İnce İnce Yasemince

İnce İnce Yasemince

İletigönderen Feza Tiryaki » Prş Eki 05, 2017 13:25

İnce İnce Yasemince

Hepimizin yapacağı bir şey vardır, yeter ki isteyelim. Umudumuzu kişilere, partilere, ona buna bağlamadan, “armut piş ağzıma düş demeden” biraz kıpırdayalım...

Toplumu uyutan dizileri, oralardaki sanal sorunları, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerini, önümüze konulan sahte gündemi konuşacağımıza, gözlerimizi çevremize çevirelim. En azından çocuklarımızın Türkçe ders kitaplarını bir kez elimize alalım. Neler okutuluyor onlara?

Sonra, “Danıştay yaz saati uygulamasını durdurdu”, müjdesini duymuş olmalısınız, bu karara uyulmayacağını, yaz saatinin süreceğini de sağır değilseniz, biliyorsunuz. Hani nerede karanlıkta işe gitmekten, okula çocuk göndermekten şikayet edenler? Kimselere danışılmadan, bilim kurumlarında tartışılmadan, kazancımız, kaybımız ortaya konmadan ülkemizin saat ayarının değiştirilmesine ses çıkarmamak, niye?

Ders kitapları değişti, değişiyor. Çağdışı bir anlayış kitaplara giriyor, Atatürk çıkarılıyor kitapların içeriklerinden diye, bir iki küçük karşı çıkma hareketi dışında bu yapılana da sessiziz. CHP başkanı, önce fındıkçılarla, sonra bağcılarlaydı, fındıkla, üzümle uğraşıyordu, okullar bu tür yeni kitaplarla, dinci törenlerle, ulusal bayramsız tatil ve bayram günleriyle, sayıları daha da çoğalan türbanlı kadın öğretmenlerle eğitim öğretime başlarken. Ne demişti CHP başı yıllar önce, “Ülkemizde irtica (yobazlık) tehlikesi yok.” MHP başkanı ise zaten çoktandır iktidarın ortağı, en büyük destekçisi. Diğer bölücü parti, kuzuların sessizliğiyle hedefine ulaşmayı bekliyor epeydir, yüze yüze kuyruğuna geldiler, mağdur rolü oynuyor, son gülen olmaya hazırlanıyorlar.

Geçen dönem okutulan, beş yıl süreli, çocuklarımızın eğitim öğretim gördüğü kitaplardan birini inceledim de dün, bu kadar açık seçik Cumhuriyetin 1923-1950 yılları arasının hedef alınmasına, seçilen parçalarla, sorularla bu dönemin özellikle kötülenmesine bunca yıl niye ses çıkarılmamış anlayamadım.

Üniversiteye giden kızının eski ders kitaplarını bir meyve sandığına doldurup çöpe atarken gördüğüm ananın elinden almıştım, bu çirkin boyutlu, çirkin kapaklı, arkası Fatih okulları reklamlı kitabı. “Türkiye 2023’e hazırlanıyor” diye niye yazılır ki minicik harflerle arka sayfaya reklam niyetine? Gelecek yıl yenisi çıkacaktır mutlaka bunun da, daha da değişerek dönüşerek, bu öğretim yılı beşinci yıl olduğuna göre.

Bu kitaplar parasızmış. Beş yıl içinmiş. Alan öğrenci de okuduğu kitabı, ileride de okurum, okuturum, bazı güzel okuma parçaları var içinde, bu ulusal bir servet demeyip çöpe atabiliyormuş. Okullar, demek ki, kitapları yıl sonunda toplamıyor, yeni gelenlere imza karşılığında da bunları ödünç vermiyor. Çok zengin bir ülkeyiz, başka türlüsü olur mu hiç? İyi bildiğim bir örneği vereyim. Almanya, kaç yıl kullandırır dağıttığı kitaplarını okullarda, dışını kaplattırır, içine yazı yazmaya izin vermez, bozup kirletenden, yitirenden de parasını alır. Bizlerse yandaş yayınevlerini, kitap basan şirketleri besleyelim duralım.

Kitap, 12. sınıflara. Lise son kitabı. “Ortaöğretim Türk Edebiyatı” yazmışlar üstüne. Kitabı iki doktor yazmış: Metin Oktay, Murat Ateş. Ne doktoruysular artık... MEB’in 2011 yılındaki kararıyla, beş yıl için yayınlanmış kitap. “Dil uzmanı, program geliştirme uzmanı, ölçme ve değerlendirme uzmanı üç uzmanın gözetiminde hazırlanmış. Yanlış görmüşüm, bir uzmanı daha var kitabın, rehberlik ve gelişme uzmanı.

“Dil uzmanı” sanına şaşırdım en çok, nasıl uzman olunuyor acaba? Ben de istesem olur muyum? Kitaptaki dil uzmanı Mustafa Bektaş, ölçme, değerlendirme uzmanı, Hasan Pektaş. Uzmanın birinin soyadı Bektaş, diğerinin Pektaş, yanlış yazım değilse, bu nasıl bir rastlantı( !). Eskiden kitapların yalnızca yazarları olurdu, komisyonlar hazırlardı, bakanlık onaylardı. Şimdi uzmanlıklar türemiş. Nazar değmesin diyelim, sözü daha fazla uzatmadan kitaba bir göz atalım.

Bir kere boyutları sevimsiz, kitap ölçülerinin dışında. Sanırsınız ilkokul birinci sınıfın kitabı. Çocuk iyi görsün diye böyle dev boyutlu yapılmış. Kitabın ilk üç sayfası alıştığımız gibi. İstiklal Marşı, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi, bir sayfada da Atatürk resmi, altında yalnızca doğum, ölüm yılıyla, Mustafa Kemal Atatürk yazıyor. Ne bir eksik, ne fazla. Tanıtımsız. Aynı sayfaları ilkokul kitaplarında ara, ortaokulda ara, sanırım aynısını görürsünüz. Sırf şimdilik, konmuş olsun diye konmuş sayfalar. Bayrak, dörtgen şeklinde çizilmiş, İstiklal Marşı’nın üstünde, sayfanın yarısında. Lise sınıfında, İstiklal Marşı bu şekilde mi verilir? Bu danışmanlar ne yapmışlar acaba kitap hazırlanırken? Bu satırları yazarken acaba bir yanlışlık mı yapıyorum, bu kitap yardımcı kitap mı, özel bir yayın mı, isteyen alacak, test kitabı mı diyorum yeniden bakıyorum: “... sayılı kurul kararı ile 2012 - 2013 öğretim yılından itibaren 5 (beş) yıl süre ile Ders Kitabı olarak kabul edilmiştir.” Yazımları da yanlış. Orada “Ders Kitabı” derken sözcüklerin ilk harflerini neden büyük yazmışlar ki? Özel ad değil, tür adı orada “ders kitabı”.

Kitap, bizim içinde bulunduğumuz durumun tam göstergesiymiş aslında. Arabesk, bir amaca hizmet eden bakış, Türkçe yazın (edebiyat), sevilsin, okunsun diye değil kafalar karışsın anlayışıyla toplanan parçalar (araya bir iki katıverilen iyi parçaları saymazsak), konan resimler, sayfa düzenleri, ben çağdışıyım, “popüler kültürü” benimseyin, ülkemi kötüleyenleri siz de sevin, aklınızı kullanmayın, size verilen akılla yetinin diyerek sırıtıyorlar.

Böyle olmasa Orhan Pamuk’un adı ders kitabımızda geçebilir miydi? O dediği sözler, ulusumuza iftirası ne olacak, dememiş mi sayılacak? Hem kim okuyor kitaplarını, her okumayı deneyen kitaplarını yarılayamadan bırakıyormuş, tıpkı benim gibi.

Eskiden devletin beğenelim beğenmeyelim bir kendini koruma durumu vardı. Nasıl TRT’ye her şarkıcı (arabeskçiler yani müziğimizi yozlaştıranlar) çıkamaz, şarkı söyleyemezdi, aynı bunun gibi ders kitaplarımıza her yazarın kitaplarından parçalar alınamazdı. Örneğin, ders kitaplarına, Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlayarak, Sovyet rejimini ülkemize getirmek isteyen, uzun yıllar sonra “Kurtuluş Savaşı”nı konu alan bir şiiri dışında, yeni kurulan genç cumhuriyetimize şiir yazmayan, Atatürk ilkelerini anlatmayan, Atatürk’ün kurduğu devleti dolaylı yoldan hep yeren Nazım Hikmet’in şiirleri konmazdı. “Necip Fazıl”, pek çok nedenlerle başrollere alınmazdı. Kendini kanıtlamış, geleceğe adı kalmış yazarlar, şairler tanıtılırdı, kendini henüz kanıtlamayanların, dincilerin hiçbir şansları olmazdı...

Nazım Hikmet’in şiirleri, ara ara değişik sayfalara konulmuş. Birinin üstünde çok durulmuş, ezberlenmesi istenen bu şiirin adı:
“Büyük İnsanlık”. Şöyle başlıyor:

“Büyük insanlık gemide güverte yolcusu / tirende üçüncü mevki / şosede yayan / büyük insanlık”

Bir diğer şiirinin adı: “Açlık Ordusu Yürüyor”. Bu bölümdeki şiirlerin üst başlığı ne biliyor musunuz?

“Cumhuriyet döneminde coşku ve heyecanı dile getiren metinler (şiir)” Konusuyla hiç ilgisiz şiirler. Coşku veren bir tanecik olsun “Atatürk”şiiri koysaydınız da, heyecanını dile getirseydi gençlerimiz?

Sonra şiirlerin hepsi iktidarın “torba yasası” gibi dağıtılmış kitaba. Örneğin, “Açlık Ordusu Yürüyor” şiirinin olduğu sayfada üç şiir birlikte. Biri Orhan Veli’den, “ Gelirli Şiir”: “İstanbuldan ayva da gelir, nar gelir,” diye başlayan şakacı şiir. Bir diğeri, Ahmet Haşim’den: “Tahattur”, adlı, “Bir acem bahçesi, bir seccade, / Dolduran havzı ateşten bade”, diye bir akşam vaktini anlatan şiir.

Şimdi bu üçü neden bir arada veriliyor, ne konuları benzeşiyor, ne şairlerin tarzı. Orada, Ahmet Haşim’in öz şiir anlayışıyla yazılan “Tahattur”, Orhan Veli’nin Garip tarzıyla yazdığı “Gelirli Şiir” ve Nazım Hikmet’in toplumcu, gerçekçi anlayışla... deyip şiirleri inceletiyorlar öğrencilere. Ahmet Haşim şiiri için, “Öz şiir” anlayışı demelerine ne dersiniz?

Kitaptaki şiirlerden birinin adı, “Destina”. Lale Mürdür’den. Zaten kitabın yarıdan çoğu şiir. Okumakla uğraşmasın çocuklarımız demişler sanki. “Destina”, Yunanca kız adı. Kader anlamında. Çocuğa soruyorlar: "Burada, “Destina" kim olabilir?” Bilgiağı ne güne duruyor. Saniyede buluyorsun. Şairin erken yaşta ölen bir kız arkadaşının adı Destina imiş. Eşi Patrik ölüm yatağındayken ölen Destina aklına gelmiş, eşine Destina diyerek yazmışmış bu şiiri. Neleri araştırtacaklar, öğretecekler çocuklara, bakınız. Sonra bu şiiri bestelemişler. Yeni Türkü, Nüket Duru okumuş. Yeni Türkü, bir şarkısını, Nisan 2017 halk oylamasında kullanmak isteyen CHP’ye vermemiş, bestecisi şöyle demiş: “Şarkımın politik farklılıklar dışında kalmasını tercih ederim.”

Cumhuriyetin oylanmasına, rejimin değiştirilmesine Popçu, “politik farklılıklar” diyebiliyor. Araştırmacı görevini üstlenen çocuklar neler neler öğrenecekler bunları okurlarken... Yeni Akit’in şairlerinin çoğu kitapta.

Kitapta bir şairin şu şiiri epey anlamlı. Çağımızda, Osmanlı padişahını göreve çağırıyor:

“Gel yine Tuna'da sula atını / Doğudan batıya ger kanadını / Mazlum kavimlere ver beratını / Girdiğin yerleri eyle gülistan / Hayalden hızlıymış sultanım atın / Eşi görülmemiş o saltanatın / Devrinde barışmış zâhirle bâtın / Tâlihin sernigûn, tarihin destan.”

Eski Edebiyat kitaplarımız, Türk ve Batı Edebiyatı adıyla adlandırılırdı. Edebiyat, Türk Halk Edebiyatı, Divan Edebiyatı, Avrupai Türk Edebiyatı, Batı Edebiyatı... gibi bölümlere ayrılırdı. Burada birinci ünitede, "Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı.(1923-...)" yazılı sayfaların üstünde.

Ayraç içinde 1923 yazılı, birinin doğum yılı yazılır gibi, arkasına çizgi çekmişler, ölüm tarihinin yeri de üç noktalı. Böyle bir yazıma, onca öğretmen, emekli öğretmen, aydın anne baba ses çıkarmadılar ki, duymadık... Sizin de yüreğiniz daraldı mı bu ifadeden? Kitapta, eski Yunan, Grek sözü pek çok yerde geçiyor. Yunan, kültür deyince Türk’ten söz eder mi?

İkinci ünite, “Cumhuriyet döneminde öğretici metinler”.

Devletimizin başka bir dönemi mi var, neden böyle başlık? Burada minicik bir Atatürk resmiyle “Laiklik ve Din konusu”, bir sayfadan daha kısa anlatılıyor. (Ahmet Mumcu, Ergun Özbudun)

Üçüncü ünite, yukarıda yazdığım gibi, “Cumhuriyet döneminde coşku ve heyecanı dile getiren metinler(şiir)” adıyla. Burada “öz şiir"in ne olduğunu açıklıyorlar. “Saf (öz) şiir. Öz şiir (saf şiir) anlayışını sürdüren şiir (1920- 1940).

İşte, ağızdaki bakla çıkarılmış. Ağdalı, Arapça-Farsça karıştırılmış eski dille yazılmış şiirlere, karışık, Türkçeyi dışlayan bir dil, öz olmayan diyeceklerine, öz şiir demişler. Saf, temiz, arı, duru, demek, yani konuşma dili olmayan, üç beş saraylı şairin kullandığı Osmanlıca, saf bir dilmiş. Saf; temiz, arınmış anlamında.

Kafalar karışsın diye olmalı, Ahmet Hamdi Tanpınar şiiri Picasso’nun bir resmiyle konmuş kitaba.

Bir tuhaflık da, bu kitabın resimli hazırlanması. Edebiyat kitabı çocukça resimlerle bezeli. Ağız ağıza kuş resmi, sayfanın yarısını dolduran boyutta yanan mum resmi, romantik kadın erkek resimleri, mehtap, yerli yabancı ressamlardan yağlı boya tablolar, fotoğraflar, çizgi resimler, o Atatürk’e ihanet filmi Veda’nın bile afişi konmuş rastgele bir yere.

Dördüncü ve son ünite, “Cumhuriyet döneminde olay çevresinde oluşan edebi metinler”. İşte burası, tam, “İnce ince Yasemince”...

Kitaba koydukları öykülerde, okuma parçalarında soruyor anam soruyorlar: 1923 – 1950 yılları arası... diye başlayıp gidiyor sorular. Sadri Ertem’den “Bacayı İndir, Bacayı Kaldır” öyküsünün üstünde inceleme yazıyor. Beş sayfa. Öykü o dönemin nasıl kötü yönetildiği, köylünün çektiği rezillikler, çıkarcı şirketlerin karşısında yalnız bırakılmaları, çevrenin kirletilmesi sonucu ölüme terkedilişleri. Köye kurulan bir kimya fabrikasının bacası öyküye ad olmuş. Parça işlenirken belki kırk kez bu tuhaf ad yinelenip duruyor: “Bacayı İndir, Bacayı Kaldır” "Bacayı İndir, Bacayı Kaldır "...

İnceleme konusu şu: "1923- 1950 yılları arasını araştırın."

“Hikayenin temel unsurlarını oluşturan kişilerin, olayların ve mekanların gerçeklikle ilişkisini belirleyiniz.” sorunun biri bu.

Yine aynı ünitede Fakir Baykurt’un “Kablumbağalar” romanından dört sayfalık bir bölüm var. Aynı yılları orada da soruyorlar:

“1923-1950 yıllarını kapsayan araştırmanın sonuçlarını da dikkate alarak romanın temel unsurlarını oluşturan kişilerin, olayların ve mekanların gerçeklikle ilişkisini belirleyiniz.”

Nasıl ama “altın vuruş”? Tam on ikiden öyle değil mi?

Fakir Baykurt, bu hızlı “toplumcu yazar (?) son yirmi, yirmi iki yılını, kendi seçimiyle Almanya’da geçirmişti, orada Türk çocuklarına öğretmenlik yaptı... O günlerde, Türk gençlerine uyum için önerdiği şu öneriyi hiç unutmadım. Gençlerimizin Almanlaşması, yabancılaşma onu üzmemiş, aksine bu durumu desteklemişti. “Türk erkekleri, Alman kızlarıyla sevgili olmalıymış, çaresi buymuş uyumun, bu toplumcu, gerçekçi (?) köy romanı yazan yazarımıza göre. Şimdi günümüzün gençleri, lise sonda okuyanlar, bu toplumcu yazarın “engin öngörüsünden”de yararlansınlar... Yabancı kızlarda aşkı bulsunlar, özlerinden kopsunlar, yitip gitsinler, yaşadıkları yerlerde erisinler...

Kitapta “ülkücü”, Ozan Arif’ten de bir şiir var, “Gurbette Ölürsem” adlı.

“ Bu kendi dilinden kendi tarifi / Esirgemen bir Yasini Şerifi, / Vatan hasretiyle Ozan Arif’i / İki gözü açık öldü yazsınlar.”

Üstelik “Yasini Şerif” sözü, Türk Dil Devrimi’ne aykırı, Arapça tamlama yazımıyla, (Yasin-i Şerif) yazılmış. Ozan, bu güzel şiirinin bu son dörtlüğünün hatırına kitaba alındıysa- diğer pek çok dinsel söylemli, konulu parça gibi- alanlar pişman olmuşlardır, gazetelere düşen şu haberi duymayan kaldı mı?

“ Ozana, bu haziranda yazdığı, kime yazdığını soranlara, gocunana, dediği, “Şerefsiz” adlı şiiri nedeniyle, “Bahçeli”ye hakaretten “kamu davası”açılmış.

Kitabın danışmanlarının işi zor. Kötü tökezlemişler. Artık, ozanın sayfasını mı yırtarlar- hani o parmak işaretli karikatür koydukları ilkokul kitabına yapılan gibi- ne yaparlar, bekleyip göreceğiz.

Feza Tiryaki, 5 Ekim 2017
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 986
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x