İhaneti Gördük Ama Bu Muhalefet Yönetimiyle Nasıl Hesap Soracağız

Emekli Jandarma Albay - Yazar

İhaneti Gördük Ama Bu Muhalefet Yönetimiyle Nasıl Hesap Soracağız

İletigönderen Başkomutan » Pzt Oca 09, 2012 23:22

İHANETİ GÖRDÜK AMA BU MUHALEFET YÖNETİMİYLE
NASIL HESAP SORACAĞIZ


Halkımızın yüreğindeki sağduyu gücünden başka bir çıkış yolu aramanın kimseye faydası olmayacaktır, demokrasilerde en büyük güç halktır ve halkın karşısında kimse duramaz..

‘’Recep Tayyip Erdoğan’ın en yakınındaki isim tarafından yazılan ve Tayyip tarafından, yalanlamayı bırakın desteklenen ‘’Erdoğan’ın harfleri’’ adlı kitaba baktığımızda, Tayyip Erdoğan’ın Musa Peygamber’in soyundan geldiği bildiriliyor, Musa’nın İsrailoğlu olduğu vurgulaması yapılıyordu.

’’Ben şeriatçı biriyim’’ diyen birinin Hz. Muhammed’in soyundan geldiğini ya da en azından onla bağlantılı olduğunu iddia etmesi gerekirken, İsrailoğulları’na gelen peygamberle kendini özleştirip bir de onun soyundan geldiğini açıklaması, soyunda ‘’Yahudilik’’ olduğunun en açık kanıtı oluyordu. Gürcü olduğunu söyleyen Tayyip, bu özelliğini gizliyordu. Tayyip anne tarafından Gürcistan’da yerleşik Musa’nın yani Yahudi’nin soyundan geliyordu.

Başbakan olduğundan beri ağzından bir kez bile ‘’Türk milleti’’ sözü çıkmıyor, hep ‘’Türkiye halkı’’ diyordu. Kaldı ki; gerek MSP Gençlik Kolları Başkanlığı, gerek RP İl Başkanlığı, gerekse Belediye Başkanlığı döneminde danışmanlığını yapan ve Tayyip’in, “Beynimin yarısı, bugünlere gelmemde çok emeği vardır’’, dediği Mehmet Metiner, Tayyip için, ‘’Türk değildir’’ diye açıklamalarda bulunuyordu. ‘’
Ergun Poyraz, Musa’nın Çocukları, Tayyip ve Emine, 2007


Neden, diye hiç sormayın; dinlemedik Gazi Paşa’yı, başımıza gelenler bundan. ‘’Taç edip başının üstüne koyacağın adamlara dikkat et, aslına dikkat et’’, dedi ama biz dinlemedik, çabuk unuttuk Osmanlı’nın son günlerini. Gazi Paşa’nın sözlerini unuttuk, atalarımızın yaşadıklarını unuttuk. Şimdi bunun bedelini ödüyoruz, suç bizim. Belki de kimse düşünmemişti ödeyeceğimiz bedelin bu kadar ağır olacağını ama ödüyoruz işte, hem de canlarımızla. Bize bu bedeli ödeten kim? Recep Tayyip Bey! Recep Tayyip Bey kimdir?

Recep Tayyip Bey bizim başbakanımızdır, bir seçilmiştir, tıpkı Musa’nın gülü Abdullah gibi. Asıl sorunumuz da zaten burada başlar; seçilmişlerimiz! Bizde seçilmişler başbakandır, bakandır, hiç olmazsa vekildir. Bunlar halkın iradesini temsil eder. Doğrudur, bunları halkımız seçer, onlar da halkı temsil eder. Ama halk vekilini nasıl seçer, bunu hiç düşündünüz mü?

Seçilmişlerimiz örgütlüdür, halkın iradesine talip olmak için parti kurar. Yaptıkları işe de siyaset denir. Çağdaş ülkelerde siyaset, insanı insanca yaşatmak için yapılır, tıpkı Şeyh Edebali’nin Ertuğrul Gazi’ye verdiği öğütte olduğu gibi; ‘’Ey Oğul, insanı yaşat ki yaşayasın’’.

Bizim ülkemizde ise siyaset, insanlığın ve yurttaşlığın temel değerleri üzerinden yapılır; din gibi, ülke sevgisi gibi, insan hakları gibi. Amacı, insanı insanca yaşatmak değil, oy alıp seçilmiş olmaktır, hizmet etmektir ama bize değil. Seçilmiş olmak demek bizim ülkemizde; para demektir, güç demektir, egemen olmak demektir. Bunları halkımız seçer. Peki ama nasıl seçer?

Bizim halkımız saftır, temizdir, seçilmişin gerçekte ne düşündüğünü bilemez. Geçmişte ne eğitim aldığını, bugünlere ne amaçla hazırlandığını da bilemez. Abdullah Gül’ün İngiliz Exeter üniversitesinde eğitim görmüş olmasının ne anlama geldiğini düşünmez. Gelmişini, geçmişini, kökenini de araştırmak gereğini duymaz bizim halkımız. Halkımız duygusaldır; herkese inanır, sevgi doludur yüreği, kötülük düşünmez.

Recep Tayyip Bey’in nereden geldiğini ne bilsin bizim halkımız! Böyle şeylere de pek aldırmaz; güzel sözlere çabuk inanır, bağlandığı zaman da gönülden bağlanır, geçmişi de çabuk unutur. Halbuki Gazi Paşa zamanında uyarmıştır; ‘’Başına taç edeceğin kişilerin aslına bak, çünkü insanoğlu bu, döner dolaşır aslına çeker’’, demiştir, ama ne gam, unutmuştur halkımız bu sözleri. Aldırmaz geçmişine, vekilini seçer. Peki ama halkımız vekilini nasıl seçer?

Demokrasilerde güç devletindir. Devletin demokrasi olduğu ülkelerde tek güç vardır, o da devlettir. Her karış toprağında devletin güç olduğu ülkelerde halk özgürdür, özgür iradesiyle vekilini seçer. Peki, ya devlet otoritesini ele geçirmiş birtakım silahlı adamların güç olduğu ülkelerde vekili kim seçer? Yine halk seçer, çünkü demokrasinin gereği budur. Özgür irade yoktur ama önemli değil, önemli olan sandıktaki oydur, nasıl atıldığı değil.

Hiç duydunuz mu seçimlerde, ‘’özgür iradenle mi bu oyu veriyorsun’’ diye, sorulduğunu? Hayır. Seçimlerin yapıldığı bir ülkede, devlet otorite midir, bunu da soranı duydunuz mu hiç? Soramazlar çünkü bizim ülkemizde özgür irade yoktur, bilinsin istemezler. PKK vardır ülkemizin doğusunda otoriteyi kullanan, iradeye egemen olan ama söylemezler. Öcalan, ‘93 seçimlerinde PKK’ya ne talimat vermişti, hatırlayınız: “DEP’e oy vermeyenleri tavuğuna kadar öldürün!“

Yakında seçimler olacak ülkemizde, belki de oldu siz bu satırları okurken. Doğudaki halkımız vekillerini çoktan seçti. Peki ama hiç düşündünüz mü, nasıl seçti?

PKK gerçeğinin altında doğudaki halkımızın çaresizliği, yönetenlerin gafleti, ağanın menfaatleri yatar. Cumhuriyetin kurulduğu günden beri doğuda devlet otoritesi, ağalarımız bir başka deyişle aşiret reislerimiz vasıtasıyla sağlanmıştır. Dolayısıyla devletin yatırımları da ağalarımız eliyle halka götürülmüştür. Neden? Doğuda ağa, halk üzerinde otoritedir, kimse onun sözünden dışarı çıkamaz da ondan. Ağanın otoritesi, halkın bilgisizliğinde, fakirliğinde, eğitimsizliğinde kendisine can bulur. Bu da yönetenlerin işine gelir. Peki neden?

Eskiden her ağanın sahip olduğu aşiretin gücüne göre bir oy potansiyeli vardı, on bin oy, elli bin oy gibi. Bu oylar, ağa hangi partiyi isterse ona giderdi. Dolayısıyla o zamanlar bir siyasi partinin, köy köy dolaşıp oy istemesi yerine, ağa ile anlaşıp oyların tümüne sahip olmak istemesi iyi bir şeydi. Ancak, ağanın da ağa olabilmesi için, devlet gücünü, devlet parasını kullanabilmesi gerekirdi. Bu nedenle bütün yatırımlar ağa eliyle yapıldı, bütün kredi ve teşvikler ağaya verildi. Halk eskiden bunu görürdü ama anlamazdı, eğitimsizliğinden, bilgisizliğinden. Bu nedenle, doğudaki halkımızın uzun yıllar eğitimsiz, bilgisiz, fakir ve de çaresiz kalması hem ağanın işine geldi hem de yönetenlerin. Ama PKK çıkınca işler değişti.

Gene o yıllarda atanmışlar, seçimle iş başına gelenlerin devlet mekanizmasını işletmek amacı ile göreve getirdiği insanlardı yani devlet memuru. Bunlara kısaca bürokrat denirdi. Bürokrat, bildiğimiz memurdu ve devlet gücünü kullanırdı. Bürokrat yani atanmış için, ülkemizin doğusu geçici bir yer değiştirmeydi, öyle görünürdü, öyle bilinirdi. Çözüm olmadılar, belki de olamadılar halkımızın sorunlarına. İran sınırlarımızdan yapılan kaçakçılık olaylarına bir bakın. Kaçak yüzünden hayvancılığın, tarımın yok oluşuna bir bakın. Neden yıllardır devam eder durur? Neden kimse bu kara işe son vermez? Ağalar için sorun yoktu, zira bu işi organize eden onlar idi yıllar boyu. Seçilmişler için sorun yoktu, ağa memnundu ya gerisi önemli değildi. Atanmış memnundu; sorun çıkarmamış, göz yummuştu kaçağa kaçakçılığa, belki de menfaat ummuştu. Peki ya halk, bizim halkımız? Ama PKK çıkınca işler hepten değişti.

Bu PKK çıkınca işler nasıl değişti? Anlatayım.

Gene o zamanlar PKK’nın PKK olabilmesi için öncelikle doğuda aşiret reislerinin otoritesini kırması gerekiyordu. Bunun için, 1979’da Şanlıurfa’nın en güçlü aşireti olan Bucak aşiretine saldırdılar ve aşiret reisi Celal Bucak’ı yaraladılar. Sonra? Sonra halka saldırdılar çünkü aşiretle uzun süreli savaş yapmak PKK’nın işine gelmedi. Aşiret reislerinin silahlı adamları vardı, arkasında da devlet desteği. Ama halk silahsız ve çaresizdi. Dolayısıyla halka kurşun atmak, aşirete kurşun atmaktan daha kolaydı. Öldürdüler masum halkımızı, yıllar boyu öldürdüler…

Dediklerine göre otuz bin canımız gitmişti. Halk korktu, halk sindi, devlet halkı koruyamadı, ağalığın gücü zayıfladı ve PKK doğuda ağaların yerine, devletin yerine otorite oldu. Öyle bakmayın DTP’nin söylediklerine, onlar halkın temsilcisi değil, hiçbir zaman da olmadılar zaten.

Devlete kafa tutmaya çalışan Diyarbakır Belediye Başkanı kimdir? Halktan mı alır gücünü sanırsınız? Hayır! Ama şu ölüm korkusu yok mu şu ölüm korkusu, halkı çaresiz bıraktı. Hiç bugünlerde toprak reformundan bahsedildiğini duydunuz mu? Duyamazsınız. Ağayı ağa yapan topraktır, bu toprak halka dağıtılırsa ağalık da biter PKK da. Onlar da biterse bizi yönetenler bizi nasıl yönetecek ki?

PKK için sorun yok, çizgisi aynı. Gerçi başta Marksist ve Leninist bir düzene dayalı bağımsız bir devlet kumayı düşünüyorlardı ama şimdi işler değişti. Şimdi hazır bir devlet var, kurulu, bütün kurumlarıyla hazır, onu ele geçirmek daha zahmetsiz gibi gözüküyor AB’nin desteğinde, ABD’nin desteğinde, İsrail’in desteğinde. Adım adım ilerliyorlar, durduran yok.

Atanmışlarımız da aynı atanmış, hiç sesleri çıkmıyor ve sırtını seçilmişe dayamaya devam ediyor. Onlar için önemli değil sorunlar, gerçekler, şehitler, giden canlar. Görevlerini doğru dürüst yapmağı için şehit vermemize yol açan bir atanmışın istifa ettiğini duydunuz mu hiç? Etmezler. Onlar için önemli olan koltuk yani ikbaldir, gerisi ne gam! Şimdilerde PKK’ya sempati ile yaklaşanları bile var, hani olur ya PKK da ülkemizde seçilmiş olursa, atanmış olursa, o zaman kime dayayacaklar arkalarını, koltuk da gider sonra.

Bu işte en sıkıntılı olan ise ağalarımız. Bilemiyorlar, devlete mi güvensin yoksa PKK ile mi anlaşsın, bir arada iki derede kaldılar. Hâlâ izliyorlar bu oyunu, sonu nasıl bitecek, diye. Kendi başlarına PKK’ya bir şey yapamazlar çünkü devlet kararsız bu konuda. Kararsız olursa destek vermez, vermezse ağalar yalnız kalır. İşleri zor inanın, iki ara var bir de dere bu işin içinde.

Bu işlerden uzak iki grup var; biri, hiçbir şeyden haberi olmayan halkımız, diğeri ise harcanan para yetim hakkı kul hakkı olduğu için, giden can vatan evladı olduğu için bu işlere bulaşmayan, saf duygularla ülkesini ve halkını seven, kendini hizmete adamış atanmışlar yani bir kısım bürokratlarımız. İşin garip yanı, bu bürokratların bu sistemde yaşama şansı da yoktur; onlara,’’ sen safsın’’ ya da ‘’ sen bu işleri bilmiyorsun’’, derler. Böyleyseniz eğer siz, onlar için iyi bir atanmış olamazsınız ve olduğunuz yerde sayarsınız. Aslında bizim için saflık; ülkesini sevmektir, işini bilmemek ise, halkına hizmet etmektir. Ama her ikisi de bizim seçilmiş ve atanmışların işine gelmez, çünkü onların saf ve temiz insanlara ihtiyaçları yoktur, ekip lazım onlara işlerini yürütebilmek için.

Şimdi işler eskisi gibi kolay değil, durum vahim; PKK devletin gücünü paylaşmak istiyor, seçilmişler içinde yer almak istiyor, atanmışlar içinde makam istiyor, devleti yönetmek istiyor, devlete sahip olmak istiyor.

Şimdi durum vahim. Seçilmişlerimiz kararsızlık içinde çünkü ağanın yerini PKK aldı. Halka nasıl inecekler? Doğudaki halkımızın oylarını nasıl alacak da yeniden seçilecekler? Hesapları bu işte. Onun için, ‘’Biz Türkiyeliyiz, doğuda Kürt sorunu var, sorunları demokrasi içinde çözelim, Kürtlere kültürel haklar’’ demeye başladılar. Amaçları oy almak, sorunu çözmek değil.

Bu karanlık işlerden ve ilişkilerden zarar gören ise halkımızdır yani biz, yorgunuz ama çaresiz değiliz. Biz, yüz yıl önce de böyleydik, şimdi de öyleyiz. Biz yalnız kaldık.

Ne diyeyim başka size ben…

İşte demokrasi böyle bir şey bizim ülkemizde. Şimdi çıkar ortaya Ahmet Türk, halkın temsilcisiyim, der ve ilave eder; PKK’ya terör örgütü demek bizim için zor! Aysel Tuğluk çıkar meydanlara, sanki doğudaki halkımızın temsilcisiymiş gibi nutuk atar ve der ki; PKK ile aramıza mesafe koyamayız!

Gazi Paşa’nın meclisine, işte size yukarıda anlattığım şekilde girerler ve ilk talepleri Öcalan’ın hapishane şartlarının meclise taşınması olur. Aslında haklılar; ne işi var Öcalan’ın İmralı gibi özel bir yerde? Katiller ülkemizde nerede yatıyor: F tipi cezaevinde. Koyun oraya, dört duvar arasında yaşasın, tarih bir gün onu da siler gider.

PKK’nın siyasi kanadı mecliste ya, seyreyleyin şimdi adına siyaset dedikleri oyunu, dinleyiniz; kim ne diyor, kim kimle anlaşıyor. Yakında cumhurbaşkanlığı seçimi var; görün bakın kim kimle anlaşacak. Görün bakalım, biz neymişiz, demokrasi neymiş, insan hakları neymiş. Göreceksiniz, Öcalan’a af bile diyecekler ve bunun adı insan hakları olacak!

Ne gariptir ki giden binlerce canımızın insan hakları bizim ülkemizde yoktur! Şehitlerimizden kimse bahsetmez; bir Genel Kurmayımız kaldı, bir de ocağı sönen analar! Hâlbuki o kadar da sivil toplum örgütü var ülkemizde ama nedense hiç sesleri çıkmaz; sanki bu şehit bu vatanın şehidi değil! Sanki bu vatan onların değil!

Tek isteğimiz var bizim, o da yaşamak; kendi vatanımızda, bayrağımızın gölgesinde, bağımsız ve hür ama insan gibi. Buna dahi fırsat vermiyorlar, hain kurşunlarla vuruyorlar bizi. Yöneticilerimizin ise kimi gaflette, kimi ihanette… Biliniz ki bizde ihanet, gafletten ince bir çizgiyle ayrılır. Kimi zaman zor olur görebilmek kimin nerede olduğunu. Şimdi dönüp bir bakıyorum geriye, soruyorum kendi kendime: Terörü yaratanlar belli, teröre destek verenler belli, teröristleri idare edenler belli, bu denklemin bilinmeyeni yok ki! O halde ne duruyoruz, kim çözecek bu bilinmeyeni olmayan denklemi?

Ben ihaneti gördüm, anlatacağım size. Ama ‘’İhanet eden kim?’’, sorusuna gelince, cevabı siz bulacaksınız, denklemi siz çözeceksiniz, belki siz başaracak ve onlara fırsat vermeyeceksiniz…”

Okuduğunuz bu yazı, 2008’de kaleme alınmış ve MHP ile CHP yönetimine gönderilmiştir, tıpkı AKP’ye gönderilmiş olduğu gibi… Yani biliyorlar, hepsi ihanetin ne olduğunu iyi biliyor ama hiç birinde bu gidişata dur diyecek bir tavır olmadı bugüne kadar…

Bu siyaseti yönetenler, öyle bir hal almıştır ki çıkış yolumuzu kapatır ve umudumuza da engel olur bir hale gelmiştir… Halkımızda bir suç yoktur, halkımız çıkış yolumuzdur, eğitim ve öğretim ortalamasının ilkokul 3.4 olduğu ülkemizde halkımızın bir suçu olamaz, onu bu hallere getirenler utansın… Dolayısıyla her türlü engeli aşıp halkımıza gitmek ve ondan yardım ve destek istemek zorundayız, tehlikeye düştük…

Söz konusu vatan olduğu için, halkımıza gidiş yolumuzu kesmek isteyen bu siyasetlere de artık karşı durmak zamanı gelmiştir… Milliyetçilik kimsenin malı olmadığı gibi, Atatürkçülük de kimsenin tekelinde değildir, tıpkı Müslümanlığımızın AKP’nin tekelinde olmadığı gibi…

Geldiğimiz bu noktada, bugün MHP’yi yöneten siyaset, halkımıza umut olacak ve çıkış yolumuzu aydınlatacak bir siyaset izlemediği için, artık bizim değildir, ancak MHP’ye gönül vermiş insanlar bizimdir, tıpkı ülkücü milliyetçi kardeşlerimiz gibi… Dolayısıyla MHP’den de, Ülkü Ocaklarından da vazgeçemeyiz, vazgeçmeyiz…

Benzer şekilde CHP’yi yöneten siyaset, halkımıza umut olacak ve çıkış yolumuzu aydınlatacak bir siyaset izlemediği için, artık bizim değildir, ancak CHP’ye gönül vermiş insanlar bizimdir, tıpkı kendisini Atatürkçü olarak tanımlayan kardeşlerimiz gibi… Dolayısıyla CHP’den de vazgeçmeyiz…

Hâlbuki halkımız bu her iki siyaseti de, bir umut görse iktidara taşıyacak ve bu gidişata dur diyecek, ama olmuyor işte… Yeterli halk desteği var, ama MHP ile CHP’yi yöneten siyaset nasıl bir yanlışlığa düşmüştür ki hazır olan halk desteğini bile iktidara taşıyacak yolları hep kapatmış ve bizi de bu hallere düşürmüştür. Bu nedenle izlenen bu iki siyaset artık bizim olamaz…


AKP’ye gelince, AKP’den zaten vazgeçtik ancak bu siyasetin bizi sürüklediği uçurumun farkında olmayan insanlarımızdan vazgeçme gibi bir lüksümüz olamaz… Dolayısıyla tek çıkış yolumuz; halkımızdır, söz konusu vatandır diyerek yardım isteyeceğimiz halkımız…


Sözümüz söz, çağrımız milli(ulusal) bir çağrıdır; bütün ocaklar ve dernekler, gelin halkımıza gidelim, ülke çapındaki teşkilatlarınızın gücünü alarak bizimle gelin, halkımıza gidelim, destek isteyelim… Köy köy, belde belde dolaşıp halkımızdan yardım isteyelim ve kararı halkımız versin… Bu çağrımıza karşı duran yönetim olursa eğer, karşı çıkın, sesinizi yükseltin ve bizimle gelin, halkımıza gidelim…

En büyük gücümüz halkımızdır, gelin birlikte halkımıza gidelim…

Biz hazırız; adına konferans deyin, kültür şenliği deyin, bizi halkımızla buluşturun, bırakın halkımız bir de bizi dinlesin ve ülkemizde gidişat nedir, bir de biz anlatalım. Göreceksiniz halkımızın sağduyusu galip gelecek ve yüreğindeki güçle bizi bu tehdit ve tehlikelerden kurtaracaktır…

Halkımızın yüreğindeki sağduyu gücünden başka bir çıkış yolu aramanın kimseye faydası olmayacaktır, demokrasilerde en büyük güç halktır ve halkın karşısında kimse duramaz…

Erdal SARIZEYBEK, 9 Ocak 2012
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Şu dizine dön: Erdal SARIZEYBEK

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x