DOGMATİZM SARMALINDA ÜTÜLMEK…
Dr. Noyan UMRUK
Geçtiğimiz yüzyıl, millenyumumuza içinden çıkılması güç bir dogmatik miras bıraktı: Etnik ya da dinsel nedenlere dayanan kimlik arayışlarının, zengin kültür miraslarının evrensel aklın öncülüğünde kaynaşması yerine, “biz ve ötekiler” ayrımcılığı bağlamında tahrik edilerek dogmatizme dönüşmesi…
Bakın, geçen yüzyılın son çeyreğinde, “Race et L’histoire”(Irk ve Tarih) adlı kitabında Levi-Strauss(1) ne diyor:
“Kabile düzeyinde insanlık, kabilenin sınırında biter. Tam ve mükemmel olanlar, iyiler yalnız klan üyeleridir.. Onun dışındakiler başkadır, kötüdür. Bugün bu çeşit bir yabancılaşma, milli devletlerde etnik ve dini gruplar arasında görülmektedir.”
Üretim araçları mülkiyeti ve bölüşümün nesnel sonucu olan “Sınıf” gerçeğinin evrensel ve toplumsal katmanlaşmayı yarattığı unutturulmakta…
Toplumlar, etnik ya da dinsel temelde “biz ve ötekiler” ayrımcılığının gayya kuyusuna itilip, akıl almaz bir husumet ve şiddetle boğuşturulup, galibi olmayan “Pirus Zaferleri” ile oyalanırken, birileri malı götürmekte…
Oysa, toplum ve insan yaşamında akılcılık. Platon Akademisi, Kartezyen düşünce ve 18nci yy. Aydınlanma çağının eseri…
1880’lerden itibaren Türk aydınları arasında da yaygınlaşan aydınlanma felsefesi, zamanla toplumun ve devletin “selameti” için tek çıkış yolu olarak benimsenmişti.
Nitekim Cumhuriyetin kuruluş dönemiyle birlikte devrim günlerinde, bu felsefe, devrim lideri ve kadrolarınca topluma bir ölçüde mal edilebildi. Ortak akıl, Kurtuluş Savaşının en zor günlerinde TBMM ile hayata geçirildi.
Ancak, daha sonra, adım, adım aydınlanmanın köküne kibrit suyu ekilerek uzuuun bir süreçte, iç ve dış siyasi konjonktürden de yararlanarak etnik ya da dinsel sapkınlıklardan güç alan otoriter liderlik anlayışı devlet, toplum ve insan yaşamına egemen olabilecek bir konumu deneyebilecek bir güce erişti, erişmekte…
İşte, bu noktada, ilk aşamada akla, bilimsel düşüncenin, eleştirel akılcılığın yuvası ve kalesi olması gereken üniversiteler geliyor. Adı üstünde, onlar evrensel aklın, bilimsel düşüncenin kaleleri olarak insan ve toplum yaşamına öncülük etmesi için oluşturulmuş kurumlar…
Neredeler? Allah aşkına…
Üniversiteler, gece gündüz kanal kanal dolaşıp, otoriter liderliğin kalıplarını kamuoyunun bilinçaltına enjekte eden ya da yalvaran bakışlarla saçmalıklarını yumuşatmaya çalışan nöbetçi akademisyenler topluluğu mudur, Allah aşkına?
Üniversiteler, ortaçağ ile yeniçağ arasında bocalayan bir dünya görüşüne karşı bilimsel, yansız, objektif ve ciddi duruşlar gösteren aydınlanma kurumları işlevini yüklenmek durumunda değiller midir?
Üniversitelerin evrensel aklın, eleştirel akılcılığın toparlayıcı, yaratıcı, yükseltici, onurlu bir ocağı olması gerekmez mi?
Bunca adaletsizlik, hukuksuzluk, yolsuzluk ve yoksulluk ortalığa saçılıp dökülmüşken, öğrencilerinizin yaşam ve gelecekleri karartılırken sizler hala “cahil periler” gibi “görmedim, duymadım, konuşamam” üç maymunu mu oynayacaksınız?
Bir aşiret yönetiminin freni boşalmış gidişatına rağmen, sizlerin yaşam kavgası içinde burnunun ucunu göremeyen hale getirilmiş halkınıza karşı hiç mi sorumluluğunuz, yüksek sesle uyarı göreviniz yok?
Ya siz Milli(!) Eğitim Bakanı…
Zaten 15 yıldır çorbaya dönüştürülmüş Milli(!) Eğitim gibi hayati bir alanın sorumlusu bir kurumun başına sadece bir “vitrin” olarak getirildiğinizin farkında değil misiniz?
Siz, “vitrinlik” işlevinizi sürdürürken protokoller de oluşturarak mutfağınıza soktuğunuz o malum vakıf aşçılarının bilim ve teknikle donanmış kuşaklar yerine cahil ve kindar nesiller oluşturmak için çorbaya envai çeşit zehir kattığının da mı farkında değil misiniz? Yoksa, çok daha kötüsü bütün bunları taammüden-bilerek, planlayarak mı yaptırıyorsunuz?
Şimdi de, maalesef ellerinize teslim etmek zorunda kaldığımız çocuklarımıza, torunlarımıza yine maalesef yaşamına trajik bir şekilde son verilmiş bir rahmetli başbakanın, uzmanlarınızca oluşturulmuş dramatik animasyonunun, şok edici şiddet görüntülerinin ilahiler eşliğinde korona günlerini fırsat bilerek öğrenim amaçlı internet ve televizyon kanallarından izlettirilmesi nasıl bir aymazlıktır? “Onaylamıyorum” dediğiniz(Bir de onaylasaydınız bari…) ve sözüm ona özür dilediğiniz bu aymazlığı, hayasızlığı becerenlere açtığınız soruşturmanın sonuçları beklenmekte… Aslında pek de soruşturulacak bir şey yok ya… Derhal müeyyide uygulamak için “mallar” bütün açıklığıyla meydanda…
Kabahatleriniz özrünüzden çoook be birader…Dileyelim, yine titreyip kendinize gelir, aklınızı başınıza alırsınız...
Vakit geçirmeksizin onurunuz pahasına oynadığınız o vitrinlik rolüne son verseydiniz, istifa edebilseydiniz keşke… Bu hem sizin, hem aileniz ve çocuklarınız, hem de sosyal çevreniz, okullarınızın müşterileri için çok onurlu bir davranış olurdu kuşkusuz…
Yoksa cahil perileri oynamaya devam etmekle, bir şekilde emirlerine ve denetimine girdiklerinizin akıl almaz ve belki de artık sizin de dayanamayacağınız yeni sadakat taleplerine davetiye çıkarmakta olduğunuzun da mı farkında değilsiniz?
Gözleriniz kör mü? Görmüyor musunuz? Dogmatizm, taammüden halkı yoksullaştırıp, cahilleştirirken kendi takımını, şürekasını zenginleştirip malı götürmelerini sağlıyor…
Son söz: Bıktık sizlerden…
(1)Claude Lévi-Strauss, (d. 28 Kasım 1908 - ö. 30 Ekim 2009), Fransız antropolog, etnolog ve yapısalcı antropolojinin önemli ismi
.
__,_._,___