BAYBURT BAYBURT OLALI...

BAYBURT BAYBURT OLALI...

İletigönderen Feza Tiryaki » Cmt Şub 23, 2019 16:00

BAYBURT BAYBURT OLALI...

“Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi.”

Çok sesli müziğe, senfoni orkestrasına bir göndermedir bu söz. Gülmece niyetine söylenen bu söz kalıbı, aslında Timur için denmiş.

Sivas’a Cumhuriyet döneminin ilk orkestrası konser için gelmiş, konser vermiş de, halk, “Konser nasıldı, beğendiniz mi?” diye sorulduğunda, "Sivas, Sivas olalı Timur’dan beri böyle zulüm görmedi!” demişmiş. Sonra bu benzetme bir televizyon yayınında Bayburt’a yakıştırılmış. Bayburtlu yazar Fikret Kızıltuğ böyle anlatıyor. Anlatı akla yakın. Televizyonlar nasıl etkili insanlar üzerinde bilirsiniz, bu söz de Bayburt’un üstünde kalıvermiş demek böylece.

Eski günlerimizi bir anımsayın, çağdaştık, il - ilçe bandolarımız vardı. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın adını radyolardan sık sık duyardık. Konserleriyle, eğitici yönüyle tanınırdı. Bayburt Bandosu da, ta 1931 yılında kurulmuş.

Bayburt’un bir de türküsü vardır, derlenen, neşeli bir hava. Bayburt denince hemen akla geliveren:

“De get (git başımdan) Bayburt, de get Bayburt, de get sende nem kaldı? / Hasan Kalasında (kalesinde) aman caketim (ceketim) kaldı./ O cakettir güzel eder adamı /Ergen kızlar alsın benim kadamı (gönlümü)”

Bu türküyü Kemal Sunal bir filminde (nedendir bilinmez, başlama sözünü "çünne" diye değiştirerek), kendi sesiyle okumuştur:

https://www.dailymotion.com/video/x4nyaj9

Bayburt 1927 yılında, bağlı olduğu Erzurum ilinden ayrılmış, Gümüşhane’ye bağlanmış. 1989'da da il olmuş. Türküdeki “Hasan Kale”, Erzurum Pasinler’dedir. Bayburt’un da kalesi ünlüdür. Derler ki, oradaki kavga, “git başımdan” deyişi, Bayburt’un başka ile bağlanışıyla ilgilidir, yöre halkı da ne yapsın, geride bıraktıkları için bu türküyü yakmıştır. O zaman türküyü derleyenin, türküyü Urfa’yla ilişkilendirmesi nedendir, orası tam bir bilmece...
*
“Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi.” sözünü, lafı uzatmadan, yerinde bırakalım; gelelim Bayburt’a yapılan yeni kıygıya (eziyete).

Dünden beri, Bayburt’un üstüne başka bir zulüm eklendi. Nasıl, temize çıkaracaklar Bayburt’u, bu görüntüleri nasıl unutturacaklar, bilemeyiz.

Bayburt’a “ dincilerin” zulmü:

Sosyal iletişimde Bayburt’tan bir video, herkesin dilindeydi dün akşam. "Bayburt’un 101. Kurtuluş Günü kutlamasında skandal", başlığıyla.

Bir sokak. Sokak ortasında yerin bir bölümüne kırmızı halımsı bir örtü serilmiş. Üstünde, yerde gelişi güzel atılmış, yere serili bayraklar, bir kişi de bayrak tutuyor. Yolun başı kalabalık. Karşıda tirübünlerde oturan gezen insanlar. Arkada da İstiklal Marşı’nın bandoyla çalınan, kasetten sesi geliyor.

Tribünün önü, yolun kıyıları, barikatlarla kapalı, Belediye önü bomboş, halk gerilerde. Bir dev ekranla da tören yayınlanıyor ötede.

“Kurtuluş Günü”nde bir sevinç belirtisi, alışıldık bir bayram havası yok. Zulüm çekiyor insanlar sanki... (Bandolar çalmıyor, marşlar okunmuyor.)Yerde bayraklar, yadırganıyor. İstiklal Marşı’na uymayan bir toplantı görüntüsü. Ama bu görüntülerle marşımız çalıyor, kimse aldırmıyor... Nedir bu?

Elden ele dolaşan bu görüntü, yarım dakikacık, kısa. Marş çalınırken kamera bir iki kez oturanları, protokol (yöneticiler – yetkililer- subaylar) sırasını gösteriyor.

"Bayburt’un düşman işgalinden kurtuluşunun “101. Yıl Kutlamaları” yazıyor tanıtımda.

Sesli gönderinin altında da, askere edilen küfürler, bizim artık ordumuz yok, bunlar kimin askeri gibi inanılmaz hakaret içeren sözler...

Bunlar nedir, ne değildir demeye kalmadan bu sabah törenin yarım saatlik kaset çekimi dağıtılıyor sosyal iletişimde. Haberlerde neler denildi, bu haber nasıl sunuldu akşam televizyon izleyicilerine, bilmiyorum, izleyenler görmüşlerdir.

Ben sizlere o yarım saatlik kasetin dökümünü anlatacağım. Gösterileni, duyurulanı, yapılanı.

Böyle yarım dakikalık yayın izleyip, bilmeden ahkam kesenler, bir daha aynanın ardına bakmadan, incelemeden konuşmasınlar.

Yol ortasında, orası tiyatro sahnesi gibiymiş gibi oynanan oyunu nasıl anlatmalı? İzleyin desek kimsenin buna zamanını vermeyeceği belli.

Ya törenin başlangıcı, geçit töreni?

Böyle geçit törenlerinde askerler geçmez miydi eskiden? Gazilerimiz yürürdü. Bayrak taşıyan gençler, bando, hep en önden geçerlerdi. Halk saygı duruşunda, coşkuyla kahramanlarını, ulusal simgelerini selamlar, alkışlardı.

Burada ne görülüyor? En önde derviş kılıklı, cam göbeği mavisi gömleği, diz üstüne kadar uzanan iki kişi. Arkalarında gri çarşaflı (ehramlı) iki kişi, bir çocukla köpek, eli sopalı bir çoban, daha da arkada canlı koyun sürüsü... Gerçek koyunlar, sembol falan değil, hayvanları yürütmüşler, bir de eşek var içlerinde, halk, öyle bakıyor geçenlere...

Sunum, tanıtım hak getire. Bir uğultu bir gürültü...

Sonra oyun başlıyor, folklor oyunu, milli oyunlarımızdan biri, bir kahramanlık oyunu değil, düşmanın başrolde olduğu bir oyun, Türk’e küfür edilen, devamlı köpek denilen, eziyet edilen bir oyun, bu bir “tiyatro” imiş.

Soralım: Bu çağda, bu ilkellikte, bu derece kötü sahnelenmiş, çiğ sözlerle bezeli bir oyun olabilir mi? Olsa da, bir bayram gününde, Kurtuluş Bayramı’nda sokakta oynatılır mı? Oynatılırsa da algıların böyle tutsak edilmesine, dinin kullanılmasına, kafaların karıştırılmasına izin verilir mi?

Kurşun sesleri, havaya kurşun sıkış... Baştan sona, silah sesleri... Göğüsleri haç boyalı askerler. Kiminin sırtı haçlı. Beyaz boyalı haçlarla, onlara, ben haçlıyım dedirtiyorlar.

“Dikkat Paşa geliyor!” diye bağırarak başlatıyorlar bu gülünç oyunu:

“Yaşasın Aşrak Paşa, yaşasın Kirkos!” Bir de gülme sesi, koro söylüyor gibi. “Hah hah ha...”

Paşa kimdir, kime denir?

Osmanlı Devleti’nde yüksek görevlilere, özellikle yüksek subaylara (Albay’dan büyüklere) verilen san. Cumhuriyet’te de yalnızca yüksek komutanlara halkın kendi kendine verdiği ad. Paşa denilince küçük büyük herkesin aklına yüksek rütbeli Türk subayı gelir kendiliğinden, bu san devletten kaldırılmış olsa da...

“Dikkat Paşa geliyor!” sesiyle önce bir sarsılıyorsunuz oyun başlarken. Hangi paşamız? Hangi Türk paşası?

Gele gele sırtı haçlı (haç çizili) bir asker geliyor. Şaşkınlıktan dona kalıyoruz. Asker, masaya oturuyor. Elinde bardak, içiyor. Yardımcısına sesleniyor:

“Kirkos!”

“Emredin paşam!”

“Getirdik paşam!” “Olur paşam." "Paşam...” Hep bu şekilde hitabı Kirkos’un.

“Yok Kirkos böyle olmaz. Önce sürünün başından başlamak lazım. Getir!”

“ Kim o?” “Hafız Süleyman.”

Şimdi kısacık bir an tarihe dönersek: Bayburt Birinci Dünya savaşı sonrasında 1916’da Rus ve Ermeni işgaline uğruyor. Ruslar, Çarlık Rusyası’ndaki 1917 Ekim hareketiyle kendi dertlerine düşüp, buradan çekiliyorlar, yerlerini Ermenilere bırakıyorlar. Türkler her türlü kırım, işkence, tecavüze... uğruyorlar, iki yıl inim inim inliyorlar, ta ki, Rus - Ermeni mezaliminden, işgalinden 1918’de Türk ordusu Bayburt’u kurtarana kadar... Ermenilerin çete reisi Arşak, denildiğine göre, kendini paşa adıyla tanıtırmış. Tanıtırsa ne var bunda, çok mu beğendiniz bu benzetmeyi? Bunu bir kez açıklarsın, iş biter.

Şimdi düşünelim:

Bu paşa Türk paşası değil. Bir Ermeni çeteci. Böyle “tarihi canlandırdık” denilen bir gösteride Ermeni çete reisine, adı yerine “Paşa” diye seslenilir mi? Bu hitap şekli zihinlerdeki paşa kavramını alt üst etmez mi? Çocuklar bunu nasıl öğrenir? Paşa demek, buradaki gibi, bir Ermeni çetebaşı, yani bizim savaştaki düşmanımız demekmiş, demez mi? Böylece kendi askerinden soğumaz mı? Kendi askerini yanlış tanımaz mı? Paşa, askere gösterilen en üst saygı sözü, üst düzey asker sanı bizde. Bu san kalksa da kalkmasa da, belleklerimize kazılıdır. “Yaşa Mustafa Kemal Paşa” deriz savaşlarımız anlatılırken, marşlarımızda... Komutanlarımıza “Paşa” sanı ekleriz, onları anarken. Ermeni çeteciye yarım saat boyunca, kırk kez, “Paşa, paşam...” dersen sonuç ne olur? Ne yaparsınız çocuklarımıza?

Yine oyuna dönelim:

Hafız Süleyman’ı çağırtıyor Arşak. Karşılıklı konuşmaları çok çok ilginç, çok:

Süleyman: “Anlamıyorum beraber yaşadık. Bunları hiç aklıma getiremezdim.”

Arşak: “Yılların kini var içimde Hafız.”

Arşak: “Siz yediniz, biz baktık. Siz efendi, biz köle olduk. Artık siz köle, biz efendi olacağız Hafız.”

(Var mıydı böyle bir durum? Ermeniler Osmanlı’da hep saygı görmediler mi? Bunu duyanın aklında, bu çarpıtma, yalan, kalmaz mı?)

Hafız: “Yazıklar olsun. Türk milleti esir olmamıştır, olmayacaktır.”

Arşak: “Bu cesaretiniz sizin sonunuz olacak köpek.”

“Buna senin gücün yetmez.”

Arşak: “Hadi gelsin milletin seni kurtarsın ya?”

Hafız: “Bu millet senden hesap soracak!”

Arşak: “Hangi millet? Bu millet mi? Abdülhamit tahttan indirilirken nerdeydi bu milletin, köpek?”

( Gelin buradaki göndermeleri bir analiz edin. Ne bu şimdi?)


Hafızı öldürürler. Ardından söylenene bakın, ne alâka?
Hafız ölürken:

“Bir reis ölür, bin reis doğar.”

(Bu ne demek oluyor?)

*
Yine çetebaşına yardımcısı akıl verir:

“Paşam” emret, bir fikrim var. Tellal çıkaralım, Arşak Paşam sizlere erzak dağıtıyor, diyelim, “Kimsenin malına zarar gelmeyecek!” diyelim.”

“ Çoğu aç, tıpış tıpış gelecekler.”

(Yine bir gönderme.)

*
“Paşam, ahali gelmiş.” “Gelsinler.” Silah sesleri, pat pat pat...

Burada karışık, gülmeli inlemeli sesler, ah ah ah sesleri...

(Gelenler, ahali dedikleri, önde, iki mavili adam, şalvarlı, başları takkeli tarikat giyimli, geçit töreninin en başında yürüyen kişiler, iki de çarşaflı, yüzleri görünmeyen kadın. Yanda yörede haçlı asker. Nerede Türk köylüsü? Yok, hepsi bu kadar gelenlerin.)

“Kirkos, bunlar neye gelmiş?”

“Erzak verecektik ya! Aç karınlarını doyuracağız köpeklerin!”

“Neden konuşmuyorlar? Atın bunları “taş mağazalarına!”

Arşak: “Bunların kadınları bile cesur Kirkos!”

(Kirkos rolünü oynayan, bu “paşam” hitaplarını artık iyice abartmıştır. Dinlerken şaşırmamaya başlarsın. Alışır kulağın. )

Kirkos: “Emret paşam.” “Hepsini gebertinceye kadar durmayacağız paşam.”

“Paşam, askerlerimiz bir Türk çocuğu yakalamışlar paşam...”

(Bu sözdeki göndermeye, paşa sözünü iyice değersizleştirmeye dikkat)


“Getirsinler bakalım Kirkos.”

“Söyle bakalım milis kuvvetleri nerede saklanıyor? Söyle de pis canını bağışlayayım.”

“Bunların çocukları bile cesur Kirkos!”

(Devamlı Ermeni çetecinin ağzından Türklere köpek dedirtiliyor. Size de bu sözler, bu sesleniş tuhaf gelmiyor mu? Kendi ulusuna devamlı küfrettirilir mi bir oyunda da olsa? Nedendir? Amaç nedir?)

*
“Nasıl paşam, eğlenebiliyor musunuz?”
“Kan görmek istiyorum. Kedi kanı olsun, köpek kanı olsun... Yeter ki sahibi Türk olsun.”
*

Bu kez aradıkları İrfani (fesli, yöre kahramanı) yakalanmıştır:

Arşak coşar: “Sana madalya takacağım Kirkos!”

“Bırakın beni.”

“Kes köpek! (fesli Türk’ü çökertir önünde) Hani yenilmezdin köpek! Diz çökmezsen köpek!..”

(Onu da öldürürler. Köpek muhabbeti devam eder.)

“Bütün Bayburt bizim oldu. Artık kölemiz olacaksınız. Göremeyecek köpek olduğunu...”

*
“Yaşasın Arşak Paşa! Yaşasın Kirkos!”

(Hah ha ha ha...sesleri)

“Emredin paşam.”

(Kendilerinden birine sorar.)

“Sen neden eğlenmiyorsun?”

“Masum insanların kanı üzerine devlet kurulmaz. Türklere barbar diyorduk, asıl barbar bizmişiz.”

“Sen kimdensin?”

“Sizdenim ama insanım, insan!”

(Burada hümanistlik oynatıyorlar işgalciye.)


Bunu diyeni öldürtüyorlar. “Pat pat pat...”

Yine aynı çirkin şamata:

"Yaşasın Arşak paşa!” "Yaşasın Kirkos!” "Ha ha ha...”

“Kirkos!” “Emret paşam!” “Bu ne sesleri?” “ Türk askeri geliyor!” (silah sesleri...)

Yerde dört kişi yatar bu sahnede. Şu dizeler okunmaya başlar:

“Elimde tüfenk, gönlümde iman, / Dileğim iki: Din ile vatan.../ Ocağım ordu, büyüğüm Sultan, / Sultan'a imdâd eyle Yârabbi! Ömrünü müzdâd eyle Yârabbi!
*
Yolumuz gaza, sonu şehâdet, /Dinimiz ister sıdk ile hizmet,
Anamız vatan, babamız millet,/Vatanı ma'mur eyle Yârabbi! / Milleti mesrur eyle Yârabbi!
*
Sancağım tevhid, bayrağım hilâl,/ Birisi yeşil, ötekisi al,
İslâm'a acı, düşmandan öc al, /İslâm'ı âbâd eyle Yârabbi!/
Düşmanı berbâd eyle Yârabbi!”

Bu şiir Ziya Gökalp’ın 1912’de Balkan Savaşları için yazdığı şiir. Padişahlıkta yazılan. “Büyüğüm Sultan” diye seslenilen. Bayrağının biri de yeşil olan. Hani bu şiirin bazı dizeleri çıkarılıp, değiştirilip Siirt’te okunmuştu da... İşte o!

Bu şiir okunurken oyuncular meydana toplanıyorlar. Kadınlar dedimse hepsi hepsi iki çarşaflı kadın. Silahlar pat pat... Ardından “Dur Yolcu” şiirinden bir kaç dize. Tam bu sırada da sela sesi.

İzleyenler iyi tesbit etmişler. Ender Aytürk göndermiş:

Videoda, 26. dakikada, tam olarak dersek, 26. 21’de sela okunuyor, 26. 32’ de İstiklal Marşı çalıyor, hemen kesiliyor. “29. 28” sela bitiyor. 29. 35’ te çok net şekilde İstiklal Marşı’nın tamamı çalınıyor. “İstiklal” diye bitiyor.

Şimdi geldik zurnanın zırt dediği yere.

Sela, geleneksel olarak ölenlerin duyurulmasında, cenaze törenlerinde, bir de Cumaları camilerden okunan duadır. Peygambere övgüdür. Türkçesi:

“Ey Allah’ın Resulü, salat ve selam senin üzerine olsun!
Ey Allah’ın Habibi, salat ve selam senin üzerine olsun!
Ey Allah’ın Arşının nuru, salat ve selam senin üzerine olsun!
Ey Allah’ın mahlukatının en hayırlısı, salat ve selam senin üzerine olsun!
Öncekilerin ve de sonrakilerin Efendisi, salat ve selam senin üzerine olsun!
Hamd alemlerin Rabbi olan Allah içindir!"

Bir kurtuluş temsilinin (?) ardından neden okunur ki böyle özel bir dua sonuna kadar? Başlatır, anımsatır bırakırsın, bu bir temsil çünkü. Okundu diyelim, nasıl ardından İstiklal Marşı başlatılır? Biri cenaze duası, diğeri bir ulusun bağımsızlık marşı. İstiklal Marşı, istenildiği an, pat diye çalınabilir mi?

Marşımızı koruyan yasalar, bu işin belli kuralları yok mu? Askerde, “Tören kıtası” hazır olacak. Komut verilecek. Göndere bayrak çekilecekse, bayrak çekilirken okunacak, hazırolda. Bir ulusal maçtaysa oyuncular, ayakta, elleri yanda, sıraya dizilecekler, marşı öyle dinleyecek, söyleyecekler. İstiklal Marşı çalınacaksa bir toplantıda, önce haberi verilecek, orada bulunanlar uyarılacak. Herkes ayağa kalkıp hazırolda duracak ve marş başlayacak. Birlikte söylenecek, en azından içinden tekrarlayacaksın marş söylenirken. Ulusal duygular canlanacak. Bayrağına bakarken gözlerin dolacak...

Orada herkes oturdu, bir kişi bile saygı duruşunda bulunmadı. Töreni düzenleyenler de bunu istememişler zaten, çekimde görülüyor. Açıklamada da, ayağa kalkıldı denmiyor, oyunun akışıydı deniyor. Evinde, televizyondan dinler gibiydi herkes. İstiklal Marşı’mız, deyim yerindeyse arada kaynadı gitti...

Şimdi herkes konuşuyor.

Valilik açıklama gönderiyor.

Sahnelenen oyunda İstiklal Marşı'nın bir bölümünün çalındığı (değil, tümü çalındı), saygısızlığın asla söz konusu olamayacağı... belirtiliyor.

“Programda tertiplenen "Bayburt'un Düşman İşgalinden Kurtuluşu"nun canlandırıldığı tiyatro gösterisinde kurtuluş mücadelesini yansıtan sahnelerin içinde spontane bir şekilde fonda İstiklal Marşı'nın bir kısmının çalındığı, devamında sala okunduğu, ortama diğer seslerin de karıştığı bir sahne sergilenmiş ve tiyatro sahne akış planına göre devam etmiştir.” deniyor.

“Spontane” kendiliğinden demek, işin gidişine göre...

İstiklal Marşı, gelişigüzel okunur mu? Okutulur mu? Bir de savunuyorlar.

O oynanan “şey” de, bir tiyatro oyunuymuş. Sela sesiyle İstiklal Marşı’nın başlatılması ve hemen kesilmesi, “sela” bitince İstiklal Marşı’nın yeniden başlatılması... bunlar tiyatro akış planına göreymiş...

Geçen yıl Kasım sonunda, Bayburt’ta, alan düzenlemesi bahanesiyle, Atatürk heykeli kaidesinden kaldırılmış, heykelin üzeri naylon örtülerle üstünkörü örtülerek bir yere taşıtılmış, bu rezil durum günlerce konuşulmuştu. Sonra bugün öğreniyoruz ki hâlâ meydanlarında Atatürk heykeli yok Bayburtluların. Sözcü Gazetesi, törenin başlangıcını şöyle anlatıyor:

“Bayburt'un düşman işgalinden kurtuluşunun 101. yılı kutlamalarında Bayburt Ortaokulu bahçesindeki Atatürk Anıtı'na çelenk bırakılması ile başlayan kutlamalar, Cumhuriyet Caddesi üzerinde devam etmişti.”

Ortaokul bahçesindeki Atatürk Anıtı’na çelenk konulmuş...

Koskoca bir kent! Ortaokul bahçesindeki anıta gidiliyor çelenk koymaya, iş olsun misali... Hadi, küçük dilinizi yutun!

Neden? Oyundaki göndermeleri iyi anlamadınız mı yoksa?

Bırakın İstiklal Marşı’na yapılan saygısızlıkları... Marşı özensizce çaldırmayı... Kent meydanında bir Atatürk anıtı bile yokmuş!

Tören boyunca tek bir Atatürk resmi de görmedik. Atatürk bu yurdu kurtarmasaydı, görürdü Bayburtlular, Ermeni mezaliminden kurtulmayı... Kimbilir kimler paylaşacaktı oraları yeni baştan?

Ne ekilirse o biçiliyor...

Bayburt halkı, Kurtuluş Günü’nde bu zulmü de yaşadı, bizlere de yaşattı ya... Artık bununla da anılacak, bu da unutulmayacak...

Feza Tiryaki, 22 Şubat 2019

Ek:
(Tüm tören, 33 dakika) https://www.youtube.com/watch?v=wSgPnWw16jc
(İstiklal Marşı çalarken, 26 saniye)
http://www.haberekspres.com.tr/gundem/bayburt-ta-protokol-istiklal-marsi-ni-oturarak-dinledi-h124139.html
Atatürk heykeli tartışmaları:
https://www.ntv.com.tr/galeri/turkiye/bayburtta-ataturk-heykeli-tartismasi,6IrJCSvl40-FQU5_wCPIrg
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/tarihi-ataturk-heykelini-molozlarin-arasina-attilar-215024h.htm
(İstiklal Marşı - Bayrak - Atatürk) https://www.youtube.com/watch?v=Y75Km7dlt94
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 986
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

cron

x