HAYDİ ORADAN!

HAYDİ ORADAN!

İletigönderen Feza Tiryaki » Cmt Ara 20, 2014 20:24

HAYDİ ORADAN!


Her ulusun sevgi sözcükleri kendine özgüdür. Sevgimizi anlatırken birine, bir şeye, başka hiçbir dilde yeri olmayan, yabancı dile çevirisi duyana gülünç gelen Türkçe deyimler kendiliğinden ağzımızdan dökülüverir:

“Gözü gibi, canı gibi sever” sevdiğini, Türkçede insan. Canı, bir tanesidir sevdiği, ciğerinin parçasıdır. Bu da yetmez, “Gözünün bebeği gibi” sevdiğini söyler seven. “Günahımız kadar da sevmeyiz” sevmediklerimizi. “Gözden çıkarılır,” sevilmeye değer olmayan. “Sev beni, seveyim seni” sevgisizlere, bencillere güzel bir karşı koymadır. Hem, “Göz gördü, gönül sevdi. ” ise kime ne?

“Gönül kimi severse” güzel olan odur.

Sonra sevdiğimize “gönlümüz akar.” “Gönül.” İşte yabancı dillerde karşılığı olmayan bir sözümüz daha… Türkçe bir şarkı, bir türkü “gönül açar.” Türkçeye gönül vermemek elde mi? Bu sevgi bizi diri tutmuyor mu? Türkçeye gönül bağlayanın gönlü kocar mı kolay kolay?

Sevgi sözleri, Türkçe sevgimizi anlatmaya az gelir. Dilimiz Türkçeyi öyle severiz ki, sevgimizi dillendirmeye sözcükler yetmez…

Söyleyin, kim sevdiğine kıyar, sevdiğinin incinmesini ister?

Türkçemize kıyıyorlar… Kıyacaklar… Özellikle Türk yazı diline dil uzatan uzatana… Ağzı dili bağlanmış gibiyiz, olacakları bilirken, yapılan kötülükleri sessizce izlerken…

“Ben dememiş miydim” diye başlayan, bilgiçlik taslayan sözü kimse sevmez. Yine de durumumuzu anlatmaya bu sözle başlayacağım. “Görünen köy kılavuz istemez”, istememesine de, görüneni bilerek görmezden geldik; körü, sağırı, aptalı oynadık yıllardır, yalan mı?

“Eski yazıyı getirecekler, bütün belirtiler bu yönde, okullara Kuran dersi, Kuran öğretmeye değil, bu yüzden kondu, tersten okumaya, yazmaya alıştırmak bunda amaç…” dedik de ne oldu?” Bize güldüler…

“Olmaz, olamaz, mümkün değil!” daha direnince:

“İşin mi yok senin, o kadar derdimiz varken…” dediler.

“TRT yayınlarını izleyin. Bunlar kafayı acayip bir şekilde Osmanlıcaya takmışlar.(Osmanlıca: Farsça, Arapça, Türkçe söz ve kurallarla meydana gelmiş olan “yazı dili” demektir, Ahmet Cevdet tanımıyla.) Divan edebiyatı denilen abartılı, gülünç yazın dili (edebiyat) hortlatılıyor, Arapça, Farsça sözler, bir sözcüğünü bile anlamadığımız bir takım ağdalı sözler yeniden gündemde. Şarkılarımız bile değişti, tutup 2. Mahmut eserlerini, bilmem ne efendilerin, dedelerin, İranlı hafızların anlaşılmaz sözlü ezgilerini her gece temcit pilavı gibi sunuyorlar! Miyavlatıyorlar, ince sesli, bilmediğimiz, ne dediğini anlamadığımız eski zaman seslerini…” dediğimizde de yanıt hazırdı:

“Ah ben TRT dinlemem. Yıllardır dinlemem. Siz de kapatın gitsin!”

Türk Dil Kurumu, Atatürk’ün, Türk dilinin gelişmesi için kurdurduğu bu kurum, kurumun amacına ihanet içinde. Kurumun başlığında utanmadan, sıkılmadan, alay eder gibi, Atatürk’ün dilimiz için söylediği, el yazısıyla yazdığı ünlü sözünü bırakmışlar:

“Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Bu sözün tam tersini yaşama geçiriyorlar.

“Kurum, Arapça harfleri başlığından yıllardır indirmiyor; açın bakın, Arap harfli eski mezar yazıtları, el yazması eski eserler numarasıyla eski yazı dilinin eciş bücüş şekilleri başlıkta dönüp duruyor… Türk yazı diline karşıt olanların eline geçmiş bu kurum çoktan, hem de meydanı boş bulmuşlar, iyice gemi azıya almışlar…” denildiğinde, şu kadarcık ilgilenen olmuyordu. Herkes daha önemli bulduğu, iktidarın oyalanılsın diye ortaya attığı ıvır zıvır konularla uğraşıyordu…

Türk Tarih Kurumu Atatürk’ün kurduğu ikinci büyük kurumdur. Orası da eski yazıyı çığrıştıran görüntülerle yazı yazıyordu epeydir tanıtımlarında. “ Bir küçük harf, bir büyük harf kullanıyorlar yazıda, çengelli harfleri (g, ğ, y), büyük harfli yazıların içinde küçük harfle yazıp kollarını uzatıyorlar; bakın aynen eski yazı görüntüsü çıkmış ortaya!..” dediğimizde bir kulak asan çıkmamıştı…

Yine Türk Dil Kurumu, işi bu kadarla da bırakmadı, tuttu, bölücülüğe de soyundu. Türk dilini korumayı, kollamayı bıraktı; Türk diline nasıl eş diller yaratırız, Türkçenin egemenliğini nasıl kırarız diye uzun uzun kafa patlatılmış, bunun için bölücülüğe sarılınmış ki, şu başlık aylardır duruyor haber belgeliğinde:

“Tehlike altındaki diller konferansı başladı.” 14 Ekim’de böyle bir atılım yapmışlar. Türkçeyi bırakıp yerel ağızların derdine düşmüşler…” diye bunu daha önceden de yazmıştım. Yerel ağızlara ne zamandır dil deniyor, bu ayrı bir konu. Bunlardan hangisi tehlikedeymiş, ne tehlikesiymiş bu, bu da işin gülmece yanı… Ağzınızı bırakıp istediğiniz yanınızla gülünüz…

Bu kurum 10 Kasım’da Atatürk’ü Anma etkinliği de yapmış, ister inanın, ister inanmayın. Yalnız sorun, nasıl?

Atatürk’e bir Osmanlı zabiti vurgusu yapılmış özel çağrılı konuşmacıları tarafından, Arapça tamlamalarla anlaşılmayan tümcelerle konuşulmuş. Ne zamandır subaya zabit deniyor? Ne zamandır dilimiz Arapçaya bulandı, şerbetlendi? Orada söylenen “ Gazi’nin şahs-ı manevisi”, sözü eski bir yazıdan alınsaydı anlardık da, günümüz Türkçesinde böyle anlaşılmayan eski sözleri neden kullanıyorlar, bunu anlamak çok güç…

Daha önce, biliyorsunuz, bu iktidar tarafından, Türkçede olmayan, Türkçeye gerekmediği seksen altı yıldır bir iyice kanıtlanan, İngiliz’in sesleri, hırıltıyı, kirli sesi gösteren W, Q,X seslerinin kullanımı da Anayasa’ya aykırı olarak serbest bırakıldı. Zaten bu sesler daktiloda, bilgisayarlarda, basımevlerinde yabancı diller için kullanılıyordu, yetmedi, ilk fırsatta Türkçeye sokulmasına kapı aralandı… İleride olacakları bilmek için falcı olmaya gerek var mı? Türk harfleri çorbaya döndürülecek, seksen altı yıllık kazanımlarımız, yüksek Türk kültürünün en temel taşı Türkçe yazı dili çöküntüye uğratılacak…

Türkçe yazı diline saldırı bu kadarla kalsa iyiydi, beterin beteri var derler, kötünün kötüsü de sırada. Zamanı kollanıyor. Bunu da artık saklamıyorlar.

Kurum başkanına göre, Türkçeyi biz bozmuşuz, atalarımız ise doğru yazmışlarmış. Eski yazı yazarlarmış ya, işte doğru yazı! Burada açıkça Cumhuriyet dönemine söz atılıyor, Türk Dil Devrimi’ne açıkça karşı çıkılıyor. Kim çıkıyor? Türk Dil Kurumu başkanı. Eski bir deyimle dersek, “Denileni akıl, havsala almıyor!” İnsanın aklı duruyor!

Tarihimizi anlamalıymışız, anlamadığın tarih senin değilmiş… Neyle anlayacaksın? Arapça eski yazıyla… Vah! Vah... Demek öyle!..

Hem ne zamandan beri sözlüğe lügat deniyor? Ninem, dedem bile demez, bu eskimiş Arapça sözü. Kundaktaki bebek bile sözlük demeyi bilir, bu sözcük iyice dilimize yerleşmiştir. “ Söz”den türetilmiş sözlük, ne güzel bir sözdür. Söz- sözlük. Göz- gözlük, kitap- kitaplık, kır- kırlık, ev- evlik, sert- sertlik… gibi. Anlamını bilmeseniz de bu sözlerin ne demek olduğunu ilk bakışta anlarsınız…

Türk Dil Kurumu başkanı Arap harfleriyle yazılan eski yazının öğretmeniymiş, Marmara Üniversitesi’nde, Türkçe Eğitim’in bölüm başkanıymış, bu dersi verirmiş, iki yıl önce bu göreve getirilmeden. Kurum başkanının kendi ağzından kendi sözlerini kendileri yayınlamışlar. Alıntıladığım şu bölümü anlamaya çalışarak bir okur musunuz?

"Kaçalin, ''Biz eski metinlerimizi yayınlıyoruz ve eski metinlerimizi de kimse okumuyor. Türkçe atalarımızın konuştuğudur, bizim değil. Bizim bozduğumuz, atalarımızın doğru yazdığıdır'' diye konuştu.

Kaçalin, 1800-1850'li yıllara ait Rusça metni, Rus gencinin okuyup anlayabildiğine dikkati çekerek, şunları kaydetti:

''Bizim gençlerimiz o yıllara ait Türkçe metni okuyamıyorsa orada problem var demektir. O zaman işte 120 katlık bir bina nasıl aşağıdaki sağlam zemini bulması için 50 metre aşağı iniyorsa kültür de böyledir. Geriden desteğinizi alırsanız ileriye gidersiniz. Şimdi Türk insanı kaç sene geriye gidip, kültürüyle kucaklaşabiliyor? 1930'daki Hüseyin Rahmi'yi lügatsiz okuyamıyoruz ve sonra da 'Türkiye'yi aydınlık gelecek bekliyor' diyoruz.''

''Bir milletiz ve tarihimiz vardır demek istiyorsak tarihimizi anlayacağız, anlamadığın tarih senin değildir''

“Türk Dil Devrimi’ni saymıyoruz, yürürlükten kaldıracağız, eskiye döneceğiz, medrese dönemi başlayacak, Türkçeye uymayan seslerle yazıp okumaya çalışılacak eskiden olduğu gibi, Türkçeye yeniden boyunduruk vurulacak, Arap batağına batılacak! Çağdaş kültürmüş, çağdaş bir dünya var imiş, kadın erkek eşitmiş… unutun bunları!

Seksen altı yıllık büyük aydınlanma, okunan, yazılan, çevrilen milyonlarca kitap, aslına uygun hiç sıkıntısız çevrilebilen, okurken hayran olduğunuz, Türkçesinin güzelliğiyle başınızı döndüren kitaplar, eli kalem tutanların yazdığı eşsiz Türk eserleri, romanlar, öyküler, bilim kitapları… hepsi doğru çöpe! Yok öyle okumak, yazmak, dünyayı öğrenmek… Çağdaş ülkelerle yarışmak, birey olmanın, okur yazar olmanın güzelliğini yaşamak… Bir susun oturun, padişah efendinizi dinleyin artık!” demenin bir başka türü bu denilenler.

Türk Abecesi, 1 Kasım 1928’de belirlenmiştir. Ardından dilimizi Türkçeleştirme çalışmaları başlatılmış, güzel dilimiz yabancı dillerden arındırılmıştır. 1930’da Hüseyin Rahmi anlaşılmaz bir dil kullandıysa, Arapça sözlere pek meraklıysa burada sorun nedir? Rus’un Rusçasıyla, Rus’un kendine özel alfabesiyle bizim dilimizin ne ilgisi vardır hem? Ne alaka, kel alaka desek kaba bir dille, külhanbeyi ağzı argoyla, şimdi ayıp mı kaçar? Bu yönetiminin dediğine göre, demek, Türkçeye yeniden boyunduruk vurdurulacak, İngiliz’in dilinin egemenliğinde, yerel ağızların kargaşasında, dil kirliliğinde, Arapça harflerin, sözlerin, deyişlerin, anlamadığımız bir takım dillerin tutsaklığında, bunların dilimize uymayan kurallarında ulusça debeleneceğiz…

İşte kurumun, 17 Kasım’da yaptığı toplantı:

“Türkiye Türkçesi: Ses ve şekil bilgisi sempozyumu yapıldı” yazmışlar başlıklarına. Nedir bu, neden, ne yapıldı diye açıklamalarını okuyorsun, yapılan açık:

“Türk harfleriyle oynamaya hazırlık.”

Türkçenin ses ve şekil bilgisi ne demek? Türkçe yazı dilinin nesini inceleyeceksin? Türkçe yazı dili değil mi bunun adı? Ses bilgisi, şekil bilgisi ne demek? Türk harfleri, Türkçe Abece, Atatürk harfleri. Türkçe yazı diline bir şey mi oldu? Okumada, yazmada bunca yıl en küçük bir sorun çıkmadı da, dilimizi sular seller gibi çoluk çocuk, genç yaşlı, eğitimli eğitimsiz, köylü kentli, yerli yabancı okuduk da bir anda başımıza taş mı düştü?

"Türkçenin Yabancı Dil Olarak Öğretimi Sempozyumu"ymuş iki gün sonra yapılacak toplantının da adı. Sempozyum sözünün Türkçesi var: “Oturum.” Ne güzel bir söz. Ne demek olduğu iyice belli. Niye Yunancasını diyorsunuz ? “Bilimsel şölen” de deniyor buna. Gelelim oturumun konusuna:

Türkçe, öz vatanında neden yabancı dil olarak öğretilecekmiş ki? Kime öğretilecekmiş? Ulusal dili Türkçe olan bir ulus devlet, öz be öz dilini neden okullarında yabancı dil olarak öğretmeye kalkışabilir? Neredeki okullarda, kimlere öğretilecekmiş? Ya aklımızı toptan yitirdik, ne yapıldığının ayırdında değiliz, ya da küresel çete işinin sonuna erişti, kimseden korkmadan, emin adımlarla bizi yutmaya doğru geliyor…

*

“Dil, ulusumuzun temel unsurlarından biridir. O, ne kadar Türkçe olursa, biz o kadar Türk oluruz.” sözünü bir yazım kılavuzunun ( Mehmet Ünlü) başından aldım. Dilimiz ne kadar Türkçe olursa o kadar Türk olmak… Sanırım sorun burada yatıyor. Türkçeyi Türk’ten koparmak…

Şöyle bir bakarsak, durum tam bir zavallılık. Başarma şansları sıfır…

Bölücü terör örgütünün, azılı bir katilden başka lider olarak ortaya koyabildiği biri yok.

Türk dilinin düşmanlarının da, tarihin çöplüğünde yitip giden, beş para etmez, toplumun hiçbir dönemde sevemediği, anlayamadığı, konuşanlarıyla, yazanlarıyla alay ettiği, hep dışladığı bir yapay dilden, daha doğarken ölmüş Osmanlıcadan başka tutunacakları dalı yok. Bir de ilkel yerel ağızlara sarılmak istiyorlar.
Oysa Kuzey Irak kukla yönetimi bile, Arapça devlet dilinden ayrılınca bu kendi ağızlarıyla eğitim bile yapamadılar, sonunda İngilizcenin koynuna girdiler…

Şimdi, doksan bir yıllık Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulduğu günden sayarsak, doksan dört yıllık Cumhuriyet; dünyanın en büyük dört dilinden biri, dünyanın en zengin, en üretken dili, bilim dili, kültür dili Türkçeyi bırakıp, elin tatsız tuzsuz, kolsuz bacaksız dili İngilizceyi kendine dil mi seçecek?

Türkçeyi yabancı dillerdeki virüslü seslerin saldırısına mı bırakacak?

Kendine eş olması olanaksız, kendi aralarında bile, konuşanların anlaşamadıkları kaç tür yerel ağıza boyun mu eğecek Türk dili? Öksüz yetim, kimsiz kimsesiz mi sandınız dilimizi, darbe mi vuracaksınız dilimiz Türkçeye?


Çocuk tekerlemelerine bile giren, “ Elif, be, te, se, cim dallı köse /Arap harfleri girdi kümese…” diyerek bilincimizden iyice çıkardığımız, Cumhuriyetle silkinip kendimizi kurtardığımız Arap harfli eski yazının hortlatılmasına seyirci mi kalınacak yani?

Haydi oradan!

Feza Tiryaki, 19 Aralık 2014
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 988
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x