KRİZİN K’SI (II)

Türkiye ve dünya gündemindeki gelişmeler hakkındaki fikirleriniz, yayınladığımız izlencelerin bölümleri hakkındaki düşüncelerinizi paylaşabileceğiniz alan.

KRİZİN K’SI (II)

İletigönderen Habip Hamza Erdem » Pzt Şub 20, 2017 0:38

KRİZİN K’SI (II)
Üretim üretim diyoruz da, üretimin nihaî amacı insanların ‘gönencinin artırılması’ için midir diye sorduğumuz yok.
Hayır. Hiçbir zaman olmamıştır demeyelim ama, eğer üreticilerin dışında ve toplumun gönencini gözeten bir kurumun ‘ne’, ‘ne kadar’, ‘nasıl’ üretileceğine karar vermediği hiçbir durumda; ama hiçbir durumda, üretim ‘insanların gönencini’ artırmak için yapılmaz.
Adam toplanabilir hortum üretiyor, televizyonlarda bas bas bağırıyorlar, sanki herkesin bahçesi var ve bir tek hortumları eksik.
Bir başkası ‘korniş takma makinesi’ üretmiş.
Bir diğeri taharet alma süpürgesi, falan..
Antalyadaki seracı, sanırsınız ki, Rusların o soğukta içlerini ısıtmaları için acı biber üretiyor.
‘İktisat Fakülteleri’ndeki hocalar da öyle sanırlar.
Bunların ‘ekonomi bilgileri’ burayı aşmaz.
Kuşkusuz hemen bir ‘arz/talep yasası’ndan sözedeceklerdir.
Eğer ürün satılmazsa, üretiminden vazgeçilecektir filan.
Ama bir ‘ulusal ekonomi’ diyelim, üretci diye ortaya çıkan beynamazların, öyle her istediğini üretmesi bir başıbozukluğun, ulusal gizilgücün boşa harcanması değil midir?
Dahası, ayırdında olmadan, sözkonusu ‘üretim biçimi’nin, başından beri böyle olduğu ve sonsuza değin böyle süreceğine ilişkin bir ‘ideoloji’yi yerleştirmesi ve pekiştirmesine yaramakta değil midir?
Ondan da önemlisi, bu ‘ideoloji’nin dışındaki tüm önerilere kapıların kapanması demektir.
Küçük, büyük farketmez, haydi üreticilerin böyle düşünmelerini olağan sayalım ama ya ‘ekonomi profesörleri’ne demeli?
Bir önceki yazıda, dünya genelinde ‘ekonomiyle ilgisi olmayan’, olağanüstü boyutlarda bir ‘para-sermaye’nin üretildiğinden sözetmiştik.
Yüzyılın başında buna ‘finansal sermaye’ adı verilip, onun egemen olduğu sisteme de ‘emperyalizm’ denildi.
Her iki tümcemizden birinde ‘emperyalizm’ demekten çekinmeyiz ama şu emperyalizmin nasıl işlediğine de akıl erdiremeyiz.
Hatta, aklımızın ermediği ‘her konu’yu emperyalizme bağlayarak, sözde bir yanıt vermiş oluruz.
Burada emperyalizmin özünü ve gelişmesini anlatacak değiliz.
Ancak, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki gelişmeleri anımsatmakta yarar olabilir.
İkinci Dünya Savaşı ile Petrol Krizi denilen 30 yıllık döneme, kapitalizmin gönenç yılları diyelim (trente glorieuses).
Değil mi ki, bizim ünlü ekonomistlerimiz de hep, Türkiye’de ‘Demokrasiye geçiş’ döneminden sonra hep ‘yüksek kalkınma hızı’ ya da sonradan biraz daha kibar biçimde ‘büyüme hızı’ndan sözetmektedirler.
İşte bizim ‘Gönenç yıllarımız’ hep Menderes-Demirel dönemi olarak anlatılır.
Burada ‘Kuruluş Dönemi’nden sözetmenin anlamı yok. Çünkü 1908-38 arasındaki 30 yıllık dönemin ruhu da da koşulları da, aynı kategori içinde ele alınmaya olanak vermez.
1945-75 arasında, Güney Amerika dahil dünyanın genel ‘kalkınma ya da büyüme oranı’ % 5-7 arasındadır.
Türkiye’de de 5-7 olması, ne Menderes’in ve ne de Demirel’in ‘kara gözleri’nden değil, dünyanın ‘genel gidişat’ından dolayıdır.
1973-83 arasındaki dönemde, Türkiye’deki enflasyon, benzin ve yağ kuyrukları da ‘Ecevit-Demirel çekişmesi’nden değil, yine dünyanın ‘genel gidişatı’nın bir sonucudur.
Petrol krizi, ABD dolarının altına bağımlılığının kaldırılması vb.
Şimdilerde, ileri geri FED faiz oranları diye şarlatanlık yapılan konuda, yani Amerikan Merkez Bankası, faiz oranlarını dikkat çekecek biçimde ne zaman artırmaya başlamış?
Ekim 1979.
Yine ‘para türevleri’ denilen, yeni para-sermaye yaratılması da aynı yılların bir ‘buluş’u değil midir?
Ve ‘finans sektörü’ denilen, ucube bir ‘sektörün’ yani ‘ekonomi’yle doğrudan ilişiği olmayan, daha doğru bir biçimde ‘gereksinme ile kâr oranları arasındaki doğal ilişki’nin koptuğu dönem ne zamandı denirse, işte tam da bu dönemdir: mondilaisation.
Burada, Bush’a bağlanan ‘küreselleşme’ (globalisation) ile ekonominin ‘dünyalaşma’sı (mondialisation) arasına da bir ayrım koymanın önemine dikkat çekelim.
1970-2007 arasındaki dönemde 124 ‘banka krizi’, 208 ‘kur krizi’ ve 63 ‘borç krizi’ yaşanmış.
37 yılda 395 ‘kriz’.
Her yıl ‘on kriz’ de denilebilir.
O nedenle olsa gerek, çoğu ekonomist, ‘kriz’leri ‘kapitalizmin motoru’ olarak değerlendirmişlerdir.
Turgut Özal dönemindeki ‘Banker kriz’lerini, Türkiye’nin de ‘dünya ekonomisiyle bütünleşme’ye yöneldiğinin kanıtı olarak görmek gerekir.
Ancak kriz başka bunalım başkadır.
Örneğin 1929-39 Bunalımı ‘büyük yapısal dönüşüm’ bunalımıdır.
Ve İkinci Dünya Savaşı’yla ancak durulabilmiş ya da ‘dönüşüm’ünü gerçekleştirmiştir.
Bunlara kapitalizmin ‘yüzyıllık bunalımları’ da denilebilir.
2008 Bunalımı da işte böylesine büyük bir ‘yapısal dönüşüm’ün başlangıcı olarak görülmelidir.
Türkiye’de ise ‘Akçakale’ye top mermisi düşse de düşmese de’ diye başlayan onlarca yazım olmalı.
Ekonomistlerimiz ne kadar düştü ne kadar kalktı ile uğraşırken, bu satırların yazarı, Türkiye’nin ‘Büyük Dönüşüm’e hazır olmasını yazıp durdu.
Bu değişimde, Dr Recep ve onun Hususî genelkurmay başkanı ile Fidanboylu istihbarat başkanının, ancak birer ‘sivrisinek’ kadar önemleri vardır.
Ne var ki, Türkiye’yi sıtmaya yakalatacaklarından da kuşku duyulmamalıdır.
Ve Türkiye’de ‘Devlet Aklı’nın kalmadığı da ortadadır.
Tek umudumuz Çanakkale’de deprem sonrası çadırlarda geceleyen Türkmen kadınları ve onların eş ve çocuklarıdırlar.
Ayaklarında cizlaved.
Habip Hamza Erdem
Kullanıcı küçük betizi
Habip Hamza Erdem
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1526
Kayıt: Cum Haz 26, 2009 20:01

Şu dizine dön: Tartışma ve Fikir Meydanı

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

cron

x