NEREDESİN DENİZ?

NEREDESİN DENİZ?

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzr Oca 20, 2019 1:58

NEREDESİN DENİZ?

Bir “Deniz” öyküsü anlatacağım sizlere,
Duyunca, donup kalacaksınız, çok çok utanacaksınız...
Ardından sorgulayacaksınız kendinizi, gönül bağı kurduğunuz partiyi, dernekleri,
Ünü büyük yazarlarınızı, Cumhuriyetin adı var kendi yok öğretmenlerini,
Yerlerini bırakıp kaçanları, kıvırtanları, itle yatağa girenleri, çıyanlaşanları...
*
Bir “Deniz” öyküsü anlatacağım sana, geç karşıma;
Dinle ama ağlama, keşkelere hiç sarılma, sızlanmaya, diz dövmeye de kalkma!
Önce dinle, neler olmuş bir gör, yanlışını, yapılanı, yapılması gerekeni sapta!
Yinelenmesin böyle öyküler bir daha, koru yarının fidanlarını, yakma...
*
Bir “Deniz” öyküsü anlatacağım az sonra, insan olana, yüreği soğumamışa,
Algısı henüz tutsak edilmemiş, dünü, bugünü aklıyla sorgulayan,
Önce partim değil önce vatan diyen, altıokta, devrimlerde birleşen,
Atatürk’ün ilkelerini benimsemiş, yurdunu ulusunu çok sevenlere...
Yenice öğrendim ben de bunları, yazılarıyla tanıdığımız Deniz’i, bir de özyaşamıyla tanıyalım mı?
*
Bin dokuz yüz seksen bir yılında doğmuş Deniz, Karadeniz Çalköy’de.
Adını Ahmet koymuşlar, yoksulmuş ailesi, bildiğimiz saf, temiz Karadenizli...
Deniz’in nesi var, neden diğer çocuklardan ayrı, gelişmiyor, yürümüyor, ayakları, tek eli tutmuyor?
Anlamamışlar, bir iki yere sormuş, danışmış, kaderlerine razı olmuşlar.
Gel zaman git zaman, büyümüş Deniz, okul yaşı gelmiş.
Okula gidemez, köyde onu kim sırtına vuracak da bayırları aşıp okula taşıyacak?
Taşısa, bakalım öğretmeni ne der? Diğer çocuklar ne eder?
Onlar böyle dura dursunlar, Deniz, boş durmamış.
Bedeni kusurlu, beyniyse milyonda bir kişide bile rastlanmayan türden.
Ne duysa unutmuyor, ne görse soruyor, sorguluyor.
Ruhu dirençli, öğrenmeye aç, bilgiye muhtaç...
Okula gidememiş, ayakları tutmazmış, oturamazmış, hep yatarmış...
Kafasıyla ise Atilla’ya benzermiş, yakışıklı, akıllı, "oğuz..."
Kendi kendine öğrenmiş okumayı yazmayı, ardından başlamış kitapları bir bir devirmeye...
Annesi diyor, “Ne zaman okumayı söktü; yemeyi içmeyi unuttu.”
“ Siz mi öğrettiniz okumayı, kim öğretti dersleri, yazıyı, matematiği?
“Ben okuma yazma bilmem, Deniz kendi kendine okudu yazdı, hem okudu hem de yazdı...”
Diyor annesi gözleri yaşlı, bunu soran Neşe öğretmenin ellerine sarılır, ağlarken...
*
Sağ elini kullanabilirmiş ancak, o da sol eliyle sağ dirseğini tutarak,
Kendi kendine yemeğini böyle yermiş, tek eliyle de durmadan yazar.
Doymazmış okumaya, öğrenmeye, kitaplar istermiş arkadaşlarından
Bir dileği daha varmış, bir gün yürüyebilmek, çok uzaklara gitmek...
Gitmek bir daha dönmemek...
*
Bu çocuk büyümüş ergen olmuş, büyümüş erişkin olmuş.
Büyümüş büyük büyük adamların hepsinden büyük olmuş...
Binlerce kitap deviren, okuyan okuyan, öğrenen...
Okudukça gelişen, sorgulayan, öğrendiklerini akıl sözgecinden geçiren, gönlünün sesini dinleyen, yurdunu ulusunu canından çok seven...
Bir derviş gibiymiş çoktan, sosyal iletişimde yazdıklarını paylaştığında,
Ailesinin aldığı bilgisayarla bu yepyeni dünyaya adım attığında...
Bir anda girmiş yazın dünyasına, yüksek okul bitirenlerden çok ilerideymiş, bilgeymiş,
Yazdıkları parmak ısırtırmış, öyle yazı, benim diyen yazamazmış.
Önderi, yol göstereni Atatürk, öğretmeni Atatürk, atası Atatürk’müş...
*
Tüm Atatürkçü siteler kucak açmışlar ona, yazılarına,
Uzun, kaynakçalı, araştırmalı, düzgün Türkçeli, emek ürünü uyarılarına...
İki olmazsa olmazı varmış Deniz’in, iki yazısız anayasası;
“Atatürk’ün yazdıklarından başkasına inanma, bölücüye kanma.”
*
Hurafeci dediği gericilere bitmez bir savaş açmış Deniz.
Gericilerin yoldaşı bölücülerle dövüşür, doğruları söyler, tehlikeyi gösterirmiş...
Kimse anlamamış onu çevresinde, kimse onun düzeyinde değilmiş çünkü.
O iktidar karşıtı yazıları belgeleriyle döktürürken, destanlar yazarken acılı,
Belli, çevresi, bu mücadelesini anlamaktan uzak, çok uzak...
En çok istediği o dileğini bile yerine getirmemiş yakınları, yeğenlerine Timur adını katmamışlar.
Nasıl ısrar edermiş, adı Timur olsun dermiş ailede doğan erkek bebeklere.
Oysa kimse aldırmazmış bu içten, tarihten, Türklükten gelen dileğe...
Sosyal iletişimde bile söz etmiş bundan, Nazlı’ya, anne adaylarına dermiş ki;
“Sen ne güzel annesin, istesem, Timur adını koyar mısın doğacak çocuğuna?
*
İktidar geri dönüşsüz bir iyice yerleşince, Cumhuriyet yavaş yavaş değiştikçe, korkup çekilenlere şöyle seslenirmiş:
“Susmak suçtur! Yazacağız!”
Bu sözünü de, söz, bundan böyle duvarlara asacağız:
“Oku, anla, öğren, bilgiyle belgeyle düşün; kanıt olmadan benimseme!”
Arkadaşlarını avutur, diri kalmayı şu sözlerle dilermiş:
“Enerjimiz önemli, yanlış yönlere harcamayalım.”
Tüm Atatürkçü bilgiağı gazetelerinde yazıları çıkan, hepsinde yer alan Deniz,
Çok yalnızmış aslında, kimse engelini sormamış,
Kimse bilmezmiş bu değerli düşünceler nasıl yazılıyor, kim yazıyor, nasıl yazıyor?
*
Yazın köyde, kışın kentte yaşarmış,
Bir apartmanın içinde, bir tekerlekli arabası da yokmuş, hep yatakta...
Düşünün böyle neredeyse kırk yıl geçiriyorsunuz, yatarak bir odada.
Başka bir ülkede yaşasa, olmadı, iktidarın yalakası olsa veya cahil, sadakaya muhtaç bir Suriyeli, yandaş, karındaş biri...
Yere göğe konamazdı, serilirdi önüne her imkan..
Bilim adamları çevresini sarardı, yazıları yedi iklim dört bucak yayılırdı...
*
Bu durumunu duyunca ta eskilere gittim, varsıl ülkelerin bakımlı çocuklarıyla Deniz’i kıyasladım.
Almanya’da üç dört yıl sakatlar okulunda ders verdim, doksanlı yıllarda.
Madem okulumda Türkçe dersi verilecek Türk çocuklarına, o zaman her Türk, mecbur gidecek demiş Alman okul müdürü.
Haftada bir gün giderdim, iki gruba aynı sınıfta ders verirdim, sabahtan öğleye dek.
Çocukların hepsi tekerlekli sandalyeli, kimi zeka özürlü, bazısı yalnızca bedensel engelli.
Selma, Karadenizli’ydi, on altı yaşında, yalnızca başı gelişmiş, aklı yerinde, akranları gibi, bir de güzeller güzeli.
Bedenini ise sormayın, bebek arabası büyüklüğünde tekerlekli bir yatakta yatardı bebek gövdesi. Tüm bedeni küçücük, başı normal büyüklükte, sesi biraz derinden gelir, ne sorsan anlatır, tarihimizi bile bilir.
Ayakları örtü altında bir iki karıştan fazla değil boyu.
Minicik ellerini iyi kullanırdı, inci gibiydi yazısı, liseli gençlerden eksik değildi imlası, bilgisi... Arabasının baş tarafına takılı ekranı, bir tür bilgisayarı, tahtaya yazar gibi yazı yazma olanağı...
Hemşiresi, düğmeye bastı mı yanında, tüm gün böyle okulda derste, eğitimde...
Özel taşıtla okula getirilir, sonra akşama evine geri götürülür.
Öğretmenleri demişti, “Bu tür hastalar çok yaşamaz, yaşadığı sürece de insan hakkıdır eğitim, öğretim, bakım...”
*
Bizim Deniz’imiz de meğer aynı durumdaymış,
Hiç kimse, bu böyle olmaz, bu devirde ne olanaklar, ne aygıtlar, teknik araçlar var,
Bunlardan yararlanmalısın, belli ki dememiş. O da onuruna düşkün, belli, kimselere bir şey söylememiş...
En yakınları cahilmişler diyelim, ya mahallesinin muhtarı,
Köyünün öğretmeni, imamı, belediye başkanı, valisi kaymakamı ilin, ilçenin?
İş adamları, Cumhuriyet aydınları, konusu komşusu, eşi dostu, akranı?
Sosyal iletişimde yazılarını hayranlıkla yayınlayanlar neredeydi peki?
Niye evde bakıma alınmadı? Tatillere çıkarılmadı, müzeler gezdirilmedi?
Böyle okuyan dahiye kitaplar bağışlanmadı, kitaplar yazdırılmadı?
Haydi biz bilemedik, o da onurluydu, her onurlu insan gibi kimselere bir şey demedi,
Yakınında yaşayanlar, ölünce rahmet dileyenler hiç mi duymadı onu, hiç mi bilmediler?
Ya siyasi partiler? Yazılarını paylaşamayan, onu çok seven ülkücüler, Atatürk’ün partisindeyim diyenler?
Sıra sıra Atatürkçü Düşünce Dernekleri, nedir bu derneklerin işleri?
El memleketinde engelli çocuğumuz böyle korunup kollanırken, Deniz için neredeydi yetkililerimiz?
*
On gün önce grip olmuş Deniz. Ateşlenmiş, kötülemiş, haftasında da can vermiş..
Dinciler daha bağlı birbirlerine, dayanışmaları öyle... Zaten, devlet ellerinde..
Bizlerse bol keseden atarız, lafta varız, işe geldi mi “Bilmiyordum, duymamıştım, ne yapalım?”
Bu ayıbı, bu ihanetimizi, en iyisi hiç unutmayalım.
Bilene bilmeyene anlatalım, Deniz’in yazılarını bari bastıralım, yayınlayalım...
Özyaşam öyküsünü de çocuklarımıza yaramazlık ettiklerinde bıkmadan anlatalım...
*
Bakınız bu sözü üç yıl önce söyledi:

Atatürk'ün şu ifadesine güvenmeliyiz: "... fakat beyler, ektiğimiz tohumlar kuvvetlidir." Dolayısıyla, cumhuriyet kendini koruyup savunacak kadroyu, kendi içinden mutlaka çıkaracaktır...”

Geçen yıldan beri de yazmadıydı bir daha, bilgisayarda santraç oynarmış,
Santraç turnuvalarına katılırmış, birincilikleri varmış...
Umudunu yitirmiş demek Deniz, bizi bağışla, o gelecek güzel günleri gösteremedik sana,
Seni pamuklara saramadık, görevimizdi, koruyup kollayamadık...
Dünya çapında bir dahiydin, çok geç kaldık, değerini anlayamadık...
*
Son anına kadar hep yürümeyi hayal etmiş ya Deniz;
“Bir gün yürüyebilsem, çok uzaklara gideceğim...” dermiş ya anasına,
“Bir daha da asla geri dönmeyeceğim...”

Soruyor şimdi sevenleri ona: “ Çok erken gittin,

“Neredesin Deniz?”

Feza Tiryaki, 20 Ocak 2019
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 987
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

cron

x