KAVRAMLAR GÖÇÜ (XVII) –(Açıklama)

Türkiye ve dünya gündemindeki gelişmeler hakkındaki fikirleriniz, yayınladığımız izlencelerin bölümleri hakkındaki düşüncelerinizi paylaşabileceğiniz alan.

KAVRAMLAR GÖÇÜ (XVII) –(Açıklama)

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Sal Oca 14, 2020 15:26

KAVRAMLAR GÖÇÜ (XVII) –(Açıklama)
‘Alman İdeolojisi’nin Eleştirisi
Alman Aydınlanması (-ideolojisi)’nin eleştirisine gelince; biyolojik gerçek (réél) insan ve onun üzerinde yapılanan kuramsal insan ayırımıyla başlamak gerekecektir.
Bu anlayış, toplumda da bir ‘alt’ ve onun üzerinde yeralan bir ‘üst’ yapının varlığına gidecektir.
Dolayısıyla, gelişigüzel bir ‘insanseverlik’ (humanisme) eğer ayakları yere basmıyorsa, geçen yazıda altını çizdiğimiz üzere, ‘idealist ve spekülatif’ olmanın ötesine gidemeyecektir.
İşte burası, zurnanın en tiz ve cırtlak ses çıkardığı yer olmayı, özellikle Türk ‘Düşün yaşamı’nda, gözlerin kapandığı, kulakların tıkandığı yer olmayı bir türlü aşamadığı yerdir.
Oysa, din de, bilim de, ideoloji de bu ‘kuramsal insan’ın varlığına bağlı olup, eğer o ele alınmazsa, bu sayılanların anlaşılması mümkün olamayacağı için, eleştirisi de mümkün olmayacaktır.
Marx daha Hegel’in Hukuk Felsefesi’nin Eleştirisine Giriş adlı çalışmasıyla, bu ayırımın ‘rüşym’ olarak ayırdındadır.
Daha sonra bu ayırımı ‘ekonomi’ ve ‘politik’ alanlarına taşıyacaktır.
Örnek olsun, ‘özel mülkiyet’in biyolojik gerçek insanla herhangi bir ilintisi var mıdır?
Zaman zaman, bu konunun ‘felsefe’ ve ‘ekonomi’ arasındaki bir tartışmanın konusu olduğu ileri sürülmüştür; oysa Marx bu konuyu ‘ekonomi’ ve ‘politika’ arasındaki bir tartışmanın konusu yapmıştır.
Tam da bu nedenle, özellikle Engels, antropolojik diyebileceğimiz bir araştırmayla, onun ‘köken’lerine inmeye çalışmıştır denilebilir.
Hegel, nasıl ‘soyluluk’un ortadan kalkmasınını ‘mantık-dışı’ buluyor idiyse, bugün de, genel kanı olarak, ‘özel mülkiyet’in ortadan kalkacağını ileri sürmek ‘mantık-dışı’ olacaktır.
Yani kimse bu ‘mantık’ın kendisinin ‘eleştirilebilir’ olduğunu düşünemeyecektir.
Kaldı ki, henüz burada, Alman İdeolojisi’nin ‘eleştirisi’ yerine, ‘eleştiriye giriş’ üzerinde durmaktayız(*).
Örneğin, ‘Emek’ kavramı, arkaik ekonomi politik ve günümüz ‘ikanamik’i tarafından, ‘somut alın teri’ olarak ele alınmakta ve ona ilişkin ‘siyaset’ (la politique)’ler uygulanıp, geliştirilmektedir.
Oysa, ‘Emek gücü’ kavramı, antroplojik-filozofik bir yaklaşımla, soyut olarak ele alınıp, ‘politika’ (le politique) ile ilişkilendirilerek bütünleştirilebilir.
Ki Marx’ın yaptığı bundan başkası değildir.
Yani arkaik ekonomi politiğin yaptığı gibi, somut olarak tanımlanmış ekonomik kategoriler yanyana konularak (juxtaposées) aralarındaki ‘ilişkiler’ üzerinden ‘siyaset’ yapmak yerine; onların ‘soyutta üretilmiş’ kavramlarının ‘sistematik eklemlenmesi’nden çıkarılacak ‘politika’lar aranabilir.
Marx, Hegel’in ‘tarihin devinimi’ni, ‘özel mülkiyetin devinimi’ne uygulayarak, arkaik ekonomi politiğin ‘eleştirisi’nin temellerini atmış olacaktır.
Ve yine, Hegel için “Düşünce’nin (ésprit), gerçekte olan ne ise onun bilgisine ulaşmak ve bu bilgiyi nesnelleştirmek (objectivation) durumunda” olduğunu anımsayalım.
Hatta Locke’la başlayıp Hegel’de olgunlaşan bu sahiplenme/nesnelleşme (appropriation-objectivation) konusu, tüm insan etkinlikleri alanına taşınabilir.
Böylece düşüncenin sahiplenilmesi-nesnelleşmesi sonuçta nasıl ‘bilgi’yi veriyorsa, emeğin nesnelleşmesi de, mantıksal olarak, ‘özel mülkiyet’i verecektir.
Peki bu konuya Marx’ın ‘eleştirisi’ ne olacaktır diye sorulduğunda, başta değindiğimiz ‘gerçek’ ve ‘kuramsal insan’ ayırımına dönmemiz gerekecek.
Marx’a göre ‘emekçi’nin bir ‘emekçilik yönü’ var, bir de ‘insan olma’ yönü.
Eğer emekçi, anılan bu mantığa göre, her ürettiği ‘ürünün sahibi’ olacaksa kuşkusuz hiçbir sorun yoktur.
Ama ürettiği ürüne ‘yabancılaşmak’ durumunda ise, o zaman insanlığından bir şeyler veriyor demektir.
Demek ki, bu ‘yabancılaşma’ kavramını gerek idealist ve gerekse materyalist (Ludwig Feuerbach) yaklaşımlar açısından ele almak gerekmektedir.
Kuşkusuz, ‘idealist ve spekülatif’ yaklaşımları, hem de Hegel’in kendi diyalektik akıl yürütmesiyle eleştirmek; felsefeden bilme kuramına, antropolojiden ekonomi politiğe, ‘insan etkinliği’ (praxis) bağlamında özetlerken, konuyu yalınlaştırmak uğruna kimi yerde karikatürize etmek durumunda kalacağımız açıktır.
Ne ki, bunun bizi açıklamalarımızdan geri koymayacağı da bellidir.
(Sürecek)
(*)Luporini CESARE, Tarrab GILBERT, “Introduction à l'Idéologie allemande”, In: L'Homme et la société, N. 7, 1968. numéro spécial 150° anniversaire de la mort de Karl Marx. pp. 19-35.
Açıklama
Aldığım yorumların ötesinde, tahmin ettiğim üzere, bu ‘yazı dizisi’ artık yeterince ilgi görmemeye başladı.
Örneğin ‘sosyal medya’ denilen ortamda, insanlar daha çok ‘kendi hikâyeleri’ni yazarak, bir yandan kendilerini tatmin ederken, diğer yandan aldıkları beğenilerle, bir anlamda, diğerlerini de tatmin ettiklerini sanmaktadırlar.
Hele ‘N’olacak bu memleketin hali?’ bağlamında, çoğu kez ipe-sapa gelmez, sözde ‘düşünce’ler ileri sürenler ise daha bir revaçta...
Oysa biz, bu yazı dizisi boyunca ve diğer yazılarımızda, burada anlatılan ‘senin hikâyendir’ demek istiyoruz.
Şu ya da bu ‘düşünür’ün düşüncelerini, size anlatıldığı biçimin dışına çıkarmaya, ve çok daha önemlisi sizleri, yaşamın her alanında ‘yeniden düşünmeye’ çabalıyoruz.
Çünkü, ‘sosyal’ ya da her ne ise o olan ‘medya’, insanları ‘düşünmeme’ üzerine kurgulanmış ve insanı insanlıktan çıkaran bir akıntıya dönüşmüş bulunmaktadır.
İnsanlar mutluluğu, ya kedi ya da köpeğinin mutluluğu ile ölçmeye veya ‘siyasetçi’lerin söz ve davranışlarını savunmak ya da karşı olmaktaki başarılarına bağlamış bulunmaktalar.
O arada ‘kendi’lerinin kaybolup gittiklerinin ayırdında bile değiller.
Yani, ‘kendi’likleri, ancak ve sadece ‘kendi hikayeleri’yle sınırlı kalmaktadır.
Tam da bu nedenle, burada anlatılmaya çalışılanların, özde, ‘kendi hikayeleri’ olduğunu göremeyecek biçimde ‘kendilerine yabancılaşmış’ durumdadırlar.
Bu kanıya, yine ‘sosyal medya’ üzerinden araştırdığımda, yazılarımın okunma oranında birkaç yüzbin düşüş olduğuna bakarak varıyorum.
Bu da, ‘kendi hikayem’ diye düşünülen şeyin özde nasıl ‘metamorfoz’a uğradığının göstergesidir, diye düşünüyorum.
Bütün bunlara karşın, biz burada, ‘kendi hikayemiz’i yazmak yerine ‘sizin hikayeniz’i yazmaya devam edeceğiz.
Bir yerlerde yazılmış olarak kalsın deyi...
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1532
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Tartışma ve Fikir Meydanı

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x