VARLIĞIN DAĞ TAŞ DENİZ ÜLKEMDE

VARLIĞIN DAĞ TAŞ DENİZ ÜLKEMDE

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzt Kas 12, 2018 16:34

VARLIĞIN DAĞ TAŞ DENİZ ÜLKEMDE


Bundan beş yıl önce, 10 Kasım, Pazar gününe denk gelmişti. O gün yaşadığım köyde, saatinde “Atatürk’ü Anma” töreni yapılmamasına, anne babaların, toplumun ilgisizliğine karşı bir yazı yazmışım: “Haberiniz Olsun!” diyerek. Böyle giderse olabilecekleri sıralamışım. Okulun önüne gelen köyden bir genç kız, bir öğrenci annesine, "Çocuklar tören yapmayacak mı?” diye sormuş, kadının elinden tuttuğu kızına da, "Ayşe, neden geziniyorsun, niye okula gitmedin?" demişti. Çocuğun verdiği yanıt aynı dünkü yanıtlar gibiydi.

“Bize gelin demedi öğretmenimiz. Bu gün tatil. Okul yok!"

O günden beri çok şey değişti buralarda. Dördüncü sınıfa kadar öğrencisi olan ilkokul kapatıldı. Çocuklar en yakın başka köye yönlendirildi. Taşımalı sistem, köylerde öğretmen, açık okul mu bıraktı ki? Evinden çıkıp yürüyerek okuluna gitmenin tadını çoktan unuttu küçücük çocuklar. Türkiye’nin Cumhuriyet boyunca kullandığı saat ayarının 29 Ekim’de bu yıl, bir buyrukla kesin olarak değiştirilmesi nedeniyle de, karanlıkta, bir saat önceden yollara dökülüyorlar.

O yazıda şöyle seslenmiştim, tavşan pisliği gibi ne kokar ne bulaşırlara, kendi gölgesinden korkan öğretmenlere, günü kurtarma, daha fazla kazanç peşinde koşanlara, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyenlere:
*
“Hadi öyle olsun. Tatil yapın. Unutun, unutturun kurtarıcınızı.

İktidara yaranırsınız, belki biraz daha burada kalırsınız. Başı bağlı öğretmenler yerinize gelene kadar. Sizin kovulma sıranız gelene kadar.
Unutun unutturun, utanmayın güneşte tatlı tatlı gerinin... İşinize gücünüze koşun.

Bu değirmen hep böyle dönecek diye kendinizi kandırın!

Bu memleketi, bu cenneti size bırakırlar mı sanıyorsunuz? Atatürk'ü unuttuğunuz an, İngiliz tepenize binecek yine. Yunan tetikte zaten, sıra sıra adalarınızı alıyor. Sonunda sıra, topraklarınızı kendi vatanına katmasına gelecek... Bayrağını buralara dikmesinde. Mavi beyaz rengi gözünüze sokacaklar... (Siz onlara yaranmaya, yaltaklanmaya çoktan başlamışsınız, cadde kenarlarını şimdiden mavi beyaza boyamışsınız zaten, çok iyi.) Atatürk’ü unutturanlar, tüm elinizdeki güzellikleri, Cumhuriyetin tüm kazanımlarını geri alacaklar, yüz yıl öncenin karanlığına salınacaksınız...

Unutun, unutturun...

Sizi de bir güzel unutacaklar.

Bağımsızlığınızı, çağdaşlığınızı, vatanınızı, dilinizi, törenizi size çok aratacaklar, onları yitirdiğinizde...

Bugünleri mumla arayacak, dizlerinizi döveceksiniz ama son pişmanlık da fayda vermeyecek!

Haberiniz olsun!

Denmedi demeyin!”
(10 Kasım 2013)
*
Yalnızca içimi dökmüşüm o gün. Aradan beş yıl geçiyor. Bile bile gidiliyor aynı yoldan koşar adım uçuruma. Herkes her şeyi biliyor havasında, yalakalık tavan yapmış, akıllar bir karış havada, beyinler TV’deki dizilerle meşgul, günü kurtarma derdi baş derdimiz... Gerisine boş verme...

İki gün önce, yine böyle bir anma günü geçirdik. Bu kez ne mesajlar verildi ne mesajlar. Önümüzdeki yıllarda neler olacak belli edildi düşünmesini bilene, görene. Atatürk Türkiyesi’nin geleneği, her 10 Kasım’da, yüce Önderimizin sonsuzluğa uğurlanışının yıldönümünde, saatinde saygı duruşunda bulunarak - tüm yurtta aynı anda- ardından İstiklal Marşı söyleyerek törene başlama, sanırım bu yıl sondu. Gelecek yıllarda bu, bir şekilde kaldırılacak. Bunu, Anıtkabir’deki törende olanlara, Konya valisinin nedensiz çıkardığı cayırtıya bakanlar şıp diye anlarlar...

Anıtkabir’de, nedeni denmeyen, alışılmadık şekilde önceden yapılan saygı duruşu, ardından okunan İstiklal Marşı’ndan sonra saat dokuzu beş geçmeden önce tören bitirilmiş. Saat dokuzu beş geçe ise, tüm yurtta olduğu gibi sirenler çalıyor. Sözüm ona bir şaşkınlık yaşanıyor. Gazeteler yazmış: Zamanlama hatası. Ararsanız bahane mi yok?

Sanırsınız kimsenin kolunda, elinde, cebinde saati yok, duvarlar saatsiz, saatlere kıran girmiş.

Konya valisi de, aynı durumu işe karışarak yaratıyor. Saati gelmeden, dokuzu hemen geçe İstiklal Marşı çaldırmaya kalkışıyor, çalınmayınca heyheyleniyor. Neyse, çalınırken, saati geliyor, sirenler çalıyor, sirenlerle birlikte İstiklal Marşı söyleniyor, sirenlerle birlikte saygı duruşunda bulunulacağına. Tam bir curcuna yaşanıyor. Sonra da kabile devletiymiş gibi Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, el kol sallayarak törendeki görevlilerin hepsini işten alın buyruğu veriyor vali. Niye dediği anda İstiklal Marşı çalınmamışmış.( Çünkü önce saygı duruşu yapılır, sonra İstiklal Marşı okunur, bunu herkes bilir. O törendeki görevliler de biliyor.) Sanırsınız öğretmenler, işçi pazarından toplanmış gündelikçiler, devletin yasal haklarla korunmuş memurları değiller.

Bu arada basındaki kirli kalemler yazı yazdıkları paçavralarında kin kusmuşlar yine yüce Önderimize, her yıl olduğu gibi. Son dönemin en yüksek bütçeli kurumu Diyanet İşleri’nin başkanı da mesajını vermekte gecikmemiş. Hazırlattığı Cuma hutbesinde Atatürk’ten tek söz ettirmeyip, aynı gün, Kurtuluş Savaşı’nı keşke Yunan kazansaydı diyen, Atatürk – Cumhuriyet düşmanı deli Fesli’yi ziyarete gitmesinin anlamı nedir sizce?..

Bu yıl yine bir köy okulunda izledim töreni. En yakındaki köy okulunda. Okul, hem ilköğretim hem ortaokul bir aradaydı. Ne zaman olduysa ortaokulun adı, durumu değiştirilmiş görmeyeli; İmam Hatip Ortaokulu oluvermiş. Bu kadar imamı neden yetiştiriyorlar bu bilim çağında diye sormayın. Kızların, hem de köy kızlarının imam okulunda ne işi var da demeyin. Bunların nedenini bilmezden gelmeyin, aptalı oynamayın, ayıp oluyor...

Tahmin ettiğiniz gibi, öğrencilerden, görevli olanlar dışında kimse yoktu gelen, bu büyük törene. Gelen genç kadınlar, büyükanneler de görev verilen çocukları için gelmişler. Çocukların ağabeyleri olmalılar, bir iki erkek de ta gerilerde izlediler töreni.

Töreni hazırlayanlar, yönetenler, onur duyulacak, sizlerden kaldı mı dediğimiz pırıl pırıl öğretmenlerdi.

Anıtkabir’de bile geleneksel düzeni bozulan tören burada değişmemişti, aynıydı.

Elektrik sistemindeki bir arıza nedeniyle şiirlere kadar, tören, çıplak sesle idare edildi. Önce, saatinde, Cumhuriyetimizin kurucusuna, silah arkadaşlarına, şehitlerimize iki dakikalık saygı duruşu. En güzeli saygı duruşunun ardından çocukların söylediği İstiklal Marşı idi. Sesli kayıttan yardım almadan kendi sesleriyle ne güzel okudu çocuklar İstiklal Marşı’mızı. Göz yaşarttılar...

Törende söz verildi; “Atatürk’ü, bu yurdu bize verenleri, unutmadık, unutturmayacağız, onları saygı ve minnetle anacağız. Atatürk’ün, geleceği, öğretmenlere emanet ettiğini aklımızdan çıkarmayacağız.”

Küçücük çocukların, o en güzel Atatürk şiirlerinden olan “Atatürk’ün Resmi”adıyla sundukları, “Resim” şiirini bölüm bölüm sırayla okumaları ne güzeldi:

... Kürsünün üstünde bir resim:
Gözleri denizlerden mavi / Bakışları güneşlerden sıcak, / Dört mevsim
Kürsünün üstünde: / Atatürk'ün arkasında al bayrak,/ Kollarını kavuşturmuş göğsünde.
Bu resimle başlar bizim günümüz,/ Karşımızda Atatürk'ü gördükçe,/ Kıvançla dolar, taşar gönlümüz.”


Bir öğretmenimiz, “Atatürk’ün hayatını" okudu. Kısa ve öz yazılmıştı. Tarihin damarları sırayla anımsatıldı:

“Anadolu’yu Yunan işgalinden kurtarmak için mücadeye devam edildi... Sakarya Meydan Savaşı kazanıldı... İnönü zaferleri... Başkomutanlık Meydan Savaşı...”

“Şimdi Ankara’da Anıtkabir’de yatıyor...”

Arada Atatürk’ten özlü sözler okundu, Atatürk şiirleri okundu:

“Ben hiç 10 Kasım’da / “Günaydın” demem ki, diyemem ki.”
*
“Düşmanların elinden / Bizi kurtaran sensin. / Bu toprağı yeniden/ Özenle kuran sensin./ Ünümüzü dünyaya/ Mertçe duyuran sensin.” (Necati Öngay)
*
Okul öncesine ait bir çocuk şarkısının sözleri: “Atatürk yoktu / Düşman çoktu / Atatürk geldi, / Düşmanı yendi / Bu güzel yurdu bizlere verdi.”
*
Törende okunan Atatürk’ün özlü sözleri:

“Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder.”

“Bir milletin ahlak değeri; o milletin yükselmesini sağlar...” “Bir millet, zenginliğiyle değil, ahlak değeriyle ölçülür.”

“Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kafidir.”

“Daha çok ve daha büyük işler yapma mecburiyet ve azmindeyiz.”

“Cumhuriyeti biz kurduk, onu yaşatacak ve yükseltecek olan sizlersiniz.”

Törenin sonunda, Atatürk resimleri iğnelenmiş gömlekleriyle, başlarında koroyu yöneten genç kadın öğretmenle, ilkokulun öğrenci korosuna ne diyebiliriz? Öyle güzeldi, öyle etkileyiciydi ki...

“ Varlığın Dağ Taş Deniz Ülkemde” (söz Burcu Güven, beste Aydın Sarman https://www.youtube.com/watch?v=hciMgvycaQE) şarkısıyla başladılar:

“Varlığın, dağ, taş, deniz, ülkemde/ Seninle yürürüz geleceğe.
Çoktan göklere yükselsen de, / Senin yerin kalbimizde.”


Kasetten, birlikte okunarak İzmir Marşı çalındı, marşın sonunda okunan Kahramanların adlarının geçtiği bölümü bir öğrenci okudu.

Atatürk’ün, “Ey Türk Gençliği!”diye başlayan, “Gençliğe Sesleniş”indeki Türk sözünü değiştirmeye cüret eden, Türk yerine Türkiye (Ey Türkiye gençliği) diyen, bu sözün oraya daha uygun bulduğunu söyleyebilen, bu çıkışıyla açılımcılardan olduğunu belli eden Haluk Levent’in sesinden olmasaydı kaset, iyiydi ama ne diyeceksin... Ünlülerin suçları, ünlü hayranlığından işte böyle görmezden gelinebiliyor... Tıpkı, ünlü biri yazdı diye “M. Kemal” adlı kitabın suçlarının, algımıza yaptığı kötülüklerin, kitaptaki aymazlıkların görmezden gelinmesi gibi.

Törende, okunan her şiirden sonra alkışlamaya kalkışanları, ister istemez arkalardan uyardım. “On Kasımlar’da alkış yapılmaz. Bu bir kuraldır.”

Tören sürerken, sadece çocuğunun çıkmasını bekleyen, oraya bu nedenle geldiği belli olan, denilenlerin tek sözcüğünü bile dinlemeyen, aralarında konuşan köy kadınlarını da sanırım biraz sertçe uyardım. "Susun, denileni anlayamıyoruz, konuşacaksanız niye geldiniz!” Suç, onları eğitimsiz bırakan, bu çağda onları okutmayan, hâlâ böyle giyindiren, böyle yalnız bırakanlardaydı ama karışmasaydım boşuna gelmiş olacaklardı.

Bundan sonra neler mi bekliyor bizi?

Çocuklarımız, ne 10 Kasım Atatürk’ü Anma günlerini, ne de saat dokuzu beş geçe tek yürek olan Türkiye’yi bilecekler, şimdi yaptıkları gibi okul tatil deyip, sağda solda serserice gezinecekler.

Diğer önemli günlerimizi, bayramlarımızı da bilmeyecekler. Zaten çoğunun içi boşaltıldı, sonra, bayramlar stadyumlardan alındı, sınıflara, dar alanlara sıkıştırıldı. Kuruluşunda bile çok etkin olan, şu an ise, yetkisi elinden alınmış bir Meclis’in, TBMM’nin kurulduğu, egemenliğin ulusa verildiği günü, Cumhuriyetimizin temelinin atıldığı 23 Nisan’ı, nasıl bayram gibi kutlayacağız bundan böyle? Cumhuriyet Bayramlarımızdan askerin geçit törenleri, açılım yıllarında törenlerden çıkarıldı. Cumhuriyeti kuran kutlu orduyu; Türk ordusunu, askerin geçit törenlerindeki geçişlerini, tanklarını toplarını, paraşütlerini göstermeden nasıl anlatacağız gelecek kuşaklara? Kızlarımız erkeklerimiz statlarda spor gösterileri yapmadan, birlikte kuleler oluşturmadan, en tepeye de bayraklarını çekmeden, çocuklarımıza, askerlerimizin paraşüt gösterilerini, pilotlarımızın Türk yıldızlarını izlettirmeden, polis akademilerinin motorlu gösterilerine nefesimizi tutarak bakmadan nasıl bayram kutladık diyeceğiz?

Köy çocukları, o gün, köylerinde, televizyon yıldızlarından, büyük kentlerdeki akranlarından daha güzel bir okuyuşla, duruşla, ellerinde salladıkları bayraklarıyla seslendiler Atalarına:

“Unutulmaz bir destansın dillerde / Sönmeyen ışıksın sen ülkemde
Çoktan göklere yükselsen de / Senin yerin kalbimizde...”

Feza Tiryaki, 12 Kasım 2018
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 988
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Re: VARLIĞIN DAĞ TAŞ DENİZ ÜLKEMDE

İletigönderen Güncelolsun » Çrş Kas 14, 2018 9:45

Emeğinize sağlık, güzel bir yazı olmuş.
Kullanıcı küçük betizi
Güncelolsun
Üye
Üye
 
İletiler: 64
Kayıt: Sal Kas 08, 2016 11:43


Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x