İSTANBUL SEÇİMLERİ GÖSTERİMDE

Genel & Güncel Konular

İSTANBUL SEÇİMLERİ GÖSTERİMDE

İletigönderen Feza Tiryaki » Cum Haz 21, 2019 22:00

İSTANBUL SEÇİMLERİ GÖSTERİMDE

Ah, bize neler olmuş böyle? Zavallı gençliğin başına geçirdiğimiz, sosyetik okullardan başlayan, köy okulundan mezun köy çocuğunun mezuniyet törenine kadar düşen, o acayip, dümdüz tepsi gibi duran, kafaya geçmeyen, sağı solu püsküllü gülünç takkelerden, onlara giydirdiğimiz bizim örfümüzde geleneğimizde olmayan, önü açık, uzun entari benzeri renkli – süslü cübbelerden sonra, taklitte sınır tanımadık, tuttuk geçen akşam yine Amerikan usulü bir seçim tartışması yaptırdık ülkemizde.

Zaten eğitimimiz, iyice yaygınlaşan İngilizce hazırlık sınıfları, şimdilerde de “yaz okulları” eliyle tamamen Amerikan – İngiliz diline dönmek üzere. Çocuklarımızın adları, özellikle, ünlü (?) şarkıcılar - oyuncular ve bunları sayfalarından - ekranlarından indirmeyen sözde gazeteciler eliyle dönüşüyor, ortalık Türk ana babadan doğan “Leon”lardan geçilmiyor. Aleks bile katılmış ya Türk çocuğuna ad diye, bunu engelleyen yasalar çoktan kalkmış, gerisini boşverin. İnanmıyorsanız gazetelerin magazin haberlerine bir bakıverin. Kızlara, kedi miyavlaması gibi bir takım anlamsız hecelerle isim takılıyor. Lila bile katmışlar Türk çocuğuna ad diye, İngilizce renk adını. Plaj yok artık bizde, “Beach”ları var aptal sosyetenin. Yaz festivalleri İstanbul’un, bakın programlarına hep yabancıların şarkıcıları, çalgıcıları üzerine kurulu. Antalya bile çağırdığı İsrailli süs güzeli mankenle övünüyor. Eğlence yerlerinde tek bir Türkçe ada rastlarsan iyi. Hepsini bırakın yönetim sistemimiz bile Amerikan taklidi - Ortadoğu benzeri bir sisteme döndürülmedi mi?

Tüm bu çirkin taklitlere bir taklit daha ekledik. İki belediye başkan adayını televizyonda tartıştırmak. Hangisi kazanırsa ağız dalaşını, görselliği; seçimlerde de başarısının artacağına inanmak.

Doğruyu – yanlışı görecek bilgi, görgü, yürek kalmadı mı kimsede?

Eskiden ünlü boksör Muhammet Ali, maçlarına çıkmadan, günler öncesinden ortalık kızıştırılırdı. Ne oluyorsa biz de bu işte taraf olurduk.

Aynı işi, dün geceki televizyon yayını için elbirliğiyle hazırladılar. Biri çeyrek asırdır kenti yöneten, dinci, eski adlarıyla “milli görüşçü” anlayışın adayı, diğeri bir küçük belediyede mucizler yaratan, önce partim değil, ülkem diyen, yoksulluğu gidermeye, kente hizmet etmeye, israfı, gösterişi önlemeye, gençliğe umut olmaya geldiği için 31 Mart’ta herkesi şaşırtarak seçilen, bir oldu bittiyle de, bileğinin hakkıyla kazandığı seçimlere yeniden sokulan biri.

Yapılan seçimde eşitlik yok ki, gösteri yayınında eşitlik olsun. İktidarın adayı tüm iktidar olanaklarından yararlanıyor, devleti kullanarak, yandaş kurumların, yayınların da katkısıyla baskı kurabiliyor, diğeri, kendi gücüyle, halkın sevgisiyle bu büyük güce karşı savaşıyor.

Sonra onların yaşları çok farklı: Gençlik – kocamışlık...

Güleç yüz - inik yüz...

Kendi kararını kendi veren, güzel, akılcı konuşanla – parti başına danışmak, ondan talimat almak zorunda olan, bunun örneklerini iyi bildiğimiz bir diğer kişilik...

Çevre diyen, yeşil çevreyi önemseyenle – yeşili katleden, ortalığı betona çeviren anlayış.

Gözümde her İstanbullu eşittir diyenle – yandaşları kayıran, işe alan görüş...

Belediyenin işi vakıflara bırakılmaz diyenle - vakıflara sınırsız para akıtan belediye anlayışı.

Biri saygılı, kibar, - diğeri, belgesiz atan, karalamalardan çekinmeyen...

Biri seçimin kazanmışı, üç haftaya yakın da başkanlığı yürütmüş, belediyeyi görmüş, yönetmişi - öteki kendi kazanmadığı için seçime itiraz edeni, kanıtsız, oyları çaldınız diye atan tutanı.

Ekrem İmamoğlu, hiç ihtiyacı yokken bu tür karşılaşmayı(?), tartışmayı neden istemiştir bilemeyiz. Binali Yıldırım da, her konuda geride kalacağını, kendini tekrar edeceğini, istemsiz çıkışlarıyla gülünç olacağını, karşısındakini istemeden yücelteceğini bile bile, o sahneye neden çıkmıştır aklımız almaz.

Bu oyuna gelmeyecek, üç yıldır hiç TV izlemeyen biri olarak yine izlemeyecektim bu gösteriyi ama televizyon kullanmayan, bu yayını da mutlaka izlemek isteyen mimar bayan komşum bunu engelledi. Semaverini almış bize geldi. Ben de mecbur, tıpkı eski günlerdeki gibi konuşmaları baştan sona not tutarak izledim. Sonra o notları, gördüklerimi yazıya geçireceğim.

Şimdi gelelim dün geceye. Bu karşılaşmaya:

*

Yayın, tam bir canlı yayın. Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Salonu'ndanmış. Yandaş kalemin biri (A. Selvi) 12 Haziran’da köşesinden gazı vermişti:

“Uzun yıllar sonra ilk kez iki siyasi aday bir canlı yayında karşı karşıya gelecek ve kozlarını paylaşacak...”

Muhalif gazeteci olarak ünlenen, yazıları paylaşılamayan Hayrullah Mahmud’un köşesinden bu seçim için yazılan şu sözlere ne diyeceksiniz? İktidar muhalifi (!) görün! Eski İşçi Partilileri aratmıyor:

“Erdoğan düşmanlığı yaparak, BOP'tan -kısırdöngü'den- çıkmak mümkün değil!
Ya da Erdoğan'ın yerine genç'ini -İmamoğlu- bularak yol'a devam etmek ise niyet; Neo Sevr kapsamında, büyük ermeni kürt devleti herkesin gözleri önünde yükseliyor. "Bilinç yarılması" için yersiz ve zamansız, dipnot'uyla birlikte. Nokta.”


Yeni Akit’tin internet sitesinde, yayından önceki, Meral Akşener’den alıntı şu güzel başlık şaşırtıcıydı: "En az üç puan farkla Ekrem kardeşim kazanacak"

Sonra da aynı gazete, gecenin sesli – görüntülü – yazılı kaydını sayfasına koyarken şu itici, çirkin başlığı atabiliyor:

“VİP Ekrem'den hırçın davranışlar! Yalanlarını canlı yayına taşıdı.”

Neyse, biz yine yayına dönelim.

Dokuza doğru yayını açtık. Ekrem İmamoğlu çoktan gelmişmiş. Binali Yıldırım bekleniyormuş. Maç yayını gibi anlatım:

“ Binali Yıldırım inecek şu an, bekliyoruz. İndi. Binali Yıldırım, eşi Seniha Yıldırım. Şu anda Yıldırım ailesi basın mensuplarının bulunduğu alana iniyorlar. Bütün basın mensuplarıyla selamlaştılar.” Yıldırım’dan dışarda ilk söz:

“Babalar gününüz kutlu olsun arkadaşlar!”

İyi, Amerika’nın bir günü daha kutlanıyor. Sonra bir oda gösteriyorlar. Gazeteciler sıralı, bir araştırma şirketinin müdürü de orada: Akif Beki, Doğan Şentürk, İbrahim Uslu, Deniz Zeyrek...

Sözcü yazarı Deniz Zeyrek, dünkü yazısında, Ordu’daki olayları anlatırken, Yıldırım’ı yani AKP iktidarını şöyle uyarıp kayırıyordu:

“ Temiz siyaset tarzını her zaman beğendiğim, sıkça övdüğüm Yıldırım, rakibine yönelik bu kara propaganda kampanyasına bel bağlamışsa, 23 Haziran akşamı büyük bir hayal kırıklığı yaşayabilir. Benden söylemesi.”

Sanki, İstanbul’un, bu iktidarın başı için ne kadar önemli olduğunu, yeni seçim bahanelerinin bu yüzden uydurulduğunu, seçimin bu yüzden yenilendiğini bilmiyor. Yıldırım’ın “temiz siyaset tarzını”(!) beğeniyormuş.

Eski iktidar danışmanı Akif Beki, orada, “Bütün Türkiye nefesini tuttu.” diyor. Ne büyük laf ama...

Doğan Şentürk, anlamadığımız sözlerle lügat paralıyor:

“Aynı konstanti bütün televizyonlara...” Konstant, değişmeyen demekmiş, merak edene, sözlüğe baktım. Reklamları işaret edenlere de, “Geç başlıyoruz, reklama da geç girebiliriz.” diyor, Yıldırım’ın geciktiğini ima ederek.

İbrahim Uslu’nun (araştırmacı), iktidara desteği tam, sayıları abartmasına, atıp tutmasına kim ne diyebilir ki? Ayak ayak üstüne atmış, fetva veriyor: "Sadık seçmenler... Sandığa gitmeyen “ak partili” sayısı 450 bin kadar. Bu iki adayın dışındaki adaylara oy verenler 200 bin. Yüz bini Saadet’e veren...”

Ardından: “Noktayı koyuyoruz. Tarihi yayın başlıyor!” diyor.

Sözün burasında nihayet o kadar çok tartışılan sunucuyu, yayını yönlendiriciyi (onlar, moderatör diyor) karşımızda görüyoruz: İsmail Küçükkaya.

Gerçekten bir yarış var burada. Sunucu, çok hızlı konuşuyor. Karşısındakilerden de öyle hızlı yanıtlar istiyor. İlk açıklaması yayının şartları. Karşılıklı atışma yok, yönlendiricinin sözünden çıkılmayacak, verilen süreler aşılmayacak. Yayın reklam aralarıyla iki saat sürecek.

Alın Yıldırım’dan ilk sözler:

“Babalar Günü, Anneler Günü, her gün ama bugün Babalar Günü’nü kutluyoruz... Evlatlarım geldiler. Benim kutlayacak babam olmadığı için...”

En başta, bir baba muhabbeti gidiyor. Sonra görüyoruz ki, meğer Yıldırım “Babalar Günü” kutlamalı reklam filmi çektirmiş. Amerika, sen bu kadar büyük müsün?

Sunucunun ilk sorusu şöyle ve Yıldırım’la başlatılıyor yayın:

“Sayın Yıldırım, seçimde oyumu kullandım, hata yapmadım.
Biz bu seçime niye gidiyoruz?”

Bu soruyla, kısaca, “Seçim neden yenilendi?” demek isteniyor.

Bakın, bu sorunun cevabını okuyun! Bu açıklamaya kargalar mı güler, kundaktaki bebeler mi, siz karar verin:

“Sizin oylarınız sayılırken bir takım acayip işler oldu, şaibe karıştı. YSK yenilenmesine karar verdi. Keşke oyların tamamı sayılabilseydi, kimsenin kafasında şüphe kalmayacaktı.”

Sanki oylar sayılmamış, eksik sayılmış. Nasıl bahane ama?

Sunucunun, “Oylar çalındı dediniz, hâlâ bunda iddialı mısınız?” sorusunun yanıtıyla karalamalı atışma başladı.

Biliyorsunuz, on yedi gün sonra İmamoğlu’na mazbatası (görev belgesi) verildi, on yedi gün gece gündüz “ha bire de bire” oylar sayılıp durdu ya, meğer bunlar yeterli değilmiş. Yıldırım’ın açıklaması şöyle:

“Oyların yüzde onu sayıldı. Yüzde doksanı daha sayılsa seçim sonucunun değişeceği aşikardı.”

Yani diyor ki, biz kazanana, bunun yolunu bulana kadar bekleyeceklerdi, sayım durmayacaktı.

Küçükkaya’nın; “Oyları kim çaldı ?” sorusunun yanıtına bakınız:

“Onu bilecek olan YSK'dır. Siz yolda gidiyorsunuz biri cüzdanınızı çekti. Ne dersiniz? Cüzdanım çalındı dersiniz. Yer değiştirdi demezsiniz. Benim oyum bir başka adaya yazılıyorsa bu çalınmadır.”

Aynı soruya İmamoğlu’nun yanıtı da paraylaydı:

“Şu yirmi lira. Bunun beş lirası sahte desek buna kimse inanmaz. Bu “çaldılar” lafı olmaz! Sandıklarda görevli olan kardeşlerimize mi, bunu kime söylüyorsunuz? YSK raporunda “çaldı”sözü söylenmedi. Kim çaldı?”

Burada, uzun uzun 31 Mart gecesi neler oldu, sorulu cevaplı anlatıldı. İmamoğlu, Anadolu Ajansı üzerinden, bu ajansın gece 12 saat veri akışını durdurması, Binali Yıldırım’ın akşam saatlerinde, “biz kazandık” demesi, gece yarısından sonra kentin teşekkür afişleriyle doldurulması üzerinden konuyu sorgulatmaya çalışıyor. Sonuç boşuna çene yorma. İktidar partili, tüm kurumların yönetimi ellerinde olan iktidarın adayı şu noktada kalıyor:

“Anadolu Ajansı'nın yayın kesmesinin sebebini yetkilileri açıklamalı. Normal bir şey değil. Ama sorumlusu ben değilim.”

O geceyi Ekrem İmamoğlu çok detaylı anlatıyor. Ama bu seçim yenilenmesinde belgelenen, ortaya sürülen akılcı bir neden yok ki, boşuna çaba harcıyor, havanda su dövülüyor.

O akşam, üç bin küsur oy farkıyla ben kazandım diyen Yıldırım’ın yanıtı ancak bu:

“Nüfusun yüzde 65'ini kazanmışız. Çoğunluk Cumhur İttifakı'nda. Sonuç buyken kaybettik mi diyecektik. O afişler partimiz tarafından asıldı.”

Bu sözü de kaç kez dedi:

“ Anadolu Ajansı neden yayını kesti, biz onu bilmeyiz.”

Daha sonra aynı konuda yine sıkıştırılınca:

“ Bu benim işim değil. Sorumlu ben değilim.” diyebildi.

İmamoğlu’nun kendini bu tartışmada tanıtması şu sözlerleydi:

“ Ben, seçilmiş belediye başkanıyım, 18 gün görev yapmış... Kul hakkı yiyenlere karşı, mücadelem. Konu bir yerel seçimdir ama derinden bir demokrasi mücadelesidir.”

Küçükkaya’nın “Ben neden Ekrem İmamoğlu’na oy vereyim? Sorusu 31 Mart sürecinde olayları açıklamaya döndü yeniden.

İmamoğlu'nun; “Biz mücadelemizi vermeseydik aynı gece bu iş biterdi.” dedikten sonra söyledikleri:

“Bu, hak – hukuk - adalet mücadelesidir.

Temiz bir İstanbul mücadelesidir.

Ben bilenim diyenin değil, tüm İstanbul’u kucaklayan...”

Şu sözler de sonradan denilen güzel sözler:

“Partizanlık bu ülkede bitecek. Partiler bir araç, amaç değil. Bizim için bir araç, hizmet için araç. Sadece ittifak partisinin adayı değilim ki ben. Partizanlık bu ülkenin en büyük düşmanlarından biridir.”


Ekrem İmamoğlu’nun “yalan” üzerine dedikleri:

“Ben yalan konuşmam. Ben, sayılara tutanaktan varıyorum.” Daha sonra ekledi: “Kötü söz sahibine aittir.”

Başka itirazları:

“Bizim projelerimiz kopyalanıyor. Siz 1994’te seçildiniz. Tabii iş yapacaksınız. Kopya da çekseler doğru bir şeye evet demeleri iyi.“

Yine “veri tabanı kopyalanması” konusu epeyce tartışıldı.

“Bir belediye başkanı belediyesiyle ilgili her türlü incelemeyi yapabilir.” diyen İmamoğlu’na, yine anlamsız, aynı sözlerle itiraz etti Yıldırım.

Ya Fethullah Gülen atışmaları?

Dinleyeni güldürdü.

Sunucu sordu:

“Yıldırım Bey, iki kez Feto dedi. Siz bunların yurtlarında kaldınız mı?”

İmamoğlu’nun yanıtı kesin ve açıktı:

“ Benim uzaktan yakından temasım, ilişkim yok. Ben devlete inanırım. “

Vakıflara İstanbul Belediyesince akıtılan paralara karşı İmamoğlu’nun dedikleri:

“ Belediye var. Belediyeye güvenmeyeceğim de... Ensar Vakfına 29 milyon verilmiş. Ben yurt yapamıyor muyum da vakıflara bunu vereyim? Vakıflarla, temiz derneklerle tabii işbirliği yapılır. Yurdu belediye yapar. Eğitim seferberliğini belediye yapacak. Biz devletine inanan bir anlayıştan geliyoruz.”

Burada Yıldırım’ın dedikleri gülmecelere geçecek türden:

“ Temiz vakıf nasıl olacak? Belediye deterjanla yıkayacak mı?”

İstanbul’u konuşurlarken nasıl denk getirdi bilinmez, Binali Yıldırım, 15 Temmuz” konusuna dalıverdi bir an:

"Feto sonunda 15 Temmuz belasını sardıysa...” Burada da kalmadı, yok şu kadar şehit, şu kadar yaralı, yok şu yok bu... İyi tanıtımı oldu partilerinin, nasıl 2016 yılının 29 Ekim’inden beri her ulusal bayramımızda bu “15 Temmuz” bilinmeyeni, destan denilerek araya sıkıştırılıyor, bayramlarımızda anılıyor, burada da öyle yapıldı. Yapılmasa inanın şaşardık!

Ordu’da olanlara da yer verildi tartışmada.

“ Ordu’da VİP salonuna girdiniz, ne oldu?”

“ Doğduğum şehir Trabzon. Bu muazzam süreç bir tuzakla sona erdirilmek istenmiştir.. Benim öyle bir sıkıntım yok. VİP’lerden geçenlerin haddi hesabı yok. Trabzon’dan geçtik, Ordu’dan niye geçemedik? Bu konu İstanbul konusu değil.”

Sunucu ısrarla soruyor:

“ Valiye hakaret ettiniz mi?”

“Etmedim. “Basitleşmiştir!” demek hakaretse..."

Sunucunun Yıldırım’a sorusu da şu:

“Ak partinin en güçlü ismi olarak İzmir’i neden kaybetmiştiniz? İstanbul’u da kaybettiniz...”

Gelin, buna verilen yanıtı dinleyin. Eskiler böyle durumda “Breh breh!” derlerdi.

“ O seçimi 17- 25 Aralık’ın gölgesinde yaptık, o seçim geride kaldı.
Burada (İstanbul’da) seçim ortada kaldı. Burada kazanan bir belediye başkanı yok. Anıtkabir’e de gitti.”

Ekrem İmamoğlu’nun konuşmalarını devamlı kesti Binali Yıldırım. Sonunda dayanamadı İmamoğlu, şöyle şikayet etti durumu:

“ Bu dokuzuncu kez kesmeniz sözümü.”

Tartışmada İmamoğlu’nun şu sözleri de çok önemliydi:

“ İstanbul’un asıl sorunu yoksulluk. Tasarruf ve seferberlik ve kul hakkı sözlerini çok önemsiyoruz. Belediyede, İBB’ye ait iştirakler hariç 1810 araç var. Yedi personele bir araç düşüyor.

Bunun gibi israfı engelleyeceğiz. Tasarruf yapacağız!

Belediyenin parasını israf ettirmeme, sağlıklı gıda, ulaşım, destek paketleri... İşsizin yanında olacağız. Üç gencin biri işsiz. İstanbul’da dört aileden biri açlık sınırı altında.”


Suriyeli sorunu da konuşuldu burada. 500 bin kayıtlı, bir o kadar da kayıtsız mülteci (sığınmacı) sorunu... İmamoğlu, “İstanbul sokakları tehdit altında. İnsanlar ekmeğinin elinden alınacağını düşünüyorlar.” derken, Yıldırım, bayramlarda ülkelerine bayram kutlamaya gidebilen, plajlarda keyif çatan, sayıları durduk yerde doğumlarla inanılmaz şekilde çoğalan bu Suriyelileri şöyle savundu: “ Bu insanlar ölümden kaçtılar.”

Yeşil alanlar da konuşuldu. Devasa yapılarla, İstanbul’un yeşilini bitiren iktidarı savundu tabii adayları:

“Yeşil alan önemli. 20 yeşil koridor yapacağız. Dereleri ihya edeceğiz. Dikey yapılaşma kötü bir şey.”

Gel de gülme derler ya, yine de gülmedik. Gülecek hal mi bıraktılar...

Ya şu dedikleri? “Gençlere 10 GB bedava internet...” Sanal dünya özendirmeleri...

Projelerinin en kötüsü, Yıldırım'ın Atatürk Havaalanı için dedikleriydi. İçimizde bir umut vardı, bu havalanı belki yenisinin yanında, iç hatlar için yeniden açılabilir, burayı kapatmak yanlışından dönülebilir. Yazık, aynı duruşta ısrarlılar. Orayı “millet bahçesi” yapacaklar. Yandı gülüm keten helva. Hiçbir kusuru, eksiği olmayan bir havaalanı iktidarın hışmından kurtulamayacak!..

Ekrem İmamoğlu’nun saydığı projelerin bir kısmı bunlar:

“ Bu şehir çocuk kenti ve genç kenti. Yurtlar, üniversite bursu, gençlik merkezi, dünya dilleri merkezi, spor arenaları... Gençler, İstanbul’dan başka şehirlere kaçmayacaklar. Hayallerini İstanbul’da kuracaklar..."

İmamoğlu’nun İstanbul için düşündükleri:

“İstanbul'un 150 mahallesi kırsalda kalacak. Tarım ve gıda üretimine yönlendirilecek. İstanbul dünyanın en sıkıntılı metropollerinden birisidir yeşil alan bakımından. Bunların hepsi yaşamı etkileyen şeyler. İstanbul'un yeşile ihtiyacı var. İstanbul'da kentsel dönüşüm çok önemli bir konu. Sahile kurulan o yüksek binalar... Yeşil alanların, deprem alanlarının yok edilmesi...”

Sonra Binali Yıldırım: “Benim işim ulaşım,” dedi. Saydı. Yol, köprü...

Devletin araba geçiş garantisiyle yaptırdığı, özel şirketlere, geçmeyen arabalar için tonla para ödediği köprüler, yollar... İşin aslı denmedi. Depolarda bekletilen yanlış alınmış araçlar inkar edildi. İktidara geldiklerindeki hızlı tren kazaları (Pamukova hızlı tren kazası (2004), 41 ölü, Kacaeli tren kazası (8 ölü), Kütahya tren kazası (9 ölü), Makinist ölümleriyle Sivas, Elazığ, Kırıkkale kazaları... Yine 9 ölümlü Ankara hızlı tren kazası... En son Çorlu tren kazası da (25 ölü) akla gelmedi tabii. Sanıyorlar bunları herkes unuttu.

Yıldırım, Marmaray’la övünmeye kalkışınca, İmamoğlu Marmaray’ın geçmişini hemen anımsattı:

”70’lerde fizibilitesi (yapılabilirlik incelemesi) başlayan, 90’larda yapımına başlanan, kendileri zamanında da bitirilen...”

Son sözü Ekrem İmamoğlu’nun şuydu:

“Biz 31 Mart’taki sürecin hak hukukla sona ermesini istiyoruz, herkes demokrasi bayramını bizimle yaşasın...

Her şey çok güzel olacak!”

*

Yazıyı, Korkusuz Gazetesi’nin başyazarı Hüsnü Mahalli’nin geçen gün bu seçimlerle ilgili köşesinde yazdığı şu sözle bitirelim:

“Evet 23 Haziran seçimi bir beka kavgasıdır.

İstanbul’a bir başkan değil İstanbul’dan Samsun’a gidecek olanı seçeceğiz.

Sonrası çok kolay.”


Feza Tiryaki, 17 Haziran 2019
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 987
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Re: İSTANBUL SEÇİMLERİ GÖSTERİMDE

İletigönderen Gönül Pınar Atacı » Cmt Haz 22, 2019 14:29

Bu mükemmel irdelemenin çok değerli yazarı sevgili Feza TİRYAKİ'ye, sonuç bölümünde alıntılamış olduğu muhteşem cümlenin seçkin ve saygın sahibi sevgili Hüsnü MAHALLİ'ye ve üstün ve özgün başkan sevgili Ekrem İMAMOĞLU''na en yürekten sevgiler, en derin saygılar ve en iyi dilekler ile Gönül'den özel bir ithaf :

İŞTE TAM O ZAMAN HERŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK

Bu ulu yurdun ve kutsal İstanbul’un emsalsiz güzelliğini ve genliğini
Ve bu ulusun ve İstanbul halkının 96 yıldır süren birliğini ve dirliğini,
Tam seksen iki milyon insanın huzurunu ve barışını
Ve toplam yirmi iki milyon ailenin ekmeğiní ve aşını,

Bütün bu eski ve yeni BOP’cular,
Ve açık ve gizli Beşinci Kol’cular,
Bu dinsiz dinci yobaz ve en azılı nihilist ve faşistler,
Çaldilar ve çaldırdılar,yerle yeksan ve yağma ettiler.

İşte tam da bu nedenler,acılar ve duygularla
Ve bu yurda ve İstanbul’a en temiz bir aşkla,
Sevgili İmamoğlu önce İstanbul, sonra da Türkiye başkanı olacak
Ve tüm o asla affedilmez suçların ve günahların hesabını soracak.

İşte tam o zaman herşey çok güzel olacak
Ve bu yurt ve ulus mut ve umutla dolacak.

İşte tam o zaman Türkiye ve İstanbul’un her bir yerine bahar ve yaz gelecek
Ve yediden yetmişe her melek ve erkek barış ve huzur türküleri söyleyecek.

Gönül Pınar Atacı, 22.Haziran.2019
Kullanıcı küçük betizi
Gönül Pınar Atacı
Üye
Üye
 
İletiler: 1285
Kayıt: Sal Ara 01, 2015 9:02


Şu dizine dön: Genel - Güncel Konular

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 3 konuk

x