İKTIDARIN MANTIĞI- DEVLET ÜSTÜNE (4)

İKTIDARIN MANTIĞI- DEVLET ÜSTÜNE (4)

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Cum Eyl 11, 2015 6:52

İKTIDARIN MANTIĞI
DEVLET ÜSTÜNE (4)
‘Devlet’ üzerine, elimizde henüz genel geçer bir ‘kuram’ yok derken, herhangi bir düşünürün kendi ‘felsefe sistemi’ içinde ona ayrılan ‘yer’ ya da o düşünürün ‘tanım’ından söz ediyor değiliz. Öyle olsaydı Platon’un ‘Devlet’inden Dr Recep’in ‘Devlet anlayışı’na değin binlerce ‘kuram’dan sözedilebilecekti.
Bununla, günümüzde, sözgelimi ‘Marksist Devlet Kuramı’ dahil kimi ‘politik iktidar’ ya da ‘Devlet’i ‘açıklama sorunları’ yaşanıyorsa, bunun nedenleri üzerinde düşünmek gerekir denilmek istenmektedir. Aksi halde, Adem’den Kıyamet’e değin, “böyle gelmiş böyle gider” denilmekle yetinilmiş olacaktır.
Değilse, bu ‘İktidar’ denilen ‘mekanizma’ nedir ve nasıl evrilmektedir diye sorulacaktır. Kaldı ki, bu bir ‘merak’ konusu olmanın ötesinde bir ‘zorunluluk’tur.
‘İktidar’ın üzerinde tartışılmayacak özelliği ‘zor’a, yani ‘baskı’ ya da ‘zecir’e dayandığıdır. Ancak tarihsel gelişimi içinde bu baskı ya da ‘zor’un niteliği değil ama ‘biçim’i değişmekte, değişen ‘yöneten/yönetilen’ ilişkilerine göre de yeni ‘kuram’lar üretilmektedir.
Bu ‘yöneten/yönetilen ilişkisi’, hukuksal, siyasal, ekonomik, antropolijik ya da herhangi bir ‘lojik’le ele alınabileceği gibi salt ‘kendi lojiği’ ile ele de alınabilir. İşte başka disiplinlerin yaptıkları gibi sadece kendi ‘alan’larını ilgilendiren yönleriyle değil ama ‘Devlet’i kendi “özü” bakımından ele alan Anthony de Jassay’in (The State, 1985. La logique du pouvoir politique, Les Belles Lettres, 1994) çalışması bu bakımdan üzerinde durulabilecek bir çalışmadır.
Devletin ‘Derin’i
Kuşkusuz ‘moda’ olan ‘Devletsiz halklar’ anlamında değil ama günümüzde bile hala ‘Devlet’siz olan toplumların varlığı bilinmektedir. Ancak, ‘Derin Devlet’ biçiminde yapılan sıradan tanımlamalar şöyle dursun, eğer varsa, her ne biçimde kurulmuş olurlarsa olsunlar, ‘Devlet’lerin de ‘derin yapı’ları var mıdır diye sorulabilir. İşte, Anthony de Jassay’in çözümlemesi, bir kez kurulmayagörsünler, kurulduktan sonra, ‘Devlet’lerin kendilerine özgü bir ‘varlık’ olarak ele alınabileceklerine dayanmakta. Böylece onların tarihsel süreç içindeki ‘evrim’leri de incelenebilmektedir.
Öte yandan, Marks da, henüz proletarya kavramını kullanmadan önce ‘sivil toplum’ diye adlandırdığı halk kesimleriyle ‘politik iktidar’ arasındaki ayrışmaya dikkat çektiği zaman, ‘politik güç’ün ‘özerk’ bir yapıya sahip olduğunu ve dolayısıyla ‘kendine özgü’ bir ‘tarih’i olabileceğini düşünmekteydi.
Bir bakıma ‘Devlet vardır devletlerden içeri’. Bunu sıradan ‘Derin Devlet’ tanımından ayırmak için ‘Devlet mantığı’ diye adlandırmak yerinde olacaktır. Bu tanımlamayla, sonradan genel kabul görecek olan ve Devlet’i salt bir ‘araç’ olarak gören yaklaşımlardan ayrılmış olunmaktadır.
Ne var ki, çoğu kez, özellikle ‘Türkçe düşünme’ yeteneği kazanmamış beyinler için Devlet’in bir ‘aygıt’ (appareil) olması ile bir ‘araç’ (instrument) olması arasında bir ‘ayırım’ yapılmamaktadır.
Oysa Devlet’in ‘nevi şahsına münhasır’ bir ‘örgü’, bir ‘organ’ ve giderek bir ‘örgüt’ olarak düşünülmesi ile sıradan bir ‘araç’ olarak düşünülmesinin önemli sonuçları olacaktır. Sözgelimi, ‘evrim’in onun ‘biçimi’nde mi yoksa ‘özü’nde mi olduğu saptanamayacaktır.
Kaldı ki, Devlet’in ‘kendi mantığı’nı bulabilmek, bizim ‘mantıksal çıkarımlarımız’dan çok daha önemlidir.
Aynı şeyi ‘Ulus’ kavramı için düşünmemek için de bir gerekçemiz olamaz.
Gerçekten, gerek ‘Devlet’ ve gerekse ‘Ulus’ için, olması gerekenden önce ‘ne’ olduğunun anlaşılma zorunluluğu yok mudur? Öncelikle anlaşılması gereken onların ‘doğal’ hallerinin olup olmadığı yani ‘état de nature’ ya da ‘doğa’larının ne olduğudur.
‘Ulus’a çeşitli yönleriyle değişik yazılarda değindik. Ancak Anthony de Jassay “insanlar ya da insan gruplarının ‘doğal hali’nden sözetmek, diyor, ulus sözkonusu olduğu zaman oldukça zordur”. Oysa, Güney Amerika’daki Tupi-Guaranilerde Devlet’in ‘olmayışı’, onların ‘uygarlığın teknik düzeyi’ne ulaşamadıklarıyla değil ama politik iktidarlarının ‘doğa’sıyla açıklanabilmektedir.
O halde, Devlet gibi ‘Ulus’un da, kendine özgü bir ‘doğa’sının olduğu ve yine kendine özgü bir ‘evrim’ geçireceğinin ileri sürülmesi için herhangi bir engel yoktur.
Ne var ki, yazarımız, çalışmasında ulus konusuna doğrudan girmeksizin, Devlet’i şu beş başlık altında incelemektedir:
1° Kapitalist Devlet
2° Çatışmacı Devlet
3° Demokratik Değerler (Devleti)
4° Yeniden Bölüşüm (Devleti)
5° Devlet Kapitalizmi
İlk bakışta kavramların hiç de ‘yabancı’ olmadığını söylemek için çok erkenci davranmamakta yarar var. Sondan başlanacak olursa, De Jassay’ın ‘Devlet Kapitalizmi’, üretim araçlarının ‘Devlet’in tekelinde toplandığı, ‘Reel Sosyalizm’ kavramamına karşılık gelmektedir. Benzer biçimde, diğer ‘kavramlar’a yüklenen anlamlar da farklı olabilir.
O nedenle, bu kavramları sırasıyla ele almamız gerekmektedir.
Kapitalist Devlet
‘Kapitalist devlet’, Devletin ‘kuruluş’u sırasındaki ‘şiddet, boyun eğiş ve tercih’e gönderme yapıp, bu baskı ve boyun eğiş de, ‘kapitalist mülkiyet’in kabul ve devamı içindir. Kapitalist ‘mülkiyet’ de ‘ilk kullanıcının hakkı’na dayanmaktadır.
Yalın ‘kullanım hakkı’ndan ‘meşru mülkiyet’e geçiş ilkesini tanıyan Devlet, Kapitalist Devlet olarak kabul edilmektedir.
Kuşkusuz bu ‘Devlet’ de bir ‘soyutlama’dır. ‘Devlet Kuramı’na giden yolda, bu tür bir soyutlama ile başlanılması da normaldir. Ne var ki, yazar bu devletin baskısının, Marksist ‘sömürücü sınıf baskısı’ olmayabileceğini ileri sürmektedir. Böylece Devlet’in politika-üstü olabileceği ve dolayısıyla da ‘Devlet’in ele geçirilmesi’ için bir ‘mücadele’nin sözkonusu olmayabileceğini tasarlamaktadır.
Ondan da öte, ‘ilk birikim’, ‘işbölümü’ ve ‘artı-değer’ gibi kavram ve mekanizmalar olmadan da ‘kapital’ ortaya çıkabilecektir.
XVI. yüzyıldan itibaren, İngiltere’de diyor yazarımız, küçük ve büyük soylulara ait topraklar ‘kapitalist mülkiyet’ olarak kabul edilmeye başlandı ve kapitalizmi hızlandıran ana etken, ‘motor’, de bu oldu.
Kapitalizmin olmazsa olmaz ikinci koşulu ise ‘sözleşme yapma özgürlüğü’dür.
Zaten kapitalizm öncesi ‘aristokratik’ ‘Büyük Devlet’ler de birer ‘Tarihsel kaza’ olarak ortaya çıkmışlardır. Toplumsal yaşam için illa da ‘Devlet’ gerekmeyebilir.
Görüldüğü kadarıyla, yazarımız ‘Devletsiz bir toplum’ için kuramsal hazırlık yapmaktadır. O arada, devletin ‘özerk’liği konusunda, Marx’ın ‘gençlik yazıları’na gönderme yaparak kendi tezine dayanak aramaktadır.
Genç Marx’ta Devlet
Marx, 1843’te ‘Yahudi Sorunu’ üzerine yazdığı makalede, “İnsanın kamusal ve özel diye iki ayrılması, dinin Devlet’ten sivil topluma yer değiştirmesi, bir aşama değil politik özgürlüğünün tamamlanmasıdır” diye yazıyordu. Ancak bu ‘kuramsal’ olarak böyledir ve ne yazık ki ‘pratik’te henüz gerçekleşmemiştir. Sözgelimi ne Amerikan Devrimi ve ne de Büyük Fransız Devrimi, insan ve yurttaş haklarından sözetmelerine karşın, insan olarak yurttaşı değil ama sadece ‘özgün (authentique) ve gerçek’ insan olarak ‘burjuva’ları kabul etmişlerdir.
Politik özgürlük, insanı bir yandan sivil toplumun bencil ve bağımsız bir üyesi yaparken, öte yandan yurttaş olarak da bir tüzel kişi’ye indirgemiştir. Ne zaman ki, bireysel insan soyut yurttaşlığı eline geçirip, özel ve çalışma yaşamında ‘doğal’ (être générque)lığına kavuşursa, işte o zaman ‘toplumsal güç olarak kendi öz gücüne kavuşup örgütleyebilecektir. Yine ancak o zaman politik güç biçiminde ayrı duran toplumsal gücüyle bütünleşmiş olur ve insanın özgürleşmesi de böylece tamamlanmış olur.
Demek ki, dillere pelesenk olan ‘İnsan Hakları’, ‘yuvarlak laf’ların çok ötesinde ve ‘insan ve yurttaş hakları’ olarak anlaşılmaz ise ‘Devlet’ de kolay anlaşılmayacaktır.
Peki ama ‘Genç’ Marx aynı yerde Devlet’ten sözetmemiş midir? Etmiştir ama, orada yazdıkları ‘Kutsal Aile’de daha anlaşılır biçimde yazıldığı için, Kutsal Aile’de nasıl yazıldığına bakılmalıdır.
Modern Devlet’in özünü kavrayan, diyor Marx, Robespierreler ve Saint-Juste’lerden çok Napolyon Bonaparte’tır. “Benim valim, benim jandarmalarım, benim din adamlarımlarımla istediğim Fransa’yı yapabileceğim” Devlet.. İşte Marksist kuramda ‘aygıt’ değil ama sıradan bir ‘araç’ olarak değerlendirilen devlet bu ‘modern devlet’tir.
Ne var ki, yine Fransa’dan örnek verilecek olursa, bu modern devletin ‘politik gelişimini’ (formation) tamamlaması da ancak 1830 Devrimi ile olmuş ve Devlet ‘Anayasal ve Temsilî’ bir biçim almıştır.
Devlet, anayasa, temsiliyet, insan hakları ve yurttaşlık..
Buraya kadar anlatılanlar boyunca ne Anthony de Jassay’ın ve ne de Marksist ‘Devlet Kuramı’nın ayrıntısına girmenin olanağı yoktu. Yine de Devlet, anayasa, temsiliyet, insan hakları ve yurttaşlık gibi kimi kavram ve terimlerden sözedilerek, en azından, ‘Devlet’ konusunda ‘yeniden düşünmek’ için kimi başlıklar sayılmış oldu.
Devam edeceğiz.
Habip Hamza Erdem
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1532
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Habip Hamza ERDEM

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

cron

x