Karayılan'ın konuşmalarından bazı bölümleri mercek altına alalım; bakalım açık açık neler söylüyor PKK sorununun çözümü hakkında. Yorum yapmadan, hiçbir şey katmadan, yalnız kalınlaştırılmış cümlelere bakmak yeterli anlamak için.
“Bir noktayı belirtmek isterim. Direnişle, savaşla daha ileri bazı gelişmeleri yaratmamız mümkündü. Ortadoğu’nun mevcut konjonktürel durumu, Türkiye’nin içinde savaşı geliştirmemize müsaittir. Neden? Daha önce bölge devletleri arasında PKK’ye, bize karşı ittifak vardı. İran, Suriye, Türkiye ve zaman zaman Irak ittifakı... Şimdi bu devletler arasında çelişki var. Bu koşullardan yararlanmak ve devletlerden objektif - subjektif destek almak bugün mümkündür.
Direniş ve savaş konusunda ikinci bir boyut daha vardı. Oslo süreci boyunca örgütsel yapımızda bir savaş, bir barış derken gerekli adaptasyon sağlanamamıştı. Bundan kaynaklanan disiplinsizlik ve yetersizlikler söz konusuydu. Hatta bu nedenle 2011 ve 2012 kışında birtakım kayıplarımız da yaşandı. Ama 2012’de savaşın motivasyonu gelişti. Yetersizlikler giderildi. Başarılı harekâtlar yapıldı. Dolayısıyla 2013’te hem içeride, hem dışarıda yüksek bir savaşı geliştirme ağır basan ihtimaldi.
Bunun planlamasını da yapmıştık. Biz bu konuda eskiyi aşan düzeyde, Türk devlet sistemini Kürdistan’da felç etmeyi planladık ve gerçekleştirebileceğimize de inanıyorduk. Bence Türk devleti ve hükümeti, bu izah ettiğim dış ve iç koşulların savaşa uygunluğunu gördüğü içindir ki, politika değişikliği yaptı.”
…
“Önce iki yıldan söz etmiştik. Ama önderliğimizin açıklamasıyla bunu öne aldık. Ayrıca şunu da biliyoruz; ne kadar zamana yayarsak o kadar provokatif olaylar yaşanabilir. Şimdi hükümete düşen de yasal zemini hazırlamaktır. Hükümet bu çekilme olayını çok basite indirgiyor. Bu hiç kolay bir şey değildir. İnsanlar hayatını koymuş, dağa çıkmış. Şimdi onları geri çekilme konusunda ikna etmek önemli. Bu kolaycı yaklaşımlar Kürt tarafında da yok değil. Mesela BDP’nin Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş geçen gün diyor ki; Kürt meselesinde silahlı boyut yüzde 99 bitmiştir. Yüzde 1 de parlamentonun kararına kalmıştır. Bu da yüzeysel bir yaklaşımdır BDP tarafından… Sürecin, geri çekilme sürecinin yeterince, bütün derinliğiyle kavranamadığını gösteriyor. Silahlı mücadelenin bütünüyle sonlanması, öyle sanıldığı gibi basit bir olay değildir.”
…
“Biz yönetim ekibi olarak örneğin Cemil Bayık, Duran Kalkan, Mustafa Karasu, Fehman Hüseyin gibi arkadaşların hepsi görüş birliği içindeyiz. Ve ben burada sizinle Karayılan olarak değil, hepsinin adına konuşuyorum. Biz bir ve biriz! Ve hepimiz Önder Apo’nun Nevruz çağrısındaki esasları kabul ediyoruz. ]Fakat sorun yönetim ekibinin içindeki birlikle bitmiyor. Özellikle orta komuta kademesi var. Bu kesimin yaşadığı çeşitli tereddütler söz konusu. Bu arkadaşları ikna etmemiz gerekir. Ben dün 250 kişi ile (savaşçı kesim ve orta kademeden oluşan) konuştum. İkna sürecinin bir parçası olarak konuştum. Bu toplantıda birçok arkadaş kaygılarını söyledi. Zor bir mesele… Diyor ki 'biz savaşmaya geldik. 10 yıldır savaşıyoruz. Sonuç alma noktasına geldik. Şimdi durun, diyorsunuz...' Bu mütereddit ve endişe ifade eden sesler örgütün otorite zaafı değildir. İşte bu noktada önder Apo’nun ikna sürecinde devreye girmesinin önemi vardır.”
..
“Türk meselesi, Batı meselesi, Türklerin ikna edilmesi, elbette önemli bir mesele. Ancak bu ülkede devletin, 1924’ten itibaren Kürtlere yönelik olarak geliştirilen ve bugün yanlışlığı artık anlaşılan politikası, Türk halkına doğru biçimde anlatılsa, Türk kamuoyundan hiçbir sorun çıkmaz ‘Türk meselesi' diye bir mesele de olmaz. Kürtlerin dili yasaklandı, kimliği inkâr edildi, horlandılar, ses çıkaranların ise kafası ezildi. Bu yaşananlar Türk halkına doğru dürüst anlatılsa, bunları önderler, siyasal liderler anlatsa hiçbir sorun kalmaz. Türk halkı da savaş istemiyor. Çözüm ve barıştan yana Türkler de. Bizler de bölünmeyi değil, Türklerle kalıcı birlikteliğin ve ortaklığın esasını oluşturmak istiyoruz. Mesela bütün Avrupa halkları kendi aralarında nasıl sınırları kaldırmış, birliktelik oluşturmuşsa biz bunu Orta Doğu’da neden yapamayalım ki…”
…
“Bence siyaset güven ve güvensizlik üzerinden yapılmıyor. Son bir aydan beri 'Baldıran zehri olsa da içerim. Sonuna kadar kararlıyım, tüm provokasyonlara karşı dimdik yürüyorum' tavrı cesur tavırdır. Ancak Erdoğan’ın bir çözüm projesi gerçekten var mı? Varsa nasıl bir çözüm projesi? Daha bilmiyoruz bunları. Sadece şu var, önderliğimizle İmralı’da görüşen devlet heyetinin yaptığı görüşmeler, tartışmalar var. Ama eksik olan hükümet tarafından bir çözüm projesinin ortaya konmuş olmaması… Aşırı kendini esas alan kibirli bir tavır söz konusu. Oysa hükümetin bu sürece CHP’yi de dahil etmesidir doğru olan. Çatışmanın durması, ölümlerin olmaması, bu ülkeye hem huzur getirir, hem özgüven aşılar, hem de Türkiye her açıdan daha ileri gider. Herkes bundan kazançlı çıkar.”