ÇOLUK ÇOCUĞUN MASKARASI OLMAK

ÇOLUK ÇOCUĞUN MASKARASI OLMAK

İletigönderen Feza Tiryaki » Prş May 07, 2020 0:33

ÇOLUK ÇOCUĞUN MASKARASI OLMAK

İnsanın en istemediği durum nedir diye araştırılsa eminim insan olan, en çok maymun gibi kafese konmaktan, kafeste maymun gibi seyredilmekten, alay edilmekten korkacaktır.

Kafeste aslan olmak da zordur ama yine de asaletini yitirmez aslan kafese bile konsa. Onu seyredenler de gülmezler durumuna, acırlar.

Gülünç duruma düşürülen, kendisine gülene kızar: “Ne gülüyorsun, kafeste maymun mu var?”

Kılıbık erkeğe de yakıştırılır bu söz:

“Maymun gibi, evde, hanım ne derse onu yapıyor.”

“Biri bizi gözetliyor” yayınları ilk çıktığında kendini gözetletenlere de “maymun gibiler, utanmaları kalmamış!” derdik.

“Ne o kılık öyle, maymuna dönmüşsün!”

“Karşında maymun oynamıyor, git işine!”

“Bizim oğlan maymun gibi taklitçi! Göreni gülmekten kırıp geçirir!” “Görsen kızı, maymun gibi ağaca tırmanıyor!”

“Her hareketimi maymun gibi yineleme!”

Hayvan öykülerinde de maymunlar aşağılanır, bilmeden kral yaparlar maymunu, çok geçmez foyası ortaya çıkar.

“Fil, Aslan ve Tanrıların Gönderdiği Maymun” öyküsü nasıl da günümüzü anlatır. Fil ile Aslan savaşmaya kalkışmış da, bir tafrayla çevrelerinde dolaşan maymunu kendilerine gönderilen elçi sanmışlar. Fil, Tanrıya selam söyle, aslanla savaşımızı izlemeyi unutmasın, savaşı filler kazanacak, demiş. Maymun; “Ne savaşı, duymadım,” deyince: “Ne, yaklaşan bu büyük savaşımız için gönderilmedin mi sen?” demişler. Maymunun yanıtı, Fil ile Aslan’a ölümden beter gelmiş: “Karıncalar dövüşmüşler de bir çöp tanesi için, onların arasını bulmaya gönderildim.” Maymun acı gerçeği kafalarına vurmuş boşu boşuna dövüşenlerin:

“Sizin savaşınızla karıncaların kavgası arasında ne fark var? Hepiniz aynısınız büyük gücün gözünde! Hepiniz karınca kadarsınız!”

Bizler, küresel gücün, “Yeni Dünya Düzeni” kuracakların karşısında aynen öyleyiz. Gözlerinde hepimiz birer değersiz karıncayız.

Çağımız, insanın değersizleştirildiği bir çağ. Yapay zekaya güveniyor dünyayı elinde tutan, yöneten bu küresel güç. İnsan sayısı da azalırsa, doğa rahatlayacak, insana gereksinim duyulmayan alanlarda robotlar devreye girecek, yeteri kadar köle kaldı mı geriye efendilere hizmet edecek, tüm sorunları çözülecek küreselcilerin.

Cep telefonlarıyla işi ilerlettiler. Algıları tutsak ettiler, teknolojiyle beyinlerini ele geçirdikleri insanları kendilerine kul – köle durumuna düşürdüler. Kendileri cep telefonunun, eski tip, basit, yalnızca haberleşme amaçlı olanlarını kullanırlarken, tutsak ettikleri insanları akıllısına bağımlı kıldılar. Kaç milyarlık yeryüzünde akıllı cep telefonu olmayan tek kişi bile neredeyse bırakmadılar.

Neymiş, bu uydurdukları yapay salgında herkes evlerine kapatılınca cep telefonu kullanımı, bilgisayarda gezinme - eğlenme artmışmış... Sanki şimdi arttı sanal dünya bağımlılığı?

Pazarcı kadın bile çoktan akıllı cep telefonuna geçmişse, okuma yazma bilmeyen insanımız, elinde akıllı ceple dolaşıyorsa, yeni yetmenin bir elinde akıllı cebi hep açıksa, az ötesinde filmciler film çevirirlerken bile bizim çocuklar cep telefonlarından başlarını kaldırıp bakamıyorlarsa, ne diyeceksiniz buna?

Bulaşıcı bir hastalık virüsü gibi asıl sanal dünya aldı içine insanları, eritti, büktü, büzüştürdü, herkesi maymuna çevirdi. Yoksa o kadar insan nasıl evlere tıkılabilirdi, nükleer saldırı benzeri bir tehlike olmadan.

Nasıl eski Mısır devlet başkanını kafes içinde gezdirdilerdi, belleklerden silinmedi bir zamanların esen kükreyen halk liderinin bir anda maymuna döndürülmesi... Aynen öyle olacağız biz de... Daha nicelerini bir zamanlar böyle kafese koydulardı, unuttunuz mu? Günümüzde, herkes kafeste, kimse ben kafese konmam, beni kimse kafesleyemez, demesin!

Özellikle, dünyada bir benzeri olmadık şekilde, vatandaşları arasında ayrımcılık yapılan ülkemizin yaş yaşamış insanları... Bu Pazar günü, Cumhuriyet tarihinde, belki de dünya tarihinde bir ilk gerçekleşecek, iki aya yakındır evden dışarı adım atmaları yasaklanan, evlerde hapis tutulan 65 yaş ve üzerindeki kişilere, lütfedilmiş, yalnızca bir gün, belli saatler arasında ilk kez sokağa çıkma izni verilmiş.

Geçen üç hafta sonunda olduğu gibi otuz bir ilde genel sokağa çıkma yasağı konacakmış yine hafta sonunda. Bu yasak arasında, belli bir saat diliminde dışarı çıkabileceklermiş altmış beş yaş ve üzeri vatandaşlar.

Dört gün sonra kafesteki maymundan beter duruma düşülecek.

Her cep telefonu olan filmci kesilecek, her gazeteci bozuntusu serseri, yalaka, işsiz güçsüz onların peşine düşecek, “durumdan vazife çıkaracak,” her ağzı olan konuşacak. Ne güldürüler, ne taşlamalar, ne dalga geçmeler, ne küçümsemeler, ne yaşlılıkla ilgili yüz kızartıcı söylemler yazılıp söylenecek kim bilir?

Bundan böyle de bu dönem hiç unutulmayacak. Etkisi uzun yıllar sürecek, ülkemizde yaşlılara hep başta türlü bakılacak...

Hastanelerde 65 yaş ve üzeri uygulaması, onlar muayeneye çağrılırken ışıklı tabelada adlarıyla birlikte 65 yaş ve sonrası yazılması, yeteri kadar ayrımcı bir davranış değil miydi? Hangi ülkede görülmüş böyle bir uygulama?

Noterde, küçücük bir evrağa bile 65 yaş ve üzerisin diye imza attırılmaması, bunun için insanların hastanelere gönderilmeleri, akıl sağlığı raporu istenmesi yeteri kadar insanı aşağılayan bir tutum değil miydi?

Bu keyfi davranışlara, dolaylı aşağılamalara ses çıkarmayanların, insan onuruna aykırı, dünyada örneği olmayan bir kararla, ne zaman biteceği belirsiz şekilde, kesintisiz iki aya yakın ev hapsine tutulmaları da şaşırtıcı olmadı aslında. Şaşırtıcı olan, bu yasaları koyanların ve denetleyenlerin neredeyse hepsinin altmış beş yaş üstü - yetmiş yaş üstü olmaları... Televizyonlara çıkan bilim insanları, yayıncılar, köşelerinde ahkâm kesen gazeteciler, bakınız yaşlarına, çoğu bu sınırın çok üstünde. ABD başkanı yetmişin ne kadar üstünde ama gelecek yeni dönem için de yine başkan adayı.

Yeri gelmişken, duyduğum bir durumu anlatayım. Bir doktor hanım, ABD’de çalışıyor, hastanedeki şefinden söz ediyor, şefi yetmiş beş yaşında. Şu an virüsten korunma amaçlı, hastanesinde günlük yaşam başlamadan gece saat dört civarı işine geliyormuş, üç dört saat çalışıp gerisini evde tamamlamak üzere geri dönüyormuş. İşe gelmeden önce de, gece yarısından sonra alışveriş yerleri tenhayken evinin alışverişini yapıyormuş. Kimseye muhtaç olmadan, kendi eliyle, insana yaraşır gibi... Yaşı, onun bileceği, onu ilgilendiren bir şey. O toplumun yalnızca bir bireyi...

Daha emekliliğini düşünmüyor, emekli olunca gönüllü çalışacakmış ihtiyaç olan yerlerde, bu yaş yaşamış profesör.

Bilim insanının en verimli çağıdır o yaşlar.

Emeklinin, kendini özgür hissettiği, işverenine, belli zaman dilimlerine bağımlı olmadan, istediği becerileri edinebildiği, gönlünce yaşadığı yıllar...

Kişinin kendi işini kendisinin görmesinin anlatılmaz zevki... Sağlıklıysan, nice gence taş çıkarırsın!

O yaşlarda en çok gereksinim duyulan şey, yürüyüş, temiz havaya çıkma, doğada dinlenme... Birikimlerini değerlendirme, çalışmayı bırakmama...Tarlada bahçede toprakla uğraşma... Sosyal ilişkilerini yürütme, çevrenle iletişimin kesilmemesi...

Bizde ne oldu? İnsanları yaşlara göre ayırdılar:

“Sen, sen, sen; hasta olursun dışarıda, yaşın gelmiş, işin bitmiş, virüs gelir hem de açık havada uçarak gelir, hop seni bulur, hastalanırsan bir de seninle mi uğraşalım? Ya hastanelerde yer kalmazsa! Bu yüzden evde otur!”

“Sen, sen,sen; çık dolaş, çalış! Yaşın uygun, yirmiden altmış beşe kadar olana kimse dokunamaz! Onlara kalabalık vız gelir! Siz üretim için lazımsınız. Hafta sonları yasağı mı? O başka, hafta içi çalıştın şimdi de otur evinde. Evin darmış, betondanmış, tek odaymış, bodrum katıymış, kalabalıkmış, güneş görmezmiş... O senin sorunun!”

“Sen bebeksin, küçüksün, ergensin, daha yirmiyi bile doldurmadın ne işe yararsın, okulun da kapalı evde otur, ayak altında dolaşma!

Güneşi müneşi camdan al, evine güneş girmiyorsa derdine yan! Spor yapmadan koşamadan duramıyorsan, bul çaresini, atla sıçra evinde, o da mı dert! Raşitizm mi? Kemiklerin gelişimi için güneşe çıkmak şart mı? Aç pencereni!”

*

İnsan hakları ya herkes için vardır, ya yoktur! Böyle bir ayrım nerede görülmüş? Görülen, duyulan, uygulanan bir ülkenin adını söyleyin!

Bir de insanların aklıyla alay ediyorlar, bilim adamıymış, TV’de kükrüyor:

“Biz sizlerin iyiliğine bu yasağı koyduk. Yoksa dışarı salınırsa yaşlılar, alimallah; Pat! Pat! Pat! düşer ölürler!”

Bu dünün duyurusu. Sağlık bakanından:

“ Pazar, saat 11.00 – 15.00 arası parklar, sokaklar 65 yaş ve üstü büyüklerimizin...”

Böyle dışlanmayı, ayrılıkçı, küçümsemeci davranışı demek ki haketti ülkemizin yedi milyonu. Hayırlı olsun! İlk izin gününü tepe tepe kullansın herkes!

Bol bol gülücüklü pozlar verilsin! Ağızlarını burunlarını açık havada gezerlerken de iyice kapatsınlar ha! Ben astımım, ben maskeyle nefes almakta zorlanırım, buralar ıssız, sokak bomboş, ben ağzımı bağlatmam, özgür iradem yok mu? derseniz...

Yandınız! Bir daha ömür boyu hapis cezası gelir mi gelir.

Köpek terbiyecisi sırada, sizleri sokakta köpeklerine koklatıp avlamak için izin istiyor, gerekçesi yazılmış:

“Köpekler, corona virüslü hastayı tespit için eğitilebilir.”

Alman Çoban Köpekleri Derneği Başkanı Boran Aydın, ne güne duruyor, bakın hizmete hazır. Yolda yürüyene bile rahat yok bundan böyle. Köpekler sizi koklayarak yakalayacaklar! Doğru görevlilerin yanına. Testler doğruyu göstermiyormuş demeyin, bize özel, canlı, köpekten testler geliyor!

En son, altı bloktan oluşan bir site, Konya’da, yapılan testi “taçlı virüslü” (positiv) çıkan bir kişi yüzünden karantinaya (sağlık yalıtımı) alınmış. Buraya giriş çıkış iki haftalığına yasaklanmış. Kapıya da iki bekçi konmuş. Sanırsınız hastalanan, testi positiv çıkan ölüyor. Çoğu hastalanmıyor bile. Bilim insanları hep diyor: Hastalananlar, diğer başka rahatsızlıkları olanlar. Duyurulan, yayınlanan sayılara bir bakınız. Geçen yılla karşılaştırınız.

Akıllar bu kadar baştan gittiyse, kimseye artık, tek söz düşmez!

Kendi düşen ağlamazmış.

Ağlanacak durumumuzu gülmeceye çevirerek delirmemeye çalışanlardan bir emeklinin (A. Arslantaş) iletisiyle, sözü fazla uzatmadan bitirelim:

“Dört saat nasıl yürüyeceğiz, dinlenmek için izin verecekler mi orasını anlayamadım ama olsun. Allah razı olsun. Sağa sola bakabilir miyim onu da anlayamadım. Hep düz gitsem yasak olmaz herhalde, neyse Pazar'a az kaldı...”

Ne demiş ünlü hayvan öyküleri yazarı (La Fonten) bir *öyküsünün sonunda:

“Ağlayıp sızlamakla değişmez ki kader;

Aklın olup da dövüneceğine,

Olmasın da dertlenme!”


Feza Tiryaki, 6 Mayıs 2020

*Sabahattin Eyüboğlu çevirisi.
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 986
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x