Mazlumun zikri, fikridir: I - Konuya girerken… / Yurttaş Mazlum Çoruh (İnş. Müh. Naci Özen)

Mazlumun zikri, fikridir: I - Konuya girerken… / Yurttaş Mazlum Çoruh (İnş. Müh. Naci Özen)

İletigönderen Erkan Güçiz » Sal Şub 23, 2016 22:41



Yurttaş Mazlum Çoruh (İnş.Müh. Naci Özen)

Bu yazıyı yayınlayan kuruluşların yöneticilerini, ülkemizin bilinmeyen, buna karşılık ısrarla yürütülen karşı karşıya olduğu büyük melaneti, aydınlara ve halka duyurma görevini yerine getirecekleri için kutluyorum. Burada yazılanlar, 10 yıldır üzerinde kafa yorduğum bir konunun sadece bana görünen yüzüdür.
Bilgi haricinde kimseden hiçbir öneri ve teşvik almadım. Yazılanların muhatabı benim. Her türlü eleştiriyi saygıyla karşılarım. Yeter ki eleştirmenin aydın görevi olduğu biline.


DSİ, EMPERYALİZM’İN İŞ MAKİNASI MI?
BOP’UN ALT YAPI MÜTEAHHİTİ Mİ?


AKARSU YÖNETİMİ, ENERJİ, BARAJLAR VE ÜLKEMİZE KURULAN BÜYÜK TUZAK


I-Konuya girerken…
Oltadaki Balık: Türkiye
Oltanın Kancası… ve Kullanılan Yemler…


Sayın okur, değerli aydın.

On yıldır beni dehşete düşüren bir konu hakkında bir yazı dizisi okuyacaksınız. Önce sizi biraz geriye götürmek istiyorum. Geçmişi bilmezsek başımıza geleceği kestirmekte zorluk çekeriz.

Yıl 1946, İkinci Dünya savaşının galipleri, Yalta’da toplanırlar. Amaçları Dünya’ya, kendi aralarında kavgaya sebep olmayacak, yeni bir düzen vermektir. Sömürü düzenlerine karşı çıkacak olanların yetişmesin hatta yaşamasını istemezler.

Konu: Batıdan ABD’nin doğudan Sovyetler Birliğinin ağa-babalık yapacağı paylaşım nasıl olacak?

Masa başında oturanları hepimiz tanıyoruz. ABD’nin yanında İngiltere yani Büyük Britanya Birleşik Krallığı vardır. Sömürgeciliğin ustası, büyük üstadıdır. Ondan teknik ve taktik almaktadır. İngiltere, ABD’nin akıl hocasıdır. Kendisi ise önüne konanı başkalarının kem gözlerinden saklamaya çalışmaktadır.

Dünyanın paylaşıldığı o masada ABD, ülkemizi kendi etki alanına almak için Bulgaristan, Romanya, Çekoslovakya ve Polonya üzerindeki haklarından(!) vazgeçer. Onları Sovyetlerin (Rusya’nın) hegemonyasına bıraktı. Sovyetlerin temsilci ve tek hakimi pos bıyıklıdan bu fedakârlıklarına(!) karşılık ufak istekleri olacaktır. İhtiyaç duyarlarsa ondan bir istekleri olacaktır. Bu kadar fedakârlıklarının(!) mutlaka bir karşılığı olmalıdır.

Ülkemiz savaşa girmemiştir. Her iki taraf da onun cezalandırma hakkına(!) sahip olduklarını düşünürler. Hizaya getirilmesi gerekir. Mustafa Kemal Atatürk artık yoktur. Karşılarında direnecek birini görmemektedirler. Onun yerine gelenlerin ruhu, onun yüceliğinde değildir. İstihbaratlarının iyi çalıştığını İstiklal savaşı zamanlarından biliyoruz.

Ülkemizde ise antiemperyalist bir ruh hâkimdir; yumuşatılmalıdır.

Planlar yürümeye başlamıştır bile… Ülkemizdeki örtülü emperyalist faaliyetler yoğunlaşmıştır. Daha da yumuşatılması için biraz da tehdit gerekebilir. Bir haber yayılır etrafa: Pos bıyıklının, ‘Boğazlarla ilgili Montrö anlaşmasında Rusya’nın ağırlığı, cüssesine göre değildir; Kars, Ardahan Artvin ile ilgili anlaşmaların yenilenmesi gerekir’ gibi isteklerde bulunduğu söylenir. Öyle dediği yayılmıştır etrafa. Kırımlılara, Ahıska’lılara, Hemşinlilere yaşattığı acılar milletin vicdanına hançer gibi saplanmıştır.

Savaşın gerçek galibidir. Yapar mı yapar.

Ülkeyi yönetenler, işin arkasını okuyamazlar. Strateji ilmi henüz gelişmemiştir onların aklında. Dayanacak bir büyük dost(!) ararlar… Hazırdır zaten. Çünkü Mustafa Kemal’in ölümüyle hazırlıklara başlamışlardır.

Tam da bu arada Washington büyük elçimiz Ertegün, vefat eder. Dostluğun(!) gösterilmesi zamanıdır. Güvertesinde Japonya’nın teslim bayrağını çektiği Missouri zırhlısı, bu sefer Ertegün’ün tabutunu Türkiye’ye getirir.

Verilen mesaj açıktır: ‘Kuzeyden gelecek ayıdan korkma! Biz varız.’

Millet anlatılmaz bir mutluluk içindedir. Missourri’nin mürettebatına saygı için malum sokak badana edilir hemen.

Missourri’ye karşı namaz kılanlar bile ortaya çıkmıştır. ABD, artık en büyük dostumuzdur(!). Önünde eğilmek bu kafaların beklenen davranışıdır. İstanbulun işgalinde dedeleri babaları farklı davranmamıştı.

Bu büyük dostumuzdan(!) bir teşkilatının adamları gelir. Ülkemize iyilik(!) yapmak için. Adı AİD. İkili anlaşmalar yapılır halkın haberi olmadan. Kendi dediklerini kolayca anlayacak; her sözlerini dinleyecek kafalara ihtiyaç vardır. Önce Milli Eğitimimize düzen verirler; yassı kafalı yurttaşlar yetiştirilsin diye. Köy enstitüleri, Halk evleri derhal kapatılmalıdır. Oralarda sorgulayıcı üretici eğitim vermek gibi zararlı(!) faaliyetler vardır.

Büyük dosttan(!) gelen akıl hocalarımız, milli eğitimin beynine yerleştirilir. Artık istedikleri kıvamda vatan evlatları yetiştirilebilir. Bir danışma kurulu vardır; 8 kişilik. 4’ü bizden 4’ü onlardan… Onlardan olan 4’lüden birinin oyu iki ile çarpılabilir. Bu kurulda oylar, 4+(4+1) şekline dönüşebilmeli. Oylamada sonuç eşit, 4 e 4, çıkarsa ABD büyük elçisinin oyu iki oy sayılacaktır. Artı 1, onun munzam hakkı(!).

Sovyetler Birliğine karşı NATO kurulmuştur. NATO’nun başka bir görevi daha vardır: Emperyalizmin işlerini kolaylaştırmak. Bu moda deyimle bu görev, Derin Görev’dir.

‘NATO’ya da katılabilirsiniz. Ancaaaak… En iyi ihraç malınızdan(!) bir hayli vermeniz lazım’.

Anlaşmalar yapılır; halktan habersiz. Bu arada demokrasi ‘pat’ diye gelivermiştir; dostlarımızın sihirli elleriyle. Ülkemizi yönetecek olanlar, halkın oyuyla seçilivermiştir. Bir anda demokrasiye geçivermişizdir. Mustafa Kemal, demokrasiyi getirmeyi, iki defa teşebbüs etmesine rağmen, bir türlü başaramamıştı. Ne kolaymış meğer. Yeni dostumuzun eline sağlık demokrasiyi çabucak getirivermiştir. ‘Ne sihirdir ne keramet’ misali…

Heyetler gelir; kovboy şapkalı. Bir şapka da bizim başbakanın kafasına koyarlar; çok hoşlanmasa da. Kırılma anı derler ya… Ben hep o şapka giydirme sahnesini hatırlarım.

Memlekette durup dururken Komünizm tehlikesi ortaya çıkar. Nereden ne zaman geleceği belli olmaz. Çok korkunç bir şeydir. Hemen onunla mücadele dernekleri kurulur. Pıtrak gibi her yerde bu dernekler çıkar ortaya.

Ülkeyi komünistler, öcüler istila edebilir… Maazallah. Tehdit çok büyüktür(!). Cami imamlarından bile yardım almak gerekir. Uygun olanları aranır; bulunur da...

Bir NATO teşkilatı(!) daha kurulur; derinlerde bir yerde. Kimse bilmez. Bilmesi de istenmez zaten.

Marshall’ken Maraşal olan yardımlar gelir. Son kullanım tarihi bir türlü gelmeyen, süt tozları, pembe-kırmızı kaşarlar gelir. Palaskalar, ekmek torbaları gelir. Postallar gelir. Savaş artığı jeep’ler, eski tüfekler gelir. Benzini su gibi içen GMC’ler gelir. Bedeli bilahare ödenmek üzere verilmişlerdir. Kullanmayı öğretmek üzere askerler gelir Ankara’mıza. Meclisimizin yanı başında bir bina yapılır; oraya yerleşirler. Bu binanın bir kanadı vardır ki çok ama çok özeldir. Ülkemizi yönetenler bile o kanadın ne yaptığını bilmezler.

Her tarafımızı barış gönüllüleri sarar. Nedense bu gönüllüler, en çok Güneydoğu ve Doğuya gitmeye gönüllüdürler. Binlercesi oralara gider.

Onların askerleri dokunulmazdır. Öyle ki kara derili çavuş, motosikletini inceleyen gencimizi vurabilir; şoförleri, kurmay yarbayımızı ezebilir, öldürebilir; şehit edebilir. Sorgularını biz yapamayız. Fiilen müstemlekeyiz artık.

Büyük Şair Nazım, canını kurtarmak için yurt dışına kaçar.

Büyük dostumuzun(!) gözüne kestirdiği askerlerden bazıları ABD ye götürülürler. Devlet deneyimi 200 yıl olmayanlar, 2500 yıl devletsiz kalmamış milletin askerlerine askerlik de öğreteceklerdir.

Bu arada Mehmetçik’in kanını veririz; ihraç malı(!) olarak; Kore’de…

Ülkenin yeni kuruluşlara ihtiyacı olduğu söylenir. Karayolları, DSİ’ kurulmalıdır; emperyalist akla hizmet edecek şekilde. Büyük Planın alt yapısı için taşeron gibi çalışacak kuruluşlar lazımdır.

Yollar yapılmalı ki üzerinde dostumuzun(!) fahiş fiyatla satacağı makinalar çalışsın, üzerinde kamyonlar gezsin; petrole ihtiyacımız hızla artsın diye...

Küçük Amerika olacağız; herkesin otomobili olacak. Yol lazım.

Sularımızın üzerinde büyük büyük barajlar yapmak gerekir. Barajların bizi ihya edeceği büyük büyük anlatılır. Barajlar, millete, anlanır şanlanır, pazarlanır… En kralını yapmak üzere kral bile yetiştirilmelidir. Öyle yapılır. Ülkemin zeki evlatları uzaklara götürülür, kafaları düzenlenir; düzleştirilir bir biçimde… ‘Her şey büyük ve tüketen olmalı’ diye öğretilir bu evlatlarımıza… Yollar, barajlar yapılmalı… Fahiş fiyatlarla sattıkları iri iri sarı makinalarla.

Bu arada bu barajların en kralını yapacak olanlar, özel eğitime alınırlar. Bu evlatlarımız seçilmişlerdir; seçkindirler(!). Biri hemen, yeni kurulan DSİ’nin Barajlar Dairesinin başına geçirilir; sonra da Genel Müdür yapılıverilir. Çok yeteneklidir çok…

Büyük büyük barajlar yapılır; yeniden akıl(!) konmuş bu kafalarla. İçinde bekletecek suyu olmayan barajlar sıralanmaya başlar.

Ülkenin yurtsever yöneticisi de gafletten uyanır, yeni yollar arar; ama iktidarının da kendisinin de ömrü yetmez. Darbeyle devrilir; asılır. ‘Sen misin çizilen yolun dışına çıkan!‘

Fazla zaman geçmez… Yeni Partilerden birinin başına ABD de eğitim almış ‘o’ zeki mühendis geçiriliverir.

Artık bilim ve tekniğin ilkeleri, ekonominin kuralları kenara konulmuştur. Plan yerine pilav yapılacaktır.

Bu arada, dostumuzun en büyük para babalarından biri, kendi başkanına mektup yazar: ‘Artık Türkiye’ye yardım yapmaya gerek yoktur. Çünkü o artık oltada balıktır.’

Onu istediği gibi pişirebileceklerini anlatır.

Olta sadece sularımızla atılmamıştır; yolarımızda birer oltadır; ordumuz da. Balığı iyi yakalamak lazımdır; kaçabilir aklı başına gelirse.

Bütün bu iyilikleri(!) yapan büyük dostumuz(!), her şeyi, takip etmektedir. ‘Ne oldu ne bitti ne oluyor’ diye merak eder. Harcadığı(!) paraların boşa gitmesinden endişelidir. Bir müfettiş gönderir. ‘Git bak bakalım, yardımlarımız(!) nasıl nerelere gitmiş, işimize yaramış mı? AID ne yapmış? Ne yapmalıyız?

Dr. Richard Podol, gelir. Sene 1968’dir. Yirmi sene olmuştur dostumuzun şefkatine(!) mazhar olduğumuz.

Dr. Podol, yazar raporunu; der ki:

‘Yirmi yıldan beri Türkiye’de faaliyette bulunun yardım programı (AID) bir zamandan beri meyvelerini vermeye başlamıştır. Önemli mevkilerde Amerikan eğitimi görmüş bir Türk’ün bulunmadığı bir bakanlık ya da İktisadi Devlet Teşekkülü (Bugünkü adıyla KİT) hemen hemen kalmamıştır. Genel Müdür ve Müsteşarlık mevkilerinden daha büyük görevlere kısa zamanda geçmeleri beklenir. AID bütün gayretlerini bu gruba yöneltmelidir. Geniş ölçüde Türk İdarecileri indoktrine etmek gerekir. Burada özellikle orta kademe yöneticiler üzerinde durmak yerindedir. Amaç bunlara yeni davranışlar kazandırmaktır. Bu grubun yakın gelecekte, yüksek sorumluluk mevkilerine geçecekleri düşünülürse, bütün gayretlerin bu kimseler üzerinde toplanması doğru bir karadır’ - M. Aydoğan, a.g.e., S. 863
….
Devam edecek yazıları biraz sabır gösterip okursanız, yukarıdaki yazıyla giriş yapmamın sebebini öğrenmiş olacaksınız. Dostlarımızın(!), bu koca ülkeyi hangi oltalara taktıklarını, yıllarca nasıl sömürdüklerini ve şimdi de fileto çıkarmaya çalıştıklarını öğreneceksiniz.

Dilerim, avcıya, emperyaliste oltalık yapanları ve oltaları, yemleri de tanırsınız; hatırlarsınız. TR705’lerin, Büyük Kurtarıcıya kefere diyenlerin genel başkan yardımcısı olduğu partinin başına TESEV üyesinin bir tezgâhla nasıl getirildiğini hatırlayacaksınız.

Yaşadığımız böyle dönemde kendime düşeni yapmak istedim. Ben, herhalde, indoktrine edilmemiş veya edilememiş yani dikkate değer bulunmamış, bence şanslı, sade bir mühendisim.

Kurtuluşun, Atatürk’ün gösterdiği yoldan yürümekle olacağına inanıyorum. Onun tanımladığı milliyetçi daha doğrusu millici, daha geniş açıyla söylersek ulusçuyum. Bu ülkenin yurttaşlarının ve de ben Türk’üm diyen herkesin mutluluğu için çalışırım; ulusçuluk anlayışım budur. Gelişmenin ilerlemenin; bilimin ve tekniğin ışığında yapılan devrimlerin ürünü olacağına inanıyorum. Karma ekonomi anlayışıyla bütün milletlerin müreffeh ve halklarının daha medeni yurttaşlar olacağına dair inancım hiç değişmedi.

Yazımda, benim mühendislik anlayışıma ters gelen bir hususu merak ederek arkasına düşüşümün ortaya çıkardığı sonuçları sizlerle paylaşacağım. Arkasından gideyim derken içine düştüğüm, on yıldan beri içinden çıkamadığım, çıkmak için herkesin aklından yardım almaya çalıştığım bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Konu su, akarsularımız, barajlarımız, enerji ihtiyacımız ve topraklarımızdır. Daha da önemlisi coğrafi bütünlüğümüzdür.

Amacım, uzun soluklu, stratejik bir plan olduğuna inandığım, bir planı ortaya koymak ve ülkem aydınlarının görüşlerini almaktır.

Bu yazıyı yayınlayanları sadece kutlarım; teşekkür etmem. Bu iş, sadece benim sorunum değildir. Bütün aydınların bu sorunun bir tarafından tutması gerekir.

Siz okuyuculardan beklentim, herkesi konuyu öğrenmeye çağırmanız ve varsa yanlışımı ortaya çıkarmanızdır. Bu görevi yapacak olanları şimdiden saygıyla selamlıyorum.

Sabırlar dilerim.
Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir.
Gazi Mustafa Kemâl Atatürk

Erkan Güçiz

Facebook - TC ERKAN GÜÇİZ
Kullanıcı küçük betizi
Erkan Güçiz
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 421
Kayıt: Çrş Eyl 29, 2010 5:18

Şu dizine dön: Sizin Makaleleriniz

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x