DİYANET ve HIYANET

Türkiye ve dünya gündemindeki gelişmeler hakkındaki fikirleriniz, yayınladığımız izlencelerin bölümleri hakkındaki düşüncelerinizi paylaşabileceğiniz alan.

DİYANET ve HIYANET

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Çrş Eyl 20, 2017 13:36

DİYANET ve HIYANET
Diyanet İşleri Başkanlığı’na Ali ‘Akbaş’ atanmış.
‘Akbaş’ ya da ‘Karabaş’ bir tek renk farkı olmalı.
Ya da kendisi ‘Akbaş’ ama atayan ‘Karabaş’.
Şimdi bu ‘Akbaş’ mı ‘Karabaş’ mı farketmez; ne diyor?
“Babamdan duyduğuma göre, Mustafa Kemal döneminde, Candarma, her Kur’an okuyanı karakola çekiyordu”.
“O nedenle bizim köylüler Kur’an’larını tarla duvarlarının taşlarının arkasına saklıyorlardı”.
Tıpkı Dr Recep’in dedesi ve babası gibi...
Bunlar açılan okullar yerine tarlalarda Kur’an diye Said-i Nursî ‘Risaleleri’ okuyorlardı aslında.
Sonra ‘Hz Fetullah efendimiz’in ‘islamî’ eserleri geldi.
Siz bakmayın bugün ‘Hz Fetullah Efendimiz’in ‘tukaka’ olmasına.
Hangi ‘tarikat’ olursa olsun, Mustafa Kemal’i, ‘Deccal’ olarak nitelendirir ve öyle anlatırlar.
Bu uğurda her türlü ‘yalan’ mübahtır.
Ve bu konuda kim daha büyük bir ‘kuyruklu’ yalan anlatırsa o kadar ‘meşhur’ olur.
Ancak ve ne var ki, bu tür yalanlara karşı ‘mücadele’ etmek için, Şaban TV’nin yaptığı gibi, ‘Atatürk şöyle müslümandı, böyle müslümandı’, ‘Atatürk İslam Alemî’ni de kurtardı’ türü daha küçük ‘kuyruklu’ yalanlara sığınmak da hiç gerekli değildir.
Önce şu ‘İslam, müslüman’ kısır döngüsünden çıkmak gerekmektedir.
Gelin ‘din değiştirelim’ diyen yok.
İnananlar, her istediği inancı her istediği biçimde özgürce yaşamalıdırlar.
Ancak kimsenin kimseyi oruç tutmak ya da namaz kılmaya zorlamaması gerekir.
Okul ya da devlet dairelerine ‘mescit’ açmak ise, ‘Devlet’in devlet olmaktan çıkması ve bir ‘ideolojik aygıt’a dönüşmesi demektir.
Başına, yani Diyanet İşleri Başkanlığı’na da bir ‘Karabaş’ın atanması demektir.
Oysa Mustafa Kemal, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurarken, Karadeniz’in dağ köylerinde, Kur’an diye şunun bunun ‘risale’lerini okumak yerine, İslam dininin ‘gereği gibi’ anlaşılma ve öğretilmesine yardımcı olmak için kurdurdu.
Aksi halde, anlatacağımız fıkrada olduğu gibi olacaktı:
Erzincan’dan geldim Van’a..
Akbaş’ın babasının Kur’an diye tarla duvarına sakladığı ‘risale’lerin okunduğu dönemde; Erzincanlı bir yoksul köylü iş bulmak üzere yola çıkar.
Dağ, tepe derken Van’ın bir dağ köyüne ulaşır.
O köylüler de bir ‘Hoca’nın gelmesini beklemektedirler.
Yolcuyu görünce, ‘işte bizim hoca geldi’ diye sevinirler.
‘Hocam, derler alelacele, bizler yoksul köylüleriz, sana ancak her yıl bir dana verebiliriz. Otuz haneyiz eder yılda otuz dana’.
Adam bakar, yılda otuz dana fena değil ama namaz nasıl kıldırılacak?
İte kalka, öne sürerler ve adam ‘eli mahkûm’, başlar namaz kıldırmaya.
Dua yerine de, “Erzincan’dan geldim Van’a, ben topladım otuz dana, hepsi bana hepsi bana diye mırıldanarak” Allhu Ekber der.
Namaz kılınır kılınmasına da, köylüler ‘Dua’dan pek bir şey anlamazlar.
Zaten yüzyıllardır bir şey anlamamaktadırlar.
Derken, bir gün Van’dan ‘Müftü’nün yolu düşer köye.
Müftüyü görünce, bizim Hoca’nın canı sıkılmamış değil.
Müftü efendi sen kıldır namazı der Hoca.
Müftü de ne münasebet, senin kıldırman daha isabetli olur demez mi?
Çaresi yok bizimki geçer cemaatin başına.
“Erzincan’dan geldim Van’a, ben topladım otuz dana, yarısı sana yarısı bana; Allahu Ekber!”.
Namazdan sonra, köylü müftüye ‘Nasıl buldunuz hocamızı?’ derler.
Müftü de, iyi iyi de, otuz dana az gelir bu hocaya, siz onu altmışa çıkarın der.
İşte Akbaş’ın babası ile Dr Recep’in dedesi bu ‘hoca ve müftü’lerin elinde kalmasın diye, Mustafa Kemal Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurdurmuştu.
Keşke kurdurmasaydı.
Karacaoğlan zamanından beri nasıl gelmişse öyle gitsindi.
Ruhi Su’nun anlattığına göre; Karacaoğlan bir gün sazı sırtında eşeğiyle giderken, karşıdan Kadirli’nin kadısı ile Kozan’ın müftüsü gelmekteymiş.
Kadı, Karacoğlanı uzaktan gördüğünde müftüye dönüp; - “işte şu karşıdan gelen yezit gibiler tam cehennemlik olanlardır, demiş; çalıp çağırmaktan başka bir şey yapmazlar.”
Karacoğlan aradaki konuşmayı sezdiği için, yanlarına vardığında inip eşeğini dövmeye başlar.
Müftü dayanamayıp, ‘bre gafil ne diye döversin zavallı eşeği?’ diye sorunca;
Karacaoğlan da, - “Sorma müftü efendi demiş; ben ona adam ol da çal çağır dediğim halde, o bana ‘ben ya Kadirli’ye kadı ya da Kozan’a müftü olacağım diye direniyor da ondan dövüyorum” demiş.
‘Diyanet İşleri Başkanlığı’na da atanmak üzere Karacoğlan’ın eşeği öldüğü için zahir, Dr Recep’in Akbaş’ı atanmış.
En iyisi oymuş demek ki.
Benim ‘Bunlar’dan adam olmalarını bekledğim yok.
Ya ‘Bakan’ olurlar ya da Diyanet-Miyanet’e ‘Başkan’!
En iyi yaptıkları iş de ‘Hıyanet’!
Habip Hamza Erdem
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1535
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Tartışma ve Fikir Meydanı

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x