UMUT ÖNEMLİ

UMUT ÖNEMLİ

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzt Eyl 24, 2018 19:28

UMUT ÖNEMLİ



Ortadan, uzun bir süreliğine türlü nedenlerle yitip gittikten sonra, günlerden bir gün, “Ben geri geldim, yeniden buradayım.” deme, kolay değildir.

Sanırım bu durumun bir benzerini geçtiğimiz günlerde Hulki Cevizoğlu yaşamış. Yeniçağ Gazetesi’ne, kaç aylık ayrılıktan sonra, şu sözlerle geri dönmüş:

“Yaşadığımız olaylara hep aynı bakış açısıyla, herkesin kendi mahallesinden bakmasından yorulup sıkılmadınız mı? Ben çok sıkılmıştım. O yüzden kendimi bilginin ve bilimin dağlarına, ovalarına, mağaralarına, denizlerine atmıştım. Yeniden kavuştuğumuz bu günden itibaren -şimdilik- her Pazartesi karşınızda olacağım ve olaylara farklı açılardan bakmaya çalışacağım. Hoş bulduk.”

O sıkılmış. Ben bunaldım. Sonucu belli bir oyuna, iksirli su içmişler gibi herkesin kapılmasına, güle oynaya yönetim biçimimizi, Cumhuriyetimizi değiştirmeye koşmalara, iki yüzlülüğe, bilip de bilmezden gelmelere, “bana dokunmayan yılan…” düşüncesinin bu derece yaygınlaşmasına, sanal, yapmacık aptallığa, topluma egemen olan çıkarcılığa, “gemisini yürüten, kaptan” bencilliğine… daha fazla dayanamazdım, bir anda bilgisayarlı dünyadan koptum.

Bu kadar da değil, uzun süre hiç siyasi haber dinlemedim, okumadım, ta seçime kadar CHP’nin adayı kimmiş duymadım, bilmedim, ilgilenmedim. Seçim sonuçlarını haftalarca öğrenmek istemedim. Ne yaptım? Gözlemledim çevreyi, insanları… Gün gün, saat saat… O gün, geldi geçti… Sonucu bilmeye çalıştım, anlayamadım.

Kimse çığlık atmadı, üzülünmedi, ağıt yakılmadı, dövünülmedi… Yaşam devam etti.

Tepkisizliği, boş vermişliği, “elle gelen düğün bayram” kolaycılığını, sevdiğinden, ilkelerinden, sorumluluğundan vazgeçmeyi, değerlerini önemsememeyi, alışmanın, yozlaşmanın ve de çaresizliğin ne biçim bir şey olduğunu çevreyi gözlemleyerek gördüm.

Bu arada, okudum, okudum, okudum, gider ayak bilmediğim ne varsa biraz daha öğreneyim, kitapların dünyasında gezineyim, dedim.

Cevizoğlu olaylara farklı açılardan bakacakmış, ben, farklı konular yazacağım.

Olan biten o derece belli ki, “Binmişiz bir alâmete, gidiyoruz kıyamete…” Görünüyor: “Alan memnun, satan memnun…” Her şey artık inşallahlı maşallahlı. Bir dinleyin demeç veren üst düzey yöneticileri. İnşallah yapacaklar, inşallah edecekler. Milli Eğitim Bakanı, “Allah razı olsun”lu dilenci ağzıyla okulların açılışında bir öğrenciyle konuşuyor. Sözünü, “inşallah”la bitiriyor. “Ya kısmet!”e kalmış işimiz: “Gelin ata binmiş…” Gören göz görüyor, kime ne anlatmalı: “Görünen köy klavuz istemez…” Anlaşılan o ki, bundan böyle, bizde, kimsenin bir şey bilmesi, olacağı sorması, öğrenmesi gerekmiyor. Çocuklar bile oynarken sorar: “ El el üstünde kimin eli var?”

*

Saçma sapan magazin haberleriyle dalmışlar kafalara. Dizicilere dizi, konsercilere konser… Uyuşturucu bağımlısı olduğu yıllardır söylenen bir kadın şarkıcının konserine elli bin dinleyici gitmiş. Konser kuyruğu o biçimmiş… Şarkıcı dedikse, popçu; şarkı türkü yok artık, İngilizce şarkı, Türkçe pop var. “Hadiseler” daha geçenlerde, Mersin’i sallamıştı. Bodrum her gün sallantıda. Adı sanı duyulmamışlara, şöhreti bir şekilde yakalayanlara bile, eğleneyim diye giden gidene… On binler, elli binler… Eğlence çılgınlığı bir veba gibi sarmış insanlarımızı. Kıbrıs’ta, ülkemizde sahil kentlerinde, irili ufaklı şenliklerde (festival) sahne alanları dinlerken, izlerken kendinden geçen geçene… Yurt içinde iki yüz bin, yurtdışında dört yüz bin dolarlık konser ücretleri için, “Karar verdim, ekonomik krize karşı, bundan böyle paramı Türk lirasıyla alacağım.” diyen popçuyu öve öve bitiremiyorlar. Aman ne çok vatansevermiş, ne fedakarmış, ne cömertmiş… Yok, Almanya’da doğum yapan karısına evlendiğinde şunu, doğum gününde bunu, yenice de şunu almışmış.

TRT’den dizi başı (haftada) 250 bin lira aldığı söylenen, akil (açılımcı) eski artist Hülya’nın damadı, gerekirse fedakarlık yaparım, kemer sıkarım demiş. Ayda bir milyonu devlet televizyonu bir dizi oyuncusuna ödüyor, bu kişi de lütfedip daha aza razı olacak. Savurganlık akıl almaz boyutlardaymış demek…

Böyle dudak uçuklatan paralar havada uçuşuyor; meğer ne çok konser meraklısıymışız. Ermeni bayrağını, “Hepimiz Ermeniyiz” diye sahnesinde sallayan, Türk’ü sözde soykırımla suçlayan, yazın Kaş’ı, Bodrum’u… en son Mersin’i sallayan şarkıcıya, bu tür eğlendiricilere rağbet sanki daha da artmış, yazılanlar doğruysa, geçtikleri yerler yıkılıyor, gençler birbirini eziyor. O, annesinin ölümüyle kendisine edilen “üst düzey” taziye telefonu için, basın yayın aracılığıyla; “Çok samimi, çok sahiplenici, çok gerçekti…” diyen de, Atatürkçü sanılan bir ünlü piyanistti, konserlerine sözüm ona bu iktidarca hep zorluk çıkarılan.

Seçim zamanı, anımsarsınız, kaçırılan çocuk haberleri modaydı. Her gün onlarla yatıldı, onlarla kalkıldı. “Namussuzlar, acımasızlar, hepsini asalım… İdam geri gelsin!“ Kaçırılıp öldürülen küçük Leyla’nın günler sonra amcaoğlu tutuklanınca bile ayınılmadı, bu haberler, neden, niçin her gün yayındaydı diye sorulmadı…

“En son, “Ben mal mıyım?”sorusuyla gündemdeydi bir küçük kız daha. Ana baba boşanmışlar da, çocuk bir ay babadaymış da, anne, kızı, icra memurlarıyla almaya kalkışmış da, çocuk bağırmış, çağırmış… Ardından, “Yasalar değişsin, çocuklar böyle alınamasın!” ağız birliği… Hemen yeni yasa hazırlığı başladı müjdesi… Kurgu olaylar, ardından pat diye kafalara inen yeni bir yasa. Ne tartışma, ne görüşme, ne bilimsel, sosyal bir araştırma… Bir çocuk böyle konuşabilir mi, o yaşta mal mıyım demeyi bilir mi, kimse sorgulamıyor. Anne konuşturulunca düzenek ortaya çıkıyor. Meğer aynı binada alt alta otururmuş ana baba. Ne öyle bir ay gözden uzak olma var, ne memurlarla tango yapmaya gerek var… Neyse küçük kız, bayağı akıllı, sorunu çözmüş, kendini akşam televizyonda görünce, “Ben ünlü oldum!” demiş anneye. Sevinmiş.

Bir de, evlilik, bebek haberleri gırla… Şu şunla evlenmiş, şu nişanlanmış, şu kaçıncı aşka yelken açmış, şu kına gecesi yapmış, ortaya tahterevanla taşınarak çıkmış… Şu hamileymiş, şu, hamile kalmış mıymış? Şu, beklenen bebek müjdesini vermiş. Şu, düğününe şunu harcamış, şuna, sosyal ağlardan “ahlaksız teklif” gelmiş. “Bir milyon avro” vereyim, yazılmış; belli, şakadan… Hemen bu şakanın üstüne reklamı için atlayanlar, aklından zoru olan kendini beğenmişler…

En son, hacizli, ardından boşanmalı “kurt masalı” çok iyiydi. Durumumuzu, gelinen yeri, başka bir örnek bu kadar güzel anlatamazdı.

Koluna, yeri geldi mi, yetmiş altı bin liraya çanta takan, bilmem kaç bin dolara pabuç giyen, ayağına servet değerinde abuk çizmeler çeken, sahnesinde, giydiği çizmenin şamatayla hediye çekilişini bile yapan, bunları, lüks harcamalarını gazeteler aracılığıyla duyuran, oyuncu ve şarkıcı varsıl – ünlü dostlarına on binlerce liralık armağanlarıyla ünlenen, şarkıcılıktan kazandıklarıyla 18 milyonluk ev alabilen, bu evine de eşi yüzünden haciz gelen bir yıllanmış şarkıcı, hacizin ertesi günü öğlende avukatlarıyla mahkemeye başvuruyor, hemen mahkemesi oluyor, on dakikada da boşanıyor. Nedeni aynı gece basına açıklanıyor: Çocuğu, “Köpeğimi de alacaklar mı anne?” demişmiş. Bu bardağı taşıran damlaymış.

(Ülkemizde ne olursa olsun bardağı taşmayan sessiz çoğunluk, başa her gelene susup ses etmeyen kitleler, çatlamayan sabır taşları, belli mi olur belki uyanırlar, bu şarkıcımız sayesinde kendilerine gelirler.)

Sonra, kimse, ne bu aceleyi sorguluyor, ne böyle bir hızla boşanmanın olup olmayacağı gündemde. Aynı yasa, aynı jet hızıyla boşanma herkese uygulanır mı, uygulanabilir mi? Medeni nikah, imam nikahı mı ki, “boş ol” dercesine her kafası atan bir anda boşanabilsin? Hacize, bir yasal uygulamaya, ertesi günü ben boşandım diyerek açık açık önlem alınsın! Bu işler çocuk oyuncağı mı? Biz çağdaş bir hukuk devleti değil miydik? Haciz edilen eşyaların müjdesi de, şarkıcı tarafından tezce verilmiş. Haciz memurlarının aldığı eşyalar (koltuk takımı, buzdolabı, değerli tablolar, bilgisayar…) bir süre sonra dönecekmiş. Oh, rahatladık, dünya varmış. “Delikanlı kız”mış (?) gerçekten bu kişi, bir ünlü köşe yazarının köşesinde yazdığı gibi.

Sonra, biz, ne tatilciymişiz, ne çok eğlenmeyi gezmeyi severmişiz, ne boş vermiş, ne umursamaz, ne gamsız, ne buyruk almayı seven bir toplummuşuz… Aylar süren tatilimizi bir bitiremedik.

Çılgın gibi tatile koşanlar, son model arabalarla yollara düşenler, son moda giyimlerle açık saçık, yarı çıplak, plajdaymışçasına sokaklarda salınarak gezenler… “Ne zamana kadar” bu serbesti, bilen yok, sormayı düşünen de yok… “Tatil verdiler niye çıkmayayım, param bol niye harcamayayım.” Seçimden (!) sonra neler değişti, neler değişecek, olacaklardan bana ne! “Vur patlasın çal oynasın!”

*

Atatürk Cumhuriyeti nerede? Bu gidişin sonu nereye? Ortadoğu ülkeleri benzeri bir tek adamlıkla, iki buçuk milyonluk bir küçücük şeyhliğin, ne karşılığı yaptığını bilmediğimiz yarım milyar dolarlık lüks donanımlı bir ABD yapımı saltanat uçağı bağışını veya şeyhlikten satın alınışını bile fazla dert etmeyen yandaş basın yayınla, gözü kapalı iktidar şakşakçılığıyla, yeni türeyen, her suyun başını kapan sonradan görmüşlerle, girdiği her seçimi yitiren aynı başta direnen, yeni düzene göre ayarlanmış ana muhalefetle, iktidar partisiyle birleşen, dün sövdüklerini bugün öven bir garip yavru muhalefetle, şimdilik sırasını bekleyen, bu nedenle sesi pek çıkmayan bölücü siyasetle nereye gideceğiz?

Çok bilinen eski bir masaldır, “içeni delirten su” masalı. Hani bir zamanlar, bir ülkede bir kötü sihirbaz, kentin tek su kaynağı olan kuyuya, içeni delirten iksir atmış, bunu da peşin peşin duyurmuş ya… Susuzluğa dayanamayıp suyu içince delirenler, “mutlu mesut” yaşarlarmış, içmemekte direnenlerse mutsuz; çünkü gerçeği görürlermiş, düşünme yetileri henüz körelmediğinden acı çekerlermiş.

Girişi çöken mağarada tutsak kalan gezginlerin öyküsü daha başka. İçlerindeki bilim adamları, kadınları, mağaradaki oksijenin ne kadar zamanda tükeneceğini hesaplayınca, kederden, korkudan oracıkta can vermişler. Sıradan gezginlerse, yardım gelene kadar, tehlikeyi anlayamadan umutla beklemişler; seslenmişler, duvarlara vurmuşlar, sonunda kurtulmuşlar.

Başımıza gelenler inanılmaz! Olmamalıydı… Yine de:
Umut önemli…

Feza Tiryaki, 23 Eylül 2018


Ek bilgi: Resim; Balaban.
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 987
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x