ADALET NEDİR, KİMLER İÇİN İSTENİR? / Mithat AKAR

Üniversiteli Gençler Burada Yazıyor

ADALET NEDİR, KİMLER İÇİN İSTENİR? / Mithat AKAR

İletigönderen mithat akar 1923 » Prş Haz 22, 2017 14:24

Küreselleşme ve Adalet

Son birkaç gündür ana muhalefet partisinin merkezinde şekillenen “Adalet” yürüyüşü, birçok çevrenin şu ya da bu şekilde gündeminde yer etti. Söz konusu yürüyüş, kimi zaman politik iktidarın, kimi zaman da ana muhalefetin çıkışlarıyla da yer yer gündemimize geliyor.
Burada söz konusu yürüyüşün içeriğinden, doğru ya da yanlış yönlerinin değerlendirilmesinden çok “ADALET” kavramının üstünde durmakta fayda var sanırım. Bu çalışmamızda “herkes” için adalet mümkün mü? Adalet isteminin kökleri neye dayanır? Toplumun her kesimine adil davranılabilir mi, gibi sorulara yanıt bulmaya çalışacağız.
Öncelikle konunun temelini oluşturan kavramı tanımlamakla başlayalım. Yani adaleti…
Resim

Adalet, farklı kaynaklarda yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması, hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı verme, doğruluk, şeklinde genel kabul edilebilir biçimlerde tanımlanmıştır.
Adalet, “yasa” kavramıyla genelde birlikte anılır. Devletlerin yönetim biçimleri, politik iktidarların niteliği ve yönelimi, toplumların gelmiş olduğu ekonomik gelişim seviyesi, kültür, din, hatta jeopolitik gibi etmenler, yasa – adalet kavramını belirleyen nesnelliği oluşturur. Türk tarihinde TÖRE olarak da adlandırılan yasa, toplumların yönetilme ve toplumları yönetme, ona egemen olmak için uygulanan yazılı ya da sözlü kurallar bütünüdür. Tarihte bilinen Cengiz Han yasaları, bu konuya verilecek en belirgin örnektir.

Adalet aynı zamanda alt yapıya, yani ekonomik yapının niteliğine, göre şekillenen üst yapı (siyasi, hukuksal, kültürel v.b. ) kurumlarından biridir. Bu temel veriden yola çıkarsak, iktisadi yapının niteliğinin, adalete de yön verdiğini; iktisadi yapı içerindeki mülkiyet biçiminin (özel mülkiyet, kamucu mülkiyet gibi) adaletin de yönelimini belirlediğini söyleyebiliriz.
Sosyal ve iktisadi eksende şekillenmesiyle beraber, “adalet” kavramı birçok kez politik bir istem ya da talep olarak, sosyal sınıflar ya politik odaklar tarafından öne sürülen bir kavram olmuştur. Tarihsel anlamda bunun en belirgin örneği Fransız Devriminde görülmüştür.

Peki, Herkes İçin Mümkün mü?

Adaletin, herkes için mümkün olup olmaması; adaleti nasıl tanımladığımıza veya ona nasıl bir anlam yüklediğimize bağlıdır. Eğer, “adalet”ten toplumun her sınıfına, siyasal grubuna, bireyine “hakkı olanı verme”, “hakkaniyetli davranma” olarak bir anlam çıkarıyorsak; en baştan belirtmek gerekir ki içinde bulunduğumuz toplumsal – siyasal sistemde bu mümkün değildir. Örneğin kapitalist bir toplumda, “herkes” için adaletten bahsetmek mümkün mü? Aynı anda hem özel mülkiyeti, üretim araçlarını elinde bulunduran sınıfın; hem de özel mülkiyetten yoksun olan ve ücretli emeğiyle geçinen sınıfın “eşit” oranda, aynı ölçekte hakkını savunmak mümkün değildir. Hem özel mülkiyet varlığını korusun hem de çalışan sınıfların yoksulluğu ortadan kalksın, demek maddenin doğasına aykırı. Çünkü arada uzlaşmaz bir çelişki ve çatışma vardır. Bir sınıf için “adil” olan, diğer sınıfın hakkının gasp edilmesi olarak yansıyacaktır.
Çünkü ekonomik olarak ayrıcalığını koruyan sınıf; siyasal ve hukuksal anlamda da bu ayrıcalığını güven altına alacak bir sosyal örgütlenmeye ve tedbir alma yöntemlerine başvuracaktır. Daha farklı bir ifadeyle, mevcut kurumları ve yasaları, kendi ekonomik çıkarlarına göre şekillendirecektir. Kimilerine çok “sol” bir analiz gibi geldi biliyorum. Ama olaylara ve olgulara bilimsel yaklaşmak, bizi solcu yapmaz, kaygısız olun.

Emperyalizm ve Adalet

Mevcut durumu biraz daha genişletelim ve somut örneklerle devam edelim. Gazi Kemal Atatürk, bir Milli Kurtuluş Savaşı sürecinde milli / üniter devlet yapısını kurdu. Bu süre zarfında işgal kuvvetleri ile kendi çıkarlarını ortak gören hilafet ve saltanat makamı lağvedilmiş, bu iktidar organlarının politik ve hukuksal varlıkları ortadan kaldırılmıştı. Bu durum Türk ulusunun, milli bağımsızlığı ve milli egemenliği için olması gereken, “adil” olan bir uygulamaydı. Ama İstanbul Hükümeti ve ona bağlı olan organlar için hiç de adil değildi bu! Yukarıda kapitalist toplumdan örnek verirken sınıfların çıkar çatışmasında olduğu gibi, Milli Kurtuluş Savaşı sürecinde de aynı anda hem İstanbul Hükümeti hem de Ankara’da kurulan Milli Hükümet için adalet istemek, maddenin tabiatına aykırı değil mi? Aynı konuda farklı bir örnekle, içinde bulunduğumuz durumu daha da somutlaştıralım. Milli Kurtuluş Savaşı ile kurulan Cumhuriyet devleti, her devrim kanununda olduğu gibi kendi politik, hukuksal, kültürel varlığını korumaya yönelik yasal önlemler almış; Cumhuriyet varlığını ortadan kaldırmaya dönük kalkışma ve ayaklanmalara karşı, kendi koruma kanunlarını ortaya koymuştu. Bu ayaklanmalardan biri olan ve Cumhuriyet varlığı ile birlikte Türk ulusunun egemenliğini ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ortadan kaldırmaya dönük, dış destekli olarak başlatılan Şeyh Sait İsyanı, gerektiği gibi zor yoluyla bastırılmıştır. Ayaklanma bastırıldıktan sonra, mevcut anayasa gereği ayaklanmanın başını çekenler İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanarak gereken ceza infaz edilmişti. O dönemde bastırılan bu ayaklanmayı, şimdi toplumun farklı kesimlerine soracak olursak, eğer sorduğumuz kişi gerici – bölücü bir damara sahipse, “adaletsizlik” olarak; Milli / Üniter Devlet yapısından yana olan bir vatanseverse “Adalet”, “Olması gereken uygulama” olarak yorumlayacaktır. Yukarıdaki, “herkes” için adalet mümkün mü? sorusunu, aynı olay için yineleyelim. Aynı anda hem gerici Şeyh Sait için, hem de Cumhuriyet devleti savunucuları için adalet mümkün mü? Daha farklı bir ifadeyle, hem Şeyh Sait’in istemini yerine getirip hem de Milli / Üniter devlet yapısını korumak mümkün mü? Değil, çünkü arada uzlaşmaz bir karşıtlık, çatışma ve çelişme vardır. Biri için “adalet” istiyorsanız, diğeri için gerekeni yapmak zorundasınız.

Adaleti Kimin İçin İstediğimizi Bilmeden, Adalet Aranmaz
Resim

İçinde bulunduğumuz dönemde “Adalet” istemeyen yok. Bir ülkeyi işgal eden emperyalist devlet de "adalet" getirmek için geldiğini ifade ediyor, bu işgale direnen devlet de adalet için direndiğini ifade ediyor. Liberali, gericisi, bölücüsü, ilericisi, sağcısı, solcusu… “Herkes” adalet istiyor. Ancak Türkiye’de gerçek adaletin ölçütü, Türk ulusunun istiklalini ve egemenliğini savunmakla doğru orantılıdır. Daha farklı bir ifadeyle, adalet konusunda bir bireyin, çevrenin, teşkilatın ne kadar samimi olup olmadığının ölçütü sömürgeciliğe ve küreselleşmeye karşı çıkması veya ona yedeklenmesiyle ölçülür. Adalet, eğer hakkaniyetli davranmak ve olaylara, kişilere adil yaklaşmaksa; Cumhuriyet’in temel kurumsal yapısını oluşturan Ulus devlete karşı olanlarla, ulus devleti savunanlara aynı ölçekte, eşit, yaklaşılamaz. Çünkü Türkiye 1939’dan günümüze adım adım Batı emperyalizmine bağlanmış, savunmamız, ekonomimiz ve eğitimimiz dışa bağımlı olduğu gibi; yargı kurumlarımız da dışa bağımlı hale gelmiştir. Konunun girişinde belirttiğimiz gibi. Hukuksal, siyasal ve kültürel yapı (yani üst yapı kurumları ), ekonomik yapıya (yani alt yapıya ) göre şekillenir. Türkiye’nin iktisadı anlamda dışa bağımlı olduğu gerçeği göz önünde bulundurulacak olursa eğer; hukukta ve yargılamada adaletin yolu en başta dışa bağımlı olmaya, yani emperyalizme karşı olmakla aranmalıdır. Bu temel veriden yola çıkacak olursak… Aynı anda milli devleti savunan, Ergenekon ve Balyoz tertiplerinde, deyim yerindeyse “Engizisyon Mahkemeleri” usulü yargılananlarla; bir işgal ve iç savaş girişimi olan 15 Temmuz’da, milli devleti tamamen ortadan kaldırmaya kalkan güdümlü çetenin aynı “çuvala” koyulması nasıl beklenir?

Temel çelişkiler doğru saptanmadan, ne istediğimizi bilemeyiz. Yani, adaleti kimin için ve ne için istediğimizi bilmeden; doğru bir hak arayışına yürüyemeyiz.
Salt muhalif olmak namına adalet aranamaz. Bununla beraber, politik iktidara sahibim, mantığıyla adalet, iktidara göre de şekillenemez. Türkiye’de adaletin doğru işlediğini kimse iddia edemez. Bunu Ergenekon ve Balyoz sürecinde zaten yaşadık. Ancak Türkiye’de adaleti aramak için, öncelikle adaletin temeline dinamit koyan küresel güç odaklarına karşı çıkılmalıdır. Yukarıda defalarca sorduğumuz soruyu, sonuç yerinde yine soralım: Hem küresel güç odaklarıyla hareket edip, hem de doğru bir adaleti aramak olası mı?

Mithat Akar

https://www.facebook.com/profile.php?id=100006232153226
Kullanıcı küçük betizi
mithat akar 1923
Üye
Üye
 
İletiler: 298
Kayıt: Çrş Ağu 28, 2013 16:18

Şu dizine dön: Gençlik Diyor ki

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x