Genç Siviller ! Kimdir ?

Devşirilmiş gençler

Genç Siviller ! Kimdir ?

İletigönderen borabey » Sal Eki 21, 2008 13:00

Genç Siviller Kim ?
Önce kendi internet sayfalarından alıntı yaparak kendi kendilerini nasıl tanımlıyorlar..
Sonrasında faaliyetlerine ve ne yapmak istediklerine ve nereye varıp kimin içimn çalıştıklarına yönelik bir ufuk turu yapalim bakalım..



    Genç Siviller kimdir? Nedir? Ne değildir?

    Biz kimiz? Kim değiliz? Sembolümüz neden bu spor ayakkabısı. Metinlerimiz nerede pişiyor. Nereye yürüyoruz. Amacımız ne? Merak edenler için tüm soruların cevabı burada.

    --------------------------------------------------------------------------------
    23 Mart 2006 18:54
    --------------------------------------------------------------------------------


    Genç Siviller isim olarak 2006 yılının 19 Mayısında yayınladığımız Kürt sorunu üzerine bir bildiriyle ortaya çıktı. Ama Genç Sivilleri yaratan ekibin sivil toplum deneyimi daha eski tarihlere dayanıyor. 1999 depremiyle birlikte devlet algısı ve siyasi ezberleri de yıkılan ODTÜ İletişim Topluluğunun öncülüğünde pek çok farklı üniversiteden gençler olarak henüz olağanüstü hal yaşayan Van’da 2000 yılı 19 Mayıs’ında alternatif bir gençlik bayramı etkinliği gerçekleştirdik. 2000 yılından itibaren her 19 Mayıs’ta İstanbul, Rize, Konya, Ankara gibi farklı şehirlerde bu buluşmalar devam etti. Çok farklı kesimlerden aydınlar ve gençleri bir araya getirdiğimiz buluşmalarda yeni, yaratıcı muhalif bir söylem kurmanın, yerli ve namuslu bir demokratik duruş inşa etmenin imkânlarını aradık. Genç Siviller Rahatsız adı ise 19 Mayıs 2003 tarihinde TBMM’de bir salonda yapılan Buluşmanın açılışında okunan “19 Mayısları Stadyumlardan Kurtaralım” başlıklı bildiriye dayanıyor. Bildiride, Stadyum törenlerinin totaliter ülkelerde devam eden modası geçmiş bir tören biçimi olduğunu ve bunun değiştirilmesi gerektiğini söylemiştik özetle. Bildiri ertesi gün pek çok gazetenin manşetindeydi. İki hafta boyunca çok sert eleştirilere maruz kaldık. Bildiriden bir ay sonra Cumhuriyet gazetesi “Genç Subaylar Rahatsız” manşetiyle çıktı ve bu rahatsızlığın 5 gerekçesinden biri olarak da 19 Mayıs bayram tartışması gösterilmişti. Genç Siviller Rahatsız buraya bir atıf.


    Sembol Spor Ayakkabısı

    Biz kendimizi “bu ülkenin hastanelerinde doğmuş, okullarında okumuş olan, kimseden ne çok ne de az herkes kadar bu ülkenin sahibi olan, herkes gibi Cem Yılmaz esprilerine gülen, Babam ve Oğlum filminde ağlayan, kimsenin üniformasını giymeyen, şiddetle uzaktan yakından bir alakası olmayan, uzun ve sağlıklı bir ömür sürmek isteyen, Türkiye Cumhuriyeti'nin sıradan vatandaşları” olarak tanımlıyoruz. Spor ayakkabı kimsenin üniformasını giymeyen, yani kabaca kimsenin adamı olmayan, güçlü bağlarla bir kimliğe ya da ideolojiye bağlı olmadan zihni, bedeni esnek ve özgür olabilen olarak tanımladığımız sivilliği temsil ediyor. Üniformasızlık bize vicdanımızın peşinden gitme özgürlüğü veriyor aslında. Herkesin sadece kendi sorunları hakkında duyarlı ve herkesin sadece kendine demokrat olduğu Türkiye’de ancak vicdanlarımızı özgürleştirebilirsek hakkaniyetli bir siyaset yapabiliriz diye pek çok farklı siyasi gelenek içinde edindiğimiz ortak bir duygumuz var. Ancak bu anlamda sivil olabilirsek bize benzemeyen, ötekilerimiz içinde gerektiğinde sesimizi çıkarma erdemini gösterebiliriz. Bu yırtık spor ayakkabısının anlam bagajında bunlar var.


    Mutfağımızdan dumanı üstünde metinler

    Mutfağımız kadim tatların, farklı mutfakların bilindiği ama her türlü denemenin serbest olduğu bir füzyon mutfak galiba. Geleneğin ve geleneksel tatların değerinin farkında, bu toplumun damak tadını bilen ama onu aşmayı, yeni tatlar sunmayı da kafasına koymuş bir aşçının işi. Entelektüel arka planında bir taraftan Hannah Arendt’ten, Gramsci’ye, Foucault’ya, radikal demokrasi teorilerine uzanan, diğer tarafında Namık Kemal’den Mehmet Akif’e İdris Küçükömer’e ve günümüz Türkiyesi’ndeki demokrat literatüre uzanan bir çeşitlilik var. Bu çeşitliğin üzerine Sezen Aksu hayranlığı, Orhan Gencebay severlik gibi popüler kültürle bağlarını koparmamış, televizyonla ilişkisini kesmemiş bir gündelik hayat dili bilgisi de eklenince galiba samimi şeyler ortaya çıkıyor.

    2006 yılında yayınladığımız bildiri de ‘bu dünyada Kürtlerle Türkler de birlikte yaşayamayacaksa zaten artık batsın bu dünya’ demiştik. Bizim gibi yıllarca üzerinde sarf edilmemiş sözün kalmadığı sorunlarla uğraşılan ülkelerde yeni, yaratıcı, popüler bir dil kurmaktan başka şansımız yok. Siyasi tartışmanın üzerinde döndüğü dilin tüm kelimeleri kirlenmiş ve işgal edilmiş durumda. Ne söyleseniz şifrelerden birine takılmamak, kafalardaki çekmecelerden birine tıkılmamak mümkün değil. O yüzden yeni bir söz söylemek gerekir. Tüm siyasi hesaplaşmadan bir parça sıyrılıp vicdanlarımızı devreye sokmak için yeni ve samimi bir söz söylemek gerek. Ayrıca mizahın çok önemli bir güç ve içine yüklenen mesajları en uzak noktalara kadar taşıyan çok etkin bir araç olduğunu düşünüyoruz. Son dönemde dünyada muhalefetin dili de şenlikli bir dil oldu aslında. Siyasetin klasik öfkeli, asık suratlı fazla ciddi dilinin fasit dairesinden çıkıp yeni mevziler kazanmak, o güne kadar siyasetten bu soğuk ve fazla ciddi yüzü nedeniyle uzak kalmış geniş kesimlere doğru yeni bir hamle yapmak için yeni özgün yaratıcı bir dil kurmak çok önemli.


    Genç Siviller Quo Vadis?

    Çok büyük hedeflerimiz yok aslında. Soranlara ironiyle ‘iktidara yürüyoruz’ diyoruz sadece. Biraz da büyük ideolojilerden kaçarak bir şeyler yapmaktayız. İktidar odaklı değil sivil toplum tabanlı siyasetin anlamlı olduğunu düşünmekteyiz. Vicdanlarımızım peşinden gitmekle meşgulüz. Vicdani siyaset yapıyoruz. Bunun kendisi bir hayli zor bir şey. İdeolojiler bitmiştir gibi bir şey demek değil bu. Ama Türkiye’deki sorunlar o kadar yakıcı ki. Hrant Dink’in katillerinin bulunmasını istemek için, Kürtlerin mağduriyetlerinin giderilmesini talep etmek için, başörtülere yapılan zenci muamelesine isyan etmek için liberal, sosyalist, İslamcı olmaya gerek yok. Tagore’un bir şiiri Türkiye ve dünya ütopyamızı gayet iyi açıklıyor:


      Fikrin korkusuz olduğu ve başın dik tutulduğu yerde

      Bilginin serbest olduğu ve dünyanın özel duvarlarla dar bölmelere ayrılmadığı yerde

      Sözcüklerin, doğruluğun derinliğinden meydana çıktığı yerde

      Berrak aklın nehrinin, ölmüş adetlerin hazin çölünde yolunu kaybetmediği yerde

      Zekanın sürekli olarak genişleyen fikir ve fiile senin tarafından sevk edildiği yerde

      Tanrım, sen benim memleketimi, işte bu özgürlük cennetinde uyandır



    Gençsivilleroloji

    Demokratız. Bu büyük bir iddia. Bunun hakkını vermekle meşgulüz. Demokratlığın ancak bana benzemeyen için de sesini çıkarman gerektiğinde çıkarabiliyorsan bunun namuslu bir demokratlık olabileceğini biliyoruz.
    İdeolojimiz nedir gibi bir derdimiz yok. Son aşamada hepimiz vicdanlarımızın peşinden ortak bir söylemde bir araya geliyoruz. Hiçbir yerde kendini evinde hissedememe, bir yurtsuzluk, rahatsızlık hali bizi böyle bir söylemde ortaklaştırdı. Vicdani siyaset yaptığımızı iddia ediyoruz. Muhalifiz ama isyan ahlakıyla hesap sormayı, sorumluluk ahlakıyla da hesap vermeyi bilen bir muhaliflik bu. Türkiye’de zencileri zencilere kırdırarak ayakta kalan bir müesses nizam söz konusu. Bu iktidar bloğunun üzerinde oturduğu dengeler mekanizmasını ancak birbirimizin haklarına çaprazlama sahip çıkarak bozabiliriz. Ezberleri dağıtarak. Bir müslümanın çıkıp “1915’te beni Boğazlayan kaymakamı değil, bu katliama karşı sesini çıkaran Boğazlıyan Müftüsü temsil etmekteydi diyebilmesi” gerekir. Alevilerin taleplerini en başta Sünnilerin görüp sahiplenmesi gerek. Alevilerin de Sünnileri laik duyarlılıklara, iktidara sırtını dayayarak ötekileştirmemesi. Bir sosyalistin başörtüsü ayrımcılığının bir tür ırkçılık haline geldiğini görmesi, sesini daha gür çıkarması gerekli. Yoksa toplumsal kesimler arasındaki bu derin güvensizlikle demokrasiyi de birlikte yaşamayı da başaramayacağız.


    Genç Siviller ve Planları

    Siyaset yapmamızın nedeni büyük projelerimizi gerçekleştirmek, iktidara oynamak gibi duygular değil. Siyaseti Arendtvari varoluşsal bir ihtiyaçtan yapıyoruz aslında. Genç Siviller gerçekten rahatsızlar. Ama sahiden rahatsızlar. Üzerinde eylem ve söylem ortaya koyduğumuz meseleler bizim karnımızı ağırtıyor, psikolojimizi bozuyor gerçekten de. Rahata ermek için bir şeyler söylemek bir şeyler eylemek zorundayız. Siyaseti böyle çok kişisel nedenlerle yapıyoruz. Var olmamızla ilgili çok hayati bir şey yani. Tinselliğini yitirmemiş bir siyaset yapma biçimi bu. Ayrıca yine Arendtten ilham alarak tefekkürsüz eylemin eylemsiz tefekkürün eksik olduğunu düşünüyoruz. Bu yüzden siyaset tartışmasının derinleşmesine katkı yapmak amacıyla Siyasal Ufuk Hareketi içinde daha entelektüel etkinlikler de yapmakla meşgulüz. Kervan yolda dürülür diyoruz aslında. Yeter ki biz bu çölde yolumuzu şaşırmayalım.

    Genç Siviller hep olmasından özlemle bahsedilen iç dinamiklerimizden biri. Türkiye de tüm değişimlerin dış baskıyla olacağı söyleniyor, ama 1876’dan beri meclisi olan, 1908 den beri seçimlerin yapıldığı, savaş koşullarında bile meclisin üstünlüğü anlayışından vazgeçmeyen bir ülkeden bahsediyoruz. Tüm toplumlarda olduğu gibi bizim de kendi irademize sahip çıkma, kendi işimizi görme yeteneğimiz var. Bizim ki belki bu yolda tarih boyunca atılmış pek çok adımdan söylenmiş pek çok sözden sadece biri. Bu açıdan bundan 130-140 yıl önce bu coğrafyada istibdada karşı sesini çıkaran Genç Osmanlılarla aynı köklere sahibiz herhalde.
**************************



Dikkat ederseniz..
Hiç isim yok..
Yönetim ve Lider kadrosu yok..
Tüzel kişiliği nedir?
Dernek mi , vakıf mı vb... mi
Tüzel kişilik yoksa kim nasıl neyi ve nereyi denetliyecek?
Perde arkasında kimler var?
Kim finanse ediyor...ki birazdan bu konudaki açıklamalarını da paylaşacak ve YETER ARTIK BİZİ KERİZ YERİNE KOYMAYIN diye haykıracağız....
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Sal Eki 21, 2008 13:07

    Değirmenin suyu nereden geliyor ?


    Sivil toplum örgütlerinin en çok sorgulanan tarafları akçeli ilişkileridir. Sorgulamak da hakkınız. Biz tamamen üyelerimizin verdiği aidatlarla ve bağışlarla değirmeni döndürüyoruz.

    --------------------------------------------------------------------------------
    6 Mayıs 2008 13:09
    --------------------------------------------------------------------------------


    Bu değirmenin suyu nereden diye soranlar için bu köşeyi hazırladık. Üyelerimizin düzenli olarak ödediği aidatlar ve bağışlarla ofis giderlerimizi karşılıyoruz.

    Ofis kirasi + Apartman gideri + Stopaj + Telefon + Elektirik + Su + İnternet = 1600 YTL

    Her ay yaklaşık 1600 YTL harcamamız oluyor.

    Ay sonunda kasamızda hemen hemen hiç para kalmıyor. Anlayacağınız her ayın başında kirayı toparlamak için yeni bir heyecan yaşıyoruz.
*******************************************


Bizde bu açıklamaya inandık..
ERmenistandan, Türkiye'nin dört bir yanına her tülrü anti milli kampnyanın öncüsü olacaksınız ve yavuz hırszı ev sahibini bastırır misali bizler bu değirmenin suyu nereden geliyor diye sormaya fırsat vermeden kendi kendinize sorup aylık/1600 YTL gibi komik bir bütçeyle onmilyarYTL.ik etkinlikleri gerçekleştireceksiniz..E ne de olsa üstadınız şapkadan tavşan çıkartan SOROS hazretleri....
Buradan etkin ve yetkin makamlara sesleniyor ve bir çağrıda bulunuyorum.
DIŞ KAYNAKLI VE TÜRKİYENİN MİLLİ ÇIKARLARINA TERS DÜŞEN VE GELİNEN NOKTA İTİBARİ İLE MİLİ GÜVENLİK RİSK FAKTÖRÜ HALİNE GELEN BU TİP YAPILANMALAR İLE İLGİLİ MÜCADELEYİ MİLLİ SİYASET BELGESİNE EKLEYİP MİLLİ RİSK FAKTÖRÜNÜ ORTADAN KALDIRACAK TEDBİRLERİ ALMANIN ZAMANI GELMEDİ Mİ DAHA?
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Sal Eki 21, 2008 13:12

Ermenileşmek yetmedi..
Biraz da Kürtleşme verelim.
Ne de olsa GENÇ SİVİLLERİZ... (BORABEY)

*************************************

    Biraz da Biz Kürtleşelim

    Biz Türkler Kürtlerle ilgili ne biliyoruz? Japonlarla ilgili bildiğimizden daha azını bildiğimizin farkında mısınız? Kürtler yeterince Türkleşti. Sıra bizde. Biraz da biz Kürtleşelim.

    --------------------------------------------------------------------------------
    10 Ocak 2008 21:15
    --------------------------------------------------------------------------------


    Biz Türkler Kürtlerle ilgili ne biliyoruz?
    Tanıdığımız bütün Kürtler Türkçe konuşuyor. Biz Kürtçe ‘merhaba’ demeyi becerebilir miyiz?
    Kürtler; Saadettin Kaynak şarkılarını okuyabilir, Neşat Ertaş türkülerine eşlik edebilir. Ya biz! Bir tane bile olsa Kürtçe şarkı biliyor muyuz?
    Bütün Kürtler, Türklerin Orta Asya’dan gelip Malazgirt Ovasından Anadolu’ya girdiğini bilir. Peki, Kürtler nereden geldi, dağda Kart-kurt sesi çıkaran dağ Türkler olduğunu biliyorduk, 20 yıl önce öyle olmadıkları ilan edildi.Yoksa hep burada mıydılar?
    İştahla yediğimiz yemeklerin kaçı Kürt yemeği dersiniz?
    Biz; yanı başımızda yaşayan, komşumuz, arkadaşımız, hani “o kız alıp kız verdiğimiz” Kürtlerle ilgili ne kadar da az şey biliyoruz. Almanlarla, Japonlarla, Fransızlarla ilgili bildiğimizden bile daha az, farkında mısınız?
    Hasıl-ı kelam, Kürtler bugüne kadar epey Türkleşti. Sıra bizde.
    Biraz da biz Kürtleşelim. Hem de cebren ve hileyle değil, gönüllü olarak, isteyerek.
    Türkler İçin Hızlandırılmış Kürt Kültürü Dersleri 2 aylık periyodik eğitimlerle biraz da olsa Türkleri Kürtleştirmeyi amaçlıyor. Ne asimile etmek için, ne farklılıkları yok etmek için. Tamamen iyi niyetlerle. Hemen yanı başımızda yaşayan yıllarca yok sayılmış büyük bir kültürel birikim ile zenginleşmek, yılların eksiğini tamamlamak için. Bundan sonra ağız tadıyla hep birlikte yaşamak istiyorsak birbirimizi daha yakından tanımaya ihtiyacımız var. Zaten “Türkler ve Kürtler de bir arada yaşayamayacaksa batsın bu dünya!

    Kayıt ve İletişim İçin: bilgi@gencsiviller.net


    Kahvaltılı Basın Toplantısı:

    Tarih: 12 Ocak Cumartesi Saat: 11.30
    Yer: ‘Van Ahtamar Kahvaltı Salonu’

    Ders Programı – Siyasal Ufuk Hareketi Ofisi Beyoğlu

    13 Ocak Pazar / 14.00: Hayat Bilgisi/ Türkiye’de Kürt Olmak
    17-24-26 Ocak (Prş. ve Cts) / 19.00-22.00: Kürtçe 101 / Ez bi Kurdi? / Mevlüt Aykoç
    1 Şubat Cuma / 19.00- 22.00: Müzik– Kürtçe Terennüm Etmek/ Rojin
    2-8 Şubat (Cts. ve Cuma) / 19.00: Tarih / Çılgın Kürtler Nereden Geldi?- Cafer Solgun
    9 Şubat Cumartesi: Kürt Halk Müziği Tarihi / Yurttan Kürt Sesleri
    15 Şubat Cuma: Yemek Dersi- Karnımız Acıktı Hadi Bir Kürt Yemeği Yapalım
    16 Şubat Cumartesi / 19.00: Halk Oyunları Dersi/ Kürt usulü nasıl dağıtılır? / Nalin Teymur
    22 Şubat Cuma / 19.00: / Edebiyat’a Giriş– Kürtçe “Okuduğumuzu Anladık mı?” / Kawa Demir 23 Şubat Cumartesi / 19.00: Din Kültürü – Ahmedihani Okumaları / Sadık Yalsızuçanlar
    29 Şubat Cuma / 19.00: Hayat Bilgisi – İç Anadolu'da Kürt Olmak (Dia Gösterimi) / Emine Uçak
    1 Mart Cumartesi / 19.00-22.00: Kürtçe Film Gösterimi/ Bahman Ghobadi’den Gomgashtei dar Aragh (Annemin Ülkesinin Şarkıları) Konuşmacı: Onur Günay
    9 Mart Cuma 19.00- 22.00: Müzik II– Kürtçe Terennüm Etmek/ Rojin (Kontenjan doldu)
    18 - 19 Mayıs Final Etkinliği Diyarbakır


*************

önemli not ; YUKARIDAKİ TÜM FAALİYETLER SIFIR HARCAMA İLE YAPILMIŞTIR.SAKIN ARKASINDA SOROS PARASI ARAMAYIN..BORABEY
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Sal Eki 21, 2008 13:19

GENÇ SİVİLLER SİTESİNDEN "SAHİBİNİN SESİ" (Avrupa Birliği Genel Sekreterliği) KONUŞUYOR ...
MİLLİYETÇİLİK MİLİTARİZMİ GETİRİR VE TÜRKİYE'Yİ ÖTEKİLEŞTİRİR..
NE BÜYÜK BİR BİLİMSEL ANALİZ AMA !.... Borabey..


Nezir Akyeşilmen

--------------------------------------------------------------------------------
18 Ekim 2008
--------------------------------------------------------------------------------
Türkiye Neden Ötekileş(tir)iyor?



Türkiye, sosyal ve siyasal yapısı ile bütün bilimsel teorileri alt üst eden bir yapıya sahip. Bir taraftan demokrasi, insan hakları ve hoşgörü kulübü olan AB ile tam üyelik müzakereleri sürecini yürütürken, öbür taraftan askeri muhtıraların havada uçuştuğu, hoşgörünün dibe vurduğu ve insan haklarının ihlal edildiği bir ikilem göstermektedir.

Medyada yer alan haberlere göre, Merkezi ABD'de bulunan araştırma kuruluşu Pew tarafından sekizi Müslüman toplam 24 ülkede yapılan araştırmadan ilginç sonuçlar çıktı. “Avrupa'da Musevi ve Müslümanlara Olumsuz Bakışın Yükselişi” başlıklı raporda, Türkiye'de çok büyük bir çoğunluğun Musevilik ve Hıristiyanlık dinlerine mensup insanlara olumsuz baktığı belirtiliyor. Raporda, Türkiye'de toplumun Museviler ve Hıristiyanlar hakkında sırasıyla %76 ve %74 olumsuz görüşe sahip olduğu belirtilmiş ve Türkiye hoşgörüsüzlükte tavan yaparak Hıristiyanlara yönelik olumsuz bakışta ilk sırada yer aldığı vurgulanmıştır.

Raporda yer alan diğer İslam ülkelerinin tavrına bakılırsa Türkiye’deki anti-semitizm ve anti-Hıristiyan eğilimin başlıca nedeninin din olduğunu söylemek zor görünmektedir. Zira ankette yer alan Pakistan, Mısır ve Endonezya gibi ülkelerde dinin yorumu ve toplum hayatındaki yeri modern tabirle daha radikal olmasına rağmen, bu ülkelerdeki Hıristiyanlara yönelik olumsuz bakış, Türkiye’dekiyle kıyaslanmayacak kadar aşağılardadır. Bu oranlar Pakistan'da %60, Mısır'da %46 ve Endonezya'da %41’dir.

Sadece demokrasi, modernleşme ve batılılaşma düzeyi ile değil, kişi başı gelir açısından da Türkiye, Endonezya’nın 4 katı, Mısır’ın 2 katı ve Pakistan’ın 8 katı yüksek olmasına karşın, hoşgörüde Türkiye’yi bu ülkelerin çok ama çok altına düşüren nedenler neler olabilir?

Bu sorunun cevabı kısmen de olsa 2003 yılında yapılmış olan bir başka araştırmada gizli. Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) şemsiyesi altında Tarih Vakfı koordinatörlüğünde yürütülen ''Ders Kitaplarında İnsan Hakları'' konulu proje kapsamında taranan 190 ilköğretim ve orta öğretim ders kitabında, 4 binden fazla insan hakları ile ilgili sorun tespit edildiği rapor edilmişti. Tarih Vakfı Başkanı Orhan Silier, Aralık 2003’te yaptığı basın açıklamasında durumu şöyle özetlemiştir:

“190 kitapta insan haklarına duyarlı bir eğitimde görülmemesi gereken binlerce durumla karşılaştık. Ağırlıklı olarak en fazla sorun Milli Güvenlik, Tarih, Edebiyat ve Vatandaşlık ders kitaplarında görüldü. Özellikle üç alanda büyük bir yoğunlaşma var. Öncelikle sübjektif bir inanç, yorum ve değerlendirme içeren bilgi pozitif bilgi gibi aktarılıyor. Ders kitapları otoriter, içine kapalı, kendisi ve çevresiyle barışık olmayan, esneklikten uzak kişiler yetiştiriyor”. Bu nedenle, “Ders kitaplarının radikal olarak değiştirilmesine ihtiyaç var.”(1)

Alıntıda belirtildiği gibi, her ders kitabında ortalama 20’nin üzerinde insan haklarına aykırı bilgiler bulunmaktadır. Özellikle milliyetçilik ve militarizm gibi dışlayıcı konularının çokça işlendiği Milli Güvenlik, Tarih, Edebiyat ve Vatandaşlık derslerinde bu rakam çok daha yüksektir. Verilen sübjektif bilgiler, otoriter, içine kapalı, kendisi ve çevresiyle barışık olmayan, esneklikten uzak vatandaş yetiştiriyor. Türkiye’de Sübjektif bir eğitimin verildiği 1990’ların başında ODTܒde yapılan bir araştırmada da ortaya konmuştur. Söz konusu araştırma kapsamında Almanya, İtalya, Yunanistan ve Türkiye’de Ortaöğretimde okutulan ders kitapları incelenmiş ve en yanlı ve sübjektif eğitimin Türkiye’de verildiği sonucuna ulaşılmıştır. Araştırmaya göre, Soğuk Savaş süresince okutulan ders kitaplarında müttefikimiz olan ABD ile ilgili olumsuz bilgiler hiç bulunmazken, karşı kampta yer alan Sovyetler Birliği hakkında da hiç olumlu bilginin bulunmadığı saptanmıştı. Bu eğitim sistemi, George Orwell’ın “Hayvan Çiftliği” kitabında tarif ettiği üçüncü dünyada hakim olan ve her sorunun nedenini dışarıda arayan ve tab’en “ötekiler”i kötülüğün kaynağı olarak gören dogmatik bir bakış açısı kazandırmaktadır.

Her şeyi siyah-beyaz görenin başka bir sebebi ise 19. Yüzyıldan kalma katı pozitivist eğitim modelidir. Bu anlayışta gri renkler yoktur. Bir şey ya siyahtır ya beyaz; ya doğrudur ya yanlış. “Ya bizdensiniz ya düşman” düşüncesi bu anlayışın siyasal zemine yansımasıdır.

Militarizm ve milliyetçilik bu eğitim sistemin bel kemiği ve modern Türkiye siyasal kültürünün temelini teşkil ettiği gibi, bunlar birbirini besleyen, güçlendiren ve birbiri ile ilintili iki temel kavramdır. Birini diğerleri olmadan okumak ve anlamak zordur. Anayasamızda ülkemiz laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlanmasına rağmen, toplumda “Türkiye rejimi” kavramı, daha çok milliyetçilik, Kemalizm ve militarizmle ilintili matruşka devlet yapısının çekirdek katmanı olarak algılanmaktadır. İnsanlara bu algılamayı kazandıran ana araç ise Althusser’in “devletin ideolojik aygıtı” olarak tanımladığı (milli) eğitimin yanında, darbeler, muhtıralar ve Ergenekon terör örgütleri gibi anti-demokratik faktörlerdir. Darbelerin başlıca mağduru TBMM sayfasına ve okul kitaplarına darbeyi meşrulaştırıcı bilgiler koyan irade de aslında küçük yaşlarda eğitimle bilinçaltına yerleştirilen milliyetçi ve militarist düşüncenin ürünüdür.

Özetle, toplumda “öteki” düşüncesinin derin bir kök salması, hoşgörüsüzlük kültürünün gelişmesi, vatandaşın otoriter, içine kapalı, kendisi ve çevresiyle barışık olmayan ve esneklikten uzak olmasının tarihi, dini ve kültürel bazı nedenleri vardır. Fakat en önemli neden verilen taraflı, sübjektif, milliyetçi ve militarist eğitimdir. Görünürde giderek demokratikleşen, şeffaflaşan, modernleşen ve Batılılaşan Türkiye aslında giderek ötekileş(tir)mektedir.
Kaynak:

[1] Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (ABGS) sitesi
İm (Kod): Tümünü seç
http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=26410&l=1
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Sal Eki 21, 2008 13:26

Gözümüz aydın...
GENÇ SİVİLLER ile yola çıktık
GENÇ KÜRT SİVİLLERİMİZ DE OLDU...

Künye | Bize Ulaşın | Giriş Sayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle ANASAYFA BİZ KİMİZ? BİLDİRİLER ETKİNLİKLER EYLEMLER EĞİTİMLER ÖSS ORTAK İŞLER BASINDA BİZ DEĞİRMENİN SUYU ENGLISH DEUTSCH FRANCAIS İLETİŞİM $ US Dolar1.53
€ Euro2.02
IMKB10027,885 YENİ KİTAP
Ergenekon Nasıl Çökertilir

En Çok OkunanlarGenç Kürt Siviller Rahatsız!

Havva Ana’nın dünkü çocuk sayıldığı bu topraklarda doğduk. Üç gün aç kaldık üç gün meme vermediler bize. Hasta düşmeyelim diye. 90’lı yıllarda çocuk olduk, gözümüzün önünde yaşananlar ağır geldi bize.

--------------------------------------------------------------------------------
23 Ekim 2007 13:58
--------------------------------------------------------------------------------


Havva Ana’nın dünkü çocuk sayıldığı bu topraklarda doğduk. Üç gün aç kaldık üç gün meme vermediler bize. Hasta düşmeyelim diye. 90’lı yıllarda çocuk olduk, gözümüzün önünde yaşananlar ağır geldi bize.

Biz kim miyiz?

Biz bu coğrafyanın Kürt gençleriyiz. Şiddetle tek ilgimiz onun mağdurları olmamız. Türk gençlerden tek farkımız onlardan ayrı olarak sadece okuma- yazmayı değil Türkçe konuşmayı da ilkokulda öğrenmemiz. Yoksa ne kadar yoksulluğu varsa bu memleketin biz de çektik. Biz de Sezen Aksu’ya, Neşet Ertaş’a ağladık. Farkımız Şivan Perwer’e, Aynur Doğan’a da ağlamamız

Biz buraların Kürt gençleriyiz. Köylerimiz yakıldı. Küsmedik. Göç ettik, en kötü yerlerde yaşadık, en kötü işleri yaptık. İsyan etmedik. Akrabalarımız faili meçhul cinayetlere kurban gitti, intikam peşinde koşmadık. Üzerimize bombalar atıldı, hukuktan başka bir şey istemedik.

Biz buraların Genç Kürt Sivilleriyiz. Siz acının sadece bir tarafını biliyorsunuz. Biz her tarafını.

Bir taraftan en büyük asker bizim asker tezahüratları ile havaya atılan gençlerin tabutları dönerken evlerine, bir taraftan da evinden çıkalı yıllar olan, bir gece yarısı sessiz sedasız gömülen gencecik insanların hayatları tükenirken bu bayram arefesinde, bizim geleceğimiz için gencecik insanları öldürme emri verenlere bizim de söyleyecek bir çift lafımız var.

Bu tavırlarınız hangi akla, hangi mantığa, hangi vicdana ve de en önemlisi hangi ahlaka sığıyor.

Bu ülkede yaşayan ve barış isteyenlerin elini yine yeniden zayıflatmaktan başka hiçbir anlamı olmayan bu hareketinizi bizim özgürlüğümüz için mi yaptığınızı düşünüyorsunuz. Kürtlerin geleceği için karanlık ilişkilere mi dalıyorsunuz?

Siyasetin havası esecekken bu ülkede, mecliste iken temsilcilerimiz, üstlerinde hükümetten, askerden, derin devletten, ya sev ya terk et diyenlerden baskı olsa da biz arkalarında duruyorduk kendi fikirlerimizle, kalemlerimizle; konuşarak, dokunarak, değerek.

En son Beytüşşebap’ta neler olduğunu bu ülkede aklıselim insanlar tam da öğrenecekken ve buna karşı bir duruş gösterecekken, silahtan başka çözüm istemeyenlerin, güçlerini kandan, gencecik askerlerin kanından alanların eline çok güzel fırsat geçti sayenizde. Kararttığınız sadece 13 hayat değil ayrıca bu ülkede açığa çıkmayı bekleyen derin devletin ve savaş güçlerinin çıkış yolunu da kararttınız.

Kürtçe ve Türkçe ağıtlar yakan analarımızın göz pınarlarını kuruttunuz bu bayram arefesinde.

Mağdur insanlar zalimleşmeye başladığında o zaman yeni mağdurlar yaratacaktır değil mi? Siz de biz Kürtlerden zalimleşmemizi mi istiyorsunuz? Bu mu bu ülkedeki derin güçlerle ortak paydanız.

Ne Beytüşşebap’taki karanlık katliamı unutacağız ne Şırnak’taki o askerleri. Aynı Şemdinli’yi ve terörist diye adlandırılan Diyarbakır çocuklarını unutmadığımız gibi. Biz zalimleşmeyeceğiz. Ne mutlu Türküm demeyenlerin de mutlu olabileceği bir Türkiye için bizlerden beklenen sağduyuyu göstereceğiz.

Tercihimizi yaptık. İlle de beraber yaşayacağız! İlle de bir arada yaşayacağız! Çünkü biz biliyoruz ki bu hayat ne Kürtlük ile geçer ne de Türklük ile.

Sözün bittiği yerde değil başladığı yerdeyiz. İnsanların yaşadığı yerde söz bitmez çünkü.

Ölmek değil, yaşamak istiyoruz.

Susmak değil konuşmak istiyoruz.

Birileri bu ülkede, adaleti, vicdanı ve insanlığı ayaklar altına alarak çevremizi kirletebilirler ama biz Genç Kürt Siviller kendi kapımızın önünü her zaman temiz tutacağız.

Zaten bu ülkede Kürtler ile Türkler birlikte yaşayamayacaksa batsın bu dünya!

************************

Borabey'in notu; tEMENNİ ETMEYE GEREK YOK ZATEN APO'NUN TERÖRİSTLERİ (Dikkat edin kürtleri demiyorum) DÜNYA OLMASA DA TÜRKİYE'Yİ BATIRMAK İÇİN ELLERİNDEN GELENLERİ YAPIYORLAR..
GENÇ KÜRT SİVİLLERİN DİKKATİNE SUNULUR..
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen zfrtxt » Sal Eki 21, 2008 13:56

bu ... larin dunyalari sirtlarini dayadiklari kucagina oturduklari abd istedigi zaman baslar istedigi zaman biter ama sanmasinlar ki sonsuza kadar surer , birgun altlarindan zamini kaydirirlar tipki usame gibi saddam gibi ve degisik yerlerdeki niceleri gibi . bu sebeple bu yapmacik kardeslik ayaklarini biraksinlar az onurlu olsunlar mert olsunlarda once analarini aglatan agalarini torelerini sehylerini sorgulasinlar once demokrat iseler , kendini sivil sanan satilmislarda yeni nesil amerikan oyuncagi olmayi oncekilere sararakmi kapatacagini saniyor ahmakligin da bu kadari ancak bunlarda olur diyesi geliyor insanin
Kullanıcı küçük betizi
zfrtxt
Üye
Üye
 
İletiler: 106
Kayıt: Pzt Eki 22, 2007 3:43

İletigönderen borabey » Sal Eki 21, 2008 14:15

Biraz araştırma sonucunda
ZAMAN üzerinden NURİYE AKMAN (rtük gelini) MAHREÇLİ GENÇ SİVİLLER LİDER KADROSU ...

Sistem hatası Genç Siviller


1999 depreminden sonra Siyasal Ufuk Hareketi olarak ortaya çıkan, "Genç Subaylar Rahatsız" haberinin Cumhuriyet gazetesinde yayınlandığı 2003'ten bu yana "Genç Siviller Rahatsız" sloganıyla takiyyenin her türüne karşı çıkan genç aktivistler, zaman zaman kara mizaha yaslanan zekice esprileriyle hepimizi aynaya bakmaya çağırıyor.



Bilindiği gibi sembolleri spor ayakkabı. Dün kutladığımız Gençlik ve Spor Bayramı dolayısıyla, gönlüme düştüler. İşte kendilerini sistemin hatası olarak gören Genç
***************************************************************1
Siviller'in çekirdek kadrosu:

Turgay Oğur (önde): 1974 Rize doğumlu. ODTÜ Siyaset Bilimi Bölümü mezunu.

Yakın zamana kadar Sabancı Üniversitesi'nde çalışıyordu. Şu an aktivist konumunda.

Erkan Şen (solda): 1986 Van doğumlu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ikinci sınıfta okuyor.

Yıldıray Oğur (arkada): 1978 Rize doğumlu. Abisi Turgay gibi ODTÜ Siyaset Bilimi'ni bitirdi. Şu an doktora yapıyor.

Ayşegül Ecer: 1985 Erzurum doğumlu.

Şu an burslu olarak İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi üçüncü sınıfta okuyor.

****************************************************************

Cumhurbaşkanlığı seçimi ve muhtıra günlerinden sonra yaşadığımız çalkantıyı zekice esprilerle ti'ye aldınız. Sizi 2000 yılından bu yana 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'nın kutlanış biçimine getirdiğiniz eleştirilerle tanıdık. Yedi yıldır "19 Mayıs'ı stadyumlardan kurtaralım" diyorsunuz. Bir şey değişti mi?

Turgay: Törenler yine oluyor. Fakat belediyeler, birçok kurum, konserler yapıyorlar. Meşalelerle yürüyüşler yapılıyor. Biraz dışarıya doğru taşınma var. Harbiye Marşı yerine Tarkan'ın Şıkıdım'ı eşliğinde yapılır oldu. Hiç olmazsa daha eğlenceli hale geldi. Ama hareketlerde bir sanatsal yaratıcılık yok hâlâ. Ellerindeki panoları kaldıranlar ne yazdıklarını bilmiyorlar. Kendileri yazdıkları cümlenin bir harfi bile değiller. Belki bir harfinin bir noktasının bir parçası oluyorlar. Bu gerçekten kimsenin tek başına bir değer ifade etmediği bir toplum istendiğinin delili. Protokol tribünü haricindekiler de onları net görmüyorlar.

Yıldıray: Bu törenlerin modası geçti artık. Aslında bütün dünyaya bizim ne kadar güçlü gençlerimiz olduğunu göstermek için yapılıyor. Savaşkan, hazır kıtalar. Kaslar ön planda. Gençlik, bir komutla hareket eden, bir komutla duran disipline edilmiş bir kitle.

Ayşegül: Bize zorla şort giydirmişlerdi. Ben hiçbir zaman dindar olmadım. Ama sonuçta insanın bir giyim kültürü vardır. Şort giymekten hoşlanmıyorum. O giysi tasarımları yapılırken kesinlikle bizlere sorulmadı. Çok aptalca kıyafetler. Eflatun pelerinlerimiz filan vardı. İstemediğimiz kıyafeti giymek bir yana, herkes tek tip olarak oraya çıkıyor. Zeka seviyesi oldukça düşük etkinlikler bunlar.

Erkan: Bireyler orada tamamen nesne. Özne halinde değiller. Bir bütünün birer parçasını oluşturuyorlar. Zaten koreograflar filan yapmıyor. İnsanların bedenleri ideolojik nesneler halinde mesaj vermek için kullanılamaz. Çağdaşlık bu demek değil.

Bu arada, geçmiş 19 Mayıs Bayramı'nız kutlu olsun. Dün neler yaptınız?

Turgay: Demokrasi Sınıfı isimli bir etkinlik yaptık Darphane'de. Biliyorsunuz 27 Nisan gece yarısı, uykusu kaçmış bazı askerlerimiz bir mektup yazdılar ve internet üzerinden bize gönderdiler. Tüm Türkiye'de herkesin uykusu kaçtı. Genelkurmay'ın ışıkları yanarken Genç Siviller'in de ışıkları yanıyordu. Biz sabaha kadar oturup karşı bir bildiri hazırladık. Demokrat bildiğimiz tüm yazarların bu sürece katılacağını, "Artık Türkiye'de böyle şeyler olmaz, ne yapıyorsunuz arkadaşlar" diyeceğini düşünürken, en fazla "ne darbe, ne şeriat" diyebildiklerini ve yine darbe ortamına çok uygun cümleler kurabildiklerini görüp utandık. "Ne darbe, ne şeriat" demek, "tecavüzcü suçlu; ama kız da mini etek giymeseydi" demek kadar ahlaksızca bir şey. O yüzden "ne darbe, ne darbe" dedik bir avuç genç.

Yıldıray: Bugün "ne darbe ne şeriat" demekle, mesela 12 Eylül'de "ne darbe ne komünizm" demek arasında hiçbir fark yok. Topluma bir öcü gösterilerek darbeyi meşru kılmaktır bu. Biz darbenin kendisinin hiçbir meşru haklı nedeni olamayacağını söylemezsek her gün darbe yapmak için bir neden bulunur. Sorunlarımızı siyaset içinde çözmeyi öğrenmemiz gerekir. Yoksa Türkiye'de her darbenin bir fan kitlesi, herkesin favori bir darbesi var. Eğer bir şeriat tehlikesi varsa bu hukuk kuralları içinde çözülmelidir.

Turgay: Bugünler, tarih olarak yazılırken, şeriat, cumhurbaşkanı tartışmalarından çok e-darbe ile hatırlanacak. O zaman biz, bir avuç genç, biz bu darbenin karşısında dik durduk diye kendimizi iyi hissedeceğiz.

Şu Demokrasi Sınıfı'nı bir anlatın hele.

Yıldıray: Eğlenceli bir parti gibiydi. Partiye sadece bu süreçte gerçekten dik duran, "ne darbe, ne darbe" diyen, bu demokrasi sınavını başarıyla geçenleri çağırdık. Hocalarımız demokrasiye, siyasete, demokratlığa giriş dersi verdiler. Zil çaldı teneffüsümüz, beslenme saatimiz oldu. Günün sonunda bu süreçte iyi sınav verenlere ve sınıfta kalanlara karnelerini dağıttık.

Bunu nasıl ölçtünüz?

Yıldıray: 27 Nisan'dan itibaren sürekli gazeteleri ve televizyonları takip ediyoruz. Zaten bir kategori dışı listemiz var. Tufan Türenç, Emin Çölaşan gibi. Onlara devamsızlıktan tasdiknamelerini verdik. Bir de bizi hayal kırıklığına uğratanlar var. Bunlar muhtıranın arkasından, doğru dürüst bir darbe karşıtı söylem üretmeden kendilerini "ama AKP de çok hatalar yaptı" söylemine vuranlar.

Ayşegül: Dünkü etkinliğimizde bir de demokrasi dersinden çok iyi notlar alarak geçen, sadece kendine değil, ötekine de demokrat olduğunu gösterebilenlerden oluşan iftihar listemiz vardı. Hasan Cemal, Ali Bayramoğlu, Kürşat Bumin, Yıldırım Türker, Perihan Mağden, Etyen Mahçupyan, Altanlar gibi.

25 yaşındakilerin seçilebilmesi bu seçime yetişmedi gerçi; ama nedir gençlik size göre?

Turgay: Aslında seçmek, seçilmekten daha büyük bir güçtür. Seçme yaşı 18 ise seçilme yaşı da 18 olmalı. Bir gençlik efsanesi var insanların kafasında. Genç kimdir Türkiye'de? Yani genç ile yaşlı arasındaki fark sadece merdivenleri daha hızlı çıkmak mıdır? Uykusuzluğa, susuzluğa, açlığa daha mı dayanıklılıktır?

Böyle olmadığını düşündüğünüz açık.

Turgay: Gençlik tanımını yapan dört temel metnin gölgesinde genç olabiliyorsunuz. Bunlardan biri Gençliğe Hitabe. Buna göre genç diye birtakım vazifeleri olan, artık bekçi kadar bile yaşamsal bir ünitesi kalmayan, cansız bir korkuluğa dönüşmüş ve hep böyle korkulara karşı bir tehlike savar olarak görevlendirilmiş, kendi tercihleri olmayan bir insandan bahsediliyor. İkinci metin Bursa nutku ki aslında Atatürk'e ait olmadığı da söyleniyor.

Yıldıray: İşte polis belki sizi dövecek; ama siz diyeceksiniz ki bu cumhuriyetin polisi değil, ona karşı çıkacaksın. Atatürk, cumhuriyetin sahibi gençlerden bunu ister gibi çok sert bir sivil itaatsizlik metni. Atatürk'ün böyle bir konuşması olmadığı, 70'li yılların şiddete dayalı siyasal hareketlerin kendini meşrulaştırdığı bir metin olarak üretildiği söyleniyor.

Turgay: Anayasa'nın 58. maddesinde de milyonlarca genci tek tipleştiren bir tanım yapılıyor. Gençliğe bir şeylerin emanet edildiği, onu koruması gerektiği, devletiyle ülkesiyle bölünmez bir bütün olduğunu ortadan kaldırmayı amaç edinenlere karşı yetiştirilmesinden söz ediliyor. Yani cumhuriyetin düşmanları var. Gençler onlara karşı yetiştirilen insanlar.

Yıldıray: Bir taraftan gençlere büyük bir sorumluluk yükleme var. İşte bu ülke size emanet, siz savunacaksınız gibi müthiş bir yük. Bir taraftan da aynı gençlere karşı büyük bir güvensizlik var. Her an birileri tarafından kullanılabilir, maşa yapılabilir.

Erkan: Gençlik tanımı bir de YÖK'te var. İşte Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan gibi ibareler. Yani Türk olmayan, şeref ve mutluluk duyamayacak mı? Ben Türk'üm diyen mutlu değilim diyemeyecek mi? İşte toplum yararını kişisel çıkarının üstünde tutan, yüreği millet sevgisiyle dolu gibi tamamen bir şeyleri kutsallaştırıcı bir yapı.

Turgay: YÖK Kanunu, bir kereste fabrikası talimatnamesinden farksız. Yani şunu söylüyor. Ham kütükler üniversiteye gelirler. Ondan sonra ihtiyaçlara göre aynı boyda biçim biçim doğranır, hizmete sunulurlar.

Ayşegül: Bu kadar çabanın sonucunda, ne sistemin istediği şekilde eğitilmiş, ne de kendi başına kendi ayakları üstünde karar verebilme yeteneğine sahip, boşlukta, hasarlı bir gençlik çıkıyor ortaya. Eğitim süresince, ezberletilen kodlar hep aklınızda kalıyor. Ve birisi bir şeyler tehlikede dediğinde bilinçaltındaki bu kodlarla yönlenip bir şeyler yapmaya kalkışıyoruz. Derinlikten yoksun, sorgulamayan varlıklar olarak o koskocaman kalabalıkların, meydanların birer parçası haline geliyoruz.

Gençlik Efor Testi hazırladık, buyrun!

Turgay: Gençlik Efor Testi hazırladık. İnsanların reflekslerini ölçen çeşitli sorular soruyoruz. Bu testten başarı ile geçenler genç olduğunu ispatlayıp siyasete girebilir. Geçemeyenler bedenen genç olabilir; ama zihnen yaşlı demektir. GADER yani Genç Adayları Destekleme Platformu'nu kurduk. Efor testini tüm siyasi partilere ücretsiz olarak vereceğiz. Yetmişin üzerinde not alanlar sadece biyolojik olarak değil kafa olarak da genç olarak siyasete girip fark yaratabilecekler. Biz de onları destekleyeceğiz. Gerekirse afişlerini asacağız, kampanyalarına destek vereceğiz. Parti gözetmeksizin tamamen arkalarındayız.

Pekâla, soruları görelim.

Turgay: Farz edelim ki bir partinin genel başkanısınız. Seçimleri kaybettiniz. İlk sözünüz ne olurdu? A) Önümüzdeki maçlara bakacağız. B) Yenildim ama güreşe doymadım. C) Halka rağmen halk için var olmaya devam edeceğim. D) Ceketimi alıp giderim; ama dönüşüm muhteşem olacak. E) Mesajı aldım, aşkımı yüreğime gömdüm gidiyorum.

Herhalde E şıkkını işaretleyenler puan alacak.

Yıldıray: Eee haliyle. Şeytan ayrıntıda gizlidir derler. Şeytan bir de ama'larda gizlidir. Çeşitli konularda ama'lı cümleler kurduk. Boşlukların doldurulmasını istiyoruz. A) Darbeye karşıyım; ama... B) Ben de başörtülülere özgürlük diyorum; ama... C) Kürtler serbestçe Meclis'e girsin; ama... D) Hrant Dink'in öldürülmesini kınıyorum; ama... E) Orhan Pamuk'un edebiyat ödülünü alması iyi; ama...

Tabii bu bir tuzak. Boşluğu dolduranlar kaybetmiş olacaklar.

Turgay: Bir de çoktan seçmeli sorular var. Web sitesinde bir darbe muhtırası görseniz ne yaparsınız? A) Hemen bilgisayarıma download edip screensaver yaparım. B) Bütün sevdiklerime forwardlarım. C) O siteyi hacklerim. D) Altına destek yorumu yazarım. E) Rahatsızlığımı ifade ederim.

Erkan: Meclis'te başörtülü milletvekili görseniz ne yaparsınız? A) Kafasına içtüzüğü atarım. B) Kürsüye çıkıp, 'Bu kadına haddini bildirin' diye bağırırım. C) Sıra kapaklarına vurup 'Dışarı, dışarı!' diye tempo tutarım. D) 'Hayırlı olsun.' derim.

Turgay: Bir de efor testimiz var. Genç dediğin dayanıklı olur. Onuncu Yıl Marşı'nı kaç kez peş peşe dinleyebilirsiniz? Bir kere, beş kere, yüz yetmiş sekiz kere, bin dokuz yüz kere. Uygun adım kaç metre yürüyebilirsiniz? Bunun için bir stadyum kiralayacağız. Milletvekili adaylarını oraya götürüp yürüteceğiz. Bunu ölçecek olan da birkaç tane emekli asker olacak.

Ayşegül: Meclis'e girince, elinizi dakikada kaç kere indirip kaldırabilirsiniz? Fizikî olarak test edeceğiz bunları.

Erkan: Komplo teorileri ile ilgili bir sorumuz var. Aşağıdakilerden hangisi bir komplo teorisi değildir. A) Din elden gidiyor. Misyonerler hepimizi Hıristiyanlaştırıyor. B) Topraklarımız yabancılara satılıyor. C) Laiklik elden gidiyor. D) Bu kış şeriat gelebilir. E) Hiçbiri

Yıldıray: Cumhurbaşkanını kim seçmeli? A) Baykal. B) Birinci Çağlayan ve Tandoğan konsilleri. C) Tanzanya halkı. D) Babadan oğula geçmeli. Sezer'in oğlu cumhurbaşkanı olmalı. E) Sevenleri ayırmamalı. Türk halkı layık olanı seçmeli.

Peki önümüzdeki yıl 19 Mayıs'lar nasıl kutlanmalı?

Yıldıray: Bu yıl da buruk bir bayram kutladık. Kısa bir süre evvel darbe yemiş, aşağılanmış, bir cumhuriyetin gençlik bayramı bu. Sevincimiz kursağımızda kaldı. Bu bayram da bize zehir oldu. Ama dileriz ki önümüzdeki yıl daha çok birbirimizi anladığımız, toplum olarak daha çok kaynaştığımız, bizi ayrıştıran değil, birleştiren bir bayram olur.


NURİYE AKMAN
20 Mayıs 2007, Pazar
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06

İletigönderen borabey » Sal Eki 21, 2008 14:21

ŞIRACININ ŞAHİDİ BOZACI..
GENÇ SİVİLLERİN ŞAHİDİ KÜRDİSTAN POST... HAYIRLI OLSUN

Genç siviller haklı çıktı!
Posted on Perşembe, 25. Mayıs 2006
Topic: Medya
Geçtiğimiz günlerde bir grup genç, özellikle Kürt sorununu vesile yapıp toplumu gererek kaos yaratmaya çalışan militarist zihniyet karşısında rahatsızlıklarını dile getirdiler ve sivilliğe sahip çıktılar.


Genç siviller haklı çıktı!

Ferhat Kentel-Gazetem net

Geçtiğimiz günlerde bir grup genç, özellikle Kürt sorununu vesile yapıp toplumu gererek kaos yaratmaya çalışan militarist zihniyet karşısında rahatsızlıklarını dile getirdiler ve sivilliğe sahip çıktılar. Gazetem.net’in “Haber Analiz” köşesinde Mehmet Altan da onların bildirisine yer verdi.

Şöyle başlamışlardı gençler bildirilerine:

“Bu ülkenin hastanelerinde doğmuş, okullarında okumuş, 16-35 yıldır burada yaşayan, kimsenin üniformasını giymeyen, şiddetle uzaktan yakından bir alakası olmayan sivil bir grup genç Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak son dönemde Kürt meselesi çerçevesinde yaşanan gelişmelerden fena halde rahatsızız.”

“Bu coğrafyaya çok acılar çektiren otoriter ve milliyetçi dil bizi birbirimizden koparıyor.

Tehlikenin farkında mısınız?” diye uyardılar.

Kısa süre içinde binlerce imza topladı bu bildiri. Çünkü anlattıkları bu memleketin insanlarının gerçek arzularını dile getiriyordu:

“Bugün barıştan, kardeşlikten, demokrasiden yana cesur ve samimi yeni bir söz söylemek gerekir. En az bizim kadar bu iflasın farkında olan sorumluluk sahipleri tarihi sorumluluklarının gereğini yerine getirmelidir.”

Ve “benim hala umudum var” diyen gençler bildirilerini, “İstiklal Marşı'nın ümide çağıran” girişiyle, “Korkma!” diyerek bitirdiler:

“Hesabı sorulmamış hiçbir cinayet, hiçbir hukuksuzluk kalmayacak, kimse hukukun üstünde olmayacak kimse hukuksuzluğun altında ezilmeyecek. Şemdinli’de de, Ankara’da da!

Ve artık korkma ve kimseyi de bununla korkutma; ülke bölünmez, rejim de yıkılmaz!

Demokrasi, barış, refah, huzur hepimizin hakkıdır!

Muhtaç olduğumuz kudret de damarlarımızda birbirine karışmış kanda saklıdır.

Ne mutlu cesaretle bunu söyleyebilenlere!”

Toplumu gererek kaos yaratmaya çalışan çeteci zihniyet bu bildirinin açıklandığı günlerde bu sefer kendini Danıştay katliamında gösterdi. Plan çok açıktı; Türk-Kürt meselesindeki kutuplaşma yetmiyordu... Bu kutuplaşmaya ayrıca laik-dindar kutuplaşması da eklenirse keyiflerine diyecek olmayacaktı. Ortalıkta estirdikleri terör havası cenaze törenlerine, cami avlularına taşındı.

İşin komik tarafı, bu vesileyle de bir takım ihtiyar kafalar bütün ciddi görünümleriyle balıklama atladılar Danıştay cinayetinin üzerine... Bir katilin gösterdiği gerekçeden, cinayet işlerken ettiği laftan çıkarak, o gerekçe ve lafın kendilerini gaza getirmek için nasıl da özenle o cinayet anının içine yerleştirilmesindeki anormalliği zerre kadar düşünmediler. “Laiklik” bekçiliğine soyunarak, sağda solda şeriat planları arayarak adeta ucuz bir melodram yazdılar.

“Rejimi korumaya” kalkan, kendilerine “vatansever kuvvetler” gibi adlar verenlerin, bu vatana ihanet etmek üzere bir araya gelenler olduğunu görmek işlerine gelmedi.

Ama, bu ihtiyarlara rağmen, gençler yeni bir bildiri daha yazdılar ve bir kere daha en aklı başında lafları ettiler:

“Yine Bombalar patlıyor, yine bir şeyler oluyor, yine bir şeylere hazırlık yapılıyor, Meclisin kapatılması çağrısı yapılıyor, alemde itibarı sıfıra inmiş siyah beyaz Baba’lar darbe uyarısı yapıyor, gerilim yükseliyor.

Ama biz Korkmuyoruz!

Bu kör şiddetten, kriz ve korku siyasetlerinden korkmuyoruz.

Rejimin yıkılacağı ülkenin bölüneceğiyle korkutuluyoruz ama biz yine korkmuyoruz.

İç ve dış öcülerle korkutularak büyüdük ama artık korkmuyoruz.

Biz korkmuyoruz!

Çünkü biz bu korku tünelinden çok sıkıldık, korkutulmaktan çok yorulduk.

Korkmuyoruz çünkü hortlakları bize komik gelen bu korku filmini izlemekten çok sıkıldık, çok bunaldık.

Ölüm şiddet korku üzerinden yürütülen siyasetlerden çok sıkıldık, çok bunaldık.

Cumhurbaşkanlığı seçimi etrafında dönen saray kavgalarınızdan çok sıkıldık, çok bunaldık.

Bu kavgalarınız bizi hiç ilgilendirmiyor. Biliyor musunuz?

Bu yüzden bir cesaret kapladı içimizi artık biz korkmuyoruz!

Bu ülkede korkusuz bir gelecek kurmak için korkmuyoruz!

Artık biz korkmuyoruz!

Çünkü bizi korkutmakla iktidarlarını koruyanların en büyük korkusunun korkmamamız olduğunu keşfettik.

Bizi korkutanları korkutmak için korkmuyoruz.

Siz de korkmayın!

Korkma Türkiye!

Cinayetler bombalarla kimse huzurumuzu bozamayacak.

Korkma!

Kimse demokrasimize bir şey yapamayacak

Korkma!

Kimse gerginlik üzerinden siyasi rant elde edemeyecek.

Korkma!

Bir türlü yakamızdan düşmeyen Demirel bir daha geri dönmeyecek

Korkma!

Sorunlarımızı özgürce konuşup, kendi kendimize çözmeyi becereceğiz.

Korkma!

Her şey çok güzel olacak!”

Her şeyin güzel olacağı, Susurlukçu Şahin, Eken ve Küçük’ün; mafyacı Peker’in; adı hukukçu olup hukuka saygısı olmayan Kerinçsiz’in; azınlık olup azınlık düşmanlığı yapan Erenerol’un; adı sol olup değme ırkçılara taş çıkaran Türk Solu’nun ve bu vatanın dibine dinamit koymaya soyunmuş “Vatansever Kuvvetler”in birbiriyle sarmaş dolaş kirli işlerinin üçbuçuk günde ortaya serilmesinden belli değil mi?

Sivil gençler sonuna kadar haklılar. Biz korkmadıkça, bizi korkutmaya çalışan korkaklar daha fazla açığa çıkacaklar...

Ve o zaman gerçekten her şey çok daha güzel olacak...

25 Mayıs 2006, Perşembe

Kurdistan-Post Haber Portalı © 2004-2008 Tüm hakları saklıdır.
Sitemizde kullanılan haber ve resimler kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Kullanıcı küçük betizi
borabey
Üye
Üye
 
İletiler: 333
Kayıt: Çrş Haz 25, 2008 14:06


Şu dizine dön: Genç Siviller

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x