düşmanlarının tabiriyle "tepelerin ardını gören adam" , İstanbul'un kurtuluşunu da beş sene öncesinden görmüştür;
"GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER!"